5. DERS

Euzü billâhi mineş şeytànir râcîm.

Bismillâhir rahmânir rahîm.

Elhamdü lillâhi rabbil àlemîn... Vel àkıbetü lil müttakîn... Ves salâtü ves selâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve âlihî ve sahbihi ecmaîn...

Beraber, bir salât ü selâm okuyalım:

"Allaaahümme sallî âlâaa, seyyidinâaa, muhammedinin nebiyyil ümmiyyi ve alâ... Aaalihî ve sahbihî ve sellim."

Dünkü dersten bir-iki tanesini tekrar edeyim:

Hazret-i Ali RA demiş ki:

(Men lem yekün indehu sünnetullah ve sünneti rasûlihî ve sünneti evliyaihî feleyse fi yedihî şey'ün) "Şu üç sünnet; Allah'ın sünneti, peygamberin sünneti, evliyânın sünneti bir kimsede olmazsa, o kimsenin elinde hiç bir şey yok!.."

Demişler ki:

"--Sünnetullah nedir?"

Demiş ki,"

--(Kitmânüs sirri) "Sırları gizlemek... "

Sırrın envai çeşidi var. Bazı insan da kemâle ait şeyler görür. Onu söylemek hoşuna gider insanın... Bu akşam melekleri şöyle gördüm... Peygamberleri böyle gördüm. Cenneti böyle gördüm. Güzel şeyler. İnsanın hoşuna gider. Bunlar Allah-u Tealâ'nın kulunu tecrübe etmesidir. İnsanın hemen kemâline delalet etmez. Onu bazen hiç uygunsuz olanlar da görür. Fakat sırları daima saklamak lazım!.. O bizim padişahlar gibi... Onu adet edinmişler. Meselâ, sefere gideceği vakitte o tarafa gidecekse bu tarafı göstermiş. Gideceği yeri saklamış... Sen de sırrını saklarsan, yapacağın işlerde muvaffak olursun.

"--Sünnet-i rasul nedir?"

--(Elmüdârât, beyne'n nâs) "İnsanlarla güzel geçinmek!.. İnsanlarla hüsnü muamele... Herkesin bir çeşit hilkati var; herkesin ayrı ayrı... Bunların hepsiyle de güzel geçinmek... Herkesin huyuna göre su vermek..."

"--Evliyânın sünneti nedir?" demişler.

--(İhtimâlil ezâ anin nâs) "İnsanlardan gelecek ezalara sabr ü tahammül..." buyurmuş.

Bu çok güzel bir şeydir. Ama, bu hilkaten verilmişse ne alâ.. Hilkaten verilmediyse sabır olmaz. Çünkü, rahmetli bizim müezzin efendi aklıma geldi de... Ne desen boş!.. Kızdı mıydı gözü görmezdi. Allah rahmet eylesin...

(Ve kânü men kablenâ) Bizden evvel geçen kavimler, milletler, (yetevâsavne biselâsi hısàl) üç şeyle birbirlerine vasiyet ederlermiş, nasihat ederlermiş. (ve yetekâtebüne bihâ) Bazen de yazarlarmış onları, "Şu üçü yapın!" diyerekten.

1. Birisi: (Men amile liâhiretihî) Kim işini, amelini Allah için yapıyorsa, ahiret için yapıyorsa; (kefâhullahu emre dînihî ve dünyâhu) Allah-u Tealâ onun hem dünya, hem de ahiret işlerine kâfidir. Yalnız, yaptığını Allah için yapsın...

Aklıma gelmişken, ihlâs babında... İşte, arkadaşlar çıkmışlar bir ava... Derken bir fırtınaya tutulmuşlar. Bir mağaraya iltica etmişler. Allah'tan, oraya koca bir taş gelmiş, mağarayı kapamış. Çıkmalarına imkân yok!.. Ölecekler orda... Güçleri de yetmiyor. Ne yapalım, duaya kaldı bizim işimiz demişler. Söyleyin bakalım, yalvaralım Allah'a da, Cenab-ı Hak bizi burdan kurtarırsa ne âlâ... Birisi demiş ki:

"Ben anama ve babama çok hürmet ve saygı gösterirdim. Onları doyurmadan çocuklarımı doyurmazdım. Bir gün geldim baktım ki, uyuya kalmış anam babam... Ben de geç kalmışım. Çocuklar ayağımın altında bağırışıyorlar:

--Baba bize süt ver! Baba bize süt ver!..

