04. 08. 2000 AKRA CUMA SOHBETİ
Prof. Dr. Mahmud Es'ad COŞAN
Hazırlayan: ERKAYALAR
----------------------
VAY ŞU KİMSELERİN HALİNE!..
Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..
Aziz ve sevgili izleyiciler ve dinleyiciler! Allah'ın selâmı, rahmeti, bereketi, ihsanı, ikramı üzerinize olsun... Allah sizi sevdiği kullar arasına kabul eylesin... Allah, sevgisini gönlünüze yerleştirsin... Ömrünüzü rıza-i bâriye uygun geçirmeyi nasib eylesin... Hatalardan, haramlardan, günahlardan cümlenizi korusun...
a. Vay Zenginlerin Haline!
Bu gün açtığım sayfadan, birinci okuyacağım hadis-i şerif. Peygamber SAS Efendimiz buyuruyor ki:
RE. 461/9 (Veylün lil-ağniyâi minel-fukarai yevmel-kıyâmeh, yekulûn: Rabbenà bahilû bihukûkinelletî faradte lenâ aleyhim fi emvâlihim. Feyeklüllàhu teàlâ: Ve izzetî ve celâlî leukarribenneküm ve leubâidennehüm.) Sadaka rasûlüllàh, fi mâ kàl, ev kemà kàl.
Tayâlisî, İbn-i Mürdeveyh ve Askerî, Enes RA'den rivayet eylemişler. SAS Efendimiz buyuruyor ki:
(Veylün lil-ağniyâi minel-fukarâi yevmel-kıyameh) "Kıyamet gününde fakirlerden dolayı, vay zenginlerin başına gelecek olanlara!.. (Yeklûne) O fakirler derler ki:
(Rabbenà bahilû bihukkinelletî faradte lenâ aleyhim fi emvâlihim!) 'Yâ Rabbi! Senin bizler için onların boynuna mallarında yüklediğin, farz kıldığın zekât gibi, sadaka gibi mâlî vazifeleri yapmakta, vazifeleri yapmakta, bize fakir olduğumuzdan dolayı haklarımızı vermekte bunlar cimri davrandılar.' diye şikayetlenirler." Zenginin malında fakirin hakkı var ya.
Allah-u Teàla Hazretleri de buyurur ki:
(Ve izzetî ve celâlî) "İzzetime ve celâlime andolsun ki, izzetim celalim hakkı için..." Büyük yemin. (Leukarribenneküm) "Hiç şüphesiz, şeksiz, tereddütsüz bilin ki, sizi kendime yakınlaştıracağım, yakın kullarımdan eyleyeceğim! Mutlaka ve muhakkak yakınlaştıracağım! (Ve leubâidennehüm) Onları da yanımdan, huzurumdan, rahmetimden muhakkak ve mutlaka, kesin surette uzaklaştıracağım!" der.
Veyl kelimesi Arapça'da bir tâbirdir, edattır, "Vay!" mânâsına. Türkçedeki "Vay vay, vay onun haline vay!.." dediğimiz gibi. Bir de cehennemde şiddetli azap gösterilen vâdinin ismi olduğu da hadis-i şerifte bildiriliyor. Veyl deresi denilen bir uçurumdan da hadis-i şerifte bahis geçiyor.
(Veylün lil-ağniyâi) "Vay zenginlerin başına geleceklere!.." Yâni şiddetli azap, şiddetli sıkıntı filân mânâsına. (Aslında bu vey idi, yâni l yoktu; sonra l ile öyle tabirleşti, kalıplaştı diye bazı dil alimleri ifade etmişler.) Yâni başına bir büyük musibet, sıkıntı, sorumluluk, ceza, vebal gelecek kimselere, (Veylün lehû) "Ona veyl olsun!" veya "Veyl olacak!" şeklinde, "Allah kahretsin" filân der gibi, bir beddua gibi de kullanılıyor. (Veylün aleyhi) şeklinde alâ ile de, li harf-i ceriyle de kullanılıyor.
