07 TEMMUZ 2000 AKRA CUMA SOHBETİ

Prof. Dr. M. Es'ad COŞAN

Hazırlayan: ERKAYALAR

-----------------------

MÜSLÜMANA DÜŞMANLIK ETMEK

Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..

Aziz ve sevgili izleyiciler ve dinleyiciler! Allah'ın selamı, rahmeti, bereketi üzerinize olsun... Cumanız mübarek olsun...

Allah-u Teàlâ Hazretleri cuma gününün güzelliklerinden, nimetlerinden, rahmetlerinden, lütuflarından, ecir ve sevaplarından sizleri de hissemend ve hissedar eylesin...

a. Şer'î Cezâyı Engellemek

Peygamber SAS Efendimizin hadis-i şeriflerinden, kur'a ile açtığımız bir sayfadan birinci hadis-i şerifi okuyarak mealini vermeye geçelim:

RE. 181/9 (Eyyümâ racülin hàlet şefâatühû dûne haddin min hudûdillâh, lem yezel fî sahatillâhi hattâ yenzia. Ve eyyümâ racülin şedde gadaben alâ müslimin fî husmetin lâ ilme lehû bihâ, fekad ànedallàha hakkahû ve harise alâ sahatihî, ve aleyhi la'netullahit-tâbiati ilâ yevmil-kıyâmeh. Ve eyyümâ racülin eşâa alâ raculin müslimin bikelimetin ve hüve minhâ berîün yeşînühü bihâ fid-dünyâ, kâne hakkan alellàhi teàlâ en yüdniyehu fin-nâri hattâ ye'tiye biinfâdin mâ kàl.)

Taberânî Ebüd-Derdâ RA'den rivayet eylemiş ki, Peygamber SAS şöyle buyuruyorlar:

(Eyyümâ racülin hàlet şefâatühû dûne haddin min hudûdillâh, lem yezel fî sahatillâhi hattâ yenzia.) Birinci cümle bu. Her bir adam ki diyor ama, kadın olsun erkek olsun, cinsiyet önemli değil, kişi mânâsına; Allah-u âlem. "Her bir kişi ki, (hàlet şefaatühü dûne haddin min hudûdillâh) Allah'ın dininin ahkâmından dolayı bir kimse cezaya uğramış, ona hadd-i şer'i terettüb etmiş, şeriatin emrettiği ceza verilecek. Bunun engellenmesi için, Allah'ın hükmünden doğan cezanın yapılması önüne şefaatini koyarsa; (lem yezel fi sahatillâhi hattâ yenzia) bu işten kendisini geri çekinceye kadar Cenâb-ı Hakk'ın kızgınlığına, gazabına maruz olur. Kızgınlığında olur, kahrı, gazabı içerisinde olur."

Şimdi açıklayalım: İnsanlar kurallara göre yaşayacaklar. Bu kuralları Allah-u Teàlâ Hazretleri dininde, kitabında peygamberiyle bildirmişse dînî kurallar oluyor, onlara uymak gerekiyor. İnsanlar da kendileri kurdukları toplumlarda kanunlar, kurallar koymuşlardır. O toplumdaki yöneticiler de, onlara uyulmasını ister.

Bu kuralların uygulanması bir takım müeyyideler ile, yâni zorlayıcı etkenler ile sağlanmaya çalışılır. "Bu kurallara uymayan şu kadar para cezası yer, şu kadar hapis cezası yer... Şu haklarından mahrum olur, bu haklarından mahrum olur... " gibi. Bunlara cezalar diyoruz. Hukuk fakültelerinde ceza hukuku diye, uzun uzun öğretilir bunlar.

Allah'ın cezalarından bir cezanın, hadlerinden bir haddin önüne, kendi şefaatini bir kişi koyarsa yâni; "Bu ceza uygulanmasın bu adama, ne olur..." diye şefaat etmeye kalkıyor suçluya, cezayı yemiş olan kimseye. Şefaatini bu işin yapılmasının önüne koyarsa, yâni engel olursa, arabanın tekerine taş koymak gibi; Cenâb-ı Hak'ın gazabında olur bu şefaatinde ısrar ettiği müddetçe...

