01 EYLÜL 2000 AKRA CUMA SOHBETİ

Prof. Dr. M. Es'ad COŞAN

Hazırlayan: ERKAYALAR

-----------------------

İYİLİĞİ EMRETME, KÖTÜLÜĞÜ ENGELLEME GÖREVİ

Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..

Aziz ve sevgili izleyiciler ve dinleyiciler! Cumanız mübarek olsun... Allah-u Teàlâ Hazretleri nice cumalara, mübarek günlere sağlıkla, afiyetle eriştirsin... İslâm'ı ve müslümanları aziz kılsın... Kötü insanları, zalimleri, fasıkları, facirleri islah etsin... Islahı mümkün olmayanlara, kendisi ne muamele edeceğini bilir. Bizi şerlilerin şerrinden korusun...

b. Kötülüğü Engelleme Görevi

İbnün-Neccar'ın Cerîr RA'den rivayet ettiği bir hadis-i şerifle sohbetime başlamak istiyorum. Peygamber SAS buyurmuş ki bu hadis-i şerifte... Sayfayı besmeleyle, kur'a ile açtım. Ön düşüncelerle konu seçerek değil de, bakalım buradan hangi konular gelecek diye, tevekkül ederek açtım. Buyuruyor ki Peygamber Efendimiz SAS:

RE. 378/9 (Mâ min ehadin yekûnü fî kavmin ya'melü fîhim bil-meàsî yakdirûne alâ en yugayyirû aleyh, illâ esàbehümüllâhu biikàbin kable en yemûtû.) Sadaka rasûlullàh, fî mà kàl, ev kemà kàl.

Bu hadis-i şerif kişiyle toplumla ilgili, kişinin toplumla ilişkileriyle ilgili, davranışlarıyla ilgili bir hadis-i şerif. Peygamber Efendimiz şöyle buyuruyorlar:

(Mâ min ehadin) "Hiç bir adam, hiç bir kişi, hiç bir fert yoktur ki, (yekûnü fî kavmin) bir toplumun içinde, bir insan topluluğunun arasında yaşıyor olsun da, (ya'melü fîhim bil-meàsî) o toplumun içinde isyanlar, günahlar, yâni Allah'a isyan cinsinden olan çeşitli suçlar, pis işler, kötü işler yapsın..."

Meàsî, ma'sıyet kelimesinin çoğulu; ma'sıyet de isyan kelimesiyle aynı kökten. (İsyan, fî'lan vezninde masdar; ma'siyet de mastar-ı mîmîsi.) İkisi de, netice itibariyle Allah'ın emrine karşı gelmek, dolayısıyla günah demek oluyor. Ama bir takım bölgelerin, bir takım toplulukların genel yönetime isyan etmesi değil de, kulun Allah'ın emrini tutmayıp, Allah'a karşı gelmesi, ona isyan etmesi; dolayısıyla günah mânâsına geliyor.

Bir kavmin içinde bir insan, ve onların arasında günahları işliyor. Kavmin içinde, kavmin gördüğü anladığı, bildiği şekilde aldırmadan, pervâsız günahları işliyor. (Yakdirûne alâ en yugayyirû aleyhi) Bu günahı işleyen kişiyi de kavim değiştirmeye muktedir, yâni engellemeye muktedir, men edebilirler ama, men etmiyorlar. Kişinin günah işlemesine aldırış etmiyorlar ve durdurmuyorlar. Günah işlemesini engellemiyorlar. (İllâ esàbehümüllàhu biikàbin kable en yemûtû) O toplum ahirete göçmeden evvel, ölmeden evvel, o toplumun fertlerinin hepsi, Allah'ın bir kahrına, ikàbına, cezasına dünyada da mâruz kalırlar. Allah onlara dünyada da bir ceza verir."

