7 Ocak 2000 AKRA FM CUMA SOHBETİ

Prof. Dr. Mahmud Es'ad COŞAN

İBADETİN TAM OLMASI

Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..

Aziz ve sevgili kardeşlerim! Değerli Ak-Televizyon izleyicileri ve Ak-Radyo dinleyicileri! Allah'ın selâmı, rahmeti, bereketi üzerinize olsun...

Ramazanın son gününe geldik. Cenâb-ı Hak bizleri de bu güzel ayın kadr u kıymetini bilip, sevapları çok olanlardan, kazananlardan eylesin... Aciz, nâçiz, eksikli, kusurlu, hatalı ibadetlerimizin hatasına, kusuruna, eksiğine nazar buyurmayıp, tam hattâ etem, yâni en tam şekilde kabul eylesin... Bizi nice nice mübarek günlere, Ramazanlara sağlıkla, afiyetle eriştirsin... Rahmetine mazhar eylesin... Dünyada ahirette sizleri, bizleri bahtiyar eylesin...

İ'tikâfa giren kardeşlerimizin o güzel ibadetlerini kabul eylesin... Kalblerini pürnur eylesin, feyizlerini çok eylesin... Bayrama maddeten ve mânen kârlı, sevaplı, ecirli, tertemiz çıkmayı nasîb eylesin... Her iki yönden de, tam mânâsıyla bayram nasîb eylesin...

Dünyanın üzerindeki mağdur, mazlum, mahzun müslüman kardeşlerimizi de kederlerden, üzüntülerden, dertlerden kurtarsın... Hastalarımıza şifâ, dertlilerimize devalar ihsân eylesin... Geçmişlerimize rahmeylesin, kabirlerini pürnur eylesin...

Tabii, bu ibadetleri güzel yapabilmek çok zor. Hattâ Cenâb-ı Hakk'ın dergâhına lâyık ibadeti yapmağa hiç kimsenin gücü yetmez diyebiliriz. Şeyh Sa'dî Gülistan'ın başında güzel ifadeleriyle beyan ediyor:

Ver ne sezâvâr hudâvendiest
Kes ne tevâned ki be-cây âvered

Yâni eksiğimizle, kusurumuzla, hatalı şey yaptığımızı itiraf ederek, tevazuu takınmamız lâzım geldiğini hatırlatıyor. "Yoksa, Cenâb-ı Hakk'ın dergâhına lâyık ameli kimse yapamaz!" diyor.

Tabii doğru bir düşüncedir. Eksiğimiz, kusurumuz çoktur. Allah-u Teàlâ Hazretleri eksiğimize kusurumuza nazar eylemesin... Namazlarımıza, teravihlerimize, oruçlarımıza, Kur'an kıraatlerimize, zikirlerimize fazl u keremiyle çok büyük sevaplar ihsân eylesin...

Bir geceye bir ömür bereketi verdiği gibi, ihlâs ile bir Lâ ilâhe illallah diyeni cennetine sokacağını vaad ettiği gibi, bizim de bu az ibadetlerimizi, onun çok çok rahmetine, engin rahmetine ermeye vesîle eylesin...

a. İbadetin Tam veya Eksik Olması

Ebül-Yüsr Hazretleri'nden Hanbelî mezhebinin müctehidi, büyük alim, aynı zamanda büyük hadis bilgini Ahmed ibn-i Hanbel (Rh.A) kitabına almış ki, Peygamber Efendimiz bir hadis-i şerifinde şöyle buyuruyor:

RE. 450/2 (Minküm men yusallis-salâte kâmileten) "Sizden öyleleri vardır ki, namazı kâmil olarak, tamı tamına, dört dörtlük kılar." Yâni beşerin aczi, tâkatinin sınırlılığı belli; içinizden bazıları namazı emrolunduğu üzere, Cenâb-ı Hakk'ın razı olduğu şekilde tam kılar. Ama herkes böyle tam kılamaz. (Ve minküm men yusallin-nısf) "Sizden bazıları vardır, yarım kılar." Yâni tam değil, yarısı zâyî olur. (Ves-sülüs) "Kimisi üçte bir kılar. (Ver-rubu') Kimisi dörtte bir kılar." Dörtte bir, yüzde yirmibeş demek. (Hattâ belağal-uşr.) "Kimisi yüzde on kılar." Yâni yüz yapılacak şeyi, yüz yerine on yapıyor. Tam not yüz, on alıyor. Tabii çok az bir şey.

