19. 01. 2001 AKRA CUMA SOHBETİ

Prof. Dr. M. Es'ad COŞAN

Hazırlayan: ERKAYALAR

-----------------------

ALLAH'IN SEVDİĞİ HALLER

Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..

Aziz ve sevgili izleyiciler ve dinleyiciler!

Allah'ın selâmı, rahmeti, bereketi, her türlü ikrâm u ihsânı üzerinize olsun... Cenâb-ı Hak hem dünyada, hem âhirette cümlenizi sevindirsin, aziz ve bahtiyâr eylesin...

a. Allah'ın Duaları Kabul Etmesi

Peygamber SAS Efendimiz'den Enes RA'ın rivâyet ettiği ve Hâkim (Rh.A)'in Müstedrek'inde kaydettiğine göre Peygamber Efendimiz bu akşamki birinci hadîs-i şerifin metninde şöyle buyuruyor:

RE. 87/13 (İnnallàhe azze ve celle rahîmün hayyiyün kerîmün, yestahyî min abdihî en yerfaa ileyhi yedeyhi sümme lâ yedau fîhimâ hayrâ.) Sadaka rasûlüllàh, fî mâ kàl, ev kemâ kàl.

Bu hadîs-i şerîf müjdeli... Sevindirici mazmunu olanı, sevindirecek bir haberi bilgiyi ihtivâ eden bir hadîs-i şerîf. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:

(İnnallàhe) "Hiç şüphe yok ki Allah (azze ve celle), çok izzet sahibi olan, çok celâl sâhibi olan, sonsuz izzet ve celal sâhibi olan, aziz ve celil olan Allah-u Teàlâ Hazretleri (rahîmun) merhametlidir; acıyan, merhamet edendir, rahmeti, merhameti çok olandır. O kadar çoktur ki, merhametlilerin en merhametlisidir. Dünyadaki bütün merhametleri toplasak, rahmetinin %1'i kadardır. %99'u ahirete saklanmıştır. Kullarını sever, kullarına acır, merhamet eder.

(Hayyiyün) "Hayâ sahibidir; yâni Cenâb-ı Hak hayâ eder, utanır. (Kerîmün) Kerem sâhibidir; yâni cömerttir, güzel bağışlarda, davranışlarda bulunucudur. Ekremül-ekremîndir hattâ... (Yestahyî min abdihî) Kulundan istihyâ eder, hayâ eder, utanır." Sübhànallah!.. Efendimiz böyle buyuruyor: Allah-u Teàlâ Hazretleri utanır kulundan... (En yerfaa ileyhi) "O kulu, Rabbine, Allah'a iki elini kaldırmış, ellerini açmış duâ ediyor da; (sümme lâ yedau fîhimâ hayrâ) Allah da o duâ eden kulunun açmış olduğu avuçlarına hiçbir hayır koymuyor. Böyle yapmaktan utanır Allah..."

Yâni, duâ için açılmış olan iki elini, kolunu, içine hiçbir hayır koymadan, boş çevirmez, boş çevirmeye hayâ eder. Kereminden, lütfundan, merhametinden dolayı kulu boş çevirmez. Elini boş döndürmez, avucunu boş bırakmaz Allah-u Teàlâ Hazretleri. Mutlaka duâ edene lütfeder, bir şeyler ihsân eder.

--Nasıl bir şeyler ihsan eder?..

Ya istediğini ihsân eder... Bugün bir eve misâfir gittik. Kadıncağız, temiz kalpli saf bir kimse. İşte bir geniş ev istiyormuş. Küçük eski bir evde oturuyorlarmış. Mahallede yeni bir inşaat başlamış. Onun önünden geçerken:

"--İşte ben böyle bir ev istiyorum!" demiş.

"--İstiyorsun ama bu çok para, büyük bir ev bu, bunu biz nasıl alırız?.." filan derken, Allah-u Teàlâ Hazretleri evin sâhiplerini evi satma kararına getirttirmiş. İtalyanmış onlar, karı ile koca arasında geçimsizlik olmuş, evi satmaya girişmişler. Bunlar da, "Bizim o kadar paramız yok filân demişler ama, nasıl olduysa, yine de istenen paradan çok az bir para teklif etmişler, "Şu kadar verebiliriz." diye.

Haber gitmiş ev sahiplerine... Ev sahibi, "Aman vaz geçmesinler, ben hemen veriyorum!" demiş, hemen vermiş. Böylece ummadıkları eve nail olmuşlar.