Hiç dinlemedim onları... Tâ sabah olup da onlar uyanıncaya kadar da, onları uyandırmadım. 'Kalk baba! Baksana sütünü getirdim.' demedim. Bekledim orda..."

Bir rivayette, kışmış galiba da yapışmış eline tas... Uyanmışlar; doyurmuş. "Bunu ben senin rızân için yaptım yâ Rabbi! Eğer bize burdan bir kurtuluş verirsen, ne mutlu!.." demiş.

Derken, taş şöyle biraz yuvarlanmış. Bir ışık girmiş içeriye ama, çıkmak mümkün değil yine... İşte, ikincisi de bir dua yapmış. Üçüncüsü de bir dua yapmış. Onların üçü de makbul olmuş. Ama, üçü de yaptıkları işi Allah için yapmışlar. Onun için, Allah da kabul etmiş dualarını... Kurtulmuşlar ordan... Yâni, ahiret için amel edenin dünya işlerinde de, ahiret işlerinde de, Allah-u Teâlâ ona kâfi!..

2. İkincisi: (Ve men ahsene serîretehû) İçini düzelten, içini güzelleştiren... İç güzelliği; gönül güzelliği, ahlâk güzelliği, hepsi içinde... İçini böyle güzelleştirmiş. Ahlâkı güzel; kavgacı değil, gürültücü değil... Kimsenin aleyhinde konuşmaz.

Haaa, o dünkü şeyi yine tekrarlayalım! Çok güzel. Adam okumağa gidecekdi de, büyük bir âlim geldi, dedi ki:

"--Ben sana bir nasihat edeyim de, ondan sonra git gideceğin yere!.."

"--E, buyur..." dedi.

Dedi ki:

"--Ulûmü evvelin vel ahirin bunun içinde:

1) Allah-u Tealâ'dan kork, nerede olursan ol!.. O korkuyu, Allah-u Tealâ'dan korkuyu içine sindir. Ne ile?.. Tefekkür edersin; Allah-u Tealâ'nın büyüklüğünü, kuvvetini, kudretini, azabını, rahmetini... Korku içeriye girer inşallah. Allah'dan kork!...

2) İkincisi de, (Ve emsik lisâneke) Dilini tut! (anil halki) Halka karşı kat'iyyen dilini uzatma!.. (Lâ tezkürüküm illâ bihayrin) Mutlaka onların hayrına konuş... Halk; hepsi var içinde. Serhoşu da var, iyisi de var, kötüsü de var. Ama, sen hep iyisini gör. Hayrını söyle. Kötüsünü söyleme.

Bugün bizim Necmeddin'gil gelmişlerdi de, Arabistan'a gidiyorlarmış. Okudum onlara... Kimsenin aleyhinde konuşmayın!.. Bu, bir bakımdan gıybete gidiyor. Gıybete gidince, bütün sevaplarımız yanıyor. Ne kadar acı şey!.. Onu da Cenab-ı Hak ne güzel diyor:

"--Ölmüş kardeşinin etini yemek hoşuna gider mi?.."

Kimsenin gitmez. İşte, gıybet dediğin böyle... Allah muhafaza etsin... Onun için, büyük de demiş ki ona: "Hiç halkın aleyhinde konuşma!" E sarhoşmuş, ne yapalım? Dua et Allah'a, kurtarsın o adamı...

3) Bir de lokmana bak! Lokmanın helâl oluşuna bak. Lokman helâlsa, ne mutlu sana!..

Şimdi, burda da dedi ki, "İçini düzelt!.. içini düzeltti miydi, Allah senin dışını da düzeltir!" Dış düzgünlüğü, iç düzgünlüğüne bağlı...