Kur'an-ı Kerim'de de biliyorsunuz Tatfif Sûresi, (Veylün lil-mutaffifîn) diye başlıyor. Kur'an-ı Kerim'de de geçen bir kelime bu. İbn-i Abbas RA bu kelimeyi, "şiddetli azap" diye açıklamış.
(Veylün lil-ağniyâi) "Zenginlere şiddetli azap var." Neden?.. (Minel-fukara') "Fakirlerden yana ihmalleri, fakirlere yapması gereken yardımları yapmadıkları için; (yevmel-kıyâmeh) kıyamet gününde."
O zaman fakirler diyecekler ki: (Rabbenâ) "Yâ Rabbi, ey Rabbimiz! (Bahilû) Bunlar cimrilik yaptılar, bahillik yaptılar, nekeslik yaptılar. (Bihukkinâ) Bizim haklarımızı vermekte cimrilik yaptılar, yâni vermediler. (Elletî faradte lenâ aleyhim fi emvâlihim) O haklar ki, malları konusunda sen onlara bizler için farz kıldın, onların boyunlarına vazife kıldın."
Kur'an-ı Kerim'de;
(Vellezîne fî emvâlihim hakkun ma'lûm. Lis-sâili vel-mahrûm) "Zenginlerin mallarında dilenenler için, yoksullar için, mahrumlar için bir hak vardır." buyruluyor.
Demek ki, zengin o hakkı ayıracak, "Bu fakirin hakkı" diyecek, "Yoksulun hakkı" diyecek; hakkı sahibine verecek, kurtulacak.
İşte onu verdiği zaman, malı temiz bir mal olacak. Çünkü başkasının malına oturmamış, başkasının malını yememiş, başkasının malını gasbetmemiş oluyor.
--Ama ben bunu kendim kazandım?..
Sen kendin kazandın ama, "Bu kazandığının şu kadarı fakirin hakkı!" diyor Allah. Farz kılmış. Yeri göğü yaratan, seni yaratan, sana sağlık veren, sana zenginlik veren, akıl veren; bu işleri, paraları kazanabilecek kabiliyeti, zekâyı veren Allah, her şeyi sana veren Allah, "Malından şu kadarını fakire ver!" diye sana mükellefiyet yüklemiş.
Pekiyi ver demeseydi de, Allah onu da zengin etseydi... "Allah versin!" diyor ya bazıları. Bu Allah versin sözünü bilmiyor insanlar. İstanbul'da filan kullanılır. Dilenci gelip bir şey istediği zaman, "Allah versin!" derler.
Hadis-i şerifte böyle bir tabir geçiyor ama: "Sizden bir şey istediği zaman veriniz. Yarım bir hurma da olsa isteyene istediğini verin! Atın üzerinde de gelse, bunun atı var demeyin!.. Atı vardır ama yiyeceği yoktur, istiyor. Bir içim su, bir yudum lokma verin; ne verebilirseniz. Veremiyorsanız, dua edin!" diyor Peygamber Efendimiz. Yâni, "Bende de yok kardeşim, ne yapayım? Allah sana da, bana da versin... Allah acısın..." filan diye, vermeye imkânı olmadığı zaman dua edecek.
Zengin kasıla kasıla:
"--Allah versin!" diyor. "Kardeşim ben çalışıyorum, kazanıyorum." diyor.
Pekiyi sen çalışıyorsun, kazanıyorsun, doğru gibi görünüyor bu söz. Ama, Allah sağlık vermeseydi çalışabilecek miydin?.. Çalışamayacaktın. Akıl vermeseydi güçlü kuvvetli olduğun halde çalışabilecek miydin?.. Çalışamayacaktın. Müşteri göndermeseydi, işler ters gitseydi...
Meselâ; bir takım kararlardan dolayı Türkiye'de neler yaşadık. Bir gecede herkesin malının üçte ikisi gidiverdi. Eski hükümetlerden birisi bir karar aldı, malının üçte ikisi yok gibi oldu, çalınmış gibi oldu, alınmış gibi oldu. Üçte ikisi gitti, üçte birisi kaldı. Üçte bir nisbetine düşüverdi. Millet onu anladı, anlamadı... Başka yerde küçücük bir yüzde nisbetinde bir değişme olsa, hükümeti devirirler. Millet onu hazmetti, geçti gitti. Türkiye acaip hazımlı bir ülke...