"Yâhu bu benim tanıdığımdır, ahbabımdır, bu şöyledir, böyledir" diyor ve hukukî cezanın uygulanmasını, Allah'ın hükmünün uygulanmasını şefaatiyle atlattırmak, geçiştirmek, yaptırtmamak, ugulattırtmamak istiyor. Tabii bu Allah'ın hükmüne karşı olduğundan, Cenâb-ı Hak kızar.

(Fî sahatillâhi) Sahat, sin-hı-tı harfleriyle kızgınlık demek. Allah'ın kızgınlığına muhatap olur. Kızgınlığı dairesinde olur, kızgınlığı altında, içinde olur. (Hattâ yenzia) Kendisini bu yanlış tutumdan geri çekinceye kadar, Cenâb-ı Hak ona kızar. Hukuk önemlidir. Haklar ve kurallar önemlidir. Tabii burada bahis konusu olan, Cenâb-ı Hakk'ın dininin kuralları oluyor.

İnsanlar da kurallar koyarlar. İnsan toplumları kurallar koyar. En ilkel kabilelerden, en gelişmiş ülkelere kadar, her toplumun kuralı vardır. İsviçre medenî hukuku, Alman hukuku, Amerikan hukuku... Birbirinden de farklıdır. Çünkü insanlar toplanıyorlar, "Şu şöyle olsun, bu böyle olsun..." diye kararlaştırıyorlar.

Her toplumda kanun vardır, ama her kanun âdil değildir. Kanun devletidir ama, hukuk devleti değildir. Yâni haklara riayet eden kanunlar yok, hakları çiğneyen kanunlar var. Şöyle yapan şöyle olur, böyle yapan böyle olur. Ama kurallar isabetsiz, yanlış konmuş. Bunu da bilmek lâzım.

Elli kişi, yüz kişi toplanıyor. Amerikan kanunu başka oluyor, Alman kanunu başka oluyor, Fransız kanunu başka oluyor... Rus kanunu başka oluyor, Çin kanunu başka oluyor. Bakıyorsunuz olmayacak bir sebepten adamı öldürüyor. Olamaz! Yâni insan bundan dolayı öldürülmez meselâ. Cezaların da suçla mütenasib olması lâzım, orantılı olması lâzım.

Bir suçun büyüklüğünün de, tarafsız tesbiti zordur. Tam ölçeğin ölçülmesi zordur. Ama şu da muhakkakdır ki, bazı zâlim hükümdarlar da zâlim kanunlar çıkartırlar, zâlim vergiler koyarlar; milleti inim inim inletirler. Bazıları da adaletlidir.

Burada tabii Allah'ın hadd-i şer'ileri söz konusu. Hudûd-u şer'iyye deniliyor buna. Buradaki hudud, sınır mânâsına değil. Tabii sınır kavramından çıkmış ama, Cenâb-ı Hak'ın yasakları ve o yasakların çiğnenmesinden doğan cezalar mânâsına.

Bu Allah'ın cezalarından bir cezanın yapılmaması için şefaat etmeye kalkan kimse, şefaati bu uygulamanın önünü kesen bir kimse, dâimâ Cenâb-ı Hakk'ın gazabı içerisinde olur, gazabı dairesinde, gazabı altında olur; bu işten vazgeçinceye kadar...

Demek ki haksız şefaatler yapılmayacak. Cenâb-ı Hak'ın ahkâmına, emrine aykırı ukalâlıklar yapmayacak kullar. Cenâb-ı Hakk'ın buyruğunu tutacak.

b. Müslümana Düşmanlık Etmek

(Ve eyyümâ racülin şedde gadaben alâ müslimin fî husmetin lâ ilme lehû bihâ, fekad ànedallàha hakkahû ve harise alâ sahatihî, ve aleyhi la'netullahit-tâbiati ilâ yevmil-kıyâmeh.) İkinci bir hususu beyana geçiyor Peygamber SAS Efendimiz:

"Her bir adam ki, her bir kişi ki, (şedde gadaban alâ müslimin) bir müslümana kinde, gazaplanmada şiddetlendi. (Fî husmetin) Bir konudaki farklı düşünmeden, husûmetten, düşmanlıktan, muhaliflikten dolayı şiddetlendi. (Lâ ilme lehû bihâ) Ama o konuyu, tam da iyi bilmiyor. Bilmediği bir konuda farklı düşündüğü için, bir müslümana karşı şiddetli bir gazap gösteren kişi, (fekad ànedallàh) Allah'la inat etmiş olur, inatlaşmış olur." Subhânallàh... Tabii bu çok kötü bir şey.