Allah-u Teàlâ Hazretleri, kulun istediğini bazen böyle aynen veriyor. "Şu evi istiyorum!" diyor, o evi veriyor. Bazen daha hayırlısını verir, istediğinden âlâsını verir. Bâzen de en güzel mükâfat olarak, âhirette ona çok büyük sevaplar verir. Ama elini boş döndürmez, eline mutlaka bir şeyler koyar. Avucu boş dönmez.

Çünkü, Cenâb-ı Hakkın burada üç sıfatını söylüyor, Peygamber Efendimiz. Tabii Aziz ve Celil olduğunu sıfat olarak ayrıca söylüyor:

"--Aziz ve Celil olan Allah-u Teàlâ Hazretleri, hiç şüphe yok ki Rahîm'dir, Hayiy'dir, Kerîm'dir." diyor.

Yâni üç sıfatını beyan ediyor: Birisi; merhametli olması Cenâb-ı Hakkın kullarına şefkatli, merhametli olması... İkincisi; utanması, hayâ etmesi Cenâb-ı Hakkın... Üçüncüsü de; cömertlik, kerem sâhibi olması... Kulu istediği halde, onu vermemekten utanıyor Allah-u Teàlâ Hazretleri.

Tabii Cenâb-ı Hak alemlerin Rabbidir, her şey onundur. Biz de onun kullarıyız. Bütün bu sıfatlar bize, Cenâb-ı Hakk'ın lütfunu, keremini anlatmak için kullanılmış sıfatlardır.

Cenâb-ı Hakkın, zât-ı şerîfini ve esmâ-i hüsnâsını ve onların hakikatini anlamak, tabii beşer için imkânsızdır. Çünkü, (leyse kemislihî şey'ün) Allah-u Teàlâ Hazretleri gibi, insanların tanıdığı, etrafındaki, çevresindeki varlıklardan, hiçbir şey yoktur ki, şuna benziyor, denilsin. Her şeyi rubûbiyyetinin şanına uygun şekilde eşsizdir, emsalsizdir, yegânedir, tektir. Her sıfatı bizim bildiğimiz sıfatlardan çok daha yüce, çok daha farklı, bizim idrâkimizin çok çok daha üstündedir ama, Peygamber Efendimiz'in bu güzel anlatımından biliyoruz ki, Rabbimiz kullarına merhamet ediyor.

Hatta bir defasında esirlerden bir kadın, öbür kâfilede kalmış olan çocuğunun yanına koştu gitti. Hemen onu yakaladı, bağrına bastı. Harpte esir alınmış, ganimet esirler bunlar. Peygamber Efendimiz de, o kadının bu kâfileden koşup, öbür kâfileye gidip, orada çocuğunu bulup, bağrına basıp kucaklamasını seyretti sahabeyle beraber. Sonra ashabına sordu:

"--Ey Ashabım, ne dersiniz; bu şefkatli anne, şu çocuğunu bağrına sımsıkı basan kadıncağız bu çocuğunu kendi elleriyle ateşe atar mı?.."

"--Atmaz yâ Resullallah! Bak ne kadar anne şefakati cûşa geldi. Nasıl çocuğunu kucakladı, nasıl bağrına basıyor. Ne kadar sevgi, ne kadar candan bir şefkat... Yapmaz, çocuğunu bu ateşe atmaz, kesinlikle atmaz!" dediler.

"--İşte Allah-u Teàlâ Hazretleri, bu kadıncağızın bu evlâdına olan sevgisinden, şefkatinden, muhabbetinden kat kat daha fazla, çok çok daha fazla kullarına şefkatlidir, merhametlidir." buyurdu.

Demek ki, Allah-u Teàlâ Hazretleri, kullarına lütf etmiş, rahmetmiş, peygamberler göndermiş, kitaplar indirmiş, cennete girmelerine sebeb olacak yolları ve amelleri ve işleri, faaliyetleri, halleri, huyları bir bir kullarına öğretmiş cennete girsinler diye...

Kur'ân-ı Kerîm'de de buyruluyor ki, bismillâhir-rahmânir-rahîm:

(Vallàhu yed'ù ilâ dâris-selâm) "Dârus-selâm olan, selâmet yurdu olan cennetine kullarını Allah dâvet ediyor, çağırıyor. 'Gelin kullarım, cennetime gelin!' diye."

Tabii, girmeyen niye girmiyor?.. İnatçılığından, kendi günahkarlığından, kendi isyânından, kendisinin kusurundan, kabahatinden dolayı girmiyor.