Şimdi burada mesele şu: Kavim aslında kötülüğü işlemiyor. Kavim, diyelim ki İslâmi bir toplum. İçlerine bir adam gelmiş, uzaktan gelmiş, beriden gelmiş veya aralarından çıkmış bir kimse. Neyse... Bu bir takım günahlar işliyor. Topluluk istese ona, "Yapma, ayıptır, günahtır, yanlış yapıyorsun!" diyebilecek, ama demiyor, aldırmıyorlar. Belki bir kişidir diye önemsemiyorlar; veyahut da günah işlenmesinden herhangi bir tedirginlik duymadıkları için karışmıyorlar, müsamaha ediyorlar. Hangi sebeple ise, engellemiyorlar. Ama engellemek isteseler, yapma deseler yaptırmayacaklar. Engelleyebilecekler ama, engellemiyorlar.

O zaman bu kavme, bu engellemeyen insanlara, günahı işlemedikleri halde, günahı engellemedikleri, günah işleyeni alıkoymadıkları, men etmedikleri için, ölmeden evvel bir ilâhi cezayı Allah onlara gönderir.

Buradan şunu görüyoruz ve pek çok hadis-i şerifler var bu konuda: Bir müslüman toplumuyla ilgilenir, toplumun düzeniyle, temizliğiyle, yönetimiyle ilgilenir... Biz dergiler çıkarttığımız zaman, tabii dergilerimizin dini bilgileri vermek konusunu en önemli konu olarak öne aldığı muhakkak. Ama tabii ülkenin çeşitli meseleleriyle karşılaştığımızda onlara ait İslâm'ın hükmü nedir, Kur'an'ın emri nedir? Peygamber Efendimiz'in bu konuda hadis-i şerifleri var mıdır, tavsiyesi nasıldır?" diye fikir yürütüyor ve konuşuyorduk. Bize hasım dergilerden, haftalık, aylık siyasi dergilerden itiraz geliyordu. Sözlü ve yazılı ta'rizler geliylordu:

"--Yâ siz madem dindarsınız, dindar kişilersiniz, dînî dergiler çıkartıyorsunuz; dünya işlerine ne karışıyorsunuz?" diyorlardı.

Bu İslâm'ı bilmediklerinden kaynaklanan bir yanlış itiraz tabii. Çünkü İslâm, insanın sadece bir yönüyle, sadece ibadetiyle ilgilenen bir din değil. Yâni sadece namaz kılsın, sadece oruç tutsun, hacca gitsin, işte ibadet dediğimiz fiilleri, işleri yapsın... Sadece bununla ilgilenen bir din değil. İslâm hayata yeni bir görüş getiriyor, yeni bir yorum getiriyor, yeni bir hayat tarzı teklif ediyor insana.

Diyor ki: İnsanların hepsi tarağın dişleri gibi Allah katında eşittir. Ne siyahın beyaza üstünlüğü vardır, ne beyazın siyaha üstünlüğü vardır. Ne Arab'ın Acem'e üstünlüğü vardır, ne Acem'in Arab'a üstünlüğü vardır. İnsanlar eşittir. Hazret-i Adem'in evlatlarıdır. Hazret-i Adem de topraktandır, asılları topraktan, yâni hepsi eşittir. Birisi ötekisine zulüm etmemeli, baskı yapmalı, hakkını çiğnememeli.

İslâm'ın en önde durduğu hususlardan birisi, zulmü engellemektir. En çok, "Zulüm yapmayın!" diye zulmü yapmamayı tavsiye eder insana...

Zulüm de, insanın her türlü haksızlığıdır. Her türlü haksızlığa zulüm denir. Yâni odanın içinde, kendi başına hiç kimse yokken hatalı bir iş yapsa bile; ikinci bir şahıs yok, ezilen, baskı altında kalan, canı yanan ikinci bir şahıs yok; tek başına odada bir günah işlese bile, o yine zalimdir, kendi nefsine zulmetmiştir. Neden?.. Kötü kul olduğundan, ahirette cezasını çekecektir de, kendisini mahvediyordur. Onun için, (zàlimün linefsî) oluyor. Kendisine karşı zulmeden ikinci bir şahıs olmadığı halde, dağ başında çoban olsa bile, kendisine karşı bir günah işlediği zaman, zalim olmuş oluyor o da.

