02. 10. 1998 CUMA SOHBETİ

Prof. Dr. M. Es'ad COŞAN

--------------------------------------------

Hazırlayan: Dr. Metin ERKAYA

KÖTÜ HUYLARDAN SAKININ!

Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!

Aziz ve sevgili Akra dinleyicileri ve Ak-Televizyon seyircileri! Cumanız mübarek olsun... Allah-u Teàlâ Hazretleri dünya ve ahiretin hayırlarını gönlünüzce sizlere ihsân eylesin... Hacetlerinizi revâ eylesin... Dualarınızı kabul eylesin...

a. Tevbeyi Geciktirmekten Sakının!

Bugün okuyacağım hadis-i şeriflerden birincisi, İbn-i Abbas RA'dan. Deylemî Peygamber Efendimiz'in amcazâdesi Abdullah ibn-i Abbas RA'dan rivayet etmiş. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:

RE. 173/3 (İyyâke vet-tesvîfe bit-tevbeti ve iyyâke vel-gurrete bihilmillâhi anke) İfadesi, sözleri bu kadar kısa, ama izahı biraz uzun sürebilir. Buyuruyor ki Peygamber SAS Efendimiz:

(İyyâke) "Sakın, bu hususta sana dikkatli olmayı ihtar ediyorum, ondan sakın!" mânâsına bir tabir bu iyyâke sözü... Böyle kullanılıyor burada. Tesvif; bir şeyi ileriye atmak, ileride yaparım demek, tehir etmek.

(İyyâke vet-tesvîfe bit-tevbeti) "Tevbe etmeyi ileriye atmaktan, geciktirmekten sakın! Şimdi yapmayayım da yakın bir zamanda, ileride yaparım diye ileriye atmaktan sakın!" diyor Peygamber Efendimiz muhatabına... Herhalde bu amcazâdesi mübarek Abdullah ibn-i Abbas'a olsa gerek nasihatı ama, ona olan bu nasihatın umûmu ilgilendirdiği de gerçek. Birisine söylenmiş olması onun husûsî olmasını gerektirmez, hepimiz dikkat etmeliyiz.

Bu Abdullah ibn-i Abbas sahabenin mümtazlarından, ilmiyle tanınmış, zekâsıyla temâyüz etmiş bir kimse; o zâten tevbe üzeredir. Belki bu söz başka bir yerde umûmî olarak söylenmiş olabilir, bir başka şahsa da söylenmiş olabilir.

(İyyâke vet-tesvîfe bit-tevbeh) "Tevbeyi tehir etmekten, sonra yaparım demekten sakın! Hemen yap!"

Başka bir hadis-i şerifte de, camilerde levhasını görmüşsünüzdür:

(Accilû bit-tevbeti kablel-mevt) "Ölüm geliverir; ölüm gelmezden önce dikkat edin, tevbeyi acele hemen yapın!" diye tavsiyesi var. Peygamber Efendimiz tevbete acele etmeyi emrediyor; tehir etmeyi, geciktirmeyi yasaklıyor, tavsiye etmiyor, "Sakın tehir etmeyin!" diyor.

Tevbe, Arapçada dönmek, dönüş mânâsına geliyor. İnsanın gittiği yanlış yoldan, Allah'ın rızasına uymayan hayat tarzından dönüş yapması, Allah'ın sevdiği razı olduğu yöne dönmesi, yola girmesi demek... Çok önemli.

Tevbe böyle cân ü gönülden yapılırsa, ona tevbe-i nasuh derler. Yâni samîmî bir tevbe, gerçek bir tevbe mânâsına. İnsanların halini düşünüp, dünyayı ahireti iyice hesaplayıp, tefekkür eyleyip, hakîkî bir dönüşle Cenâb-ı Mevlâ'nın yoluna dönmesi lâzım!

