Prof. Dr. Mahmud Es'ad COŞAN

TEKNOLOJİYİ SEVİYORUZ

Elhamdü lillâhi rabbil alemîn... Alâ külli hâlin ve fî külli hîn... Ves salâtü ves selâmü alâ seyyidinâ ve üsvetünel hasenetü muhammedenil mustafâ... Ve alâ âlihî ve sahbihî ve men tebiahû biihsânin ilâ yevmil cezâ...

Değerli misafirlerimiz! Allah hepinizden razı olsun... Toplantımıza şeref verdiğiniz için hepinize şükranlarımızı arz ederiz. Allah-u Teâlâ Hazretleri, dünyanın ve ahiretin her türlü hayırlarına cümlenizi nâil eylesin...

Elhamdü lillâh, Allah-u Teâlâ Hazretleri'nin razı olduğu din üzerindeyiz. Bismillâhir rahmânir rahîm:

(İnned dîne indallahil islâm.) "Allah'ın indinde makbul olan din, sadece ve sadece İslâm'dır."

Bismillâhir rahmânir rahîm:

(Ve men yebtaği gayrel islâmi dînen felen yukbele minhü) "İslâmdan gayri bir din tutturmağa çalışan, bir başka yola gidenlerden, niyetleri ne olursa olsun, bu davranışları kabul edilmeyecektir." Çünkü, tutturdukları yolun doğru olması mümkün değildir. Çünkü, her şeyin doğrusunu Allah bilir. Doğruların mecmâı olan, her türlü doğruyu içinde taşıyan İslâm'dan sonra, başka yerde doğruyu aramak yanlıştır.

Seyyidil evvelîn vel ahirîn, geçmişlerin ve geleceklerin hepsinin efendisi olan; eşrefül verâ' ve ekremür rusül, insanların ve peygamberlerin en soylusu, en yücesi olan; seyyidül kâinât, kâinatın, dağların taşların, bildiğimiz bilmediğimiz varlıkların gönlünü bağladığı, habîbullah, alemlerin yaratıcısının en sevgili kulu Muhammed-i Mustafâ'sına ümmet olmaktan çok büyük şeref duyuyoruz. Allah-u Teâlâ Hazretleri bize, ona has ümmet olmayı, ümmetine en güzel tarzda hizmet etmeyi nasîb eylesin... Rızası yolundan bir göz yumup açıncaya kadar, bizi dışarıya ayak bastırmasın, başka yollara saptırmasın...

Bizim camiamız, --elhamdü lillâh-- takvâyı şiar edinmiş olan büyüklerimizin yolunun devamıdır, onların izidir. Çünkü:

(Feinne hayrez zâdit takvâ) Dünyaya bir yolcu olarak gelmiş olan insanın, ahiret seferinde yanında kendisine en büyük faydayı sağlayacak olan metaı, varlığı, mâmeleki, sahip olduğu en kıymetli sıfatı takvâdır.

Büyüklerimiz takvâ yolunu tercih etmişler. Her şeyin en halisini, en doğrusunu, en güzelini, dünyevî bakımdan aleyhlerine de olsa, hayatlarına mal olacak bile olsa, severek ihtiyar etmişler, gerektiği zaman da severek canlarını vermişler. Allah şefaatlerine nâil eylesin... O güzel yoldan bizleri ayırmasın...

Bizim İslâm dergisi, Kadın ve Aile dergisi, İlim ve Sanat dergisi, Panzehir dergisi, Teknik Eğitim dergisi, Gülçocuk dergisi çıkartma gayretlerimizde, yazdığımız yazılar bazı kimselere dokunduğu için, şöyle bir itiraz yönelttiler bize:

"--Siz mâdem ehl-i takvâsınız, ehl-i tasavvufsunuz, ehl-i tarikatsınız, ehl-i ahiretsiniz; sizin ekonomi ile, sizin politikayla, siyasetle, ticâretle, sosyal meselelerle ne ilişkiniz var? Ahiret yolunda yürüsenize!.. Dinî konuları yazın dergilerinizde, dinî konuları işleyin! Niye her konuya giriyorsunuz?.." demişlerdi.