Namaz böyle olduğu gibi oruç da böyledir, diğer ibadetler de böyledir. Bu neden oluyor?.. İnsanların ibadetlerinin kabulünün böyle farklı olması, ibadeti ifasının tam veya yarım, veya çok zayıf olması nedendir?.. İrfanlarındandır. Yâni ariflik derecelerinin az veya çok olmasıyla alâkalı bir şeydir. Şuuru tamsa, kalbi sâfî ise, ihlâsı bütün ise, kendini ibadete tam veriyorsa, gönlünü dağıtmıyorsa, aklını başka yerlere kaydırmıyorsa, huşû ile kılıyorsa, takvâlı ise; o zaman tam alır.

Ama namazda aklına başka şeyler getirirse, aklını başka şeylerle meşgul ederse, çevresine bakarsa; o zaman az olur. Veyahut takvâ ile kılmazsa, huşû ile kılmazsa, daha azalır.

Hattâ başka hadis-i şeriflerden biliyoruz ki, namaz insanı Allah'a yaklaştırır ama, bazı namaz vardır ki Allah'a yaklaştırmaz; kılış tarzının kötü olması ve kötü maksatla kılınması gibi durumlardan dolayı Allah'tan uzaklaştırır. Adam namaz kılar, Allah'tan uzaklaşır. Çünkü riya ile kılıyor, çünkü gösteriş için kılıyor, çünkü menfaat için kılıyor, çünkü çok kötü birtakım fikirler ve duygular taşıyor. Onun üzerine böyle Allah'tan uzaklaştırır.

Nice oruç tutan vardır, akşama aç ve susuz durmuştur; başka bir kâr, sevap, ecir eline geçmez. Nice geceleyin kalkıp namaz kılan vardır; kalktı, abdest aldı, kıldı ama, uykusuz kalmaktan başka eline bir şey geçmedi. Yâni kabul olmuyor.

Onun için muhterem kardeşlerim, iyi müslümanın, şuurlu müslümanın, dikkatli müslümanın ne yapması lâzım?.. "Yaptığım ibadetlerin makbul düşmesi için, Cenâb-ı Hakk'ın indinde kabule mazhar olması için nelere dikkat etmem lâzım?" diye bunu araştırması, soruşturması, mutlaka öğrenmesi lâzım!.. Çünkü akıntıya kürek, boşuna gayret olmasın, yerinde saymak olmasın, zayiat olmasın, kuma su dökmek gibi olmasın diye.

"Ben namaz kılıyorum, şu namazın makbul olması için neler lâzım?.. Oruç tutuyorum, orucun makbul olması için neler lâzım?.. Ramazana giriyoruz, çıkıyoruz neler lâzım?.." Bunları sormak lâzım!..

Bunları, yâni bir ibadetin makbul olması için neler gerektiğini, ben kitaplarımızda bahis konusu ettim. Eğer evinizde İhyâ-yı Ulûm varsa, ordaki "İbadetlerin Afetleri", yâni "İbadetlerin kabul olmamasının sebepleri nelerdir?" diye anlatan bölümlere bakarsanız, ordan da öğrenebilirsiniz. Etrafınızdaki arif, bilgin zâtlardan sorup, onlardan da öğrenebilirsiniz.

Aman boşuna zayiat olmasın, yazık olmasın, bir çuval incir berbat olmasın!.. Emekler heder olmasın, gayretler boşa gitmesin!.. Onun için çok dikkatli olmanızı dilerim. Bir de inşaallah Cenâb-ı Hak gayretlerimizi boşa çıkartmamıştır diye, Cenâb-ı Mevlâ'dan kusurlarımıza rağmen ibadetlerimizi kabul etmesini dilerim.

b. Allah'ın Kitabı, Sünnet ve Sahabe

Bu sayfada açılmış olan diğer bir hadis-i şerif, İbn-i Abbas RA'dan rivayet edilmiş:

RE. 450/7 (Mehmâ ûtîtüm min kitâbillâhi fel-amelü bihî --eyyü vâcibün-- lâ uzre liehadin fî terkihî. Fein lem yekün fî kitâbillâhi fesünnetin minnî mâdıyetün. Fein lem yekün sünnetün minnî mâdıyetün femâ kàle ashàb, inne ashàbî bimenziletin-nücûmü fis-semâi feeyyühâ ehaztüm bihî ihtedeytüm, vehtilâfü ashàbî leküm rahmetün)

Bu hadis-i şerif güzel konuları bize hatırlatıyor. Umûmî kuralları öğreneceğiz bu hadis-i şerifi dinleyince... Deylemî, Hatîb-i Bağdâdî, İbn-i Asâkir rivayet etmişler, çeşitli kaynaklarda var. Buyuruyor ki Peygamber Efendimiz:

(Mehmâ ûtîtüm min kitâbillâh) "Allah'ın kitabından size ne verilmişse, ne emrolunmuşsa, hüküm ne ise, ne buyrulmuşsa, o buyrulan şeyden geri durmak olmaz. (Fel-amelü bihî vâcibün) Onunla amel etmemiz şarttır. (Lâ uzre liehadin fî terkihî) Allah'ın kitabındaki emrini terketmek için, hiç kimsenin mâzereti kabul olmaz. Mâzeret yoktur, Allah'ın emridir, akar sular durur; Allah'ın emrini dinleyeceksiniz.

Türkiye'nin yüzde doksandokuzu müslüman... Evet, güzel. Dünyanın birbuçuk milyar insanı müslüman... Tamam. Bunun için ne yapması lâzım müslüman olanların?.. Allah'ın kitabını iyi öğrenmesi lâzım!..

Okuduğumuz sûreleri seviyoruz; Yâsin okuyoruz, İhlâs okuyoruz, Amme okuyoruz... Okuyorsunuz, mânâsını bilmiyorsunuz! Fâtiha'yı okuyor, mânâsını bilmiyor. Eğiliyor, "Sübhàne rabbiyel-azîm" diyor, "Rabbenâ ve lekel-hamd" diyor, namaz kılıyor, hiçbir kelimenin anlamını bilmiyor. Nasıl bilmeden bu işler yapılır, yıllar nasıl geçer? Niye öğrenmez Cenâb-ı Hakk'ın ifadesini bir müslüman?.. Şaşılacak bir şey... Ne kadar gayretsizlik, ne kadar gevşeklik, ne kadar ayıp!..

Allah hepimize utanma duygusu versin, hayâ duygusu versin... Yaptığımız eğrilikleri anlayıp, onlardan kurtulmayı nasîb eylesin... Çok ayıp; Allah'ın kitabını öğrenmemiz lâzım!..

(Fein lem yekün fî kitâbillâhi) "Eğer Allah'ın kitabında bir konuda bir bilgi, bir hüküm yer almamışsa, o zaman (fesünnetin minnî mâdıyetün) benden icrâ olunmuş bir sünnet, benim yapmış olduğum bir sünnet geçerlidir."

Yâni bir insan, iyi bir müslüman olarak önce Allah'ın kitabının ahkâmını öğrenecek ve onu uygulayacak. Bir şeyi yapıp yapmamak hususunda nasıl yapayım diye araştırırken, sorarken, istişare ederken, önce Allah'ın kitabına bakacak, "Orda o konuda bilgi var mı?" diye... Varsa, onu yapacak. Yoksa, "Sünnette var mı?" diye araştıracak, sünnet-i seniyyede onun hükmünü bulacak, onu yapacak. Kaynakların sıralanışı böyle; önce Allah'ın kitabı, sonra Peygamber Efendimiz'in sünneti...

(Fein lem yekün sünnetün minnî mâdıyetün) "Eğer benden sàdır olmuş, vârid olmuş bir sünnet yoksa o konuda; bulamamışsa, mevcut değilse; (femâ kàle ashàbî) o zaman benim ashabımın söyledikleri, kàil oldukları, kanaat getirdikleri, meylettikleri, tercih ettikleri şekilde hareket etsin bir kimse..."

Neden?.. Ashabın sözleri de önemli! Çünkü onlar mekteb-i Rasûlüllah'tan yetişmişlerdir, o mektebin mezunlarıdır. Onlar çok yüksek şahsiyetlerdir. Rasûlüllah'tan güzel güzel öğrenmişlerdir dinin aslını, sözlerini de ona göre söylerler. Onların sözleri önemlidir.