Fakirin zenginde hakkı var, o kesin. Çünkü zengine zenginliği veren, zenginliği sağlamasını temin eden, imkânları veren Allah... Yaratan Allah, yaşatan Allah... Öldürse, diriltemezsiniz. Hasta etse, iyi edemezsiniz. Olayları ters geliştirse, takdîrât, alın yazısı başka türlü olsa, Karadeniz'de gemileri batar, tırı çarpar, arabası devrilir, şu olur, bu olur; sel olur, yangın olur, âfet olur, vs. vs. vs... Yâni vermezse vermez Allah. Veren Allah, alan Allah. İnsanın bunu anlaması lâzım!..
Allah bana verdi, beni imtihan etmek için. Merhametimi ölçmek için, bana "Ver!" diye emrediyor. Yâni, "Bakalım merhametli mi, fakirlere acıyor mu?" diye imtihan bu. Vermesi lâzım.
--Pekiyi Hocam, sen ileri ülkelerde yaşıyorsun; bu Türkiye'de böyle oluyor da, öteki ülkelerde nasıl oluyor?
Öteki ülkelerde yardım Türkiye'dekinden kat kat fazla... Bir kere işsizlik hakkı var, işsiz insanlar dahi alnının akıyla, kimseye el açıp, avuç açıp dilenmeden yaşayabiliyor. Bu Avustralya'da, Avrupa'da, Almanya'da çalışmayanlar bile tıkır tıkır maaş alıyorlar. Hasta olursa bedava bakılıyor, ev kiraları düşük oluyor, ev buluyorlar... Yâni devlet sağlığıyla ilgileniyor; onun sağlığını iyi yapmak, iyileştirmek, tedavi etmek boynunun borcu oluyor. Bunlar için her türlü tedbiri almış, sakatlara her türlü kolaylığı göstermiş, hayretler içinde kalıyor insan...
Bizim arkadaşlardan birisinin annesi ihtiyarladı, bakıma muhtaç duruma düştü. Arkadaşı iş yerinden devlet emekliye ayırdı. Dedi ki:
"--Senin annen bakıma muhtaç, en iyi sen bakarsın. Ben seni emekli ediyorum, bu annene bak!" dedi, annesinin bakımını sağladı.
Sonra evi olmayana ev veriyor. "Senin ev sahibi olman lâzım!" diye, ev alacaklara para veriyor, yardım ediyor. Yâni yardımlar çok fazla...
Sonra halkın kendisi,Ê--yâni devlet araya girmeden-- o kadar yardımsever ki, iki adımda bir kilise, hastane, okul, hayır müessesesi... vs. Her parselde, her adada, şehir planında bakarsanız en güzel yeri, en baş köşesi, mûtenâ yeri bir hayır müessesesinindir veya bir din müessesesinindir. Kesinlikle, kesinlikle bizden daha çok hayır yapıyorlar ve devlet de hayrı bizden daha çok destekliyor, milletine çok çok daha güzel hizmet ediyor. Yüzleri gülüyor...
Alt yapıyı yapmış. Hayat için gerekli ana maddeler su gibi, hatta sudan ucuz. Süt sudan daha ucuz, halis, tertemiz süt... Et ucuz... Öyle aç kalmak, boynu bükmek, ağzı sulanmak, lokantanın önünde açlıktan gözleri kararıp bayılmak gibi şeyler yok!..
Demek ki zengin, Allah'ın kendisine verdiği imkanlarla zengin oldu. Çalışmayla, çalıştım kendim kazandım dese bile, çalışmanın şartlarını da Allah verdi. Aklı da, sağlığı da Allah verdi. Onun için Allah ona, fakire biraz yardım etmesini emretmiş, farz kılmış.