(Ve harise alâ sahatihî) "Ve Cenâb-ı Hak'ın gazabı kendisine gelsin diye, Allah'ın gazabını çekmek konusunda sanki gayret göstermiş olur, hırs beslemiş olur, çanak tutmuş olur bu kötü davranıştan dolayı... Nedir bu kötü davranışı?.. Bilmediği bir konuda bir müslümana şiddetle gazap ediyor. Halbuki mesele onun düşündüğü gibi değil, başka bir şey... Bu gazap ettiği kimse haklı ama, bu bilmediği için ona düşmanlık ediyor. O zaman Allah'la inatlaşmış olur. Çünkü bilmediği şeye burnunu sokup, yanlış düşündüğü için.

Ve Allah'la inatlaşmaktan ayrı, bir de Allah'ın cezasını çekmeğe, kızgınlığını çekmeğe çanak tutmuş olur. Sanki onu arzuluyormuş gibi olur. "Arı kovanına çomak sokmak." dedikleri gibi, kışkırtma gibi, kaşınma gibi... Hani, "Adam kaşındı."derler, kendisi istemiş olur.

(Ve aleyhi la'netullàhit-tâbiati ilâ yevmil-kıyâmeh.) "Ona tâbî olan Allah'ın lâneti, kıyamete kadar devam eder. Allah'ın lâneti sürüp gider ona karşı..."

Demek ki bir konuyu iyi bilecek. Bilmediği konuda da, öyle ona buna düşmanlık etmeyecek. Ben bunları, toplumla ilgili çalışmalarımız olduğu için çok gördüm, çok muhatap oldum. Çok acaib şeylere tesadüf ettim. Böyle şeyler oluyor. Bilmiyor, uzaktan uzağa tenkid ediyor, gıybet ediyor, dedikodu yapıyor, yıkıcılık yapıyor. Halbuki mesele hiç de onun dediği gibi değil... Ah bir gelse, işin iç yüzünü bir sorsa da anlatsak; o zaman, ne kadar yanlış yaptığını anlayacak.

(Ve eyyü mâ racülin) "Herhangi bir adam ki, (eşâa alâ raculin müslimin) bir müslüman kimsenin aleyhine yayıyor, (bikelimetin ve hüve minhâ berîün) bazı iftiralar, bazı yanlış sözler yayıyor, halbuki o müslümanda bu kusurlar yok. O bu suçlamalardan uzak, temiz, pak..."

Bunu niye yapıyor bu müslümana, niye böyle aleyhinde sözler yayıyor?.. (Yeşinuhû bihâ fid-dünyâ) "Dünyada onu karalamak için, lekelemek için yapıyor. (Kâne hakkan alellâhi teàlâ) Allah-u Teàlâ Hazretleri üzerine hak olur, (en yüdniyehû fin-nâr) onu cehenneme yaklaştırmak... (Hattâ ye'tiye biinfâdi mâ kàle.) Söylediği şeyin aslı olmadığını itiraf edinceye kadar, cehenneme yaklaştırıp azaba tâbi tutmak, Allah üzerine hak olur." buyuruyor.

Demek ki bu hadis-i şeriften çıkan şu üç konu var:

1. Şeriatin, Allah'ın kanunlarının, emirlerinin cezalandırdığı bir kimsenin cezası kaldırılsın diye, suçlu bir kimsenin cezası kaldırılsın diye araya girmek doğru değil. Çünkü Allah kızıyor. Böyle merhametlerden maraz olur.