(İnne ashàbî bimenziletin-nücûmü fis-semâ') "Benim ashabım gökteki yıldızlar gibidir. (Feeyyühâ ehaztüm bihî ihtedeytüm) Eskiden denizde, çölde, dümdüz, başka alâmet olmayan yerde, yıldızlara bakıp da yıldızlardan yönlerini tayin edip giderlerdi. Şaşırılacak, geniş, alâmetsiz yerde, bir insan da ashaba bakarsa, yıldızlara bakıp yönünü bulan insan gibi, hangisine baksa yönünü bulur."

(Vehtilâfü ashàbî leküm rahmetün) "Ashabım bir konuda ihtilaf etmişlerse; 'Şu şöyle yapılabilir.' demişse birisi; ötekisi de, 'Hayır yapılamaz!' demişse; bu ihtilaf, farklılık, sizin için bir genişliktir. İsterseniz onu yaparsınız, isterseniz ötekisini yaparsınız; bu da bir rahmettir."

Ashabın böyle kanaat olarak, dînî görüş olarak, samîmî kanaatinin farklı olması zararlı bir şey değildir; bir genişliktir, vüs'attir. İsteyen onu tutar, uygular; isteyen ötekisini uygular. İkisi de tamamdır. Çünkü onlar iyi niyetle karar verdiği için, Allah onların kararlarını sever. Müctehid hata etse bile, yine ecir alır.

Demek ki, ashab-ı kirâmı da iyice öğrenmemiz lâzım! Ben size geçtiğimiz bir sohbette demiştim ki, bizim dergilerimizin hediye ettiği Sahabe Hayatından Tablolar kitabını, bu Ramazanda i'tikâfa giren kardeşlerimiz ve diğer kardeşlerimiz okusunlar dedim. Tabii sahabe-i kiram --rıdvânullàhi teàlâ aleyhim ecmaîn-- hazerâtıyla ilgili daha başka güzel çeşitli kitaplar vardır. Araştırın, belki sizin kütüphanenizde de olabilir. Kitapçılara sorun! "Hangisi var bu konuda, hangisini tavsiye edersiniz?" diye bizim sevdiğimiz dindar, ihvânımızdan, bu konuda bilgili kitapçı kardeşlerimize sorun!

Ashàb-ı kiramı öğrenmek lâzım! Ben çok istifade ettim ve çok faydalı gördüm. Ashab-ı kiramın hayatı ve davranışları, bizim için fevkalâde kolay anlaşılabilen tablolar oluyor ve insan ölçüyü çok güzel anlıyor. "Tamam, demek ki Allah'ın sevgili bir kulu böyle davranıyor, böyle yapmak lâzımmış." diye yolu güzel buluyor.

Hattâ büyüklerimizden birisine, sanıyorum Yusuf-u Hemedânî KS Efendimiz'e demişler ki:

"--Efendim evliyaullah varken, onlardan istifade ediyoruz. Ulemâ, fuzalâ, urefâ; yâni hem bilgililer, hem alimler, hem kalb gözleri açık, hem de dînî bilgileri çok iyi biliyorlar... Onlar olmadığı zaman, onlarsız kalırsak bir yerde, veya onlar vefat ederse, ne yapalım?.."

Demiş ki:

"--Her gün --ben şu anda rakamını tam hatırlayamayacağım, gàlibâ altı varak demiş-- altı varak evliyâullah menâkıbından, sàlihlerin menkabelerinden okursanız iyi olur." demiş.

Altı varak, yâni önlü arkalı oniki sayfa demek olur. Rakamı belki değişiktir, belki ondur, her ne ise... O büyüklerimizin tavsiyesi, evliyâullahın menâkıbını da okumak, ama sahih kitaplardan... Tamâmen şişirilmiş ve sağlam olmayan bilgilerle dolu, hurafeyle dolu, mesnedsiz, hattâ dine aykırı şeyler ihtivâ eden, sorumsuz insanların yazdığı kitaplar oluyor; onlar değil... Ciddî alimlerin yazdığı, güvenilir kitaplardan evliyâullahın hayatlarını okumakta da çok fayda var. Onları da okursunuz.