O fakirler şikayet edecekler:
"--Yâ Rabbi! Senin onların boynuna bizler için, mallarından ayırsınlar da versinler diye farz kıldığın haklarımızı bize vermediler, cimrilik yaptılar!" diyecekler.
Onun üzerine Allah-u Teàlâ Hazretleri büyük bir yeminle:
"--İzzetime, celâlime yemin ediyorum ki, sizi kendime yakınlaştıracağım! Muhakkak ve mutlaka, şeksiz şüphesiz sizi kendime, yakınıma alacağım! Onları da uzaklaştıracağım. Yâni sizi rahmetime erdireceğim, onları da rahmetimden uzaklaştıracağım." buyuracak diyor Peygamber Efendimiz.
Bu veylün, eğer cehennemde şiddetli azabın gösterildiği bir uçurumsa, cehenneme atılacaklar; zekâtlarını, sadakalarını, hayrat ü hasenatını yapmadıkları için, cayır cayır yanacaklar demek ki.
Allah-u Teàlâ Hazretleri bizi, sizi kimseye muhtaç etmesin... Yâni kula muhtaç etmesin... Kula muhtaç olmak çok zor. Ama muhterem kardeşlerim, muhtaçların da ne kadar ızdırap çektiğini; yoksulluğun, fakirliğin ne kadar zor olduğunu tahayyül edelim, idrak edelim, anlamaya çalışalım, anlayalım ve onlara gerekli yardımları yapalım! Çünkü yapılmadığı zaman, ahirette cezası var. Yapıldığı zaman da, dünyada ahirette çok faydası var.
Şu Afrika'ya çok acıyorum. Türkiye'ye yakın... Afrika'ya mutlaka yardım elini uzatmalıyız! Sudan'dan mı başlayacağız, Somali'den mi başlayacağız?.. Bir ara Somali'ye bazı yardımlar oldu. Moritanya'dan mı başlayacağız, Senegal'den mi?.. Bir Afrika ülkesinin başkanı da geldi, ziyaret etti geçenlerde Türkiyemizi. Afrika'yla ilişkilerimizde böyle güzel, hayırhah düşüncelerle yardım edelim! Teknik yardım edelim, mâli yardım edelim, gıda yardımı yapalım; o tarafa eğilelim!
Çünkü buralarda televizyonlarda bir sürü açıklamalar, davetler, istekler yapılıyor: "Bunları doyuracağız, bunlara yardım edeceğiz. Para verin, işte şuraya para yatırın!" diye fakirler gösteriliyor. Ondan sonra, onları nasıl derleyip toparladıklarını, nasıl üstlerini giydirdiklerini, nasıl sınıflarda okutturduklarını, vahşilikten, ilkellikten kurtardıklarını gösteriyorlar televizyonlarda.
Tabii onları aynı zamanda kendi dinlerine, kültürlerine göre yetiştiriyorlar. Hem kendi dillerini öğrendikleri için, kendilerine yardımcı oluyor, kendilerinin etki alanları genişliyor. Hem de dinlerine çektikleri için, onların başına papaz gönderiyorlar. Sonra onlar vasıtasıyla, onların yaşadıkları yerleri de elde ediyorlar, sömürüyorlar.
Şimdi bizim de, hem Türkiye içinde, hem Türkiye dışında yardım çalışmalarımız olmalı! Tabii, evvelâ yakın akrabalardan başlamak gerektiğine göre, Azerbaycan'dan başlayarak Orta Asya'daki Türkî cumhuriyetlere her türlü yardımı, yardımlaşmayı, iş birliğini mutlaka sağlamalıyız.
Sonra Balkanlar çok önemli... Bosna bizim kalemiz. Bulgaristan'da, Makedonya'da, Arnavutluk'ta, Romanya'da pek çok dindaşlarımız, kardeşlerimiz var.
Geçen gün çok sevindim, bir kardeşimiz Bulgaristan'da, Tuna boyunda güzel bir caminin yapılmasına elini uzatmış. Allah hepimize nasib eylesin... Sordum:
"--Nasıl orda durum?.."