Demek ki, el açtık mı, duâ ettik mi, mutlaka mükâfat var. Allah-u Teàlâ Hazretleri açılan elleri boş çevirmiyor. O halde duâ edelim, çok duacı olalım, ağzı dualı kul olalım! Çünkü, dua da ibâdettir, zikir gibidir, tefekkür gibidir. Nasıl onlar ibâdetse, duâ etmek de ibâdettir.

O bakımdan, her vesile ile aklımıza, gönlümüze doğan mânâları düşünerek çevremize, kendimize, dünyamıza, âhiretimize, dostlarımıza duâ edelim. Bol bol duâlar edelim! Ümmet-i Muhammed'e duâ edelim. Hep hayırları isteyelim Cenâb-ı Haktan, çünkü eller boş dönmüyor. İşte, böyle bir müjdesi Peygamber Efendimiz'in. Bugünkü hâdis-i şerîflerin ilki.

b. Allah Güzeldir, Güzelliği sever

İkincisi, bugün okuyacağım hadis-i şerîflerin buyuruyor ki Peygamber Efendimiz:

RE. 87/11 (İnnallàhe teàlâ cemîlun yuhibbul-cemâl, ve yuhibbu izâ en'ame alâ abdihî ni'meten en yerâ eserehâ aleyh, ve yubğıdul-bü'se vettebe'üs, velàkinnel-kibre en tesfehel-hakka ve tubğidal-halk.) Sadaka rasûlüllàh, fî mâ kàl, ev kemâ kàl.

Bu ikinci hadîs-i şerîfte, Peygamber Efendimiz Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin cemâl sâhibi olduğunu beyân buyuruyor:

(İnnallàhe teàlâ cemîlün) "Hiç şüphe yok ki, muhakkak ki, Allah-u Teàlâ Hazretleri güzeldir, cemâl sahibidir; hem de sonsuz güzelliklerin sâhibidir. (Yuhibbül-cemâl) Güzelliği de sever. Yâni, Allah-u Teàlâ Hazretleri her şeyin güzel olmasını, güzel olanını, güzel yapılanını sever."

O halde biz de nasıl olmalıyız?.. Güzelliği işleyen, güzelliği edinen, güzelliğe sahip olan, güzelliği yapan, güzel davranan müslümanlar olmalıyız. Her işimizde güzellik olmalı! İşimizin evsâfının başında ihlâslı olmak varsa, samimi olmak varsa, bir vasfı da bir sıfatı da işimizin güzel olması, güzel yapılması... Sözümüzün güzel olması, amelimizin güzel olması, düşüncemizin güzel olması, huyumuzun güzel olması; çehremizin mütebbessim olması, güzel olması, giyimimizin kuşamımızın, her şeyimizin güzel olması... Çünkü Allah güzelliği sever.

(Ve yuhibbu izâ en'ame alâ abdihî ni'meten) "Ve yine Allah-u Teàlâ Hazretleri, kuluna bir nîmet ikram ettiği zaman, (en yerâ eserehâ aleyhi) bu nimetinin o kulu üzerinde tezâhür etmesini sever. Tesirinin, izinin, emâresinin, belirtisinin kulu üzerinde görünmesini sever. Zenginlik vermişse, kulda zenginlik olduğunun görünmesini sever."

(Ve yubğıdul-bü'se vettebe'üse) "Fakirliğini arz etmeyi, fakir değilken de böyle pejmürde, fakir görünüşlü olmayı sevmez." Demek ki, hey'et itibâriyle, görünüm itibariyle, derli toplu olmayı sever. Çünkü güzeldir, güzelliği seviyor ve verdiği nimetlerin de tezâhür etmesini, kulları üzerinde görülmesini istiyor .

"--Ey kulum, ben sana şu nimetleri vermiştim, niye görülmüyor ortada?.. Ortalıkta niye görülmüyor, niye saklıyorsun, niye gizliyorsun?.. Niye o nimetlere sâhip olduğun halde, sanki o nimetler yokmuş gibi, mahrummuşsun gibi, halka öyle görünüyorsun?" diye, onu sevmez, ona buğz eder. Nimetlerinin eseri kulun üzerinde görülmeli!

Demek ki güzel giyinmek, güzel heyetle, güzel bir görünümle gezinmek görünümünü düzeltmeye çalışmak; sakalını taramak, saçını taramak, elbisesini düzgün giyinmek; çamursuz, temiz olması, görünümün hoş olması vs... Bunların hepsini Allah sever, güzelliği sever. Öyle pejmürde görünüşlülüğü, fakirmiş gibi, hiçbir şeyi yokmuş gibi perişan görüntülü olmayı sevmez.

