YURT GÜZELLEKLERİNİN VE TÜM DEĞERLERİMİZİN KORUNMASI

İLİM SANAT, KASIM 88

Prof. Dr. M. Es'ad COŞAN

Yurdumuzun evvelce yemyeşil, ormanlık olduğunu tarihten ve gezginlerin seyahat yazılarından okuyoruz. Ülkemize gelmiş ressam ve gravürcülerin eserlerindeki şahane manzaralar bize o çağlardan masal gibi görüntüler sergiliyor.

Eşsiz Boğaziçi'mizin bir zamanlar ne kadar muhteşem güzelliklere, yalılara, korulara sahip olduğunu cümle cihan bilir. Haliç'in, Kağıthane'nin bir zamanlar İstanbul'un en gözde mesire yerleri olduğu edebiyatımıza geçmiştir. Nedim'in Sa'dabad'ı dillere destandır.

Evliya Çelebi'nin ballandıra ballandıra anlattığı güzel diyarlar, ormanlar yollar şimdi kupkuru bozkır. Çıplak Orta Anadolu dağlarında izine rastlanan iri ağaç kalıntı ve muazzam köklerden, bir zamanlar oraların muhteşem ormanlarla süslü olduğu anlaşılıyor. Aramızda, bazı yörelerin daha 20. yüzyıl başında bile yemyeşil ağaçlarla kaplı olduğunu bilen ihtiyarlar var.

Kendi yaşamınızda bile bu elim değişmeyi gözlemişsinizdir. Bursa'nın o şahane zümrüt ovası hızla yok oluyor, yeşil sahaları süratle eeciş bücüş kiremit yığınlarıyla kaplanıyor. İstanbul'un eski mesire ve sayfiye yerleri şimdi apartmanlarla sımsıkı olduğundan halk daha uzaklara Yalova'ya Esenköy'e kaçmakta

Hükümetin kredi ve konut teşvik politikası birçok kooperatifin kent kenarlarındaki mücavir sahalara yayılmasını hızlandardı. Fakat heryerde gayet yoğun, sıkışık, hasis ve cimri bir zihniyet hakim. Sanki ülkemizde arazi kıtlığı varmış gibi, birbirine adetâ zulmeden, birbirinin havasını, manzarasını kesen bir yerleşim tarzı. Şehir banliyölerinde, kırsal alanlarda bile kasvetli bir nizam: Yollar dar, otopark yok, dinlenme ve oyun yerleri, yeşil sahalar, ağaçlıklar düşünülmüyor.

Üstelik bir zamanlar bahçeliev tarzında kurulmuş mahalleler de, arsaları kıymetlenince bozuluyor, evler yıkılıp apartmanlar dikilip güzellik harap ediliyor.

Herkese açık olması gereken deniz ve göl kenarları yağmalanmış ve kapatılmış. SİT alanları, millî park olma niteliğindeki güzel yöreler bile nüfuzlu şahısların ve güçlü şirketlerin istilasına maruz, heder olma yolunda.

Şehirleşmeyi, cevre korumayı, halkın genel rahatlık ve refahını, sosyal ve sıhhî ihtiyaçlarını iyi düşünmediğimiz, iyi koruyup kollamadığımız gün gibi ortada. Tarihden ve kendi yaşamımızdan aldığımız muhtelif kesitler bunu net olarak ortaya koyuyor. Ecdadın bize emanet ettiği güzelim yurdu sür'atle tahrip ediyoruz.

Bu vahim gidişe milletçe dur demek zamanı gelmiştir. Mahalli idare ve belediyeler bu yağma ve tahribi önleyecek güce ve estetik olgunluğa ermiş değil. Hükümetlerin yerleşim olayını, mutlaka yurt çapında geçerli genel prensip kararlarına ve merkezi çağdaş bir planlamaya ve sıkı bir kontrola tabi tutması icab eder. Çocuklarımıza plansız şehirler, kanser hücreleri gibi gelişmiş eciş bücüş mahalleler, zehir gibi hava kirliliği, kapışılmış gözde yerler, hoyratça bozulmuş güzel yöreler, pişmanlıklar, perişanlıklar bırakmak istemiyorsak bu konuya ciddiyetle eğilelim.

Benim asıl merak ettiğim şu:

Temiz hava, düzenli yerleşim, bol güneş, su, gıda, tabiatle haşır neşir sağlıklı, mutlu ve ferah bir yaşam, yeşil ve güzel bir yurt muhafazakar veya devrimci, maneviyatçı veya materyalist herkesin üzerinde ittifak ettiği, müşterek menfaat konusu bir husus olduğu halde, biz bunu sağlayacak düzen ve şartları sağlayamaz isek; ya Avrupa Topluluğuna her ne pahasına olursa olsun girmek için dolu dizgin koşturan, nice basiretsiz heveslilere rağmen, tarihimizi, benliğimizi imanımızı, kültürümüzü, tüm maddi ve manevi değer ve menfaatlerimizi korumayı nasıl başaracağız acaba?