İslâm zulmü istemiyor. En tabii sıralama, bölen sırasına göre sıralamamız gerekirse, İslâm ilk önce doğru inancı istiyor. Şirki, yâni putlara ve saireye tapıp Allah'a şirk koşmayı şiddetle reddediyor. Kur'an-ı Kerim buyuruyor ki:

(İnneş-şirke lezulmün azîm) "Şirk koşmak çok büyük bir zulümdür." Bakın îtikaddaki bir yanlışlığı da, İslâm zulüm olarak tarif ediyor. Çünkü ondan, gerçekten bir sürü başka zulümler çıkıyor. Adam sapıttığı için, yanlış kurallardan dolayı, götürüyor karısını mabedde yakıyor, tanrıya kurban ediyorum diyor. Kavmin içinden seçilmiş en güzel kızı Nil nehrine atıyorlar, "Nil nehri bize kızma, al sana bir kız veriyoruz!" diyorlar vs. Yâni batıl bir inançtan bir sürü toplumsal suçlar, günahlar, haksızlıklar çıktığı için, puta tapmak, yanlış inanç, çok büyük bir zulüm oluyor.

Cenâb-ı Hak erhamür-rahimîn olduğundan, kullara rahmetiyle muamele ediyor. Ve rahmetine aykırı işlerin yapılmasına rıza göstermiyor. Onun için, önce itikad doğru olacak; bir... Ondan sonra kişilere zulmedilmeyecek, kimse kimseye zulmetmeyecek. Hakkàniyet olacak, adalet olacak, zulüm olmayacak. Bunu emrediyor.

Ondan sonra, kişilerin birbirleriyle muamelesinde dürüstlük olacak, sözü doğru olacak, özü doğru olacak. Allah'ın kendisini gördüğünü, bir gün mahkeme-i kübrâda hesab vereceğini düşünerek hareket edecek. Her şeyi vicdanına danışarak, elini vicdanına koyarak insafla, adaletle halledecek. Bunu emrediyor.

Kuvvetli ve çok yönlü temizliği emrediyor. İtikadın temizliği, gönlün temizliği, bedenin temizliği, çevrenin temizliği... Çeşit çeşit... Yâni İslâm'ın o kadar güzel prensibleri, esasları, tavsiye ettiği öğütleri var ki, saysak, ulaştırabilsek, anlatabilsek bütün cihan halkı müslüman olur. Ama biz müslümanlar bu cevheri güzel anlatamadığımız için, müşteri yok diyoruz ve insanlar maalesef yanlış yanlış inançlara kapılıyorlar. Bazen bir sapık insan bunları derliyor, topluyor üçyüzünü, beşyüzünü bir ormana götürüyor, hepsi intihar ediyor, yakıyorlar kendilerini...İşte buyurun, batıl bir inancın ne kadar büyük bir zulüm getirdiğinin 20. Yüzyıl'daki misali...

Şimdi, müslüman kendisine zulmetmeyecek, bir... İkincisi; toplumda başkasının zulüm etmesine de meydan vermeyecek, zulmün de karşısına çıkacak. Günahın, haramın, haksızlığın, zulmün yapıldığı yerde, müslüman onu engellemeye çalışacak.

--Hocam, bu senin böyle fantazin midir? İslâm'ı güzel göstermek için söylediğin övücü sözler midir? Yokta gerçek mi?..

Evet, gerçek! Çünkü, "Müslümanın yapması gereken farzlar nelerdir?" diye anlatan kitapların hangisine baksanız, Kur'an-ı Kerim'in mealini okusanız, "Emr-i bil ma'ruf ve nehy-i anil-münker müslümanların boynunun borcudur, farzdır." diye orada görürsünüz.

El-emr-i bil ma'ruf ve nehy-i anil-münker ne demek?.. Müslüman iyiliği emredecek, yaptırmaya çalışacak, iyiliği yaymaya çalışacak. Kötülüğü de engellemeye, önlemeye çalışacak. Ya fiilen yaptırtmayacak, ya nasihat olarak söyleyecek, ya da gönlüyle buğz edecek ki, bu da imanın en aşağı derecesi. Çünkü imanı bile ortaya koyamıyor.