Sallallahu Aleyhi ve Sellem'in zamanında iki kabile vardı: Evs, Hazrec... İkisi de döğüşüyorlar birbirleriyle... Büyük kabileler... Efendimiz geldi, bunları barıştırdı. İslâm oldular ikisi de... Sonra bir yahudi geldi, yine bunların arasına fit soktu. Yine bunlar başladılar döğüşmeye... Efendimiz SAS, yine gitti onları barıştırdı da... Diyor ki Kur'an'da, estaizü billâh:

(Lev enfakte mâ fil ardı cemîan) "Eğer yeryüzünde olan bütün serveti sen infak etseydin de, onları barıştırmaya çalışsaydın; (mâ ellefte beyne kûlubihim) onları barıştıramazdın!.." Paralar, servetler onları barıştıramazdı. (Velâkinnallàhe ellefe beynehüm) Ya?.. "O te'lifi Allah yaptı." Allah onların gönüllerine merhamet verdi. İdrak verdi. Kavga bitti. Onu veren, Allah!... Şimdi biz Allah'a dönsek, Allah onu bize de yapacak...

Şimdi kanun para etmiyor. Herif, kanun-manun dinlemiyor. İşte, yapacağını yapıyor. Sebebi: Fitne!.. Fitnenin membaı da, öşrün kalkışı... Şimdi, köylüye demek lâzım:

"--Yahu kardeş! Namaz nasıl borçsa, zekât da öyle borç!.. Öşür de öyle borç!.. Birisi sana dese ki, biz senden namazı kaldırdık gayri, senin namaza ihtiyacın yok kılmağa... Eh, ne güzel deriz. Ama, olur mu bu?.. Namazı kim kaldırabilir? Allah'ın emr ü fermanı!... Zekâtı kim kaldırabilir? Allah'ın emri!.. Öşür de Allah'ın emri!.."

E, köylünün işine geldi. Yükten kurtuldum dedi, bilmem ne dedi. Öşrünü vermiyor meselâ... Zararı ammeye oluyor. Allah affetsin ne yapalım!..

3. (Ve men eslaha mâ beynehû ve beynallahi) Kendisi, Allah ile arasında olan hali ıslah etmiş... Yani, doğru. Namazında niyazında. Kötülük yapmıyor. Günah yapmıyor... Bu, ıslah hale gelir. O zaman Allah Tealâ da, onunla insanlar arasını ıslah eder. Onunla diğer insanlar arasında, geçim güzel olur.

Onun için, Hazret-i Ali Efendimiz ne güzel buyurmuş:

1. (Kün indallah, hayren nâs) Allahın yanında nasın hayırlısı ol!.."

(Hayrün nâs men yenfeun nâs) Nasa menfaatli olan, Allahu Tealâ'nın yanında da hayırlıdır.

2. (Ve kün inden nefs şerrün nâs) Nefsinin yanında, nasın şerlisi ol!.. Bu nefse hiç güven yok! Hiç... En berbad bir belâ başımızda... Onun için, nefsinin yanında nasın şerlisisin. Bunu iyi bil! Çünkü nefs seni cehenneme sürükleyecek. Kandıracak!.. Envai çeşit hileleri var. Onunla mücadele edeceksin.

Kim yapacak o mücadeleleri?.. Bayezid-i Bestami, "32 sene nefsimle uğraştım da, yola getiremedim!" diyor. Ancak 32 seneden sonra... Bunu bugün kim yapar?.. Ramazanda bir i'tikâf bile yapamıyoruz. On gün, ne olacak... Onu bile beceremiyoruz. Halbuki, Peygamberimiz hiç bırakmamış!..

3. (Ve kün inden nâs raculen minen nâs) İnsanların arasında da, kendine paye verdirme! İnsanlardan bir adam, birisi sen ol!.. Filân geliyor demesinler.

Hâtem-i Esam RA diyor ki:

(Mâ min sabâhin) Hiç bir sabah yoktur ki, (illâ ve yeklüş şeytànü lî) şeytan bana musallat olur. Derki: (Mâ te'külü) "Ne yiyeceksin bakalım bugün?.. (ve mâ telbisü ve eyne teskünü) Ne yersin, ne giyersin, nerde oturur kalkarsın?.." diye hergün şeytan beni böyle vesveselendiriyor. Evin yok, yerin yok, malın yok, mülkün yok... Ne giyeceksin, ne ideceksin?..