Hırsıza acırsın, rüşvetçiye acırsın, hayduta acırsın... Ondan sonra toplum bozulur. Toplumun düzeni bozulur, kötüler hakim olur, cesaret alır. İyiler mağdur olur. Toplum yıkılır gider.

Haksız kimse lehine şefaatte, aracılıkta, ricacılıkta bulunulmayacak.

2. İkincisi; herhangi bir müslümana bilmediği bir konuda şiddetle gazap etmeyecek. Çünkü aslında o müslüman o suça sahip değil ama, bu yanlış biliyor. Uzaktan yanlış biliyor, yanılabilir. Pek çok kimse kendi fikirlerini doğru sanır, ama yanılabilir. Yanıldığını çok geç anlar.

Bazen hakimler yanılıyor, adlî hata deniliyor. Ama adam idam edilmiş oluyor, iş işten geçmiş oluyor, hiç bir suçu olmadığı anlaşılıyor.

Bazen gazeteler birilerini suçluyorlar, suçluyor, suçluyorlar, suçluyorlar. Halkın nazarında batırıyorlar, çıkarıyorlar... Ondan sonra o işi onun yapmadığı, başkasının yaptığı anlaşılıyor. Yüzleri kızarmıyor bile o suçlayanların... İşte onların cezalarının ne olduğunu burada görüyoruz.

3. Üçüncüsü de; bir kimseyi lekelemek, onun aleyhine sözler yaymak... Bu da dünyada onu lekelemek için, kadrini tenzil etmek, indirmek için, itibarını kırmak için yapılıyor aleyhine ama; aslında öyle bir suçlu durum, haksız vasıf onda yok... O zaman Allah-u Teàlâ Hazretleri onu cehenneme yaklaştırır, yaklaştırır. "Söylediğim şeyler onda yok!" deyinceye kadar, nedâmet duyup vazgeçinceye kadar cehenneme yaklaştırır." diye bildiriyor Peygamber Efendimiz SAS.

Bunlar önemli şeyler. Yâni bir müslümana haksız suçlamada bulunmak, bir müslümanın şanını, namusunu, itibarını lekeleyecek lâflar yaymak, bir suçluyu da korumağa kalkışmak; bunlar kötü şeyler...

Bakın İslâm ne kadar asil, ne kadar hukuka saygılı, ne kadar toplum lehine düşünüyor. Hukuk hatalarını, hukuktaki hastalıkları ne kadar güzel tesbit etmiş... Peygamber SAS Efendimiz, asırlar önce, çok yüzyıllar önce yaşamış olmasına rağmen, ne kadar yüksek fikirler öğretmiş, ne güzel terbiye etmiş... Peygamberliğini ne güzel yapmış, vazifesini ne güzel îfâ eylemiş... Ümmet-i Muhammed'i haklara riayet eden, ne kadar olgun insanlar olarak yetiştirmiş.

c. Allah Yolunda Cihad

Diğer hadis-i şerif. Bu da uzunca bir hadis-i şerif. Yine aynı minval üzere aynı şekilde başlıyor:

RE. 182/2 (Eyyümâ müslimin ramâ bisehmin fî sebîlillâh, febeleğa muhtıen ev musîben, felehû minel-ecri kerakabetin a'tekahâ min vüldi ismâîl. Ve eyyümâ racülin şâbe fî sebîlillâhi fehüve lehû nûrun. Ve eyyümâ racülin a'taka racülen müslimen, feküllü udvin minel-mu'taki biudvin minel-mu'tikı fidâun lehû minen-nâr. Ve eyyümâ raculin kàme ve hüve yürîdüs-salâte feefdal-vude ilâ emâkinihî, selime min külli zenbin ve hatîetin hiye lehû, fein kàme iles-salâti refeahullàhu bihâ dereceten, ve in rakade rakade sâlimâ.)