"--Yâhu sen böyle değilsin ki, nedir bu perişan görünüş?" diye sevmez.

Bunlar, yâni giydiğinin güzel olması kibir değildir. (Ve làkinnel-kibre) "Lâkin asıl kibir nedir?.. (En tesfehel-hakka) Hakkı bilmezlikten, hakkı anlamazlıktan gelmektir, hakkı idrak etmez görünmektir, hakkı teslim etmemektir kibir..."

Yâni söylüyorsun, söylüyorsun, kibirli bir adam bir türlü bir türlü hakikati kabul etmiyor. Diretiyor, burnu havada... İşte o kibirdir. Başka?.. (Ve tübgidal-halk) "Halka da kızmaktır." Halkı beğenmiyor, sevmiyor, kızıyor, tepeden bakıyor. Hak söz söylendiği zaman da anlamıyor, bir türlü kabul etmiyor. Câhillikten geliyor, bilmezlikten geliyor, aldırmıyor yâni... İşte kibir budur.

Bu hadis-i şerifin Allah-u a'lem sebeb-i vürûdu, yâni Efendimiz'in mübarek fem-i saadetinden sadır olmasının, varid olmasının, söylenmesinin sebebi: Bir keresinde Peygamber SAS buyurdu ki:

"--Kalbinde zerre kadar kibir olan kimse cennete girmeyecek! Allah, kibirliyi sevmiyor, mütekebbiri sevmiyor, büyükleneni, ululananı, koca burunlu olanı sevmiyor. Zerre kadar kalbinde böyle bir şey varsa, o cennete girmeyecek!" buyurunca, sahabe-i kiram çok telaşlandılar. (Rıdvânullahi aleyhim ecmaîn.) Bir zât-ı muhterem sormuş Peygamber Efendimiz'e:

"--Yâ Rasûlallah! İnsan olarak, beşer olarak temiz giyinmeyi, güzel giyinmeyi, güzel şeyler yemeyi seviyoruz; bu da kibir midir?.." diye sordu telaşından.

O zaman, Peygamber SAS Efendimiz böyle buyurdu:

"--Hayır! Allah güzeldir, güzelliği sever. Yâni temiz giyinin, o kibir değildir. Allah bir nimet verdiyse size, zenginlik verdiyse, varlık verdiyse; tabii o varlığınız giyiminizden, kuşamınızdan, davranışınızdan belli olacak. Size verilen varlıkları belli etmeyecek, öyle tebdil-i kıyafet gibi perişan kılıklı olmayacaksınız. Bu kibir değildir. Böyle fakirmiş gibi görünmeyi Allah sevmez, Taklit etmeyi, veyahut kendi zenginliğini, varlığını saklamayı sevmez. Asıl kibir, hakkı kabul etmemektir. Hak söyleniyor, söyleniyor kabul etmiyor; budur kibir. Bir de halka kızmaktır, sevmemektir, buğz etmektir, tepeden bakmaktır." buyuruyor.

Tabii bu hadis-i şeriften alacağımız çok dersler var. Hak söz söylendiği zaman, kimden söylenirse söylensin hakkı kabul edeceğiz. Düşman söyledi... Düşman söyledi ama doğru söyledi... "Tamam, sen haklısın!" diyeceğiz. Böyle yaparsa, düşmanlıklar bile erir. Bu adam insaflı bir kimse derler, güzel huylu derler, bak hak söylenince kabul ediyor derler. Düşmanı bile insanın, sevmeye başlar.

Hakkı kabul edeceğiz bir; bir de halka kızmayacağız, halkı hoş göreceğiz, tepeden bakmayacağız. Fakirse, Allah zenginlik vermemiş. Çirkin ise, Allah güzel yaratmamış. Hepsi Cenâb-ı Hakk'ın vergisi. Sana vermiş, ona vermemiş. Sen şükret de, ona kızma. Sen zenginsin, sen güzelsin diye, zengin olmayana, senin gibi alımlı endamlı olmayana kızma, hor girme yâni garibanları. Onlara tepeden bakma!..