Ben de ona derim ki: (Âkülül mevt) "Benim ekmeğim ölüm... Ben korkarmıyım başka şeyden?.. (ve elbisül kefen, ve eskünül kabr) Elbisem kefenim, yerim de kabirdir. Ne istiyorsun benden, ey şeytan; çekil yanımdan!.. Bu üç şey bende olduktan sonra, senin bana hiç zararın olmaz.

Sallallahu Aleyhi ve Sellem, buyurmuşlar ki:

(Men harace min züllil ma'siyeti ilâ izzit tâati) "Her kim Allah-u Tâlâ'nın ma'siyetlerinden tâatine dönerse, Allah-u Teâlâ onu üç şeyle mükâfatlandırır:"

Allah muhafaza etsin, ma'siyyetten korunmak kolay bir şey değil!.. Allah korursa koruyacak. Meselâ, bugün ma'siyetin en şeysi göz!.. Onun için, bizim pîr Nakşibend Hazretleri, gözün için demiş ki, "Ayaklarının ucuna bak!" demiş. "Başka yere bakma!... Gözün, ayaklarının ucuna baksın. Sağını solunu görme. Önünü arkanı görme. Önüne bak, öyle yürü git!.."

Rahmetli bizim Hacı Aziz Efendi, öyle yürürdü. Yani böyle, kafasını eğer önüne. Ne sağındakini görür, ne solundakini görür. Öyle gider. Alıştırmış kendisini maşaallah.

Binaenaleyh, göz gördü müydü tabii, ilk bakışta ma'füv ama artık ikinci bakış, üçüncü bakış aleyhimize!.. E, bugünkü nefsin hakkından gelmek de kolay mı?.. Onun için, ma'siyet zilletinden çıkan insan, Allah'ın tâatına yönelmiş insan... Allahu Tealâ ona üç şey veriyor:

1. (Ağnâhullahu teâlâ) Allah onu zengin eder. (min gayri mâlin) Malsız ona zenginlik verir Allah... "Malsız zenginlik olur mu?" dersin. Olur! Gönül zenginliği vardır. Allahu Tealâ onu öyle zengin yapar.

2. (Ve eyyedehû min gayri cündin) Askersiz olaraktan onu kuvvetlendirir. Askersiz olarak, yardımcısı olmadan..

3. (Ve eazzehû min gayri aşîretin) Kendisinin arkasında aşireti yok. Kavmi yok. Müdafaa edecek kimsesi yok... Ama, Allah onu aşiretsiz de izzetlendirir.

İnsanın bazen öyle kabilesi çok olur, kalabalık olur. O kabilesine arkasını dayar ve korunur o surette... Fakat, böyle garib bir kimse; ne kabilesi var, ne bir şeysi var. Allahu Tealâ da onu öyle aziz eder.

Yine, Sallallahu Aleyhi ve Sellem Efendimiz'den rivayet ediliyor ki:

(Harace zâte yevmin) Bir gün Rasulullah Sallallahu Aleyhi ve Sellem Hazretleri, çıkmışlar. (alâ ashàbihî) Ashabı kiramın yanına gelmişler.

--(Keyfe esbahte?) "Bugün nasıl sabahladınız? Sabahınız hayrolsun!" diye sormuş hatırlarını...

Buyurmuşlar ki:

--(Esbahnâ mü'minîne billâh) "Allah'a iman ile sabahladık."

--(Ve mâ alâmetü imâniküm) "İmanınızın alâmeti ne?.. Allah'a iman ile sabahladık diyorsunuz ama, imanınızın alâmeti ne?"

Buyurmuşlar ki:

1. (Nasbiru alel belâ') "Belâya sabrederiz."

Bugün Vahdeddin'e gittim de geçmiş olsuna... E tabii, şikayet etmeden olmuyor insan, halinden... Acı, ızdırap içerisinde... Allah affetsin kusurlarımızı... Belâların bir takımı vardır, zordur. Allah hıfz ü himayesinde daim etsin...

Mekke-i Mükerreme'de biraz misafir oluyorduk. Bir gün geldi bir arkadaş; Mardinli kendisi, mühendis orada... Cidde'den Mekke'ye gidiyorlarmış. O koca koca arabalar var ya, tanker; gaz taşıyor, benzin taşıyor... O, yolu döneyim demiş, dönememiş. Motoru durmuş. Yolun iki tarafını da kapamış. Bunlar da karşıdan gelirken farketmemişler. Arabayı vurduklarında, darmadağın olmuş araba... Fırlatmış onları dışarıya... Yüzleri gözleri yaralanmış ama yine bir şey olmamış elhamdü lillâh... Bir haftada kurtarmışlar yakayı...