Bu da müjdeli... Hadis-i şerifteki sayılan hususlar müjdeli, sevindirici; çünkü onları yapmaya çalışıyoruz. Ümitlendirici cümleler. Buyuruyor ki Peygamber Efendimiz:

(Eyyümâ müslimin ramâ bisehmin fî sebîlillâh) "Herhangi bir müslüman ki, Allah yolunda bir ok attıysa; (febeleğa muhtıen ev musîben) ya hedefine isabet etmedi, kaydı, ya da isabet etti. İster isabet etsin, isterse etmesin. (Felehû minel-ecri kerakabetin a'tekahâ min vüldi ismâìl) O bir ok için, İsmâil AS'ın mübarek, asil evlâtlarından birisi esir düşmüş de, onu esaretten kurtarıp azad etmiş gibi bir sevap verir Allah."

Yâni savaşta bir ok, isterse isabet etmesin; ille karşı tarafa isabet etme şartı da istenmiyor. İsabet etmese de bu sevabı alır, etse de bu sevabı alır.

(Min vüldi ismâìl), "İsmâil AS'ın evlâdı" demek. Bu (min veledi ismâìl) de okunabilir. İsmâil AS, Araplar'ın en şerefli ataları, ailesi. Onun evlâdından olunca, ailenin şerefine göre köleyi azad etmek için, esiri kurtarmak için, fidye vermek için miktar tabii çoğalır. Yâni en kıymetli esirler demek istiyor.

Demek ki Allah yolunda savaşmak, silah atmak önemli.

--E hocam, şimdi ok kullanmıyoruz?..

Evet, doğru. Şimdi ok kullanmıyoruz, kurşun kullanıyoruz, mermi kullanıyoruz, top kullanıyoruz, füze kullanıyoruz. Yine onları kullananlar, --Allahu a'lem-- o sevapları alırlar. Çünkü durum aynı.

(Ve eyyümâ racülin şâbe fî sebîlillâh, fehüve lehû nûrun) "Herhangi bir müslüman ki Allah yolunda saçı sakalı ağardı. Yâni bir müslüman, Allah yolunda saçı sakalı ağarmış da ihtiyarlamışsa, ömrü Allah yolunda geçmişse; (fehüve lehû nûrun) bu ihtiyarlığı onun için makbul bir nurdur. O nurlu bir kimsedir, nûrâni bir kimsedir, Allah'ın sevgili, mübarek bir kuludur."

(Ve eyyümâ racülin a'taka racülen müslimen) "Herhangi bir kimse ki, müslüman bir köleyi azad etti ise, (feküllü udvin minel-mu'teki biudvin minel-mu'tikı) azad edilen kölenin her bir uzvu mukabilinde, (fidâun lehû minen-nâr) azad eden kimsenin o uzvu, cehennemden azad olur. Onun yerine fidye yerine geçer. Bu kölenin her uzvuna karşılık, köleyi azad eden kimsenin her uzvu cehennemden fidye ile kurtmuş olur. Yâni köle azad eden kimse cehenneme girmez."

(Ve eyyümâ raculin kàme ve hüve yürîdüs-salâh) "Herhangi bir adam ki namaz kılmak niyet ederek, arzu ederek kalktıysa; (feefdal-vuda ilâ emâkinihî) ve abdest suyunu abdest azalarına döktü ve güzelce her tarafını, yüzünü, ellerini, ayaklarını yıkadıysa; başına, boynuna meshettiyse; (selime min külli zenbin ve hatìetin hiye lehû) işlemiş olduğu, kendisinin hatası olan her hatadan, her günahtan selâmet bulur, işlediği günahlardan kurtulur. (Fein kàme iles-salâh) Bir de, bu abdest almanın arkasından namaza kalkarsa; (refeahullàhu bihâ dereceten) namaz kıldı diye, Allah onu derece itibariyle yükseltir."

Zaten abdest aldı, günahları affoldu. Günahları affolunca ne kalıyor?.. Derece yükselmesi. Namaz kılınca da derecesi yükselir.

(Ve in rakade) Rakade, uyumak demek. (Ve hüm rukd) diye Kehf sûresinde de geçiyor. Râkıd uyku uyuyan demek, rukd onun çoğulu oluyor. "Eğer yatağa yatıp uyursa, (rakade sâlimen) her türlü günahtan salim olarak, kurtulmuş olarak, tertemiz olarak uyur."