Bu durumda olacağız, mütevazi olacağız. Hepsini verenin Allah olduğunu bileceğiz, isterse alabileceğini de bileceğiz. Çünkü bakarsın, arslan gibiyken felç olur, eli ayağı tutmaz olabilir. Güzelken, bir hastalık gelir, yüzü gözü gider. Hani ne derler:

"--Bir konağa, zenginliğe güvenme; bir kıvılcım zenginliği giderir. Güzelliğinle mağrur olma; bir sivilce güzelliği giderir." derler. Bir sivilce çıkar, bir çıban olur, bir yara olur; herkes iğrenir, yanından kaçar insanın... Hepsinin Allah'tan geldiğini bilip şükredeceğiz.

Bir de birisini senden aşağı durumda olduğunu görünce:

"--Yâ Rabbi, bu kuluna böyle durumlar nasip olmuş, elhamdü lillah bende ne nimetler var. Sana hamd olsun, çok şükür yâ Rabbi!.." diyeceksin.

Hasta, sakat veya kötü görünüşlü bir kimse gördüğümüz zaman da, içimizden:

(Elhamdü lillâhillezî àfâni min mebtelâke bihî) "Seni bu mübtelâ ettiği şu kötü duruma beni düşürmeyen Allah'a hamd ü senâ olsun!" diyeceğiz. Yâni kendimizin üzerimizdeki nimetleri anlayıp, düşünüp, idrak edip, hamd ü senâ edeceğiz.

Ondan sonra da hepimizde bir güzellik duygusu olacak. Her konuda her işimizi güzel yapmaya gayret edeceğiz. Çünkü, (İnnallàhe teàlâ cemîlun yuhibbul-cemâl) "Allah güzeldir, güzelliği sever." Bu çok güzel bir şey... Her şeyimiz güzel olunca, Allah'ın sevgisini de kazanacağız yâni.

Onun için güzelliğimize dikkat edelim! Sözümüzün güzel olmasına, huyumuzun güzel olmasına, dindarlığımızın güzel olmasına, imanımızın güzel olmasına, ihlâsımızın güzel olmasına, ibadetlerimizin güzel olmasına, elbisemizin temiz, güzel olmasına, saçımızın sakalımızın güzel olmasına; dişimizin fırçalanmış, misvaklanmış güzel olmasına, tırnaklarımızın kesilmiş, güzel olmasına; her şeyimizde güzel olmayı, güzelliği sağlayacak her şeye dikkat edeceğiz.

İnsan kulübede oturabilir ama, alır eline şu kadar bir teneke ucuz kireç; sulandırır, bir fırçayla duvarlara sürer. Kulübe pırıl pırıl bembeyaz olur veya renk katar, renkli olur. Şirin olur, tatlı olur, toprak ama tatlı olur. Ahşap ama bir güzel boya vurursanız, güzel olur.

Evin önünü toprak bile olsa, silip süpürürseniz güzel olur. Çimenlendirirseniz, daha güzel olur. Çiçeklendirirseniz, daha güzel olur. Çiçeklerin en güzellerini, kokulularını koyarsanız, daha güzel olur. Daha güzeli var, güzelin güzeli var; en güzeli yapmaya çalışmalı! Her şeyinde güzellik görülmeli, mü'minin her şeyi güzel olmalı! Güzelliğin timsali olmalı mü'min...

c. Halkla İyi Geçinmek

Gelelim bu akşamki üçüncü hadis-i şerife. Bu akşam okuyacağımız üçüncü hadis-i şerif Aişe anamızdan, Aişe-i Sıddîka Validemiz'den. Deylemî Müsnedül-Firdevs'inde rivayet etmiş. Hakim-i Tirmizî de Nevâdir'inde rivayet eylemiş. Peygamber SAS Efendimiz buyurmuş ki:

RE. 87/2 (İnnallàhe azze ve celle emeranî bimüdârâtin-nâs, kemâ emeranî biikàmetil-ferâid.) "Allah-u Teàlâ Hazretleri, Azîz ve Celîl olan, sonsuz derecede izzet, sonsuz derecede celâl sahibi olan Allah, hiç şüphesiz bana emir buyurdu ki, bana emretti ki, (bimüdârâtin-nâs) insanlara müdârât eyleyeyim..."

Müdârât eylemek ne demek?.. Dâra-yudarî-mudâraten. Sülâsisi derâ-yedrî-dirâyeten geliyor. İf'al babından edrâ-yüdrî Kur'an-ı Kerim'de bir çok yerde geçiyor;

(Ve mâ edrâke mâ yevmüd-dîn) meselâ. Derâ-yedrî-dirayet; aklını kullanarak, tefekkürünü kullanarak, düşüne düşüne bir şeyi yapmak. Edrâ; birisini düşündürmek, birisine bir şeyi anlatmak mânâsına.