Onun için, "Az sadaka çok belâ def eder!" derler. "Sadakadan verecek paran olmazsa, iki rekât namaz kıl!" demişler.

2. (Ve neşküru aler rehà') "Belâya sabrettiğimiz gibi, bolluklara da şükrederiz!.."

3. (Ve nerdà bil kadà') "Kazalara da râzı oluruz." İşte, kazâ-i ilâhiye; araba gelecek, çarpacak oraya... Ne yapsan boş!.. Bunlara da razı oluruz.

(Fekàle aleyhisselâm) SAS Efendimiz demişler ki:

--(Entüm mü'minûne hakkan ve rabbil kâ'beh) "Kâbe'nin Rabbi hakkı için, siz hakîkaten mü'minsiniz!.."

Mü'minin alâmeti demek ki: Belâya sabır, bolluğa şükür, kazâya razı olmak!..

Bu çok hoşuma gider: Sa'd İbni Ebi Vakkas denilen büyük bir zat... Acemleri mağlüb eden kumandan... İhtiyarlamış, gözleri de görmez olmuş... Demişler ki:

"--Biz senin biliyoruz duanı... Kılınç gibi keser senin duan... Allah'a bir dua etsen, verir gözlerini Allah sana!.."

Ne kadar hoş bir şey söylemiş:

"--Ben Allah'ımın takdirini gözümün nurundan daha çok severim de, diyemem!.." demiş.

Çok hoşuma gider. Allah hepimizi affetsin... Büyüklük bu!..

(Evhallàhu teâlâ ilâ ba'dul enbiyâ') Cenâb-ı Hak bazı nebîlerine vahyetmiş ki:

1. (Men lekıyeni ve hüve yühibbunî) Kim, beni severekten, sevgi ile bana gelirse; (edhaltehû cennetî) ben onu cennetime korum.

Allah sevgisi büyük nimettir. Çünkü bütün nimetleri veren odur. Şimdi insanlar, Allah'ı birkaç şeyden severler. Veriyor... Sıhhatimiz yerinde... Herşeyimiz yerinde... E, bunları veren Allah'ı severiz... Bazı büyükler bunları hiç hesaba katmadan; "Allah sevilmeye lâyıktır; ondan dolayı seviyorum!" diyerekten, hiç o sıhhatini filân kaale almaz. Her ne çeşit olursa olsun Allah'ı severek ona dahil oldu mu; cennetine girecek!..

2. (Ve men lekıyenî ve hüve yehafunî, cennebtühû nârî) Bir de ölürken, günahlardan korkarak öleceğiz. "Günahlardan korkarak, korku içerisinde geliyor; ona da ateşi uzak ederim, cehennemi uzak ederim!" diyor. Korkusundan dolayı...

3. (Ve men lekıyenî ve hüve yestahyî minnî) "Kabahatlar etmiş. 'Ben nasıl gideceğim Rabbim senin huzuruna!..' diyerekten, haya, utanç içerisinde... Bu, utanç içerisinde bana gelirse; (enseytül hafazate zünûbehû) ben de onun günahlarını hafaza meleklerine unuttururum!" Ama bunlar büyük nimet!.. Allah lütfetsin cümlemize...

Abdullah ibn-i Mes'ud RA diyor ki:

1. (Eddi mefteradallàhu aleyk) "Sen Allahu Tealâ'nın farz ettiği ibadeti eda et... Farz ettiklerini, farzlarını eda et; (tekün a'beden nâs) o zaman nasın en âbidi olursun!.." Nâsın âbidi olmak istiyorsan, Allah-u Teâlâ'nın farz ettiği ibadetleri edâ et!..

2. İkincisi: (Vectenib meharimallâh) "Allah'ın haramlarından kaç, uzak ol; (tekün ezheden nâs) nâsın da en zâhidi olursun!.."