Tabii onların bu itirazı, İslâm'ı tanımamalarından kaynaklanıyor. Çünkü İslâm, hayatın her meselesine dair sözü olan, tercihi olan, tavsiyesi olan, hükmü olan bir din... Hayatın içinde olup da, İslâm'ın dışında olan hiç bir mesele yoktur. Hayatın dışında bir İslâm diye, insanların kendi akıllarından uyudurdukları bir din anlayışı da İslâm'da yok!.. Hayatla kucaklaşmış, hayatı terk etmeyen, hayatı reddetmeyen, hayatî faaliyetleri ihmal etmeyen; toplumu, ferdi, aileyi ihmal etmeyen bir din İslâm... İslâm, insanların aradığı din... İslâm, insanların muhtaç olduğu din...

Onun için şimdiye kadar din kitaplarında mevcut olmayan yeni bir mesele ile karşılaşsak, onun hükmü yine İslâm'da aranacaktır. "Acaba Merih'e gittiğimiz zaman, namazı nasıl kılacağız?" diye soracağız ve cevabını bulacağız. Evet, Merih'le ilgili bir hüküm fıkıh kitaplarında şu anda olmayabilir ama, Merih'e de gittiğimiz zaman, o hükmü koymamız gerekecektir.

Bizim bu doğru din anlayışımız, hak ve hakîkat olan, gerçek ve faydalı, güzel olan din anlayışımız, biliyoruz ki bütün müslüman kardeşlerimizi, bütün müslüman grupları, hizmet gruplarını; çeşit çeşit yollardan, çeşit çeşit çeşniler ve renklerle Allah'ın dinine hizmet veren kardeşlerimizi her saha ile ilgilenmeye sevkediyor.

Peygamber SAS Efendimiz de örnek insan olarak, usve-i hasenemiz olarak, Allah'ın bize gönderdiği öğreticilerin en yücesi olarak, hayatın her meselesiyle ilgilenmiştir.

(Mâ lî ve liddünyâ?) "Benim dünya ile ne ilişkim var?" dediği halde ilgilenmiştir.

(İnnemâ ene kerâkibin festazalle tahte zılliş şecereh) "Bir ağacın altında dinlenen bir yolcu gibiyim, ahirete gidiyorum. Benim dünya ile ilişkim yok!" dediği halde ilgilenmiştir.

Onun için, biz Rasûlüllah'ın bendeleri ne dünyanın aşıkıyız, ne de dünyanın târikiyiz. Yâni, ne dünyaya gönül bağlıyoruz, ne de dünyayı terk etmişiz.

(Feinned dünyâ mezrâtün ilel âhireh) Çünkü, ahiretteki mertebemizi biz dünyada kazanacağız. Dünya bizim sermâyemizdir. Hayat-ı dünya, bizim ahiretteki mertebeleri kazanmamız için imtihandır.

O bakımdan, biz Peygamber SAS Efendimiz Hazretleri'nin hayatına baktığımız zaman, onu yerine göre bir başkomutan, yerine göre bir devlet reisi, yerine göre bir belediye başkanı olarak görüyoruz... Yerine göre bir aile reisi, yerine göre şefkatli bir koca olarak görüyoruz... Yerine göre kızı geldiği zaman ayağa kalkan, onu alnından öpen bir baba olarak görüyoruz...

Yerine göre de, sabahlara kadar aşıkane ibadet edip ayakları şiştiği halde, "Niye Allah'ın en şükredici kulu olmayayım?" diye onu bile az gören;

(Sübhâneke mâabednâke hakka ibâdetike yâ ma'bûd!) "Sana hakkıyla ibadet edemedik yâ Rabbi!.." diye, itirafını öne koyan bir abid, bir zâhid olarak görüyoruz...

Yerine göre günlerce yemek yememiş, oruçlu olarak, aç olarak dolaşmış bir insan olarak görüyoruz...

Yerine göre hanımlarından ayrılmış, bir odada aylarca inzivâ hayatı yaşamış insan olarak görüyoruz...

Yerine göre küçük çocukların bile gönlünü alan, son derece tatlı bir insan olarak görüyoruz... Mahalledeki bir küçük çocuğun yanına yanaşıp, "Ne oldu kuşçağızın?" diye, onun hatırını soran bir kimse olarak görüyoruz...

Yerine göre, "Bizi de kucağına al!.. Bizi de omuzuna bindir!" diye söyleyen çocuklar için yanındaki sahabeye, "Git evden bir şeyler getir de, şunlardan kendimizi kurtaralım!" diyen; ordan gelen birkaç meyvayı çocuklara verip, "Kardeşim Yusuf, küçük bir meblağ ile ucuz bir fiata satılmıştı. Biz de çocuklardan kendimizi birkaç meyva ile kurtardık." diyebilen insan olarak görüyoruz.