Herkesin her gün, sabah akşam, daha ziyade akşamleyin gün bittikten sonra derin derin, "Benim hayatım nasıl geçiyor, bu günüm nasıl geçti; kârım ne, zararım ne?.. Allah'ın sevdiği yolda mıyım, yanlış yolda mıyım?" diye kendisini hesaba çekmesi, ahiretteki hesaba gitmeden önce dünyada iken hesabını iyi yapması, kendisine çekidüzen vermesi lâzım ve tevbe etmesi lâzım! "Benim yolum yanlış, ben gaflete düşmüşüm. Cenâb-ı Mevlâ'nın razı olmayacağı işleri yapmaktayım. Aman kendimi toparlayayım!" diye Cenâb-ı Hakk'ın yoluna dönmesi lâzım!

Bunu te'vil etmek olmaz. "İşte memuriyeti bitireyim de, emekli olayım da, okulu bitireyim de, gençlik çağım geçsin de, falanca iş olsun da, şu olsun da, bu olsun da..." gibi bahanelerle bu güzel iş tehir edilmez.

Bazı insanlar korkuyor. Yâni günahları bırakıp da doğru yola girince sıkıntılı bir hayat başlayacak diye korkuyor. O günahları, hataları, gevşeklikleri bırakmak istemiyor, ilerde bırakırım diyor. İleride bırakırım demek, yâni tevbeyi geriye atmak, kötülükleri bırakmamak şeytanın bir aldatmacasıdır.

Şeytan kötü bir şeyi yaptıramazsa bir insana, hiç olmazsa iyiliği yaptırmamağa çalışır. Önce kötülük yapmaya yollar, yaptıramıyorsa, bu sefer yapacağı iyi şeyleri yaptırmamağa çalışır. "Namaz kılma, oruç tutma, tevbe etme, zekât verme..." der. Onu da yaptıramazsa tehir ettirir; "Tamam, ver ama sonra verirsin... Tamam, namazı kıl ama, sonra kılarsın... Hacca gideceksin ama, sonra git!" diye sonraya atar. Sonraya attığı zamanda da, o zaman arasında o iyi şeyi unutturur. Sonradan insan bir hatırlar, dizini döver:

"--Tüh eyvah, ben falanca şeyi yapacaktım, unuttum gitti." diye çok pişman olur ama, iş işten geçer. O şeytanın bir oyunudur.

Tesvif, ilerde yaparım diye iyi şeyleri ileriye atmak şeytandandır. Orda da acele etmek lâzım!

(Ve iyyâke vel-gurrate bihilmillâhi anke) "Allah'ın sana halim selim davranacağını düşünerek aldanmaktan da sakın!"

Bu, zamanımız müslümanlarının çok yaptıkları bir hatadır. Doğru yolda gitmiyor, günahları işlemeğe devam ediyor. İçki, kumar, fuhuş, gaflet, cehalet devam ediyor. Ama müslüman, iyi bir aileden... Arkadaşları tarafından kendisine hatırlatıldığı zaman:

"--Yapma, etme, nedir bu gidişin? Sana hiç yakışmıyor. Baban böyle bir insan değildi. Hak yola gel, ibadet ve taatini yap, ahirete hazırlan! Şeytana uyma, nefse esir olma!" diye söylendiği zaman diyor ki:

"--Allah gafurdur, rahimdir. Allah affeder, beni bağışlar, erhamür-râhimîndir."

Evet ama, Allah-u Teàlâ Hazretleri böyle bir duygu ile günahlara devam eden kulu sevmez. Peygamber Efendimiz de bunun bir aldanma olduğunu bildiriyor. Bu aldatmayı da yine şeytan yapıyor; "Allah gafûrdur, rahîmdir, halîmdir, hilim sahibidir, affeder, bağışlar." diye insanları böyle aldatıyor. Onlar da onun için günahlara devam ediyorlar. İmanlı oldukları halde, mü'min oldukları halde ihmalkârlıkları, kusurları, günahları ondan yapıyorlar. Peygamber Efendimiz onun için diyor ki:

"--Tevbeyi tehir etmekten sakın! Bir de Allah'ın sana halim davranacağını düşünüp aldanmaktan sakın!"

