GÖLGE ETME, BAŞKA İHSAN İSTEMEM!

Prof. Dr. M. Es'ad COŞAN

Kardeşlerimizin daveti üzere, bir takım eğitim ve teşkilatlanma çalışmaları için, İsveç, Danimarka ve Almanya'da bulunuyorum; tatlı ve güzel günler geçirmekteyim. Zaman ve imkânlar müsaid olduğundan buralardaki köyleri ve taşrayı da gezip tanımak mümkün oluyor. Çok mühim izlenimlerim var; yıllardan beri yakınlık kurmağa çalıştığımız BATI dünyasının yapısını derinlemesine görüyor, daha da iyi anlıyorum, elhamdü lillah!

Batı ülkeleri, tarihte çok dindar imiş; tüm ictimâî kurumlar kilisenin elinde; eğitim papazlarca yapılmış, en büyük alim ve mütefekkirler din adamları arasından çıkmış. Köylerde, şehirlerde yerleşim kiliselerin çevresinde oluşmuş. İki adımda bir kilise yapmışlar; bıktıracak, hayret edilecek kadar sık ve çok... Nefes alacak başka yer yok gibi. İncil okumuşlar, vaaz dinlemişler, papazlara çok bağlanmışlar, çocuklarını onların eline teslim etmişler; zenginler muazzam servetlerini onlara bağışlamışlar, onların gösterdiği istikamette sarf etmişler. Köyler, kırlar, şehirler halka hizmet eserleriyle dopdolu, her yer işlenmiş, düzenlenmiş; muazzam yollar, kanallar, binalar yapılmış; tarih ve medeniyet çok büyük bir titizlikle korunmuş, yeni nesillere millî ülkü, çok iyi aşılanmış. Herkes milleti ve medeniyeti, tarih ve irfanı için seferber, çok titiz, çok mutaassıb, çok milliyetçi, çok bencil, çok gururlu...

Bu batılılar bugün belki çok dindar değiller; inançlarının gerçeklere uymadığını biliyorlar; ama benliklerinin hristiyanlıkla yoğrulduğunu, milliyetlerinin temelinde dinin çok büyük bir yer işgal ettiğini düşünerek dinlerine ve din adamlarına hala çok saygı duyuyor; ve onların gösterdiği hedeflere doğru yürüyorlar. Kilise siyasete de hâkim, halka da... Parti de kuruyor, ticarî müessese de... Bilmem şimdiye kadar hiç yazıldı, söylendi mi; duydunuz, biliyor musunuz: Avrupa Birliği fikrini yürüten Almanya'nın hal-i hazır başbakanı Helmut KOHL, aslında bir din adamı, bir papaz... Demek oluyor ki söylendiği üzere gerçekten AB, bir dinî birlik olarak düşünülmüş, hristiyan katolikleri birleştirmeyi amaçlamış. Onun için Türkiye'nin ortaklığına ikide birde karşı çıkıyor, itiraz ediyor, yan çiziyorlar. Kafaları, kalpleri, gönülleri, iç alemleri hristiyanlık taassubuyla dolu, bizimkiler el uzatıyor, onlar red ediyor, İslâm'a yan, müslümanları Avrupa'dan sürüp çıkarmaya, kalanları eritip entegre etmeğe, sonunda kendi dinlerine döndürmeğe gayret gösteriyor.

Bunlarda LÂİKLİK, dine karşı bir akım olarak uygulanmıyor. Tarihte yıllarca, yüzyıllarca din ve inanç için birbirleriyle çatışmış, çarpışmış, savaşmışlar; birbirlerini kesmiş, engizisyon mahkemelerinde yargılamış, işkencelere tabi tutmuş, derilerini yüzmüş, saman yığınları içinde yakmışlar. Sonra aralarında denge unsuru olarak LÂİKLİĞİ kabul etmişler, kimse kimseyi inancı, dini, ibadeti için kınamasın; herkes inanç ve ibadetini istediği gibi seçsin, istediği gibi yaşasın... demişler. Lâiklik dinsizlik değil, hürriyet, serbestlik, rahatlık olarak düşünülmüş. Dini devlet, kanun, hükümet işlerinden ayırmak, dışlamak yok; aralarında anlaşırlarsa dinî hususları da kanun haline getirmişler. Meselâ İsviçre hukuku bir hristiyan hukuku, Alman, Danimarka hukuku da öyle... Kanunlar halkın, papazların arzularına, fikirlerine aykırı değil, kilisenin aleyhtar olduğu bir kanun çıkarmak hemen hemen imkânsız. Evlenme, boşanma, doğum, ölüm, işlemleri.. hep kilisenin elinde. Mesela; Kardinal isterse bir hükümet değişir, bir bakan düşer, başlanan bir iş derhal durur.

Biz lâikliği Avrupa'dan almışız ama uygulamalar, devlet yöneticilerinin onu hiç anlamadığını veya anlamazlıktan geldiğini çok açık gösteriyor. Din ve inanç hürriyeti insanın en önemli haklarından biri. Bu kuru bir duygudan ibaret de değil; dindar insan her şeyi dinine uygun olarak yapma hakkına da sahip işin aslında.. İstediği gibi giyinir, istediği gibi örtünür, istediği gibi kazanır, yâni içkiden, afyondan, domuzdan uzak durur; istediği fikri taşır, taşıdığı fikri söyler, söylediğini yapmak için teşkilatlanır, parti kurar, çoğunluk sağlarsa hükümeti kurar, istediği kanunu çıkarır... Kimse gık diyemez. Gerçek lâiklik, gerçek demokrasi, gerçek cumhuriyet gerçek Avrupalılık, gerçek inkılap bu...

Allah; lâiklik diye diye lâikliği çiğneyen, demokrasi diye diye halka baskı yapan, inkılap diye diye her türlü hak ve hürriyetleri katleden, çağdaşlık diye diye milletiyle savaşan, ülkeyi ilerleteceğim diye diye devleti batıran, iyi şeyler yapacağını sanarak her şeyi berbad edip, ülkeyi çok büyük zararlara uğratan, millî birlik ve beraberliğimizi tehlikeye atanlara akıl, fikir, ilim, irfan, insaf ve vicdan versin!

Gölge etmesinler, başka ihsan istemez!..

Kadın ve Aile, Haziran 1997