Bu, haramlardan kaçmak, çok mühim bir iş... Çünkü iki şey: Emri ma'ruf, nehy-i anil münker buyrulmuş. Yâni, ibadeti et, günahlardan kaç!.. İki şey... E, ibadeti yapıyoruz da günahlardan kaçamıyorsak; tek hatla lamba yanmıyor. İkisi birleşecek de öyle yanacak. İşte, kemâl-i insâniyet de, ancak ikisinin birleşmesiyle oluyor. Bir taraftan günahtan kaçacaksın, bir taraftan da emrine itaat edeceksin!..

E, emrine itaat kolay; günahtan kaçmak zor... Binâen aleyh, günah yerlerine sokulmamak lâzım!.. Günaha alışmamak da lâzım! Günaha alıştın mıydı; günah işlerle, günahkârlarla da düşüp kalktın mıydı, işin içinden çıkılmaz yani!.. En evvel günahkârlardan uzaklaşmak lâzım!.. Günahkâr, namaz kılmayan insanlarla düşüp kalkıyorsan; sen de bir gün namazı bırakırsın... İçkicilerle düşüp kalkıyorsan; bir gün sen de alışırsın... Kumarcılarla düşüp kalkıyorsan; bir gün sen de kumarbaz olursun, farkına bile varmazsın... Onun için haramlardan muhakkak kaçmanın çaresini aramak, günahkârların yanına sokulmamak lazım!..

Şimdi yazın plaj vakti... Herkes orda denize gireceğim de, güç alacağım, kuvvet alacağım diyor. Bunlar, masal hepsi yahu!.. Gücü kuvveti insana Allah verir! Günah yerlerinden fayda olmaz insana!.. Meselâ, "Şarap içeyim de kuvvetleneyim!" der insan... Şaraptan kuvvet olmaz insana!..

--E canım, içiyorlar ya gâvurlar?..

--Gâvur içer canım; gâvurun gidişatına sen ne karışırsın?.. Müslümanlara karşı yasaklanan bir şey...

Onun için, meharimden kaçın! Allah-u Teâlâ haram mı etmiş; bırak!.. O zaman, nâsın zâhidi olursun!

3. (Verda bimâ kasemallahu leke) "Sen de Allah-u Teâlâ'nın taksiminde sana verdiğine râzı ol!.. Taksim-i ilâhîye râzı ol; (tekün ağnen nâs) insanların en zengini olursun!.." Ne zaman?.. Taksime razı olursan... Allah-u Teâlâ kimisini zengin eder, çok verir, kimisine az verir ama; veren alan, taksimi yapan Allah... Şimdi senin o taksime razı olmayışın, Allah'ın taksimine itiraz edişindir.

Allah, ömrü yaratmış; ömrü yaratmazdan evvel yiyeceğimizi de yaratmış: Buna bu kadar, buna bu kadar, buna bu kadar... Bu parmaklar nasıl bir değilse, herkesin de rızkı bir değildir. Onun için, zenginin zenginliğine bakıp da imrenmek, ben de öyle olacağım demek, büyük hata!.. Dünkü derste geçti ya: "Ona özenir, ona dalkavukluk yaparsa; dininin üçte ikisi elinden gider." diyor. O paralar hiç iyi bir şey değil!.. Allah nâmerde muhtaç etmeyecek kadar verdi miydi, kâfi...

İnsanları tuğyan ve isyana sevkeden şeyin başlıcası para!.. Para, insanları isyana sevkediyor. İnsanın gözü de doymuyor. "Göz doymaz!" derler. İşte beş şey doymaz; deniz, bilmem ne, bilmem ne... Göz de doymuyor. Şimdi, birçok kimseler var, faizle büyük işler çeviriyorlar. Canım, faizin haram olduğunu bilmeyen yok... Sen bu büyük işi yapacağına, küçük iş yap da harama sokulma!..

(Ve an salihil merkadî ennehû merre bi ba'did diyâr) Bak, ne güzel bir şey!.. Bu Sâlih el- Merkadî ismindeki zat bir yere uğramış, bir memlekete... Demiş ki:

--Ey memleket, ey diyar! (Eyne ehlükel evvelûn) Hani senin evvelce içinde bir takım insanlar vardı ya, nerde onlar?.. (Ve eyne ummarukel mâdûn) Şu büyük binaları yapanlar nerde?.. (Ve eyne sükkânükel akdemûn) Hani burda oturan bir çok insanlar vardı. Onlar nereye gitti yahu?.. Yok bugün onlar burda...