Onu da şeytan yapıyor. Şeytanın iki oyunu burda belirtilmiş oluyor: İyi şeyleri ileriye atmak, tehir etmek... Bir de Allah'ın affedici olduğunu, bağışlayıcı olduğunu, halim olduğunu düşünüp günaha, hataya devam etmek... Bunları bırakacak.

Bu önemli bir hadis-i şerif... Tevbemizi hemen yapalım! Hattâ şu vaazı dinledikten sonra, "Bu cumada gusül abdesti alıyorum, iyi bir insan oluyorum!" diyelim. Bir de, "Allah gafurdur, rahîmdir ama azîzün züntikamdır, elim azabı, ikàbı, cezası vardır. Cehennem vardır, mahkeme-i kübrâ vardır, zorlu bir hesap vardır. Zerre kadar hayrın tartıldığı, zerre kadar şerrin hesaba girdiği ciddî bir muhakeme vardır." diye onları da hesaba katmak lâzım!

b. Kötü Arkadaştan Sakının!

İkinci hadis-i şerif, seçilecek arkadaşlarla ilgili... Deylemî Enes RA'dan rivayet eylemiş. Peygamber Efendimiz SAS buyuruyor ki:

RE. 173/3(İyyâke ve sàhibes-sû', feinnehû kıt'atün minen-nâr, lâ yenfauke vüddühû velâ yefîleke biahdihî.) "Kötü arkadaştan şiddetle sakın! Kötü arkadaş edinme, kötü olan kimseyi arkadaş tutma kendine, dost etme, onunla sıkı fıkı olma!.. Çünkü o cehennem ateşinden bir parçadır. Kötü olduğu için seni kötülüklere alıştırır, yanlış yollara sürükler, içkiye, kumara bulaştırır. Daha başka kötü huylara bulaştırır. Sonunda cehenneme düşersin, azaba uğrarsın, cayır cayır yanarsın!" diye kötü arkadaştan uzak durmamızı tavsiye ediyor. Ve diyor ki:

(Lâ yenfauke vüddühû) "Evet seni seviyor görünüyor, tatlı sözler söylüyor, sen de aldanıyorsun. Ama onun o sevgisi sana fayda vermez. Çünkü kötü; kötü olduğu için seni kötü yola götürecek. O gösterdiği sevgi aldatıcı bir sevgidir. Ahirete yararlı, senin için faydalı bir sevgi değildir.

(Velâ yefîleke biahdihî) Kötü olduğu için sana karşı ahdine de sàdık olmaz, sözünde durmaz, vefalı olmaz. Dikkat et, bak aldanırsın, sonra pişman ve perişan olursun!" diye, Efendimiz kötü arkadaş edinmemeyi belirtiyor.

Kiminle arkadaşlık edeceğiz?.. İyi insanları seçeceğiz, böyle aklımızla, mantığımızla ölçüp biçtiğimiz zaman, tarttığımız zaman iyi olarak gördüğümüz kimseleri arkadaş edineceğiz. Arkadaş edinmede titiz davranacağız, kötü huyları, alışkanlıkları olan kimselerle arkadaşlık etmeyeceğiz. Çoluk çocuğumuzu da, böyle kimselerle arkadaşlık etmeğe bırakmayacağız.

Çünkü kişi refîkından azar. Kötü arkadaş insanı sonunda büyük felâketlere uğratır. Üzüm üzüme baka baka kararır. İyi bir insanken, bakarsın sonunda nice kötü şeylere o arkadaş vasıtasıyla alışır.

İkinci hadis-i şerif bu...

c. Hıyânet, Zulüm ve Cimrilikten Sakının!

Üçüncü hadis-i şerif:

RE. 173/4 (İyyâküm vel-hıyânete feinnehâ bi'setül-bıtàneh, ve iyyâküm vez-zulme feinnehû zulümâtün yevmel-kıyâmeh, ve iyyâküm veş-şuhha feinnemâ ehleke men kâne kablekümüş-şuhhu fesekefû dimâehüm ve kata erhàmehüm.) Deylemî Abdullah ibn-i Ömer RA'dan rivayet etmiş.