Onun için, Hocamız (Rh.A)'in neşrettiği eserlerin birincisi; bizim tekkemizde Hocamız'ın neşriyatı olarak ilk emrettiği sanıyorum --belki ondan önce, benim haberim olmadan bazı duaları filân bastırmış olabilir ama-- Tezkiretül-Evliyâ isimli evliyâullah hayatlarından bir kitap neşrettik. Hattâ babamla ben, o el yazılarını yeni harflere çekip, ilk baskısını Gümüş Yayınları olarak --o zaman Gümüş Motor şirketi de tekkemizin kurduğu bir şirket olarak faaliyette olduğundan ve Gümüşhànevî Efendimiz'i hatırlattığından-- neşretmiştik.

Yâni insan evliyâullahın menâkıbını okuduğu zaman, onların nasıl yaşadığını; nasıl Allah'tan korktuğunu, Allah'ın sevgisini, rızasını nasıl kazandığını görür. Onun da faydası olur.

Bu da önemli. Hocamız'ın böyle bir hareketi de bizim için bir işaret...

c. Geçmiş Ümmetlerin Helâk Sebebi

Üçüncü hadis-i şerife geçiyorum. Efendimiz SAS, Ahmed ibn-i Hanbel'in --yâni yine Hanbelî mezhebinin kurucusu mübarek zât, rahmetullàhi aleyh-- Abdullah ibn-i Amr ibnül-As RA'dan rivayet ettiği bir hadis-i şerif bu.

RE. 450/10 (Mehlen yâ kavm, bihâzâ heleket el-ümemü min kabliküm biihtilâfihim alâ enbiyâihim ve darbihimil-kütübe ba'duhâ biba'dın. İnnel-kur'âne lem yenzil yükezzibu ba'duhü biba'dan bel yusaddıku ba'duhû ba'dan femâ araftüm minhü fa'melû bihî, ve mâ cehiltüm minhü feruddûhû ilâ àlimihî)

Ne kadar güzel bir nasihat ile, Peygamber Efendimiz bizi uyarıyor. Bu hadis-i şerifin meali şöyle:

(Mehlen yâ kavm) "Ey ahali! Durun bakalım, ağır olun, kendinize bir sahip olun!" Mehlen, bir şeyi yapan insana, "Dur bakalım, acele etme!" mânâsına kullanılan bir kelimedir Arapçada.

(Bihâzâ heleket el-ümemü min kabliküm) "Bu sizin yaptığınız şu işten dolayı, sizden önceki ümmetler helâk oldular. Durun bakalım, ne oluyorsunuz, yapmayın böyle!" Helâk oldukları şey ne?.. (Biihtilâfihim alâ enbiyâihim) "Kendilerine gönderilmiş olan peygamberlerle ihtilâfa düşmelerinden, onların sözünü dinlemeyip aykırı hareket etmelerinden helâk oldular."

Yâni peygamberlerin harfiyyen emrini tutmuyorlar; ya te'ville, ya canları istemediği için yapmıyorlar, ya da aksini yapıyorlar. Meselâ Mûsâ AS, "Haydi bakalım, şunlarla savaşalım!" dedi. Onlar savaşa gitmediler. Dediler ki:

(Fezheb ente ve rabbüke fekàtilâ, innâ hâhünâ kàidûn) "Sen Rabbinle git, o düşmanlarla çarpış; biz burda bekliyoruz." dediler. Peygamber davet ediyor, "Gelin şu düşmanla mücadele edelim!" diye; onlar diyorlar ki: "Siz gidin, biz gitmiyoruz!"

Yâni peygamberlerine muhalefet, ya da söylediği söze karşı çıkmak, ya da aykırı davranmak... Bu sebepten helâk oldular, böyle helâk olur milletler. Daha öncekiler bundan helâk oldular.

(Ve darbihimil-kütübe ba'duhâ biba'dın) "Bir de kitaplarındaki ahkâm-ı ilâhiyyenin birisini ötekisinin karşısına çıkartıp, onu diğerinin karşısındaymış gibi gösterip, onu reddetmekte ötekisini kullanmaktan helâk oldular." Yâni kitaplarındaki hükümleri keyfî yorumlarla kullanmak istediklerinden helâk oldular.