"--Gayet güzel... Belediye başkanına çıktık, iyi karşıladılar." dedi.
Yâni muhtaçlar bize. Bulgar devlet başkanı da gelecekmiş Türkiye'yi ziyarete. Yâni işbirliğine mecburlar. Biz de akıllıca davranırsak, tekrar eski güzel işbirlikleri olabilir. Onun için her yönden çok gayretli, çok dikkatli olmanızı acizane hatırlatıyorum sevgili izleyiciler ve dinleyiciler!
b. Kötü Alimlerin Zararı
İkinci hadis-i şerif, biraz bizlere de dokunan, yâni ulemâ kısmına da dokunan bir hadis-i şerif. Ama bunu da okuyalım, çünkü sırası geldi. Kendi aleyhimize de olsa, hakkı söylememiz lâzım!
Allah-u Teàlâ Hazretleri, alimleri ümmetin emanetçileri kılmıştır, ümmeti alimlere emanet etmiştir. Alimler peygamberlerin varisleridir ve halifeleridir. Müslümanları koruyup kollamakla vazifelidir. Ama maalesef, bazı alimler bu vazifelerinden hiç haberdar değiller. Çok yanlış işler yapıyorlar. Onlara da ikazda bulunmak gerekiyor.
Onun için sayfadaki bu hadisi şerifi de, bu duygularla seve seve okuyorum. Enes RA'den, Hâkim Müstedrek'inde rivayet etmiş. Peygamber Efendimiz SAS buyuruyor ki:
RE. 461/10 (Veylün liümmetî min ulemâis-sûi, yettahizûne hâzel-ilme ticâreten yebteğne min ümerâihim zemânehüm ribhan lienfüsihim lâ erbahallàhu ticâratehüm) Sadaka rasûlüllàh, fî mâ kàl, ev kemâ kàl.
Kenarda, "Bu hadis-i şerifte belki şöyle olsa daha iyi" diye bir düzeltme var. (Min ümerâihim zemânihim) yerine, "Burada (min ümerâi zemânihim) olmalı!" diye düzeltme yapıyor. Biz ona göre mânâsını verelim:
(Veylün liümmetî) "Vay benim ümmetimin başına geleceklere!.." Demek ki, çok şeyler gelecek ümmetin başına... Ona üzülüyor Peygamber Efendimiz. (Min ulemâis-sû') "Kötü alimlerden vay benim ümmetimin çekeceklerine, vay başına geleceklere!.." diyor.
Yâni burada ümmet suçlu değil, alimler suçlu ama, ümmet de o alimlerden çok çekecek. Ceza, azap gibi, şiddetli musibet gibi bir şey çekecekler. Onun için "Vay!" diyor. (Veylün liümmetî min ulemâis-sû') "Kötü alimlerden, vay benim ümmetimin başına gelenlere!" diye tercüme edebiliriz.
--Bu alimler niye kötü alimler? Ne yapıyorlar, vasıfları ne?..
(Yettahizûne hâzel-ilme ticâreten) "Bu ilmi ticaret kaynağı ediniyorlar." Yâni, "Kazanç vesilesi ediniyorlar. İlmi satıp para topluyorlar, ceplerini dolduruyorlar. İlmi menfaat için, dünyalık sağlamak için kullanıyorlar." demek olur. Kur'an-ı Kerim'de de böyle, dünyalık karşılığında ahireti satan kimselerin, eski ümmetlerde olduğunu okuyoruz. Onların da şiddetli azaba uğrayacakları, zaten Kur'an-ı Kerim'de bildiriliyor.
(Yebteğne min ümerâi zemânihim) Bu kötü alimler ne yaparlarmış? Peygamber Efendimiz ne yapacaklarını bildiriyor. Peygamberlik görüşüyle ilerde olacak şeyi bildirip hatırlatıyor bizlere. Ne yapıyorlarmış? (Yebteğûne min ümerâi zemânehum ribhan lienfüsihim) "Zamanlarının emirlerinden, başkanlarından, emir ve komuta sahibi, söz sahibi, iktidar sahibi kişilerinden kendi nefisleri, şahısları için kazanç elde ediyorlar."