Kendisi zulmetmeyecek ama, başkası zulmederse ona da müsaade etmeyecek. Kendisi günah işlemeyecek ama, başkasının da günah işlemesine izin vermeyecek. Nasıl bir şefkatli baba çocuğunun sigaraya alışmasını istemiyorsa, içkiye alışmasını istemiyorsa; daha kötüsü, uyuşturucuya alışmasını hiç istemiyorsa; bir anne kızının kötü yollara düşmesini hiç istemiyorsa... Bunun gibi, toplumda bulunan öteki insanlar da bizim bir kere Hazreti Adem'den kardeşlerimiz, bütün insanlar kardeş. Ne kadar güzel, İslâm ne kadar güzel anlatıyor. Kardeşimizin kötülüğünü istemememiz lâzım!..

Karşımızda bir kadın varsa, ya annedir; annelere hürmet edilir. Ya birisinin eşidir; eşlere, evlilere saygı gösterilir hürmet edilir. Ya da birisinin kızıdır; kendi kızımızı nasıl korumak isteriz, kız da korunacak, saygı duyulacak bir şey meselâ... Peygamber Efendimiz böyle anlatıyor. Yâni bütün imkânlarını, kötülük yollarını kapatarak anlatıyor. Yâni kötülük yapamazsın; çünkü ya annendir, ya birisinin eşidir, ya birisinin kızıdır. Sen böyle bir şeyin kendine yapılmasını ister misin?..

Şimdi toplumdaki kardeşlerimizin de kötülük yapmamasına dikkat edeceğiz. Peygamber Efendimizin nükteli bir hadis-i şerifini hatırlayın. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:

"--Kardeşinize, yâni din kardeşinize zalim de olsa yardım edin, mazlum da olsa yardım edin!"

Sahabe-i kiram derhal öğrenmek maksadıyla soruyorlar:

"--Yâ Rasûlallah! Mazlum kardeşimize yardım etmeyi anladık; çünkü zulme uğruyor, tabii ona yardım edeceğiz. Pekiyi zalim kardeşimize nasıl yardım edelim?.. Yâni zulüm kötü değil mi?"

Peygamber Efendimiz buyuruyor ki... Fakat ne kadar önemli! Hem ifade ne kadar tatlı, hem ne kadar dikkat çekici, ne kadar önemli bir kural:

"--O kardeşinin zulüm yapmasını engellersin. o da ona yardımdır."

Çünkü hakîkaten, zulmü işlediği zaman belasını bulacak. Allah dünyada ahirette zalimi kahreder, mahveder. Ona yaptırmamak; ona yardım, ona iyilik o.

Yâni afyona alışmış, esrara alışmış bir insana böyle emniyetin, bütün uluslararası teşkilatların, böyle esrar kaçakçılarını engellemek için koşuşturması neden?.. Toplumlar sonunda helak olmasın diye. Çünkü uyuşturucu mübtelasının sonunun ne kadar acı, ne kadar feci olduğunu bildikleri için, engellemeye çalışıyorlar.

İşte bunun gibi, müslüman kendi toplumunda kötülüğün yapılmasına da izin vermez. Müsamaha etmez, müsaade etmez, yardım etmez. O zaman böyle bir toplum, meleklerden müteşekkil bir toplum olur. Ne kadar güzel! Yâni bütün toplum iyiliği emrediyor, iyiliğin yapılmasına yardımcı oluyor. Kötülüğü engelliyor, yapmıyor ve yaptırtmıyor.

Eğer yaparsa, tabii kendi suçu işlediği için cezayı çekecek. Yok kendisi yapmıyor, karışmıyor; "Öbür tarafta başkası yapıyormuş, bana ne?" diyor. O da suç, o kötülüğü de yaptırmayacak. Kendisi yapmadığı gibi başkasına da o kötülüğü yaptırmayacak. İşte bu hadis-i şerif onu anlatıyor.

Bu izahtan sonra metnini bir kere daha okuyalım ki, buradaki harekelerin kazınması, değişmesinden dolayı yanlış okuyuştan dolayı bir şey olmasın, çünkü hadis-i şeriftir, çok önemli:

RE. 378/9 (Mâ min ehadin yekûnü fî kavmin ya'melü fîhim bil-meàsî yakdirûne alâ en yugayyirû aleyh, illâ esàbehümüllâhu biikàbin kable en yemûtû.)