(İnnel-kur'âne lem yenzil yükezzibu ba'duhû ba'dan) "Kur'an-ı Kerim, bazı ayetleri öteki ayetlerini yalanlasın diye inmedi ki; birisini alıp ötekisine karşı 'Allah bu ayette şöyle buyuruyor.' diye karşı delil olarak göstermeğe kalkıyorsunuz. (Bel yusaddiku ba'duhû ba'dà) Aksine, bir ayet öteki ayeti takviye eder, destekler. Aynı kitabın içinde birbiriyle ihtilâflı ayet olur mu?.. (Femâ araftüm minhu fa'melû bihî) Eğer doğru düzgün biliyorsanız, Kur'an-ı Kerim'in ahkâmına güzelce uyun! (Ve mâ cehiltüm minhü) Bilmediğiniz şeye de burnunuzu sokmayın, karışmayın, o konuda konuşmayın; (feruddûhü ilâ àlimihî) bilene bırakın, bilene havale edin, bilene gidin, sorun!"

Muhterem kardeşlerim! Sıradan bir konuda münakaşa çıkar da, bir insan böyle söyler, ötekisi şöyle söylerse, yanılan yanılmış olur ama, çok büyük bir zarara uğramaz. Ama Allah'ın kitabını münakaşa mevzuu yaparlar da, birisi öyle söyler, ötekisi böyle söylerse, yanılan çok fena duruma düşer ve ahireti mahvolur. Allah'ın kitabındaki yanılgı, Peygamber'e itaatteki veyahut şeriatın ahkâmındaki bir yanılgı, insanı çok kötü bir duruma götürür.

Bu işi cahiller bir kere bıraksın, bilmeyenler bu işlere burunlarını sokmasın, ortalığı karıştırmasın! İyi bilen alimlere sorsunlar.

Türkiye'den uzaktayım ama, zaman zaman haber özetleri geliyor. Sonra bu bilgisayarlardan gazetelerin özetleri alınabiliyor, birçok bilgileri görüyoruz. Tabii Türkiye'de olsak, akşamları Ramazanlarda dînî konu diye televizyonlar kimbilir ne oturumlar yapmışlardır. Açık oturum, açık saçık oturum, kırık dökük oturum... Artık neler konuşuldu din namına, bilmiyorum.

Bu dînî konular oyuncak değildir. Keşke salâhiyetli kimseler konuşsa... Hiç bilgisi, ilgisi olmayan insanlar din namına bir şeyler söylerse, hem kendileri dalâlete düşerler, dàl olurlar... "Aman dàllînden etme bizi yâ Rabbi!" diyoruz ya. Hem dàl olurlar; ayrıca üstüne üstelik bir de mudıl olurlar, yâni başkalarını da saptırıcı olurlar. Hem kendileri sapmışlar, ayakları kaymış cehenneme, hem de başkalarını kaydırıyor.

Onun için, diyorlar ki:

"--Efendim, işte falanca adam televizyonda çok güzel konuşmalar yapıyor. Kardeşim o kadar hoşgörülü ki!.."

Allah'ın hoş görmediği bir konuyu, kullara hoş göstermeğe birisinin hakkı var mı, haddi var mı?.. Olur mu, Allah'ın yasakladığı zâten kötü, ondan yasaklanmış. Allah'ın emrettiği mutlaka güzel, onun tutulması lâzım! Allah'ın emrettiğini tutmamak hata, yasakladığını yapmak hata...

İnsanlar böyle dikkat etmiyorlar; kendi keyiflerine göre, kendi kendilerine her haramı helâl ediyorlar, her helâli de iptal ediyorlar. Hatta farzları iptal ediyorlar duyduğumuza göre... İnsan hayretler içinde kalıyor. Bu ne fitnedir, bu ne acaib iştir ki, dinin ana esaslarını bile birileri kalkıp iptal etmeğe, yapılmasın diye söylemeye cür'et ve cesaret ediyor.

Peygamber Efendimiz ne buyuruyor: "Bu işi iyi bilen müttakî kimselere, tam ehline sorun!" buyuruyor. Zâten her işin ehline sorulması, İslâm'da ana esastır. Emanetler ehillerine verilir. İyi bilene sormazsa, yarım bilen insan hem kendisi dalâlete düşer verdiği cevapla, hem de seni dalâlete düşürür.