Ama Dicle'nin kenarında bir kurt bir kuzuyu parçalasa, bizim yüreğimiz sızlıyor. O kuzuyu koruyamamanın ızdırabını duyuyoruz içimizde...

Allah-u Teâlâ Hazretleri Kur'an-ı Keriminde:

(Ve eiddû lehüm mesteta'tüm min kuvveh.) buyurduğu için; İslâm'ın karşısına dikilen, Allah'ın rızasının aksine hareket eden, mazlum insanları, müstad'af insanları zulme maruz tutan kimselere karşı da elden geldiğince mukabil kuvvet hazırlamak tavsiyesi karşısında kendimizi sorumlu hissediyoruz.

Onun için, İslâm geldikten sonra müslümanlar ilmin her çeşidine sarılmışlar ve kısa birkaç asır içinde, ilim tarihinin en büyük gelişmesini ortaya koymuşlardır. İlmin her dalında en büyük ilerlemeyi yapmışlardır. Avrupalılardan çok önce hakikatleri bulmuşlardır.

Avrupalılardan çok önce optikte ilerlemişlerdir. Avrupalılardan çok çok önce, asırlarca önce yerin arzını tûlünü, meridyenini paralelini doğru ölçmüşlerdir. Sinüsü, kosinüsü ölçmüşlerdir, nisbetleri beyan etmişlerdir. Logaritmayı ortaya koymuşlardır. Kimyada Avrupalıların bilmediği maddeleri tarif etmişlerdir.

Kan dolaşımını keşfetmişlerdir. İnsanın tedavisinde en güzel usülleri koymuşlardır. Operasyonlar, cerrâhî ameliyeler yapmışlardır. Aşı uygulamışlardır. Çiçek hastalığından Avrupa devletleri kırılırken, bir şehre çiçek salgını geldiği zaman şehrin yarısını, üçte birini alıp götürürken; bizim ülkelerimizde köşe başlarındaki nur yüzlü, başörtülü, çevreli, çemberli hacı teyzelerimiz, ninelerimiz çiçek aşısı yaparak, bu hastalıktan halkımızı kurtarmıştır.

Temizliği ile tanınmıştır, dürüstlüğüyle tanınmıştır ve öyle bir ümmet meydana gelmiştir ki, gemileri karadan yürütmüştür. Düşmanına karşı engel tanımamıştır. Başka insanların hayallerinin erişemediği teknolojik seviyeye iktidarlarıyla ulaşmışlardır.

Biz onların ahfâdı olarak duygulanıyoruz. Onların ahfâdı olmağa lâyık olmağa çalışıyoruz. Şahsen ben Japonya'dan, Almanya'dan fevkalâde utanıyorum ki; Japonya, Amerika'nın mutlak istilâsına, tam bir mağlûbiyetle teslim olmuş iken; Almanya, müttefik kuvvetlerin parça parça edip, muhtelif yerlerde kışlalar kurduğu, hakim olduğu bir devlet durumunda iken; onlar çeşitli badirelerden sıyrılmışlar, kurtulmuşlardır da, bugünkü süper devletlerin arasında Japonya meselâ, Amerika'yı dahi sarsan, titreten bir güç haline gelmiştir. Almanya, batının ve Avrupa devletleri içindeki hasedcilerinin ve rakiplerinin dahi tedbir almak ihtiyacını duyduğu, bir muazzam gelişme göstermiştir.

(Menistevâ yevmâhü fehüve mağbûnün.) "İki günü müsâvi olan bile ziyandadır. İkinci günü, sonraki günü birinciden mutlaka daha ileri olması gerekir." diye kural koymuş olan dinimizin mensupları olarak ben utanıyorum. Avrupa'dan geri kaldığımız için utanıyorum. Almanya'dan Japonya'dan sonra belimizi doğrultacak bir durumda olduğumuz için utanıyorum. Amerika'nın dünyada tek süper devlet sayıldığı ifade edilirken utanıyorum, Devlet-i Aliyye-i Osmâniye'yi düşünerek...

Onun için, teknik sahalar bize, Allah'ın kullarına hizmetin en güzel vesileleri olarak görünüyor. Teknolojiyi seviyoruz. Allah'a hizmet etmenin, Allah'ın dinine hizmet etmenin, Allah'ın kullarını rahat ettirmenin, Allah'ın kullarından hayır dua almanın vesilesi olarak gördüğümüz için teknolojiyi seviyoruz.

