ENDÜLÜS VE 20. ASIR

İSLAM, MART 85

Seven ve acıyan bir kimse olarak bizler dahil, tüm dünya Müslümanlarının haline bakıyorum: Büyük sıkıntı ve tehlikelerle karşı karşıya, iç içe bulunuyorlar; bu ciddî duruma rağmen, bilhassa münevver tabakada olmak üzere, geniş bir vurdum duymazlık, akibetin vehamet ve fecaatinden gaflet ve bî-haberlik hâkim. İyi niyetli has, halis olarlar da , tesirli ve müsmir bir yardımlaşma ve iş-birliğinden çok uzakta.

Atılmış iki "lâ-vefhem"in miyanesine:

Zemin'e anlatamam, Asuman'a anlatamam

Şu durumda aklımızı başımıza devşirmemiz için, bizden önceki ve eski Müslümanların ahvâl ve âkibetlerini iyi bilmeye; ve onlardan ibret almaya şiddetle ihtiyacımız vardır. Ola ki bu yolla, meselelerimizi daha derinden kavrar, dost ve düşmanı daha isabetli tespit eder, hatt-ı harekâtımızı daha iyi çizer, tedbirleri daha iyi düşünür, dertlerimizin tedavisini daha çabuk sağlarız.

Balkanları, Kırım'ı, Kafkasya'yı, Orta Asya'yı nasıl kaybettik; fütûhatı ne ruhla yapmıştık, hezimetimiz hangi sebeplerden doğdu; yenilmez bir güç ve satvet sahibiyken daha sonraki perişanlığa derece derece niye düştük?... Bunları çok ciddî araştırmalı, hatalarımızı düzeltmeli ve "telâfi-i mâ fâte" girişmeliyiz.

Hele şu Endülüs kıtası Müslümanlarının macerası bugünkü dünya Müslümanları için ne kadar îkaz-edici ve ibret vericidir!

İslâm, İspanya yarımadasına 91 hicrî/710 milâdî yılında Tarîf b. Zür'a'nın gaza ve cihad hamlesiyle girmeye başladı. Hemen ertesi yıl 12.000 askeriyle Cebel-i Târık diye anılan boğazı geçen Târık b. Ziyad kısa zamanda kıtaya hakim olmuş; Kurtuba şehri feth edilmiş, gırnata alınmış, tuleytula (Toledo)'ya varılmış, kuzey sınıra dayanılmıştı. daha sonraki yıllarda İslâm ordularının Fransa ortalarına ulaştığını görüyoruz.

Bu parlak başarı hristiyan ahalilerin sayı azlığından âlet eksikliğinden veya yüreksizliğinden değildi; bilakis fatihlerin emsalsiz halet-i ruhiyesinden, cihad aşkından, şehit feth edilmiş, gırnata alınmış, şehit olma iştiyakından, dine hizmet duygusundan, îla-yı kelimetullah fikrinden... kısıcası sağlam îmanından, birbirlerine sımsıkı sarılmalarından ve idealleri uğrundaki feragat ve fedakârlıklarından doğuyordu. Yoksa hrıstiyan tarihçilerin bile itiraf ettikleri üzere, Târık b. Ziyad'la çarpışan Roderick'ın ordusu onlandan 5-6 misli kadar fazla ve takriben 70.000 civarında idi.

Müslümanlar İspanya'ya îman ve insanlık, sanat ve medeniyet, zarafet ve ilim götürdüler; karanlık Ortaçağ Avrupa'sına ışık tuttular. Endülüs'e rüya âlemleri yaşattılar; şaşaalı, mükemmel şehirler kurdular; âbideler yaptılar. Sadece Kurtulba'da 800 medrese 1700 cami vardı. Endülüs'ten çok büyük din ve dünya âlimleri, feylesoflar yetişti. O zamanın Avrupa üniversitelerinde Arapça dersi mecburen okutuluyordu. Hattâ krallar, Endülüs'e, iyi yetişmeleri için yüzlerce kız ve erkek talebe gönderip, onların iyi eğitilmelerini Müslümanlardan rica ediyorlar.

Tarihin bildiği bir gerçektir ki Avrupa, Endülüs sayesinde uyanmış; aradaki yüksek seviyeli ilim ve sanattan kaynaklanan rönesansı ve dinlerinin tenkidi mahiyetindeki Reform'u gerçekleştirmişti.

Müslümanlık Endülüs'te sekiz asır payidar olmuş, orayı hakiki bir Dâr-ı İslâm haline getirmiş idi. Bu zaman, biz Türklerin Anadolu ve Rumeli'deki tarihleri kadar uzun ve derindir. Ama bugün İspanya'da, Kurtuba camii gibi-o da kilise yapılmıştır- birkaç tarihî eserden başka İslâm'ın hiç izi kalmamıştır.

Endülüs'te katolik hrıstiyan hıncı ve taassubu emsalsiz bir barbarlık ve korkunç bir tahribat yapmış, şahane sanat eserlerine kıymış, kitapları yakmış, Müslümanları katl-i am etmiş, müstesna zarafetteki ve velinimetleri durumundaki yüksek bir medeniyeti yerle bir etmiş, izlerini bile kazımıştır. Yapılan hunharlıkların anlatılması tüyler ürpertir, gençlerin saçını ağartır, belini büker, yürekler parçalar.

Endülüs Müslümanları sayı azlığından veya fakirlik ve yoksulluktan, âlet-edevat eksikliğinden, hattâ aciz ve korkaklıklarından mağlup olmuş değillerdir. Onları dinlerine bağlılıktaki kusur ve zaaf yıkmıştır. Ne zaman dinlerine sarılmış, birlikte haraket etmişlerse zafer kazanmışlar, aksine kısır çekişmelerle parçalandıkları zaman hezimete uğramışlardır. Onları düşmalar değil, kendi ahlâk zaafları, affedilmez idarî ve siyasî basiretsizlikleri mahv etmeştir.

Durum bu asırda da, daha farklı değildir. Acaba Müslümanlar, tarihte başlarına gelen felaketlerden hiç olmazsa günümüzde ibret alamazlar mı???

Tarihi:"Tekerrür" diye târif ediyorlar;

Hiç ibret alınsaydı tekerrür mü ederdi!?