Burada da Peygamber SAS Efendimiz yine bazı yasaklamalar, sakınmalar, sakındırmalar ifade ediyor: (İyyâküm vel-hıyâneh) "Hainlikten, hıyanet etmekten sakın! (Feinnehâ bi'setil-bıtàneh) Çünkü o ne fenâ bir haslettir, ne kötü bir huydur."

Hıyânet ne demek?.. Emanetin zıddı, emin olmanın, güvenilir olmanın aksi... Yâni güvenilir olmamak, kendisine güvenilen insanı aldatmak, ona karşı hainlik yapmak, devlete hainlik yapmak, arkadaşa hainlik yapmak, kendisine emanet edilmiş şeyleri iyi korumamak suretiyle emanete hıyanet etmek... Hepsi hıyanetin içine giriyor.

Biliyorsunuz, emanetin en büyüğü dindir. İnsan dine karşı, imana karşı hıyanet ederse mahvolur. Onun için hıyanetin her çeşidinden, emanete hıyanet etmenin her türünden sakınmalıyız. Çoluk çocuğumuz bize emanettir, can bize emanettir; onlara hıyanet etmemeliyiz. Yâni onları kötü yolda kullanmamalıyız. Emin, güvenilir insan olmalıyız.

Hıyanetin her çeşidinden şiddetle sakınmalı, çünkü çok kötü bir huy... Çok geniş bir anlamı var hıyanetin, her çeşit hıyaneti içine alıyor.

Hıyanet biliyorsunuz aynı zamanda, Peygamber Efendimiz'in hadis-i şeriflerinde münafıklığın bir bariz alâmeti olarak zikredilmiştir. (İze'tümine hàne) "Münafığa güvenirsin, o senin güvencini boşa çıkartır, hıyanet eder, seni aldatır." diye bildirilmiştir..

Hıyanet münafıklık huyudur. İnsan vefalı olmalı, emin olmalı, güvenilir olmalı, sözünde durmalı... Ya söz vermemeli, ya da sözünü yerine getirmeli!

(Ve iyyâküm vez-zulm) "Zulümden de şiddetle sakının!" diye, onu da yasaklıyor Peygamber Efendimiz. Zulüm de çok geniş bir kavramdır. Haksızlığın her çeşidine zulüm derler. Günahlar da bir çeşit zulümdür. Çünkü günah işlediği zaman, insan kendisini cezaya maruz bırakmış oluyor. Cehenneme atılacak, cayır cayır yanacak; o halde nefsine zulmetmiş olur.

Demek ki: "Adaletsizliğin her çeşidinden, günahlardan sakının! (Feinnehû zulümâtün yevmel-kıyâmeh) Çünkü kıyamet gününde zulümât olur, insanın başına zulmet gibi çöker ve insanı mahveder. Zâlim olan kimseyi Allah-u Teàlâ Hazretleri ahirette büyük cezalara uğratır. Zulmünün cezasını orada çeker, burnundan fitil fitil gelir.

Dünyada da rahat etmez. Zalim olan insan dünyada da belâsını bulur. Şairin dediği gibi:

Zâlim yine bir zulme giriftar olur âhir,
Elbette olur ev yıkanın hanesi vîran!

O bir zulüm yapar. Sonra da Allah ona bir başkasını musallat eder, o zalimi dünyada da cezalandırır ama, asıl önemli olan ahirette zulümât olması, başına karanlıkların çökmesi, nursuz kalması... Sıratı geçememesi; geçerken takılıp cehenneme düşmesi... Hiç bir ışığı olmaz bir vaziyette perişan olmasıdır.