(Lâ erbahallàhu ticâratehüm) Bu cümle de bedduadır Peygamber Efendimiz'den: "Allah bu ticaretlerini kârlı etmesin! Allah ticaretlerine kesatlık versin! İyilik vermesin, ticaretlerini kahretsin, mahvetsin..."
Neden?.. Çünkü ilmi satıyor, menfaat sağlıyor. İlmin gereği olan doğru yolu gösterme vazifesini yapmıyor. Doğruyu söylemiyor. İktidar sahiplerine dalkavukluk ediyor, zalim sultanlara yanaşıyor. Onların yalan yanlış işlerinde de ikaz etmeyip, pohpohlayıp ceplerini doldurmaya bakıyor.
Bu tabii, toplumun çok büyük bir hastalığıdır. Toplum böyle bir duruma düştüğü zaman, helâk olur. Çünkü, toplumlara yol gösterecek olanlar bilge ve bilgin insanlardır. Tâ ilk çağlardan beri, "Devletleri keşke bilge insanlar idare etse..." diye özlenmiştir. Eflatun meselâ, "Devleti böyle feylezof, ârif, bilge insanlar idare etmeli!" diye, tâ kendi zamanından söylemiştir.
Tabii böyle bilen ve güzel ahlâka sahip olan insanlar idare ettiği zaman, toplumlar yükselir. İnsanlar müreffeh yaşarlar, mutlu olurlar. Kurt kuzuyla arkadaş olur. Tatlı geçim olur. Aldatmaca olmaz, sömürme olmaz, zulüm olmaz, eza, cefa haksızlık olmaz.
Ama alimler bozulunca, toplum da bozulur. Çünkü onlar insanları eğitiyorlar, onlar insanları yönlendiriyorlar. Onlar hedefleri gösterecekler. Onu yapmadıkları zaman iş dünyaperest, zevkperest, menfaatperest kötü insanların aklına kalınca, "Ben nereden neyi, nasıl çalar çırparım, nasıl rüşvet alırım?" şekliyle işler gidecek duruma gelince, tabii o zaman toplum bozuluyor.
Önce alimler bozulur, ondan sonra kıyamet kopar. Hadis-i şeriflerde böyle bildiriliyor. Allah-u Teàlâ Hazretleri alimleri alır, geriye cahil insanlar kalır. Sonra kendilerine bir şey sorulduğu zaman da, yalan yanlış cevaplar verirler. Kendileri de sapıtırlar, dalâlete düşerler. Kendilerine soru soranları da dalâlete düşürürler. Onlar insanların en kötüleridir. İşte onlardan sonra, böyle o sapıtan kavimlerin başına kabak patlar. Belâlar, musibetler yağar.
Allah-u Teàlâ Hazretleri ilim bakımından bizleri yükseltsin, sizleri yükseltsin... Evlâtlarınızı alim yetiştirmeye çok gayret edin!..
Ben bana soran bütün kardeşlerime, önce ilmi yolunu tavsiye ediyorum. "İlimde ilerlemesi, yükselmesi mümkünse, ilerlemeye, yükselmeye çalışsın! Doktora yapsın, doçent olsun, profesör olsun, alim olsun... Zamanında, alanında, kendisinin dalında, çalıştığı dalda bir tane olsun, yegâne olsun. Dünyanın her yerinden kendisine soru sorsunlar, bilgi öğrenmeye çalışsınlar. Öyle yetiştirsin, öyle olsun!" diye gayret ediyorum, teşvik ediyorum, tavsiye ediyorum bana soran kardeşlerime... "Doktora yapın, üniversiteye girin, doçent, profesör olun, kendi alanınızda..." diyorum.
Arkadaşlara şaka yapıyorum. Bu tabii öyle el sanatı gibi kolay bir şey değil ama; "Oturun kafanızı yorun, kendi sahanızda bir şey icad edin!" diyorum. Bir de lâtife yapıyorum; "Benim de zamanım olsa, ben oturacağım bir şey icad edeceğim!" diye. Gülüyorlar tabii.