"Hiçbir kişi yoktur ki, bir kavmin içinde günahları işliyor. Kavim, o kişinin günahları işlemesini engellemeye muktedir oldukları halde engellemiyorlar. O zaman, böyle yaptıkları için, ölmeden evvel Allah onları bir cezaya çaptırır, bir ilâhî cezaya uğratır." buyuruyor Peygamber SAS Efendimiz.

Ne kadar güzel! Bu hadis-i şerifi iyice hafızanızda tutarsanız, yakınlarınıza, arkadaşlarınıza, dostlarınıza anlatırsanız; bu hadis-i şerif yaygınlaşır ise, toplumun güzelleşmesine ne kadar faydalı olacak, değil mi?..

Yâni, bir kimsenin kötülük yapmasına müsamaha yok. Sigarayı atmayacak, ormanı yakmayacak, yere tükürmeyecek, falancaya zulüm yapmayacak, yol kesmeyecek, hırsızlık yapmayacak... Çünkü bütün insanlar engelliyor, yaptırtmıyorlar, "Öyle şey olmaz!" diyorlar. Öyle bir toplum ideal toplum, arzu edilen, hayal edilen, temenni edilen bir toplum... Bu hadis-i şerif İslâm'ın güzelliğini, ne kadar güzel bir din olduğunu çok güzel belgeleyen bir hadis-i şeriftir. Bunu ezberleyin ve lütfen, her yerde her zaman anlatın!..

b. Yöneticinin Sorumluluğu

Aynı sayfada çıkmış olan diğer hadis-i şerif. Peygamber SAS Efendimiz buyuruyor ki:

RE. 378/7 (Mâ min ehadin yelî emra aşeratin femâ fevka zâlike illâ ye'tî yevmel-kıyâmeti mağlûleten yedühû ilâ unükıhî, yefükkühû adlühû ev yûsikuhû ismühû.) Sadaka rasûlüllah, fî mà kàl, ev kemâ kàl.

Ebû Ümâme RA'den rivayet edilmiş olan bu hadis-i şerifi de, iyice bellemenizi tavsiye edeceğim. Bu da aynı şâheser kurallardan birisini gösteren, deminki gibi aynı değerde, güzel bir konuyu işleyen hadis-i şerif. Buyuruyor ki Peygamber Efendimiz:

(Mâ min ehadin) "Hiçbir kişi yoktur; (Yelî emra aşeretin femâ fevka zâlike) on kişinin veyahut ondan daha fazla insanın başında, onların bir işinin âmiri olmuş, onların başına geçmiş, idarecisi olmuş, yöneticisi olmuş, toplumun işini yapan bir kişi olmuş..."

Veliye-yelî-velâyeten; bir işi yapmak. Meselâ şehrin işini yönetene de vâli deniliyor, bu kökten ism-i fâil sîgası oluyor. Biz meselâ şehrin yöneticisine vali deriz de, kasabanın yöneticisine kaymakam deriz. O da valinin makamına kàim vekil demektir aslında. Valinin namına orda işleri yürüten kimse demektir. Köyde olunca muhtar diyoruz, seçilmiş insan mânâsına. Arapçada ise, bir işin başına geçmiş, o işi götüren kişi demek bu.

"Hiç bir kişi yoktur ki, on kişinin başına geçmiş, onların işilerini görüyor veya on kişiden fazla..." En aşağısı on kişi demek gibi. (İllâ ye'tî yevmel-kıyâmeti mağlûleten yeduhû ilâ unukıhî) "Kıyamet günü eli omuzuna, boynuna bağlanmış, kelepçelenmiş, zincirlenmiş olarak gelir."

Demek ki o zamanın usûlüne göre, esirleri öyle götürüyorlarmış. Zaman zaman usüller değişiyor. Belki ülkelerde ve devirlerde, bölgelerde de adetler değiştiği için öyle oluyor. Suçlu yakalandığı zaman nasıl götürülür?.. Polisler kelepçe geçirirler eline, iki bileğinden elleri birbirine bağlanmış olur. İki eli bağlı olduğu için koşamaz, kaçamaz. Gitse bile, kaçsa bile yakalanır. Eliyle bir saldırıda bulunamaz... Tabii ellerin arkaya kelepçelenmesi de mümkün. Bu biraz daha işini zorlaştırır...