Müdârât da, karşılıklı anlayışlı olmak demek. İnsanlarla müdarât eylemek ne demek? Halini anlamak, anlayışla karşılamak demek. İnsan acizdir, zavallıdır; ihtiyarlık halidir, gençlik hâlidir, beşer halidir diye, hallerini anlayışla karşılamak...

Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:

"--İnsanları böyle anlayışla karşılamayı, aczleri, eksiklikleri olabileceğini düşünüp anlayışla karşılamayı Allah bana emretti."

Yâni hemen kızmayacak, müsamahakâr olacak, affedici olacak ve hemen her suçundan dolayı cezalandırmayacak. "E olur böyle şeyler" diyecek. Şöyle gönül çekici tarzda, dirayetle, basiretle, kiyâset ve siyasetle insanları idare edecek.

Çünkü, eğer bir yönetici, bir idareci, bir başkan sert olursa, anlayışsız olursa, katı olursa; etrafındaki insanlar birer ikişer kırılır, giderler.

Peygamber Efendimiz'e de nasıl buyuruluyor Kur'an-ı Kerim'de; bismillâhir-rahmânir-rahim:

(Febimâ rahmetin minallàhi linte lehüm) "Ey Rasûlüm bu söz dinlemezlik hadisesi karşısında ashabına karşı sen Allah'ın bir lütfu eseri olarak yumuşak davrandın. (Velev künte fazzan) Öyle katı sözlü, katı davranışlı, sert, haşin tavırlı bir kimse olsaydın, (galîzel-kalbi) katı kalpli bir kimse olsaydın; (lenfaddù min havlike) bu olaylardan, savaşın arkasındaki o şeylerden gönül yıkıntılarından, üzüntülerden dolayı etrafındakiler dağılıp giderlerdi." (Âl-i İmran: 159)

Etrafındaki insanları dağıtmayacak gibi, görevini yapacak gibi, teşvik edecek gibi mâneviyâtlarını yükseltecek gibi, teşvikkâr, anlayışlı olmayı emretmiş Allah-u a'lem Peygamber Efendimiz'e, Allah-u Teàlâ Hazretleri.

Mânâ bu olmalı. İnsanlara müdarât etmekle emrolundum denilmesinin muradı, anlamı bu olmalı.

Hakikaten de Peygamber SAS Efendimiz, savaşlarda bile çok yumuşak davrandı. Hattâ hayatı boyunca ömrü savaşla geçti. Hikmet peygamberi, rahmet peygamberi ama, aynı zamanda cihad peygamberi... Kâfirlerle, müşriklerle cihadları oldu, yahudilerle cihadları oldu, hristiyanlarla cihadları oldu. Seriyyeler hazırladı, askeri birlikler gönderdi, çölün haşin kabilelerini yola getirdi. Nice nice savaşlar oldu.

Bütün bu faaliyetlerinin içinde, öldürülen insan sayısı 150 kişi. Onlar da çok inat edenler, çok karşı gelenler, Allah'ın gazabına, kahrına uğramaya müstehak olmuş insanlar... Yoksa öyle kırıp geçirme gibi bir durum olmadı.

Koca Mekke fethi hadisesi... Mekke fetholunuyor müşriklerin merkezleri ele geçiriliyor, yıllarca müslümanlara kan kusturmuş insanlar ele geçiriliyor.. Efendimiz:

"--Kâbe'ye sığınanlar emniyette olacak!" buyurdu.

Hatta Kureyş'in reisi durumunda olan Ebû Süfyan'a da bir pâye verdi:

"--Ebû Süfyan'ın evinde toplananlar affolunacak, emin olunacak, öldürülmeyecek!" buyurdu.

Koca Mekke'nin fethi hadisesinde inatçı, müşrik, ille savaşanlardan birkaç tanesi öldürüldü. Hatta müslümanların komutanlarından bazıları:

"--Şimdi artık müşrikler elimize geçiyor; yıllarca bize yaptıkları zulümlerin işkencelerin hesabını soracağız, onlara göstereceğiz!" gibi sözler söyledi diye, Efendimiz onu komutanlık görevinden gerilere aldı. Yâni kızgınlıkla hareket etmesin diye.

Fetih Sûresi'nde de zaten, "Böyle kimin ne olduğunu insanlar bilmeyebilir. Kalbi mü'min olanlara da zarar verilir." diye Cenâb-ı Hakk'ın böyle bir çatışma durumunu emretmediğini, engellediğini anlıyoruz ayet-i kerimelerden.