Tabii insanın her yönden hünerli olması, elinin hünerli olması iyidir. Kafasını, aklını, mantığını, muhakemesini güzel kullanırsa yeni şeyler bulunabilir.
Biliyorsunuz, duymuşsunuzdur yâni bu çengelli iğne şöyle kıvrılıyor, şuraya takıldıktan sonra şu tarafında takılıyor, tutuyor. Bu bir telin kıvrılması, ucuna bir şey eklenmesi, basit bir şey... Bunu Amerika'da ilk defa bulan, yapan adam zengin olmuş... Yâni bir uzun teli iki defa kıvırıyor. Bir ucunu sivri yapıyor, batacak gibi... Öteki ucuna da, onu geçireceği bir yer takıştırıyor, bunu kaynatıyor. Al sana bir çengelli iğne... Toplu iğne; o da başarı. İğnenin fırt diye öbür tarafa gitmesi diye arkası topuzlu...
Şimdi burda bizim camimizin tamirleri, yeni aldığımız caminin mihrabı yapılacak, minberi yapılacak, orası kesilecek, burası biçilecek... Buradaki inşaatla ilgili büyük mağazalara gidiyorum. O demirlerin, o vidaların çeşitlerine, o çivilerin çeşitlerine, o tahtaların çeşitlerine hayret ediyorum, hayran kalıyorum. Ne kadar teferruatlı, ne kadar ince, ne kadar geliştirmişler kendi dallarında işleri... Hangi dalda incelerseniz, hayran kalıyorsunuz.
Bir boya tutturalım dedik, katalogdan bir boyayı bulduk:
"-- Şundan bir kutu istiyoruz."
"--Yok, bu böyle olmaz!" dediler.
"-- Nasıl olacak?"
"-- İstediğini söyle?..."
Söyledik. Ondan sonra gittiler bir boyayı aldılar. Orada gözümüzün önünde kitabı açtılar, şundan şu kadar gram, bundan bu kadar gram... Önlerindeki kapta kattılar. Bir çevirme makinesine soktular, çevirdiler. Verdiler bize tam o renk. Yâni o tonu tutturdular. Yâni her şey bu kadar ince olmuş.
Geze geze ayaklarınız yoruluyor. Onların sergilendiği büyük mağazaları, gezdiğiniz zaman hayretler içinde kalıyorsunuz. İşte çalıştıkları için, öyle ilerliyorlar.
Meselâ duvara çivi çakıyoruz; duvar alçıdan olduğu için çivi tutmuyor, levha düşüyor. Ne yapmak lâzım?.. "Kolayı var!" dediler. "Bir çeşit çiviler var. Deliği deliyorsunuz. Ondan sonra vidaladığın zaman arka tarafı şişiyor, çekiliyor ve alçıyı tutuyor. O alçı duvarda sapasağlam duruyor..." İşte basit bir şey. Ama bilmeyen bilmiyor. Bazı arkadaşlara gidiyorum, bakıyorum; duvardaki levhaları kopmuş, yerde. Yâni o çiviyi, o vidayı bilmedikleri için, onu yapamıyorlar.
Onun için, ilimde çalışmak lâzım; bir... Ama alimlerin de ilmi hayra kullanması lâzım; iki... Yâni şerre kullanmaması lâzım! Hele hele din alimlerinin, din nâmına, Allah rızası için ellerini vicdanlarına koyup; "Kur'an-ı Kerim şöyle buyuruyor, hadis-i şerifte böyle buyruluyor." diye hakkı söylemesi lâzım, haktan ayrılmaması lâzım. Allah'ın gazabına uğrayacak, ahirette ceza çekecek yamukluklar yapmaması lâzım! Dünya metaı için, mevkii, makamı için ahiretini satmaması lâzım!..
c. Yöneticilerin Vay Haline!..
