TASAVVUFTA ÖNEMLİ VE HASSAS BAZI NOKTALAR

Müslümanların sahip olması gereken en önemli vasıflardan biri de adâlet, yâni adil oluştur. O kadar ki, isterse kendisinin veya ebeveyninin veya akraba ve ehibbâsının aleyhine bile olsa, haktan, doğruluktan, adâletten aslâ ve kat'â ayrılmayacak, gerçeği acı da olsa söyleyecek, zayıf da olsalar mâsumların, haklıların yanında yer alacak, haksızın ve zâlimin karşısına dikilecektir. Hattâ cihadın en üstünü, en sevaplısı, zâlim sultanın karşısında hak sözü çatır çatır söylemektir. Mütekebbirin karşısında ezilip büzülmemek, bil'akis onun haddini bilmesini sağlamak için karşılık ve cezâ olarak tekebbür göstermek, sadakadır.

Alimin en önemli vasfı da, hakkı söylemek, gerçeği ketm etmemek, ilminin gereğini yapmaktır. Söylenecek yer gelmişken susan şeytàn-ı ahras, yâni dilsiz bir şeytandır. Kıyamet gününde böylelerine cehennem ateşinden gem takılacak ve öyle azablandırılacaktır.

O halde olayların içinde yaşayanlar, iç yüzünü, perde arkasını iyi bilenler susmasın, gerçeklerini söylesin, ilgilileri aydınlatsınlar, vebalde kalmasınlar, hakkı söyleyenlerin yanında yer alsınlar, zâlimleri desteklemesinler ki, Allah'ın gazabına uğramasınlar!..

Cenâb-ı Hakk'ın rızâsına, ma'rifetullah ve mahabbetullaha ulaşmak isteyen mâneviyat yolcusu mü'min, edebe son derece riayet etmek zorundadır. Çünkü edeb yoksulu kişi Rabbinin lütfundan mahrum kalır, kapıdan kovulur, esfel-i sâfilîne düşer. Bu sebepten tasavvuf kitaplarında bu konuya çok geniş yer verilmiş, önemle dikkat çekilmiş, îkaz olunmuştur.

Edeb maallah, Allah'a karşı kulluk âdâbı; edeb maar rasûl, Rasûlüllah'a karşı ümmetlik âdâbı; edeb maaş şeyh, şeyhine karşı müridlik âdâbı; edeb maal ihvân, tarîkat kardeşlerine karşı dostluk ve arkadaşlık âdâbı... gibi güzel, latîf, zarif ve nezih edebleri sizler de bilmeli, öğrenmeli, uygulamalısınız. Çünkü böylece hayatınız renklenir, ruhunuz rahatlanır, kalbiniz nurlanır, içiniz şenlenir. Bu yeni senenin sayılarında size bunları eskiye nazaran çok daha sık, demet demet sunmak istiyorum. Çünkü tarîkatlar, yâni irfan yolları tamâmen âdâb ve ahlâktan ibarettir; kuru bir dâvâ boş bir iddia, kılık ve kıyafet, şekil ve merasim sanılmasın!..

Mânevî terbiye yolunun taliblerine en başta lâzım olan ihlâstır. Bu ihlâstan sevgi, saygı, bağlılık, sebat, itâat, aşk, şevk ve gayret doğar. Bunlar olmadan ise mânevî terakki aslâ tahakkuk etmez.

Onun için ihlâsınızı çok dikkatli kontrol ve murakabe ediniz, ihlâsınız herhangi bir sebeple zedelenmesin; niyetiniz fâsid bir duyguyla bozulmasın; nefsin ve şeytanın bir oyununa gelmeyin!..

İhlâs ve niyetin değişmesi ve bozulması nefis ve şeytandandır; daha derinlemesine: Haram lokma yemekten, herhangibir haram ve günahı irtikab etmektendir. Meselâ: Kişi dairede rüşvet almıştır veya işinde hile yapmıştır; kafası ve kalbi hemen kapkara kararır. Gıybet, iftira, sû-i zan ve dedikodu etmiştir; derhal kötü bir hâle düşer, sevgisi, saygısı, feyzi hemen kesilir. Harama bakmıştır; cezâya ve mahrumiyete der'âkab ve derhal mâruz kalır...

Her fennin bir ustası, her ilmin bir profesörü, her konunun bir mütehassısı, her karışık yolun bir klavuzu vardır. Tasavvuf yolunda böyle kimseye mürşid-i kâmil denilir. Görülüyor ki insanoğlu, canı tehlikeye girince hemen en iyi doktoru arıyor, Avrupalara, Amerikalara kadar gidiyor. Aynen bunun gibi mâneviyat yolunun da bilgili, görgülü, tecrübeli, alim, fâzıl, kâmil, olgun bir klavuzu mutlaka aranmalıdır. Şairin dediği gibi: "Delilsiz gidilmez, yollar yamandır."

Hattâ böyle birini bulmak için mağribden maşrıka dolaşmak şarttır ve gereklidir. Onu bulunca da ona tam teslim olmak icab eder; aksi halde menzil-i maksûda vüsûl aslâ mümkün olmaz.

Bir arif mürşid, tarikatte müridleri üçe ayırmış:

1. Mürîd-i mutlak: Bu, şeyhinin terbiyesine tam bağlanmış, iyi niyetli, temiz kalbli, gayretli, gerçek müriddir ki ihlâsı ve kabiliyeti derecesinde terakkî eder ve maksada ulaşır.

2. Mürîd-i mecâzî: Bu, gerçekte kendi aklının doğrultusunda ve nefsinin hevesi peşinde giden, ama zâhirde şeyhe tâbî imiş gibi görünen kimsedir. İşi sadece lafta olduğu için, yal dervişi diye de adlandırılır. Yıllarca tekkede bekler, fakat ilerleyemez, yerinde sayar durur; belki gittikçe daha fazla ziyâna ve hüsrâna uğrar.

3. Mürîd-i mürted: Bu, dönek derviş demektir. Önce gelip mürşide bağlanıyor; ama sonra üstadından hoşuna gitmeyen bir muamele görünce veya canını sıkan bir söz işitince, ya da kendisine ağır gelen bir görev veya hikmetini anlayamadığı bir emir yüklenince sebatsızlık ve vefasızlık gösterip, hattâ ileri geri konuşup, küstahlık ederek dönüp gidiyor. Böyle bir dervişe bütün mâneviyat kapıları kapanır, her nereye gitse dergâh-ı ilâhiye yol bulamaz! Allah korusun, sû-i hâtime ile göçmesinden korkulur.

Allah-u Teâlâ cümlemizi sevdiği yollardan, sevdiği huylardan, sevdiği kullardan --bir göz yumup açıncaya kadar bile-- ayrı düşürmesin... Rızâsı yolunda, Habîbibinin sünneti izinde kàim, zikrinde, şükründe ve hüsn-i ibâdetinde dâim eylesin... Hüsn-i hâtime ile ahirete göçmeyi, cennetiyle cemâliyle müşerref olmayı nasib buyursun!..

Âmîn, bihürmeti seyyidil mürselîne ve âlihî ecmaîn.

İslâm - Ekim 1990