Ne kadar güzel! Allah bizi, evlâtlarımızı, eşlerimizi, sevdiklerimizi ibadetlerinde dâim eylesin... Namazlı, niyazlı, abdestli, oruçlu, böyle iyi kullar eylesin...

Tabii cihad, cihad da çok önemli. Ve İslâm'da saçın sakalın ağarması...

Tabii bu saç ve sakal ağarınca, bazıları sakalını bıyığını boyar. Bazıları da "Ay, bu ihtiyarlık alameti!.. Ben gencim daha, bu nerden çıktı?" diye beyaz kıllarını kopartırlar.

Halbuki hadis-i şerifte:

RE. 182/7 (Eyyümâ racülin netefe şa'raten beydàen mu'temiden sàret rümhan yevmel-kıyâmeti yut'anü bihî.) [Herhangi bir kimse ki, ihtiyarlığını saklamak için beyaz kıllarını yolar; bu kıllar kıyamet gününde süngü olur ve ona batırılır.] diye bildiriliyor. Yâni kıllarını koparmayacak.

Bazı insanları görüyoruz, bazı geçmiş ihvanımızı, amcaları hatırlıyoruz; bembeyaz sakallı, ibrişim gibi. Hocamız da çok imrenirdi, böyle bazı tertemiz, sakalı ağarmış kimseleri görünce... Hakîkaten güzel oluyor.

İşte bu, böyle İslâm'da yaşaya yaşaya, İslâmî ibadetleri yapa yapa tamâmen nûrânîleşmek... Allah hepimize onu nasib etsin...

d. Yöneticinin Yumuşak Davranması

Üçüncü hadis-i şerif:

RE. 182/5 (Eyyümâ vâlin veliye felâne ve rafeka rafekallàhu bihî yevmel-kıyâmeh)

Hazret-i Aişe-i Sıddıka validemizden. Bu hadis-i şerifi o nakletmiş. Peygamber SAS Efendimiz'den işitmiş, bize bildirimiş, rivayet eylemiş:

(Eyyümâ vâlin) "Herhangi bir vali ki, (veliye) valilik yaptı, bir işin başına geldi..." Burada vali, ille vilayetin başına geçen kimse demek değildir Arapça'da. Yâni ilçenin başına da geçse, herhangi bir idarenin başına da geçse ona vâli derler. Yâni veliyyi emr, işi yüklenmiş kişî mânâsına Arapça'da bu.

"Herhangi bir görevli. Resmî, idârî görevli bir görevi yüklendi..." Ya komutan oldu, ya vali oldu, ya kaymakam oldu, ya genel müdür oldu, ya şu oldu, ya bu oldu diyelim. Hepsine şâmildir bu. Yoksa ille bir eyalet olacak, vilayet olacak, onun başında vali olacak; belediye başkanı olursa olmaz gibi bir şey yok yâni. Bütün başkanlar, yöneticiler bu kelimenin altına geliyor, giriyor. Bu kelime onların hepsini kapsıyor, ifade ediyor.

"Bir kişi böyle bir görevle görevlenmişse..." (felâne) Burdaki fe kelimenin aslındandeğil. Lâne leyyin olmak, yâni yumuşak davranmak demektir: "Bu yönetici, idareci, başkan yumuşak davranıyorsa; (ve rafeka) ve rıfk ile muamele ediyorsa... Tatlı davranıyor, yumuşak davranıyor, muhataplarını hoş tutarak davranıyor, yönetimini güzel yapıyor. (Rafekallàhu bihî yevmel-kıyameti) Allah-u Teàlâ Hazretleri de kıyamet gününde ona rıfk ile, yumuşaklıkla, tatlılıkla muamele eder. Yâni onu mükâfatlandırır ve taltif eder."

Allah-u Teàlâ Hazretleri eğer idareciysek, bize böyle rıfk ile, sevgi ile, halkı severek ona hizmet etmeyi, görevi öyle yapmayı nasib etsin... Bütün islâm ülkelerine de, böyle hayırlı idareciler ihsân eylesin...

Allah hepinizden razı olsun...

Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû, aziz ve sevgili izleyiciler ve dinleyiciler!..

07. 07. 2000 - AVUSTRALYA