Üçüncü hadis-i şerif. Üç hadis okuyarak sohbetimi tamamlayım diye, bir üçüncü hadis-i şerif daha ekleyelim. Peygamber Efendimiz SAS bu hadis-i şerifinde de buyurmuş ki:
RE. 461/4 (Veylün lil-vâlî miner-raiyyeti illâ vâliyen yehtuhüm min verâihim bin-nasìhah)
Diyor ki Peygamber SAS Efendimiz:
"Vay o valiye... Raiyyetten dolayı, tebadan dolayı, yönettiği insanlardan dolayı, vay o valinin başına geleceklere!.. (İllâ vâliyen) Ancak şu vali müstesnâ..."
Raiyyetinden dolayı, idare ettiği insanlardan dolayı, ahirette vay valinin başına geleceklere. Başı çok derde girecek, şiddetli azaba, cezaya uğrayacak. (İllâ vâliyen) Şu valiler müstesnâ ki; (yehûtuhüm min verâihim bin-nasìhah) samimiyetle, içtenlikle, hayırhahlıkla, iyiliklerini isteyerek onları şöyle arkalarından, haberleri olmadan, ihtiyatlı ihtiyatlı, tehlikelerden koruyup himaye eden valiler, güzel hizmet eden valiler müstesnâ..."
Demek ki, vazifesini güzel yaptı mı kurtuluyor, hatta mükâfatları alıyor. Vazifesini güzel yapmadığı zaman, mevkiinin, makamının gerektirdiği çalışmaları yapmadığı zaman, ahirette Cenâb-ı Hakk'ın kahrına, gazabına uğrayacak duruma düşebiliyor. Herkes böyle...
Peygamber Efendimiz'in meşhur hadis-i şerifini hemen hatırladık. Tabii siz de hatırlamışsınızdır:
RE. 343/1 (Küllüküm râin ve küllüküm mes'ûlün an raiyyetihî) "Hepiniz çobansınız; hepiniz çobanlık ettiği sürünün korunmasından sorumlusunuz." buyuruyor.
Meselâ, aile reisi çocuklarından sorumlu... Hanım da evin eşyasından, kocasının namusundan; işe gittiği zaman arkasında emanet bıraktığı şeylerden sorumlu... Yâni herkes sorumlu.
Bunu sadece, bir kimseye bir şey söylemek için söylemiyoruz. Ama yöneticilerin sorumlulukları daha fazladır. Çünkü, mevkileri daha yüksektir. Çünkü, ihmalkârlıkları sadece kendilerine zarar vermez, çok büyük topluluklara zarar verir. Onun için, onların cezaları da daha büyük oluyor.
O bakımdan, sahabe-i kiram göreve çağırıldığı halde reddetmişlerdir; "Ben almayayım, kusura bakmayın, kabul etmeyeyim, affedin, bağışlayın!" demişlerdir. Çok ısrar edince, görevi almışlardır. Böyle görevi almaya atılmamışlardır. Çünkü yapılmayınca vebali, cezası çok fazla oluyor.
Allah-u Teàlâ Hazretleri, hepimize gerçekleri gün gibi görmeyi nasib etsin... Pırıl pırıl, doğru ve güzel olan şeyleri yapmaya cümlemizi muvaffak eylesin... Her türlü yanlışlıklardan, kötülüklerden, onları işlemekten, onlara bulaşmaktan, hepinizi, hepimizi korusun... Hepimizi hayırlı bir ömür sürmeye muvaffak eylesin... Ümmet-i Muhammed'e faideli olmayı nasib etsin...
Kur'an-ı Kerim'e tam mânâsıyla uyup, Peygamber Efendimiz'in sünneti yolunda yürüyüp, sünnet-i seniyyeyi ihyâ eyleyip, şehid sevapları kazanmayı nasib eylesin... Huzuruna yüzü ak, alnı açık varalım...
Rabbimiz bize lütfeylesin, rahmeylesin, cümlemizi cennetiyle, cemâliyle müşerref eylesin... Cumalarınız mübarek olsun... Allah nice cumalara sağlık ve afiyetle cümlenizi eriştirsin, aziz ve sevgili izleyiciler ve dinleyiciler!..
Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtuhû!..
04. 08. 2000 - AVUSTRALYA