Onun için soruyu soracağın insanı kırk yerden sorup, ondan sonra güvenilirse sorman lâzım! Çünkü bazıları keyfe göre fetva veriyor. Dine göre değil, Kur'an'a göre, şeriata göre değil, birilerinin isteğine göre... Hatta karşısında kendisine soru soran insanın temâyülünü sezmeğe çalışıyor; onun gönlü hoş olsun diye, onun keyfine göre fetva veriyor. Tabii kendisi de helâk oluyor, karşısındakini de helâk ediyor.

Bunlar büyük fitne... Her devrin çeşitli fitneleri var, o fitnelerde bazı insanlar helâk oluyor.

Demin bağlantı sağlanırken, kitaptan bir hadis-i şerifi okuyordum. Mahşer halkı, böyle yığınla insanlar toplandığı zaman, Allah-u Teàlâ Hazretleri buyuracakmış ki:

"--Durdurun ey meleklerim bunları! Bunların içinden kötüleri, cehenneme atılacakları ayırın!"

Mahşer halkından binde 999'u cehenneme gidecek. Yâni büyük hatalar, büyük yanılgılar, büyük sapıklıklar, büyük şaşkınlıklar, büyük kâfirlikler, büyük imansızlıklar yaygın bir şekilde dünyaya hakim olduğundan, ahirette bin kişiden 999'u cehenneme ayrılacak.

Onun için aziz ve sevgili kardeşlerim, takvâyı öğrenme ayı olan şu mübarek Ramazan ayında, lütfen 999 kişinin yanılabildiğini unutmayalım! Doğruyu bulan binde bir içinde olmaya gayret edelim!

Bunun için de çare, Kur'an-ı Kerim'i okumak; bir... Kur'an-ı Kerim'in de tam doğru anlaşılması için Peygamber Efendimiz'in sünnetine sarılmak; iki... Üçüncüsü de, --demin okuduğum hadis-i şeriflerden çok güzel anlaşılıyor-- sahabe-i kiramın haline, davranışına, sözüne, kanaatine nazar eylemek...

Ondan sonra da ne diyoruz: Evliyâullah büyük zatların da yolundan, yanından ayrılmamak lâzım! Çünkü müttakî insanlar, takvâ ehli insanlar, Allah'tan korkan insanlar her devirde vardır. Hakkı tutan, hakkı söyleyen, haktan ayrılmayan insanlar vardır.

Fitnelere, fesatlara alet olup, onların içine düşüp helâk olmamak lâzım! Çünkü büyük fitneler olacağını Peygamber Efendimiz bildiriyor. O fitneler de imtihandır. Fitne, zâten bir bakıma imtihan mânâsına geliyor. Yâni her müslümanın imanının denenmesi için, Cenâb-ı Hak böyle karışık, acaib şeyler ortaya atan şeytanları da ortaya çıkartıyor. Şeytanın varlığı bir hikmete dayanıyor. Hem de şeyâtînül-insi, insanların şeytanlarını da ortaya çıkartıyor.

Hatta Deccal'i ortaya çıkartacak, veya çıkarttı; Cenâb-ı Hakk'ın kendisi bilir, Allahu a'lem. Neden?.. Deccal'in yaptığı şeyler olağanüstü olacak. Herkes, "Ooo, aman, vay be!" diye hayran kalıp, kanan kanacak.

Ama işte onların hepsi imtihan... İyi mü'minler aldanmazlar. İyi mü'min olmağa gayret edelim!

Bu Ramazan ayı, iyi mü'min olmanın tâlim edildiği tâlim ayı idi, eğitim ayı idi. İnşaallah hayırlı geçmiştir, güzel şeyler öğrenmişizdir, kazanmışızdır; Ramazandan sonra da devam ettiririz.

Allah hepinize iyilikler ihsân eylesin... Gönül gözünüzü açsın, her şeyi bütün gerçek vechesiyle, tam görmenizi, tehlikelerden korunmanızı, hayırları kazanmanızı nasib eylesin... Hem dünyada, hem ahirette aziz ve bahtiyar olun...

Sevgili izleyiciler ve dinleyiciler, esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..

07. 01. 2000 - AVUSTRALYA