İSLAM'DA ADALETİN ÖNEMİ
İSLAM TEMMUZ 93
Bizde "el-adlü esasü'l-mülk" denmiştir. "El-adl", yani adalet; esas: Temel; mülk: egemenlik... (Yani emlak manasına, taşınamaz mallar manasına değil) mülk, egemenlik demek. Meliklik, malik olmak; bir toplumun yönetimine sahip olmak demek. "Egemenliğin, hakimiyetin, idareye sahip olmanın temeli adalettir." Dinimiz böyle buyuruyor.
İki ayet-i kerimede müslümanlara kendilerinin aleyhinde bile olsa, anne babasının ve yakınlarının, akrabasının bile aleyhinde olsa, adaletten ayrılmamaları tavsiye buyuruluyor. İnsanın kendisini aşması, kendisi aleyhine karar verebilmesi başka bir din ve kültürde görülmüş mü? Hakim, kendi kendisini mahkum edecek; çünkü Kur'an, "Velev ala enfüsiküm evi'l-valideyni ve'l-akrabin": İsterse kendinizin aleyhinde olsun, isterse anne babalarınızın aleyhinde olsun.. yine adaletten, doğruluktan ayrılmayın! Diyor. Anne babasını mahkum edebilecek bir hakim, akrabasını mahkum edebilecek bir kadı, bir adalet mensubu, uygulayıcısı olabilmek, bize, bizim kültürümüze mahsus bir şereftir, bizim İslam ve iman kültürümüzde görülebilen bir şereftir.
Nitekim Kadı Hızır Çelebi'nin Fatih Sultan Mehmed'i mahkum ettiğini biliyorsunuz. İstanbul'u fetheden Fatih Sultan Mehmed'le İstanbul'un eski sahibi olan ahalinden Rum bir mimar davalı ve davacı oluyor ve sonuçta Kadı Efendi kalkıyor, Fatih Sultan Mehmed cennetmekanı mahkum ediyor. Hakikaten hukuk tarihinde böyle olaylar olmuş mudur, gerçekten bu kadar cesur kararlar veren, sevdiği ve bağlı olduğu hükümdarı mahkum edebilen hukukçular yaşamış mıdır? Eğer yaşamışsa herhalde onlar da yine ilahi bir dinden feyz almış, Allah huzurunda hesap vereceğini bilen insanlardır; ancak öyle olabilir. İhtimal olarak varsa, olmuşsa, ahirete inanan, ahiretteki mahkeme-i kübraya inanan, din gününe, yani "maliki yevmi'd-din", din gününün maliki Allah'ın huzuruna varılacağını bilen insanlardan çıkabilir böyle jestler.
"Din", karşılık demektir; "maliki yevmid-din", yani insanların yaptıkları işlerin, iyi veya kötü, karşılığı ne ise onun verileceği gün. Arapça'da meşhur bir söz vardır, "kema yaparsan, sana öyle karşılık olarak muamele yapılır demektir. "Maliki yevmi'd-din" ayet-i kerimesinin "din gününün sahibi" diye tercümesi doğru değil. İnsanların yaptıkları amalin, ef'alin, yaşam tarzlarının ve işlerinin, ceza veya mükafat olarak karşılığının verileceği güne malik olan diye tercüme edilmeli.
Sonra, vet-Tin suresinde "fema yükezzibüke ba'dü bi'd-din. Eleysellahu bi ahkemi'l hakimin" buyurulmuştur. Yani, "bu kadar gerçeklerden sonra hangi husus sana dini kabul etmemeyi, tekzib etmeyi, yalanlamayı telkin edebilir, işaret edebilir?" Buradaki "din" de yine karşılık manasına geliyor, yani hakkın yerini bulmasını inkar etmeye seni ne götürebilir, hangi sebep seni o tarafa itebilir? Mümkün değil böyle bir şey. "Eleysallahu bi-ahkemi'l-hakimin", Allah hakimler hakimi, yani adaletliler adaletlisi, en adaletli, hükmü en isabetli olan değil mi? "Ahkemi-l hakimin" "hükmü en isabetli" diye tercüme edilmeli, dini kim inkar edebilir sözü de, ettiklerini bulmanın olacağını kim inkar edebilir demek. "Femen ya'mel miskale zerretin hayran yerahu, vemen ya'mel miskale zerretin şerran yerahu": zerre kadar hayır işleyen karşılığını görecek, mükafat olarak; zerre kadar şer işleyen cezasını çekecek, ikab olarak. Yani azab olarak çekecek diye bildiriliyor.