Zulmün her çeşidinden sakınmalı!.. İnsanların tabii herbirisi bir yönetici durumundadır. Peygamber SAS Efendimiz:

(Küllüküm râin ve küllüküm mes'ûlün an raiyyetihî) [Her biriniz bir çobansınız ve güttüğünüz sürüden sorumlusunuz.] buyurmuştur. Herkesin bir maiyeti vardır, emrinde olan insanlar vardır. O insanların başındadır, bir çeşit başkandır. Meselâ, aile reisi hanımının ve çoluk çocuğunun başındadır. Müdür dairesinin başındadır. Bakan bakanlığının başındadır. Devlet başkanı devletin başındadır... Herkes çobandır, herkes bir başkandır, herkesin bir raiyyeti vardır.

Bu raiyyete, emri altındakilere iyi insanlar güzel muamele ederler. Ama eline selâhiyet verilse, babasını bile asacak kadar kötü insanlar vardır. O bakımdan, insanoğlunun içinde böyle bir selâhiyeti kötüye kullanma, elini bir imkân geçti mi aşağıdakilere tepeden bakmak, baskı yapmak huyu olduğundan, herkes kendisini kollamalıdır.

Meselâ evde, kendi evinde eser, tozar, bağırır, çağırır. Hanım kendisinden güçsüz diye vurur, korkutur. Çoluk çocuğu döğer. Döğer ama sonunda, çocuğu da olsa ahirette onun bir hesabı olacak. Hanımı da olsa, bu dünyada güçsüz, o ona karşılık veremedi ama ahirette cezası olacak diye düşünmeli! Hiç bir şekilde evinde de zulüm yapmamalı, işyerinde de zulüm yapmamalı, ictimâî hayatında herhangi bir yerde bir selâhiyeti varsa, onu da kötüye kullanmamalı! Adaletli olmalı, zulümden kaçınmalı!

Hadis-i şerif devam ediyor: (Ve iyyâküm veş-şuh) "Cimrilikten de sakının! Aman cimri olmamaya da dikkat edin, cimrilikten de kaçının! (Feinnemâ ehleke men kâne kablekümüş-şuhhu) Sizden önceki ümmetleri bu cimrilik mahvetti. Bir çokları bu cimrilik yüzünden Allah'ın cezasına, belâsına, kahrına uğradılar. (Fesekefû dimâehüm) Bu cimrilikten dolayı birbirleri ile maddî çıkar kavgasına girdiler, birbirlerinin kanlarını döktüler. (Ve kata erhâmehüm) Akrabalıkları çiğnediler, dostlukları ayaklar altına aldılar, sıla-i rahim yapmadılar. Menfaat bahis konusu olunca, cimrilik olunca akrabalarına bile nice nice zulümler yaptılar. Aman siz bu cimrilikten uzak durun, cömert olun!" demiş oluyor Peygamber SAS Efendimiz.

Biliyorsunuz Türkiyemizde çok olur, bir otlak yüzünden, bir mer'a yüzünden iki köy silahları alıp birbirleriyle çarpışır; kimisi ölür, kimisi hapse girer, hayatları mahvolur. "Yâ şu otu varsın alsın, cimrilik etmeyeyim... Ufak bir şeyden dolayı kavga çıkartmayayım." demez. Nasihat eden yaşlı başlı, alim, fazıl kimselere de kulak asmazlar. Bakarsınız kan davası, bakarsınız otlak davası, bakarsınız miras kavgası, bakarsınız daha küçük bir hesap... İşte küçük bir menfaat çatışması, nice nice kavgalar, gürültüler...

Allah bizi cimrilikten de korusun... O da birçok kötülüğün kaynağı oluyor, kötü hareketin sebebi oluyor. Kötü işlerin doğuşuna, olayların vukuuna sebep oluyor.

Onun için, Peygamber Efendimiz kötü huyları sıralıyor: "Hain olmayın, hıyâneten sakının! Zalim olmayın, zulümden sakının! Cimri olmayın, cimrilikten sakının!" diye beyan ediyor.