Demek ki o devirde, Peygamber Efendimiz'in devrinde, eller boyuna bağlanıyormuş demek ki. Tabii o zaman boynuna bağlı olunca, elleri ensesine, boynuna bağlanmış bir esir göz önüne getirin. İşte on kişiye ve daha fazlasına yönetici olarak geçmiş hiçbir kimse yoktur ki, kıyamet günü elleri böyle boynuna bağlı olarak mahşer yerine gelmiş olmasın. Böyle elleri bağlı getirilir.

"--Aaa, bu valiydi! Aaa, bu kaymakamdı! Aaa, bu muhtardı, bu genel müdürdü, bu bilmem şuydu, buydu!.."

Her neyse... Yâni mü'min. Mü'min olduğu halde, mahşer yerine böyle elleri boynunda bağlanmış esir gibi, suçlu gibi getirilir.

(Yefukkuhû adlühû) "Adaleti, bu boynuna bağlı elleri çözdürtür." Ne demek?.. Eğer bu yöneticiliğinde adaletle, insaflı, dürüst davranmışsa, elleri çözülür. Ama mahkeme-i kübrâya kadar gelirken elleri bağlı gelir. Yöneticilik zor, yâni sorumlu. (Yefukkuhû adlühû) Adaletli hareket etmiş ise adaletli hareket etmesi bu bağların çözülmesine sebep olur.

(Ev yûsikuhû ismuhû) Yahut da günah işlemişse, yâni yöneticiliği kötü yapmışsa, o zaman da bağları daha çok bağlandırır; sımsıkı sarılmasına, bağlanmasına yol açar." buyuruyor Peygamber Efendimiz SAS.

Hadis alimleri de bunu kadılarla ilgili bölümde almışlar, kaydetmişler. Hakim, kadı, adaletle hareket edecek. O da çünkü mahkeme işlerinin, insanların birbirleriyle ihtilâflarının çözülmesinde görevlendirilmiş oluyor. Ama bu, sadece adalette çalışan insanlarla ilgili bir hadis olduğunu göstermez. Her dalda, yâni on kişi ve daha fazla insanın başına yönetici olarak seçilmiş her kimsenin durumu budur.

Allah yadımcı olsun... Hz. Ömer gibi adalet etmelerini nasib etsin... Dürüst olmayı nasib etsin... Tertemiz davranmayı nasib etsin... Böylece Allah'ın rızasını kazanmayı nasib etsin Allah bütün idarecilere...

Çünkü idareciler iyi olunca toplumları iyi yönetirler. Toplumlar ve dünya iyi olur. İdareciler kötü olursa, bir devleti, bir milleti batırabilirler, büyük belâları başına sarabilirler. İşte meselâ, Musoli'nin, Hitler'in davranışları... İşte meselâ, Filipinler'de Markos'un durumu... Bunun gibi gazetelerden, dergilerden okuduğunuz şeyleri hatırlayın...

c. Ölen Herkesin Pişman Olması

Üçüncü hadis-i şerif yine aynı sayfadan, Abdullah İbnül-Mübârek'in, Tirmizî'nin, Hulvânî'nin, Beyhakì'nin Ebû Hüreyre RA'den rivayet ettikleri üçüncü hadis-i şerif. Bu da çok önemli, bunu da ezberleyin!

Biliyorsunuz 40 hadis ezberlemekle ilgili rivayetler var. "Kırk hadisi ezberinde bilen kimseyi, Allah alimler zümresinde olarak haşredecek, mahşer gününde alimlerden sayılacak." diye. Onun için çocuklarınıza hadis-i şerifleri öğretin!

Benim Avustralya'daki cemaatimden, ihvanımızdan bazılarının çocuklarını anlattılar bana, küçücük çocuk, "Hz. Ebû Bekr-i Sıddîk buyuruyor ki..." filân diye, annesi babası öğretmiş, hadis-i şerifi tıkır tıkır söylüyormuş. Küçükler söylerse, büyüklerin çok daha şuurlu bir şekilde öğrenmesi uygun olur.