Sonra, "Eraeyte'l-lezi yükezzibü bi'd-din"; v.s. burada da "din" gene "karşılık" manasına.
Demek ki toplum hayatının temeli, bizim dinimizde çok net olarak görüldüğü üzere, adalet. Peygamber s.a.s. Efendimiz'in hayatından başlayarak, düşman bile olsa haklıya hakkının teslim edilmesi ve hukuka riayet edilmesi emrediliyor, bize.
Mekke-i Mükerreme'nin fethi sırasında Kabe-i Müşerrefe'nin anahtarı henüz müslüman olmamış bir ailenin elinde idi, teslim etmek istemedi. "Kimseye vermiyorum" deyince Hz. Ali de zor kullandı ve aldı anahtarı. Kabe'nin kapısını açtı, namaz kıldılar. O, Peygamber Efendimiz'in amcazadesi, "bu Kabe'nin anahtarını taşıma vazifesini bana lütfetseniz, bende kalsa, ben muhafaza etsem" diye istedi. Peygamber Efendimiz'den bu görevin kendi ailesine intikalini istedi. Ama, "Emanetleri ehillerine vermenizi ve hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi Allah emrediyor" ayet-i kerimesi indi. Onun üzerine Hz. Ali'ye Peygamber efendimiz s.a.s. "Al bu anahtarı, o vermek istemeyen ve senin zorla elinden aldığın adama geri ver" diye hükmetti. Kendi amcazadesine vermedi anahtarı ve geri iade etti. Çünkü ayet şöyle buyuruyordu; "İnnellahe ye'mürüküm en tüeddül-emanatı ila ehliha iza hakemtüm beynen-nasi en tahkümü biladl." Adam anahtarı tekrar karşısında görünce şaşırdı. Bu, tam adaletli olan ve Allah ne emrederse onu yapmak, icabında aleyhinde bile olsa, "pekala" deyip de özür dileyip dönebilmek ahlak seviyesini gösteren dinin hak din olduğunu anladı, Peygamber Efendimiz'e inandı, Müslüman oldu ve Müslümanların safına girdi. Bunlar, ayet-i kerimelerle, hadis-i şeriflerle, İslam tarihindeki örnekleriyle adaleti gösteren olaylar ve asırlar boyu bu böyle devam etmiştir. Ecdadımız da bu bakımdan çok şerefli insanlardır. İşte Hızır Çelebi'nin hayatı ve jesti onlardan sadece bir tanesi...
İslam tarihi böyle idi. Yani fatih ordular, fütuhat yapacak ordular Rumeli'de ilerlerken, kaçan ahalinin bağlarından geçerken üzümü koparmışsa parasını dalına bağlamıştır ve hak sahibine hakkını vermiştir. Böyle olduğu müddetçe de bunun mükafatını görmüştür Allah'tan. Bundan ayrıldığı zaman, adaletin içine rüşvet girdiği zaman da cezasını çekmiştir.
Peygamber efendimiz sallallahu aleyhi ve alihi ve sellem, "Biz iş isteyene iş vermeyiz, talib olana vermeyiz, istediğimize veririz" buyuruyor. Adaletin sarsıldığı, tayinlerin adam kayırma yoluyla yapıldığı zamanlarda artık cemiyet yozlaşmaya başlamıştır, çökmeye başlamıştır. Demek ki insanların, toplumların başarısı, yükselmesi, Allah indinde makbul kul olması, Allah'ın lütfuna ermesi, mükafatına mazhar olması, teyidine mazhar olması adaletledir. Allah'ın tevfikinin insandan çekilmesi, başının belalara girmesi, burnunun yerlerde sürtmesi de adaletsizliktendir, zulümdendir, haksızlıktandır.
O bakımdan, sizlere hayatınız boyunca daima Allah'ın rızasını gözetmenizi, her hükmünüzde "Allah razı olur mu?" diye düşünüp hükmünüzü ona göre vermenizi, sözünüzü öyle söylemenizi temenni ve tavsiye ederim. Çünkü maddi ve manevi, her türlü salah ve felahımız adalet ve doğruluktadır.