EĞİTİM VE DOSTLUK

Çok aziz çok muhterem misafirlerimiz!..

Çok değerli parti başkanları, çok değerli Büyük Millet Meclisi üyeleri milletvekillerimiz!.. Değerli profesör arkadaşlarımız, dostlarımız!.. Hepinize Allah'tan, en büyük mükâfatlarla lütfeylemesini niyaz ediyorum. Teşekkürlerin kâfi gelmediğini biliyorum.

Bu günümüz, bizim için bir büyük mutlu gün... Bu mutluluğu çok sevdiğimiz dostlarımızla paylaşmak istedik. Lütfettiniz, dâvetimize icâbet eylediniz. Tabii, bu da bizim mutluluğumuzu sayılamayacak, ölçülemeyecek miktarda arttırdı. Mutluluğumuza mutluluk kattınız. Allah razı olsun... İlginizin ve yardımlarınızın devamını diliyoruz.

Bu toplantıyı, iki vesileyi bir araya getirmek suretiyle tertipledik. Konuşmacıların konuşmalarından anlaşıldığı üzere, birincisi: Hocamız Mehmed Zâhid Kotku (Rh.A) Hazretleri'nin vefatının sene-i devriyesine getirmeyi, bir uygun vesîle gördük. Sebebini biraz sonra arz edeceğim. Diğeri de bizim Akradyo'muzun, Akra FM'imizin uydudan yayın yapmak sûretiyle dinlenme sahasını genişletmesi, bizim için büyük bir mutluluk... Almanya'dan Kafkasya'ya, belki çanak antenler müsaitse Orta Asya'ya kadar yayın yapılabilen bir güzel alan elde etmiş olmanın mutluluğu içindeyiz.

Hasan Celâl Güzel Beyefendi'nin bir ifadesi var --her yerde söylüyorum, burda da ifade etmek isterim. Bizim Akradyo'muz için, "Görüntüsüz televizyon" diye ifade etmişler. Görüntüsüz televizyon gibi 24 saat yayın yapan, bir güzel yüksek gayretler mecmuası... Sadece çalışanların değil, elbette yorum yapanların, konuşma yapanların, ihtisas sahiplerinin katkılarıyla bu kadar değerli bir müessese haline geliyor. O bakımdan, Allah hepsinden razı olsun...

Bu vesile ile Hocamız hakkında birkaç söz söylemek istiyorum. Hocamız bir tarikat şeyhi idi, bir tasavvuf büyüğü idi. Bizim tarihimizde tasavvufun, tarikatın çok büyük önemi vardır. kısaca söylemek gerekirse, Osmanlı devleti bir tasavvuf devletidir. Osmanlılardan önce, Orta Asya'da da böyleydi durum...

Orta Asya'nın İslâmlaşmasında Ahmed-i Yesevî Efendimiz'in büyük rolü vardır. Bunu herkes biliyor ve ifade ediyorlar. O da bizim tarikat büyüğümüzdür. O gönderdiği alp erenlerin, mürşidlerin, tasavvuf erbâbının, dervişlerin Anadolu'daki hizmetleri; Yunus'ların ve diğer kültür büyüklerinin çalışmaları hepinizin mâlumudur. Onlara çok şeyler borçluyuz.

Hocamız da --Allah şefaatlerine nâil eylesin, makamlarını yüce eylesin-- böyle bir çok yüksek şahsiyettir. Tabii, herkes kendi hocasını medhetmek ister de... Bizim Hocamız'ın farklılığını Mehmed Doğan kardeşim biraz işaret eyledi.

Tasavvuf deyince, insanların hatırına gelen bir şeyler var... Bir köşede hırka giyinmiş bir insan, elinde tesbih, boynu bükük, soluk benizli, ibadet ehli bir zat hatıra gelir. Hocamız bize, bir başka türlü tasavvuf öğretti. O bakımdan bu nokta, son derece önemli bir noktadır. Biz de tasavvufu öyle düşünürken, İslâmî ibadeti sadece böyle tasavvur ederken, hem Hocamız'dan hem Hocamız'dan önceki Abdül'aziz Hocamız Hazretleri'nden, daha önceki büyüklerimizden, silsilemizden gelen an'anevî duygu ile, biz daha başka bir tasavvuf anlayışıyla yetiştik. Hizmeti nafile ibadetten önce gören, önde tutan bir anlayışla yetiştik.

Onun için, sosyal hizmeti Hakk'ın rızasını kazanmanın bir vesilesi olarak biliyoruz, o amaçla çalışıyoruz. Bu, Mehmed Doğan kardeşimizin ifade ettiği çok mühim bir farktır.

Ben aynı minval üzere bu yaz Londra'da bir konferans verdim. Benden Pakistanlı bir cemiyet konuşma yapmamı istedi. Mutasavvıf olarak, Yirmibirinci Yüzyıl'da müslümanların neler yapması gerektiğine dair konferans istediler benden... Ben de kendi bilgi ve görgüme göre bir konferans verdim. İngilizceye çevrildi. Pakistan'lı gazeteciler, o cemiyetin mensupları, davetliler hop oturup hop kalktılar:

"--Biz tasavvufu böyle bilmiyorduk. Bu kadar cemiyetin içinde, bu kadar cemiyetin meseleleriyle candan ilgili olarak bilmiyorduk." dediler. "Aman, ne olur bu konuşmalarınızı yazın!.. Aman ne olur önümüzdeki aylarda tekrar gelin! Biz Londra'dakileri toplayalım, bizim Pakistanlıları toplayalım, Asyalı dindar kardeşlerimizi toplayalım; hattâ hocaları şeyhleri toplayalım da, onlar da meselelere nasıl bakılması gerektiğini görsünler!" dediler.