Gelelim bu hadis-i şerifin metn-i mübarekine, bakalım Efendimiz SAS nasıl buyurmuş:

RE. 378/12 (Mâ min ehadin yemûtu illâ nedime, in kâne muhsinen nedime en lâ yekûne izdâd, ve in kâne müsîen nedime en lâ yekûne nezea.)

Bu da kısa bir hadis-i şerif. Bu da anlamı deryalar kadar geniş. Ggüzel bir konuyu bize hatırlatıyor, bizi uyarıyor Peygamber Efendimiz:

(Mâ min ehadin yemûtu) "Ölen hiçbir kimse yoktur ki, (illâ nedime) pişman olmasın. Bütün ölenler, hepsi öldüğü zaman pişman olacak." diyor. "Ölüp de pişman olmayan hiçbir kimse yoktur." buyuruyor.

--Nasıl olur, iyiler var, kötüler var, mübarek insanlar var, evliyaullah var, peygamberler var?..

(İn kâne muhsinen) "Eğer hayatını güzel geçirmiş, iyilikler yapmış, muhsin kullardan ise; (nedime en lâ yekünnezdâde) 'Niye çok daha fazla iyilik yapmadım?' diye pişman olacak. 'Niye hayatımın bazı dakikalarını, günlerini, zamanlarını biraz boş geçirdim, niye o zamanlar ibadet etmedim?' diye, ömrünün boşuna geçmiş zamanlarına nedâmet gösterecek iyi insan."

(Ve in kâne müsîen) "Eğer günahkâr, kötülük yapan bir insan ise; (nedime en lâ yekûne nezea) 'Niye ben bu kötülükten elimi çekmemişim, niye yapmaya devam etmişim, niye iyi kul olmamışım?' diye, pişman olacak." Asıl pişmanlığı tabii onlar duyacak.

Allah bizi böyle günahkârlardan etmesin... Burada bizi ilgilendiren nokta, iyi insanların da pişman olması meselesidir. İyi insanlar da pişman olacak... Neden?.. Hayatını tam verimli geçirmediği için.

Hani biliyorsunuz, deniliyor ki: "Falanca hastane %70 kapasiteyle çalışıyor." Yâni ne demek?.. Yüzde yüz tam hizmetini vermiyor, %30 boşluk var. "Fabrika %50 kapasiteyle çalışıyor." Ne demek? Yâni fabrika tam çalışsa, malı satılsa; isterse şimdi üretiminin bir misli daha fazla yapabilir ama, satış olmadığından, şu bu sebepten az çalışıyor.

Şimdi müslümanlar da "Ben müslümanım!" diye kasılabilir. Kendisine rehavet gelebilir, rahatlık gelebilir: "İşte ne var yâni?.." diyebilir. Birileri vardı, bana böyle söylüyorlardı:

"--Ne var yâni?.. Ne varsa yapıyoruz. Ne duyduysak yapıyoruz. Yâni varsa bir şey, söyle onu da yapalım!.."

İyi ama, bir anını bile boş geçirdiği zaman pişman olacak insan. Halbuki bizim günlerimiz kahvelerde, stadyumlarda, yazlıklarda, kışlıklarda, nerelerde nerelerde, nasıl boş geçiyor!..

Kendini bilen, Allah'tan korkan insanlardan bazıları, yemekle vakit çok geçiyor diye sulu bir şeyi karıştırır, içerlermiş hemen öyle. Yâni çiğneyeceğim diye zaman harcayıp da, zamanım hebâ olmasın diye hemen içer, ondan sonra çalışmasına devam ederlermiş.

Rahmetle analım Ali Yakub Hocamızı da. Çok mübarek, çok dürüst bir alim idi. Allah cümle geçmişlerimize rahmet eylesin, ruhları şâd olsun... Mübarek, Mısır'da kütüphane müdürlüğü yaptığı zamanlar, anlatmış arkadaşına: Bardağın içine üç dört tane hurma koyuyormuş, suyun içine; daireye gidiyormuş. Sonra gelinceye kadar hurmalar suyun içinde iyice yumuşuyormuş ve suyu şerbet yapıyormuş. Eve gelince onu içiyormuş, hurmaları yiyormuş. Yemek bu. Bir daha koyuyormuş, gene yemek bu... Yâni hurmayla, suyla idare ediyormuş.

