ALİMİN TARTIŞILMAZ ÜSTÜNLÜĞÜ

İSLAM, KASIM 90

İslâm toplumunun en yüce, en şerefli, en üstün tabakası ilmiyle âmil, takva ehli, rabbanî âlimlerdir; sâdât-ı kirâm, meşâyıh-ı izâm, evliyâ-ı fihâmlarımızdır. Allah celle celalüh bizleri o evliyasının yolundan, izinden, peşinden ayırmasın; o zümre-i mübareke ile haşr eylesin! Sultanlar, emîrler, vezîrler., âmirler, memurlar, görevliler, halk tabakaları... hep onların ardında, altında madûnunun emrinde ve taht-ı irşadındadırlar.

O hakîkî âlimler, idârecilerin ve halkların, yol göstericileri, rehberleri, mürşidleri, kandilleri, fenerleri, aydınlatıcılarıdırlar. İslâm'ın şerefini onlar yüceltmiş, İslâm şeriatinin ince hakikatlerini onlar ortaya koymuş, halka öğretmiş; İslâm'ın yozlaşmadan onlar korumuş ve kurtarmışlardır.

Şeriatın tam uygulandığı zamanlarda kıl kadar sapma gösteren idarecilerin karşısına bile cesaretle onlar çıkmış, sapıklara hadlerini bildirmiş, iyi niyetleri hataya düşmekten korumuşlardır. Halkın kaba kuvvete boyun eğdiği zamanda bile âlimler dimdik durmuş, zorbalığa pes dememişlerdir. İstilâ felaket ve musibet zamanlarında ezâ ve cefâlara onlar katlanmış, halkı etraflarında toplamış, hürriyet ve istikbal için çarpıştırmışlar, destanlar yazdırmışlardır.

Gerçekte İslâm'ın ulu sancağını taşıyan onlardır, manevi sultanlar onlardır. İşte hapislere giren Ebû Hanîfe'ler, Ahmed ibni Hanbel'ler, İmâm Rabbâni'ler, Şeyh Şamiller... daha binlerce meşhur âlim, mürşid, şeyh, hoca, hatîp, vaiz, derviş....

Evet, zâlim kişiler İslâm ülkelerinde zaman zaman yönetimleri ellerine geçirdiler; ama hırslarını, zevk ve kaprislerini tatmin, sapık görüşlerini tasdik, zûlüm ve sömürülerinin devamını temin hususunda rabbânî âlimlerden aslâ yüz bulamadılar; ellerindeki her türlü kuvvete ve sarf ettikleri tüm gayrete, hiddete ve şiddete rağmen ehlullahı kendilerine boyun eğdirmediler.

O âlimler, o zâlimler sulta sahiplerinin yüzlerine gerçekleri sakınmadan haykırdılar, onların yaptıkları çirkin işlerden dolayı anında kınayıp sorguya çektiler, davranışlarının ve işlerinin çirkinliğini, ayıp ve günah ve vebal olduğunu söylediler; onlara âhiret hesabını ve azabını hatırlattılar, çok kere de ağlattılar.

İdarecilere öğüt verdilir, ziyaretlerine gitmediler, hediyelerini geri çevirdiler; mevki ve makam tekliflerini reddettiler, ziyaretlerine gelmek isteyen idarecileri kabul etmediler, hür ve bağımsız yaşayarak sadece Allah'a bağlandılar, kula kulluk etmediler, mevki ve makam sahiplerinin emellerine, isteklerine âlet olmadılar, "eyvallah" demediler.

Ölümü göze alarak sapık idarecilerle mücadele ettiler, kınayanın kınamasına aldırmadılar, zindanlara girseler de yılmadılar, zindanları medrese ve ibadethane yaptılar, ilimlerini orada da neşrettiler.

Savşlarda orduları teşvik ettiler, sultanlara moral verdiler, atlarının dizginlerini tutup savaş meydanını terketmelerini engellediler; orduların en ön saflarında talebeleriyle, müritleriyle çarpıştılar, zaferler sağladılar.

Çünkü âlimler peygamberlerin vârisleri ve vekilleri, resullerin halîfeleri ve ümmetin emanet edildiği emanetçiler, gerçek efendiler, seyyidler, komutanlardır.

İslâm toplumunda tüm işlerin sahipleri âlimler olmak gerekir; "ülü'l-emr" âlimlerden gayri kimselerden seçilirse, emanete hıyanet edilmiş olur, din ve dünya nizamı fesada uğrar, kıyamet kopar.

Halkın bozulması idarecilerin bozulmasından, idarecilerin bozulmasıda âlimlerin bozulmasındandır. Alim tüm toplumu teftiş ve murakebe etmek zorundadır. Allah'ın ona verdiği görev budur.

Alim politikacının emrine girerse mahv ve perişan olur.

"Alimlerin kapılarındaki idareciler ne iyi, idarecilerin kapılarındaki âlimler ise ne kötüdür!"

"Ya rabbi! Ümmet-i Muhammed'i kötü ve cahil ve fâsık ve fâcir politikacılardan koru, topluma ilmiyle âmil, fâzıl, kâmil, sâlih, takîy, nakîy, fakîh alimleri getir ki senin hükmünle hükmetsinler yeryüzü huzur ve mutluluk dolsun.