(Fehetefe bihi hatifün) Bir ses geliyor hatiften... Telefonun adı da hatiftir Araplarda; hatif derler. Ona da bir ses geliyor öyle, hatiften:

--(Enkataat âsârühüm) Onların eserleri bitti. (Ve beliyet tahtet türâbi ecsâmühüm) O güzel cesedleri toprağın içerisinde eridi gitti. (Ve bekıyet a'mâlühüm, kalâide fî a'nâkıhim) O amelleri de boynuna asılı, bekliyorlar günlerini... Allah affetsin kusurlarımızı...

Onun için, büyüklerimiz hep ölümü düşünmeyi ondan tavsiye etmişler. Ölümü hatırından çıkarma, unutma!.. Adımını atarken ölümün gözünün önünde olsun. İşin sonu o... Onun için doğruluktan ayrılma!..

Hazret-i Ali Efendimiz'in de bir sözü var; onu da okuyayım:

Demiş ki Hazret-i Ali Efendimiz:

1. (Tefaddal alâ men şi'te) İstediğine ver... İstediklerine ver; (feente emîruhû) onun emiri olursun sen! Amiri olursun yâni...

2. (Ves'el ammen şi'te) "İstediklerinden iste; (feente esiruhû) istediğin adamın esiri olursun!" Verir sana, sen de onun esirisin. Bunu böyle yap der. E, yapacaksın artık. Yapmamazlık elinden gelmez yâni...

3. (Vestağni ammen şi'te) "O da senin gibi adam, sen de onun gibisin. Ondan da müstağni ol!.. Çünkü, (feinneke nazîruhû) oda senin gibi, aynı... O da muhtaç, herkes de... Binaenaleyh, dileğini Allah'tan iste!" demiş.

Allah cümlemizi affetsin... Tevfikat-ı samedaniyyesine mazhar etsin... Sevdiği ve râzı olduğu kullarının arasına cümlemizi kabul etsin inşallah...

Haaa, bugün İsmail Hakkı Hazretleri'nin yazdığı günahları okuyorduk. Diyor ki: "Ramazan-ı şerifte amden her kim orucunu yerse, günahı kebairdir. Katli de caizdir." diyor. Katli de lâzımdır, katli!.. "Çünkü İslam'a hakarettir!" diyor. Alenen orucu yemek İslam'a hakarettir.

Diyor ki:

--Ben yiyorum ya, Allah biliyor; neden saklıyacağım?..

--Ooo, büyük cahillik!.. Saklıyacaksın! Müslümanların hakkına, hukukuna riayet lâzım!.. Bugün müslümanların orucu...

Eskiden hristiyanlar bile müslümanların yanında yemezlermiş, müslümanların oruç ayı diyerekten... E, bugünkü müslüman bunu yapınca, elbette katli caiz olacak.!.. Allah hepimizi affetsin de, sevdiği kulları arasına cümlemizi kabul etsin inşaallah... İş orda!..

Bugün bir efendi geldi. Başı çok ağrıyormuş birisinin... Orucu bozmak zorunda kalmış, hap yutmuş. Şuna sormuş, buna sormuş. Kimisi demiş,61 gün tutması lâzım... Kimisi demiş, gününe gün tutması lâzım... Bize geldi, "Sen ne dersin?" dedi. "Ben bir şey diyemem! Fıkıh kitabında, öyle zarurette kalanların orucu bozmaları lâzım geldiği vakitte çareler var... O çarelere başvuraraktan orucu bozar ve bir şey lazım gelmez. Keffaret lâzım gelmez, gününe gün tutar." dedim.

Meselâ; "Azıcık tuz yersen keffaret lâzım gelir. Çok tuz yersen keffaret lâzım gelmez!" diyor. Neden az tuz ile?.. Az tuz fayda verir; çok tuz zarar verir. Fayda verdiği için 61 gün, öteki zarar verdiği için bir gün...

El-Fâtiha!..

2. 8. 1979 / 5 Ramazan 1399

(Yatsıdan önce)