Deminden beri okuduğumuz hadis-i şeriflerin hepsi kötü huylar ile ilgili... Bunların hepsinin bir eğitimi olması lâzım! Eğitim olmazsa, okuduğu halde, dinlediği halde insan kötü huylardan kolay kolay geçemez. Bu bir nefis terbiyesi eğitimi, dînî eğitim, ruh eğitimi gerektirir.

O tasavvufî, imânî, irfânî çalışmalar yapılmazsa, böyle kötü huylardan kurtulmak çok zordur. Dağlar yerinden kayar, öbür tarafa gider de insanın huyu kolay kolay düzelmez. Söylersin, söylersin, adamın kulağına girmez; o huyla yaşar, o huyla ölür gider. "Kötü huyları teneşir paklar." dediği gibi büyüklerimizin... Bazı huyları, pislikleri üzerinden gitmez de insanların, ancak ölünce teneşirde yıkanır. Yâni ölüme kadar devam eder diye söyleniyor.

Bu kötü huyların düşman olduğunu, zararlı olduğunu, hastalık gibi olduğunu düşünmemiz lâzım. Nasıl hastalandığımız zaman hastaneye gidiyoruz, iyi doktor arıyoruz, ondan kurtulmanın çaresine bakıyoruz. Bu kötü huyları da kendimizde var mı, yok mu diye düşünüp, kötü huyların nasıl izale edileceğini soruşturup, uygulamak lâzım!

Allah rahmet eylesin, Allah şefaatine erdirsin, İmam Gazâlî Hazretleri İhyâu Ulûm'unda bu kötü huyları geniş geniş almıştır, anlatmıştır. Onlardan nasıl kurtulmak gerektiğinin de reçetesini, ilacını, devasını da yine hadis-i şeriflerden, Kur'an-ı Kerim'den çıkarttığı güzel bilgilerle anlatmıştır. İhyâu Ulûm'un özellikle son bölümü, Rubüul-Mühlikât, insanı helâk eden şeylerin anlatıldığı bölümdür. Dördüncü cildin son cüzlerinde onları okumanızı tavsiye ederim.

d. Mazlumun Bedduasından Sakının!

Bir diğer hadis-i şerif:

RE. 173/8 (İyyâküm ve da'vetel-mazlûm, vein kânet min kâfirin fe innehû leyse lehâ hicâbün dûnallàhi azze ve celle) Enes RA'dan rivayet edilmiş bir hadis-i şerif. Peygamber Efendimiz diyor ki:

"--Mazlumun bedduasını almaktan şiddetle sakının, çekinin! Mazlumun bedduasını almayın!"

Ne demek bu?.. İnsan bir kimseye zulmedince ne olur?.. O zalime karşı mazlumun elinden bir şey gelmediği için, başa çıkamadığı için, güçsüz olduğu için boynunu büker. Ne yapsın, içinden Allah'a dua eder:

"--Yâ Rabbi, bu zalimin cezasını ver! Bana haksız olarak şu muameleyi yaptı, ben onunla başa çıkamıyorum. Sen görüyorsun halimi, sen bunun hakkından gel!" diye Allah'a dua eder. Allah'a ilticâ eder, beddua eder.

Çünkü doğrudan doğruya o zalime bir şey yapamıyor. Karşımdaki de bir şey yapamıyor diye, zalim de zulmünü devam ettirir, durur. "Bak işte o kadar baskı yapıyorum da, bana karşı bir şey yapamıyor." der.

Halbuki beddua çok fenâdır. Mazlumun bedduasını almak, insanı yakın zamanda mahveder. İmansızlar bunu anlamıyor veya zalimler anlayamıyor, yoluna devam ediyorlar.

Diyor ki, Peygamber Efendimiz: (Ve in kânet min kâfir) "Zulmedilen kimse kâfir bile olsa..."