Peygamber Efendimiz'in hayatı, böyle anlayışla, yumuşaklıkla, affedicilikle geçmiştir. (Kemâ emerenî ikàmetil-ferâid) "Allah'ın farizalarını, emirlerini yerine getirmeyi emrettiği gibi, Allah bana insanlara müdarât ederek, basiretle, dirayetle idare ederek, hallerine göre onlara muamele ederek, anlayışla karşılamayı da emretti." buyurmuştur.

İkinci cümleden de anlıyoruz ki, bu hadis-i şeriften, farzları da yapmakta hiç tereddüt göstermedi Peygamber Efendimiz. Yâni Allah'ın emirlerinden bir emrin yapılmasında asla gevşeklik göstermedi. Emredilenleri harfiyyen yaptı. Yasaklananlardan da kesinlikle, apaçık bir şekilde, kesin bir tarzda kaçındı ve kaçındırdı. Yasakları işleyene de müsamaha etmedi, farzları yapmayana da müsamaha etmedi. Gayet titiz davrandı. Cenâb-ı Hakk'ın rızasından bir zerre ayrılmamaya çok büyük gayret gösterdi.

Ama o farzların yapılması, yasaklardan kaçınması emri yanısıra, Allah-u Teàlâ Hazretleri ona rahmeti, anlayışı, affediciliği de emretmiş olduğundan, ömrü böyle geçti. Yâni suç işleyene bile, eğer bir ceza verecekse suçu kadar, suçunun büyüklüğü ve gerektirdiği kadar ceza vermeyi, daha aşırı gitmemeyi de emrediyor:

(Ve in àkabtüm feàkıbû bimisli mâ ùkıbtüm bihî, ve lein sabertüm lehüve hayrun lis-sàbirîn.) "Eğer ceza vermek isterseniz, size yapılanın aynıyla mukabele edin! Sabrederseniz, and olsun ki, bu sabredenler için daha iyidir." diye cezalıların bile cezasının ölçüden öteye gitmemesini, hatta affedilmesinin daha iyi olacağını Allah-u Teàlâ Hazretleri emretti ve Peygamber Efendimiz de aynen öylece îfa etti.

Bir de düşünün meşhur olan bir olayı: İki kişi çarpışıyordu. Çarpışanlardan birisi müşrik, birisi de Peygamber Efendimiz'in yakın ashabından bir kişi... İsmini söylemeyelim. Çarpışıyorken, mü'min müşriki aşağıya devirdi, kılıcını kaldırdı. O da o sırada "Lâ ilâhe illallah" dedi ama, o kaldırdığı kılıcı vurdu ve o kavganın sıcaklığı içinde müşriki öldürdü. Bunu Peygamber Efendimiz'e bildirdiler.

Öldüren kimse dedi ki:

"--Yâ Rasûllallah, ölümden korktuğu için "Lâ ilâhe illallah" dedi. Daha önce benimle çarpışıyordu."

Peygamber Efendimiz dedi ki:

"--(Hel lâ şakakte kalbehû) Kalbini açıp, yarıp da içinde niyetin nasıl olduğunu görmeli değil miydin? Öyle kötü olduğunu anladıktan sonra öldürmeli değil miydin?.. Öyle yapmayacağına göre, sözünü doğru kabul edecektin, öldürmekten vaz geçecektin!.. Ne olacak, "Lâ ilâhe illallah" diyen insanla ahirette ne olacak senin halin?.. Ne olacak, "Lâ ilâhe illallah" diyen bir insanı öldürdün. Öyle bir sözü söyleyen insanla senin mahkeme-i kübrâda halin ne olacak?.." dedi. Tekrar tekrar söyledi.

Demek ki, savaşta bile, en son noktada bile hatasından döneni, müslüman oldum diyeni bırakmak gerekiyor. Peygamber Efendimiz'in tavsiyesi böyle.

Yâni sonuna kadar sert bir şekilde karşılık vermemiş, affetmiş. Kendisine hicveden şairler, sonra kendisine sığındığı zaman, affetmiş, hırkasını bahşetmiş. Kendisine Mekke'de çok zulmeden insanlar, sonra müslüman olmuşlar, onlara iltifat etmiş Peygamber Efendimiz.

Hayatı hep böyle sevgi tezahürleriyle, affediciliklerle, bağışlamayla, rahmetle, merhametle, şefkatle muamele etmekle geçmiş olan yüce bir Peygamber... Tabii onun ahlâkı bizim için nümûne-i imtisâldir. Yâni o ahlâkı biz de elde etmeye çalışmalıyız!