Bu bizim Hocamız'dan aldığımız bir anlayıştır. Onun için, ikisinin bir arada olmasının; Akra FM'in uyduya geçmesiyle Hocamız'ın bir arada olmasının ciddî bir mânâsı vardır.

Abdül'aziz Hocamız, bütün dervişlerini üniversiteye yöneltmiş bir hocaefendidir. Hepsini, üniversitede hoca olsunlar diye sevketmiştir. Onlar da büyük profesörler oldular ve büyük hizmetler yaptılar, yapmaktalar. Allah hepsinden râzı olsun...

Hocamız bizden bir vakıf kurmamızı istemişti. Biz de bir çalışma yapıp, kendisine vakfımızın gayelerini, amaçlarını, çalışma maddelerini okumuştuk sağlığında... Duasını ve tasdikini almıştık. Üç hedef var bizim çalışmalarımızda:

1. Eğitim

2. Dostluk

3. Yardımlaşma

Eğitimin her türlüsüne hevesliyiz, arzuluyuz ve çalışmaktayız bu konuda... eğitim çalışmalarımızın bir sonucu olarak Akra FM çalışmalarına geçmiş bulunuyoruz.

Bunun dışında kolejlerimiz var, yuvalarımız var, ana okullarımız var... Allah nasib ederse, üniversite kurma arzumuz var... Mevzûat müsaade ederse; potansiyelimiz var, mevzûatı aştığımız zaman üniversite kurma arzumuz var... Yaygın ve örgün eğitimin her çeşidiyle ilgiliyiz.

Akra FM'i de bir eğitim vasıtası olarak görüyoruz. Ben eskiden, televizyon çıktığı zamanlarda, radyonun pabucu dama atılmıştır diye düşünüyordum. Fakat şunu gördüm ki, radyonun ayrı bir dinlenme ve hayat sahası var... Televizyonun giremediği, bulunamadığı yerlerde radyo bir vazife görüyor.

Meselâ, bir şoförün arabasını sürdüğü anda, radyo dinlemesi mümkün... Bir hanımın, mutfakta yemek yaparken radyo dinlemesi mümkün... Bir sanatkârın, eliyle bir iş yaparken radyo dinlemesi mümkün oluyor. Böylece camiye gelemeyen, okula gelemeyen insanlara dinî, millî ve kültürel meseleleri radyo ile götürmek mümkün oluyor. Bunu çok önemli bir çalışma dalı olarak görüyoruz.

İkinci amacımız, dostluk idi. Hocamız bizi bu dostluk kelimesinin çatısı altında da bu akşam toplamış oldu. Benimle vedalaşan bir gazeteci kardeşimiz bana soru soruyor:

"--Filân beyle yakınlığınız son günlerde niye arttı?" diyor.

Son günlerde olan bir şey değil; artan bir şey değil, eksilen bir şey değil, eskiden beri mevcud olan bir şey ama, bizim çevremize bir bakın, çevremizdeki insanlara bir bakın!.. Bizim herkesle kardeş olma arzumuz var; kardeş olduğumuzun şuuru, bilinci var... Bütün kardeşlerimize kucağımızı açıyoruz. Bütün mü'minler, hattâ bütün insanlar kardeşimizdir diye düşünüyoruz da, yalnız gayrimüslim olanları biraz ayırıyoruz müsaadenizle... Onlar da inşaallah çalışırsak müslüman olurlar da, has kardeşlerimiz olurlar diye düşünüyoruz. Ötekiler candan kardeşimizdir. Bütün mü'minler kardeştir, Allah bizi kardeş etmiştir; ayırım yapmıyoruz.

Hattâ, aramızda bazı fikir ayrılıkları olsa dahi, hepsi kardeşimizdir. Salonda bu zenginliği görmenin de mutluluğunu taşıyorum. O bakımdan davetlilere ayrıca teşekkür ederim. Bu gecenin değerlendirilmesinde, bu noktanın da göz önüne getirilmesini özellikle rica ediyorum değerlendirmecilerden...

Allah hepinizden razı olsun... Bizim birbirimize karşı güzel duygularımız var. Amacımız Allah-u Teâlâ Hazretleri'nin rızasını kazanmaktır. Ama bu rızâyı kazanmanın, insanların gönüllerini yapmaktan geçtiğini biliyoruz. Gönüller yapmağa geldik; Allah-u Teâlâ Hazretleri bizi gönül yapmağa muvaffak eylesin... Ümmet-i Muhammed'e faideli eylesin... Rızâsına vâsıl eylesin... Allah hepinizden razı olsun...

Esselâmü aleyküm ve rahmetullah!..

12. 11. 1995 Sheraton - ANKARA