Bu okuduğum sayfaların devamında, hadis-i şerifler var. Meselâ, senin ülkende bir gayrimüslim var. Sen İslâm ülkesindesin ama, onun da hukuku var. O vergisini verdiği zaman, senin de onun hukukuna riayet etmen lâzım! Eğer sen o hukuka riayet etmez, ona aşırı baskı yaparsan; ben senin karşında olurum, ben senin hasmın olurum." diye Peygamber Efendimiz'in bu hususta kesin sözleri var.

Yâni kâfir bile olsa, gayrimüslim bile olsa, bir kimseye haksız muamele yapılmaması lâzım! İslâm'ın emrettiği şekilde adil muamele yapılması lâzım! Eğer kâfir bile olsa, mazlumun bedduasından sakın! Çünkü o dua ile, aziz ve celil olan Allah-u Teàlâ Hazretleri arasında bir mânî, bir perde yoktur. Dua doğrudan doğruya Allah'a ulaşır. Allah da mazlumun yanında yer alır. Zulmü sevmez, zalimi fecî şekilde cezalandırır. Onun için, "Mazlumun duasını almaktan sakının!" demek, bir bakıma ne demek oluyor?.. "Zulüm yapmayın, güçsüz gördünüz diye gidip de onun bunun tepesine çıkmayın!" denmiş oluyor.

e. Günahı Küçük Görmekten Sakının!

Nihayet sonuncu hadis-i şerife geldik. Bugün okuyacağım hadis-i şeriflerin sonuncusu Ahmed ibn-i Hanbel, Taberânî ve diğer kaynaklarda, Sehl ibn-i Sa'd RA Hazretleri'nden rivayet edilmiş. Bu da çok dikkatle dinleyip, göz önünde bulundurmanızı istediğim bir hadis-i şerif:

RE. 173/9 (İyyâküm ve muhakkarâtiz-zünûb, feinnemâ meselü muhakkarâtiz-zünûbi kemeseli kavmin nezelû batne vâdin fecâe zâbidin ve câe zâbidin hattâ hamelû mâ endacû bihî hubzehüm ve inne muhakkarâtiz-zünûbi metâ yü'hazü bihâ sàhibühâ tühlikühû.)

Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:

"--Aman günahların küçümsenenlerinden sakının!" Yâni, 'Küçüktür, ne olacak canım, önemi yok!' filân diye küçük gördüğünüz işleri işlemekten, günahları yapmaktan sakının!"

Neden yapar insan onu?..

"--Canım kusur olduğunu biliyorum ama küçücük bir şey, pek önemli değil. Azıcık bir şey..." der.

Hah işte böyle az görülen, önemsiz görülen günahlardan da aman sakının diyor Peygamber Efendimiz. "Çünkü bu neye benzer?" diye herkesin anlayacağı gibi bir misalle beyan ediyor: (Feinnemâ mesele muhakkarâtiz-zünûbi kemeseli kavmin nezelû batne vâdin) "Bu, bir kavmin, bir grup, bir zümre insanın yolculuk esnasında bir vadiye gelip konaklamasına benzer."

O zamanın şeyini anlatıyor yâni, insanlara: "Siz meselâ Şam'a gidiyorsunuz, Yemen'e gidiyorsunuz veyahut kıtanın üstüne doğru gidiyorsunuz, Arap yarımadasının... Tabii yürüyüp yürüyüp yorulunca kervan konaklayacak. Bir vadiye konakladınız.

(Fecâe zâbid, ve câe zâbid) Şu adam bir odun getiriyor, öteki adam bir odun getiriyor." Küçük, yani az önemsenmeyen günahlar gibi... (Hattâ hamelû mâ endacû bihî hubzehüm) "Ama o getiriyor, o getiriyor... Koca bir yığın odun olur. Onları yakarlar, kafiledeki yolcular ekmeklerini pişirirler, yemeklerini hazırlarlar, yerler."

Nasıl hazırlarlar?.. Küçük küçük odunlar bir araya gelince birikir, büyük bir ateş olur da ekmeklerini, yemeklerini öyle pişirirler. İşte bu önemsenmeyen günahlar da böyledir. Küçük küçük bir araya gelince yakıcı olur.