(Lekad câeküm rasûlün min enfüsiküm azîz, aleyhi mâ anittüm harîsun aleyküm bil-mü'minîne raûfün rahîm.) [Andolsun size kendinizden öyle bir Peygamber gelmiştir ki, sizin sıkıntıya uğramanız ona çok ağır gelir. O size çok düşkün, mü'minlere karşı çok şefkatlidir, merhametlidir.] (Tevbe: 128) Tevbe Sûresi'nin sonundaki ayet-i kerimede Peygamber SAS Efendimiz böyle tarif ediliyor.

Peygamber Efendimiz çok raûf, yâni re'fetli, yumuşak kalpli; çok rahim, yâni merhametli ve müslümanların üzerine böyle şefkatle eğilmiş, onlara kol kanat germiş, onların üzülmemesini istiyor, onları kollamağa çalışıyor. Böyle geçirdi hayatını...

Birisi vefat ettiği zaman, cenazesinde dedi ki:

"--Böyle arkasından borcunu ve sairesini ödeyecek velisi olmayanın velisi benim. Kimin borcu ve sairesi varsa o mübarek mevtanın borcunu ben öderim. Malı kalmışsa, malını da ailesi, mirasçıları paylaşsın. Ben onların borçlarını yüklenirim!" diye buyurdu.

Yâni nasıl fedakârca, nasıl yüklerini hafif edip, onları borçlardan kurtarıp, mes'uliyetlerden kurtarıp nasıl ahirette rahat etmelerini sağlamaya gayret ettiğini her vesileyle görüyoruz.

Verdiği zaman doyurucu verdi. Bir koyun değil, bir sürü verdi bir kişiye. Ama bir kabilenin müslüman olmasını sağladı. Her şeyi bu ayet-i kerimelerde, bu okuduğum ayet-i kerimelerde tasvir edildiği vech ile bu hadis-i şeriflerde kendisinin beyan buyurduğu şekilde cereyan etti.

Biz de aynı güzel halleri edinmekle vazifeliyiz. Çünkü Peygamber Efendimiz bize, örnek alalım diye gönderildi. Peygamberâne huyları, Peygamber Efendimiz'in o şahane huylarını öğrenmeliyiz, anlamalıyız! O şekilde davranmaya kendimizi zorlamalı, o güzel huyları kazanmaya çalışmalıyız.

Allah hepimize Peygamber SAS'in ahlâkı ile, Kur'an-ı Kerim'de beyan edilen ahlâk ile ahlâklanmayı nasip etsin...

Çünkü Hazreti Aişe Vâlidemiz'e:

"--Peygamber Efendimiz'in ahlâkı nasıldı? diye sormuşlar, biraz tasvir etsin diye.

O da buyurmuş ki soruyu sorana:

"--Sen Kur'an-ı Kerim'i okumadın mı mübarek?.. Peygamberin ahlâkı Kur'an-ı Kerim idi."

Yâni Kur'an-ı Kerim'in her ayeti üzerinde, en derin şekilde düşünüp, en güzel şekilde onu hayatına uygulayan, aksettiren; Kur'an-ı Kerim'in o ayetinin mûcebince hayatını düzenleyen, ona göre yaşayan en önde gelen birinci insandı Peygamber SAS Efendimiz. Yâni ahlâkı Kur'an'dı.

Ahlâk-ı Peygamberî dediğimiz zaman onu nereden öğreneceğiz; Kur'an-ı Kerim'i okuyacağız, öğreneceğiz. Siret kitaplarını okuyacağız. Efendimiz'in hayatını, pırıl pırıl ahlâkını çok güzel anlatan, çok güzel, çok mükemmel, mufassal, Türkçe, kıymetli, değerli kaynaklardan derlenmiş çok güzel kitaplar var... Onları okuyun aziz ve sevgili izleyiciler ve dinleyiciler!..

O güzel huylara sahip olmaya çalışın! Bizdeki kötü huyları atalım, güzel huyları alalım ki, Allah-u Teàlâ Hazretleri insanları güzel huylarıyla seviyor ve çok büyük mükâfatlara güzel huylarıyla eriştiriyor.

Hepimizi Cenâb-ı Hak en güzel huylara sahip eylesin... Sevdiği kul eylesin... Cennetiyle, cemaliyle cümlemizi müşerref eylesin...

Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühü, aziz ve sevgili izleyiciler ve dinleyiciler!..

19. 01. 2001 - AVUSTRALYA