NİCE NURLU, HUZURLU, ERDEMLİ, MÜBAREK KENTLERE!
Prof. Dr. M. Es'ad Coşan
İlim ve Sanat Dergisi, Haziran 1998
Bizi yaratan, yaşatan, ins ü cinnin hâlıkı, mahlûkatın râzıkı, mülkün mâliki, âlemlerin rabbı Allahu tebareke taâla hazretleridir. Herşeyimiz O'ndandır. O'nundur; ve biz sonunda O'na döneceğiz.
O'nun üzerimizdeki nimetleri, lûtufları, izzet ü ikramları sayılamıyacak kadar çoktur, nihayatsizdir. Varlık ve vücûd O'nun "cûd"u: yaşam ve hayât, O'nun kerem-i bî-hudûdu eseri ve sonucudur.
Elhamdü lillah ki bizleri, eşref-i mahlûkât olan "insan" olarak yarattı; ekmel-i edyanı olan "İslam"la mütedeyyin, ekber-i insanı olan îmanla müşerref mümin eyledi; eşref-i beşer ve ekrem-i rusül olan Muhammed-i mustafâsına tâbi, efdal ümmet kıldı; sallâllahu aleyhi ve Alihî ve selleme teslîmen kesîrâ!
İnsanoğlu tek başına değil, cemiyet halinde, toplu, beraber, bir arada yaşar. Bu toplu yaşamın ilk halkası ve birinci kademesi "aile"dir. Erkek ve kadın birleşir, evlenir, samimî bir yuva kurar; doğan yavrularına sahip çıkar, sevgiyle bakar, ihtimamla büyütür, hayata hazırlar, evlenirler, neslini devam ettirir. Böylece ailelerden akraba kümeleri, aşîretler, kabîleler, kavimler, milletler oluşur. Topluluklar, obalar, köyler, kentler, devletler kurar; yardımlaşarak, iş bölümü yaparak, müşterek çalışarak, beraber savunarak daha düzenli, daha kolay, daha rahat, daha emniyetli, daha güçlü, daha rahat yaşarlar.
* * *
Fıtrata uygun, tabiî bir din olan İslâm; topluma, cemaate, birlikte yaşamaya, muhabbete, merhamete, idarî adâlete, hukuki müsâvât'a, mâlî muvâsât'a, içtimaî muavenete, teşebbüste müşarekete, halka hizmete, kanuna itaate, nizama riayete çok büyük önem vermiştir.
İslâm'da cemaat rahmet, tefrika felakettir. Arap illerinde şehire "medine", çöle "bâdiye"; şehirde oturana "medeni", çölde yaşayana "bedevî" denmiş; "uygarlık" anlamına gelen "medenîyet" sözü, şehir anlamındaki bu "medine" sözünden çıkarılmış ve türetilmiştir.
Peygamber efendimiz hadis-i şeriflerinde ümmetine şehirleşmeyi tavsiye buyurmuş; şehirde yaşayanın çölde, köyde yaşayandan daha çok sevap kazanabileceğini, çölde gezenlerin cemaatle namaz kılmaktan, cuma namazlarından ilim ve irfan meclislerinden uzak kalacağını, böylece cahilleşeceğini, yozlaşacağını bildirmiştir. Kendisi Medine-i münevvereye hicret edince, orada idari düzenlemeler yapmış, çarşı-pazarı teftiş etmiş, anayasa mahiyetinde belgeler düzenlemiş, sokakların temizliğine önem vermiş, herkesin kapısı önünü temizlemesi halinde şehrin bütünüyle temiz olacağını söylemiş, evlerin çok katlı yapılıp komşuya zarar vermesini, esintisini kesmesini yasaklamıştır...
Bir rivayette: "Şehirde oturanlar, çölde ve köyde oturanlara göre (ahiret ölçüsü ile) yarım gün, yani 500 yıl önce, cennete gireceklerdir" buyurmuştur.
Diğer bir rivayette, ümmetinden bazılarının, sütü, kaymağı, rahat ve rahaveti sever, badiyelere, çöllere, yaylalara gider, ibadetleri, cuma namazlarını terk eder de manevi bakımdan zarara uğrar diye endişe ettiğini bildirmiştir.
Deylemî'nin Hz. Ali radiyallahu anh'ten naklettiği bir hadise göre:
Taşra ve köy (rustâk), cehennem hazîre (mevki)lerinden bir hazîredir, (çünkü) orada şeriatin uygulanması (yani hadd-i şer'î) yoktur, cuma namazı yoktur, (ilim ve eğitim olmadığından) çocuklar edebsiz, gençler şeytan, yaşlılar cahildirler, mümin onların arasında leşten daha beter kokulu duruma düşer.
Demek ki asl olan iman. İslâm, ilim, irfan, edep, ahlâk, şerîat, taharet ve nezafettir. Mümin heryerde onları aramalı, onlara sarılmalıdır; onların olmadığı yerde durmamalı; dinini öğrenebildiği, uygulayabildiği yerlere hicret etmeli, öyle toplumlar, öyle kentler kurmalı, oralarda yaşamalıdır.
Eğer doğruluğu, dindarlığı, ihlâsı, takvâsı, irfanı dolayısıyla dokuz köyden dışlanıyor, kovuluyor, çıkarılıyorsa, kendisi gibi mümin, halis, muhlis, muttakî, mübarek, mütedeyyin, arif, fazıl, kamil... kimselerle onuncu köyü kurmalıdır..
Yaşasın ilimli, irfanlı, imanlı, düzenli, dirlikli, sağlıklı, temiz, nezih, izzetli, şerefli, nurlu onuncu köyler, beldeler, şehirler!...