(Ve inne muhakkarâtiz-zünûbi metâ yu'hazü bihâ sàhibehâ tühlikühû) "Eğer bu küçük günahları Allah bir hesaba katarsa, yâni o günahların hesabını sorunca Allah-u Teàlâ Hazretleri; sahibini, yâni o günahları işleyen kimseyi helâk eder."

Onun için aziz ve muhterem kardeşlerim, günahın küçüklüğüne bakmamalı; günahın kime karşı yapıldığını düşünmeli ve önemli olduğunu anlamalı! Günah işliyor insan kime karşı?.. Allah'a karşı bir günah işliyor, Allah'a asi oluyor, Allah'ın sözünü dinlemiyor... O halde bu işin küçüğü yok! Çünkü Allah'a karşı saygısızlığın küçüğü, büyüğü olmaz. Onun için küçüğünden, büyüğünden kaçınmaya çalışmak lâzım!

Zaten insan küçük günahtan sakınmazsa, büyüğüne düşer. Yâni küçüktür küçüktür, diye sakınmaya sakınmaya, sonra büyüğünü de işlemekten sakınmamaya başlar. Bir de küçük günahlar, bu odun parçalarının toplanıp da büyük ateş olduğu gibi, birike birike büyük günah olur.

(Lâ sağîrate meal-isrâr) "Israrla işlendiği zaman günahın küçüklüğü kalmaz." Çünkü toplanıyor büyük oluyor. O zaman insanın başına dert açar. Bu günahları işleyen kişi müslüman da olsa, Allah'ın kahrına cezasına uğrar.

Aziz ve muhterem kardeşlerim, onun için uyanık olmalıyız. Her çeşit günahtan, küçüğünden, büyüğünden kaçınmaya dikkat etmeliyiz, gevşememeliyiz.

Bizim tasavvufî yolumuzda, biliyorsunuz, birinci esas her an uyanık olmaktır. Farsça tabiriyle: Hûş der dem. Yâni nefes alırken, verirken her anda uyanık olmak.

"--Ne yapıyorum ben, ne durumdayım, ne iş üzerindeyim?.. Bu anda gafil miyim, iyi durumdayım, günah mı işliyorum, sevaplı bir iş mi yapmaktayım?.." diye, insan her an kendi kendisine bakmalı, kalbine, gönlüne nazar etmeli... Muhafız olmalı, kalbinin muhafızı olmalı, koruyucusu olmalı, --bu da bir başka prensip-- gönlüne sahip olmalı, günahlara, kötü düşüncelere fırsat vermemeli, kötü işleri yapma gafletine düşmemeli!

"--Hay Allah, tüh! Unutuverdim, tutamadım kendimi..." filân dememeli! Sonunda pişman olacak işi yapmayacak bir uyanıklık içinde yaşamalı!

Allah-u Teàlâ Hazretleri bugünkü, bu hadis-i şeriflerde beyan edilen huylardan ve daha başka kötü huylardan cümlemizi kurtarsın... Çünkü iyi huylar insanı cennete götürür. Kötü huylar da cehenneme düşmeye, cehenneme girmeye sebep olabilir. İnsanı cehenneme düşürür, ahirette başını derde sokar. Kötü huylardan Rabb'imiz bizi kurtarsın... İyi, güzel huylara sahip eylesin... Şöyle güzel huylu, tatlı dilli, geçimli, kâmil, olgun, zarif, edip müslüman kullar olup, yaşamayı nasib eylesin...

Ömrümüzü böyle güzel geçirip, kimseyi incitmeden, herkese iyilikler yaparak, ibadet ve tâat üzere, ârifâne ömür geçirip, Rabbimizin huzuruna yüzü ak, alnı açık, sevdiği kullar olarak varmayı nasib eylesin... Cümlenizi, cümlemizi cennetiyle, cemâliyle müşerref eylesin...

Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû, aziz izleyiciler!..

02. 10. 1998 - ALMANYA