Tabii başka yemekleri yemeğe gücü yettiği halde, imkânı olduğu halde; "Ben oraya iki saat, bir saat harcayamam!" diye, sıvı yiyeceği yeyiverip çalışmasına devam etmek, zamanın kıymetini çok iyi anlamak demek.

Halbuki bizler, hem kendimize döndürelim nazarlarımızı, hem de başkalarına bakalım: Ne kadar çok zamanlar harcıyoruz. Yapmamız gereken işleri yapmıyoruz. Değerlendirilecek vakitleri değerlendirmiyoruz. Haftanın iki günü tatil diyoruz, çalışma bitti, işte bundan sonra tamam diyoruz. Ayaklarımızı uzatıyoruz, dairede çalıştım, yorgun geldim diyoruz. Yazın bir ay, iki ay tatil diyoruz vs... Halbuki ömür çok kıymetli, çok aziz. Geçen zamanlar bir daha geri gelmiyor ve ondan sonra insanlar pişman olacak.

Bu hadis-i şeriften aldığımız derse göre, ne yapmamız lâzım?.. Hiçbir zamanımızı boşa geçirmememiz gerekir. Daima hayırlı, verimli, sevaplı bir çalışma içinde olmalıyız. Bu nedir?.. İslâm'ı öğrenmek, İslâm'ın emirlerini, yasaklarını hayatında uygulamak, İslâm'ı başkalarına öğretmek, başkalarına hayırlı işler yapıp hayır dualarını almak; millete, ümmete, Kur'an-ı Kerim'e, dine hizmet etmek, Allah'ın rızasını kazanmak; böyle huzuruna yüzü ak, alnı açık varmak...

Allah bunu cümlemize nasib eylesin... Çalışkan müslümanlar olalım, verimli müslümanlar olalım; ümmetimize, dinimize en güzel tarzda hizmetler edelim!.. Şahsımıza, kendimize, ailemize hizmet edelim!..

Kişinin ailesine yaptığı hizmetleri de, İslâm güzel hizmetler olarak değerlendiriyor. Çünkü aileni geçindirdiğin zaman, çoluk çocuk harama bakmıyor, haram yemiyor, çalmıyor, çırpmıyor... O da kıymetli bir şey!

Yâni bunlar da yasak değil; alış-veriş, geçimi sağlamak için faaliyet... Hepsi meşru ve sevap. Hatta, "Doğru sözlü, doğru özlü bir tüccar Arş-ı A'lâ'nın gölgesinde gölgelenecek!" diye müjdeliyor Peygamber Efendimiz. Çünkü doğru sözlü, doğru özlü. Çünkü o beldeye lâzım olacak malı, metaı uzaklardan alıyor, getiriyor; uygun bir fiyatla merhametli bir şekilde satıyor, sevap kazanıyor. O faaliyetle para da kazanıyor ama, Allah sevap de veriyor.

Dinimizin güzelliklerini okudukça anlayacaksınız, ben de fırsat buldukça güzelliklerini ifade etmeye çalışacağım.

Allah-u Teàlâ Hazretleri cümlemize İslâm'ın kıymetini bilmeyi nasib etsin... Hayatımızı İslâm'a göre geçirmeyi nasib eylesin... Rızasını kazanmayı nasib eylesin... Peygamber Efendimiz'in yolunda yürümeyi, Efendimiz'in sevgisine, şefaatine, iltifatına, teveccühüne ermeyi nasib eylesin... Ahirette de ona komşu olalım, sohbetine erelim... Rabbimiz cemâlini göstersin, rıdvân-ı ekberine cümlemizi vâsıl eylesin...

Bihürmeti ismihil-a'zam, ve bihürmeti nebiyyihil-muhammedinil-mustafâ aleyhis-salâtü ves-selâm...

Esselâmü aleyküm ve rahmetullàh, aziz ve muhterem kardeşlerim!..

01. 09. 2000 - Mekke