Onun için, kardeşlerimizi teknolojiye sevkediyoruz. İmam-hatipten mezun, imam veya hatip olmayı gönlüne yerleştirmiş kardeşlerimize teknoloji yolunu gösteriyoruz. Teknik üniversitenin yolunu gösteriyoruz.

Bizim --rahmetullahi aleyh-- Abdül'aziz Hocamız, bu bizim irfanımızın bir gereği olduğundan, 1940'lı yıllarda, o zaman genç birer Teknik Üniversite talebesi olan pek çok müridini, Teknik Üniversi'tede hoca olarak kalmaya teşvik etmiştir.

Ben o zaman biliyordum ki, Teknik Ünuversite'de asistan olması bir mühendisin, dışardakinden üçte bir nisbetinde daha az maaş alması demekti. Mahrumiyet demekti, yokluk demekti, fedâkârlık demekti. Ama, Abdül'aziz Hocamız onlara Teknik Üniversite'de asistan kalmayı emretmiştir. Çünkü, İslâm feragat dinidir, fedâkârlık dinidir. Çünkü mürşid-i kâmiller, gerçek faidenin nerede olduğunu çok iyi görürler.

O işaret üzerine, Teknik Üniversite'den pek çok dindar profesör kardeşimiz yetişmiştir. Muhtelif yerlerde hizmet görmüşlerdir, emekli olmuşlardır. O neslin arkasından yeni nesiller gelmiştir. Siz, o nesillerin arkasındaki nesillersiniz.

Mehmed Zâhid Kotku Hocamız, --cennetmekân, rahmetullahi aleyh-- benim de bir genç öğrenci olarak katıldığım toplantılarda, Balkanlar'ın en büyük motor fabrikası olan Gümüş Motor'u kurmayı emretmiştir, kurma çalışmalarını başlatmıştır. Bu motor fabrikası kurulmuştur, halen de Pancar Motor diye Türkiye'ye fayda sağlamaktadır.

Biz kurucularına fayda sağlamıyor!.. Çünkü elimizden, haince dolaplarla, düzenbazlıklarla alınmıştır. Kurucularına menfaat sağlamıyor. Çünkü, kurucuları, o zamanki nominal sermayeleri kadar sermayeler görülecek şekilde gadre uğratılmışlardır.

Ama biz iftihar ediyoruz. Pancar Motor'u gördükçe, Mehmed Zâhid Kotku Hocamız'ı hatırlıyoruz. Bahçelerde "Pata... Pata... Pata..." sular çekildikçe, otomatik sulama sistemleri tarlayı yemyeşil yapmış görünce, o neşe içinde ilâhî bir haz duyuyoruz.

Bizim büyük hukuk abidemiz olan Mecelle-i Ahkâm-ı Adliyye'de, ahkâm arasında buyurulur ki: "Bir işten maksad ne ise, hüküm ona göredir." Bir işi yapan insanın, o işi yapmaktaki gayesi, amacı, maksadı ne ise, ona göre sevap kazanabilir; veya sevaplı gibi görünen bir ibadeti kötü maksatla yapıyorsa, günaha da dalabilir. Namazı riya için kılıyorsa, başkasını aldatmak için kılıyorsa, günaha girer. Ama, uykuyu "Rasûlüllah'ın sünnetidir." diye uyuyorsa, sevap kazanır. Sütü, "Rasûlüllah Efendimiz sütü içerdi, fıtratı tercih etmişti." diye içerse, sevap kazanır.

Onun için, ibadetin çeşidinin bize göre nihayeti yoktur. Teknolojiye hizmet de ibadettir; niyeti hâlis olursa, kalbi temiz olursa... Teknik sahada çalışan elemanımız, kardeşimiz samîmî, halis, muhlis, dindar olursa...

Herhangi bir işi Allah rızası için yapmak, onu ibadet haline getirir. Onun için biz, teknolojiyi, teknik eğitimi, teknik sahadaki çalışmaları da tıpkı ilâhiyat sahasındaki çalışmalar gibi, hukuk sahasındaki çalışmalar gibi, planlama sahasındaki çalışmalar gibi önemli görüyoruz. Halkımıza hizmette, devletimize milletimize güç gelsin diye, alnımız açık olsun diye, dinimiz yücelsin diye, kâfirlerin karşısında kuvvetli olalım diye, İslâm'ın bayrağı burçtan aşağı inmesin diye yaptığımız her çalışma gibi, teknik çalışmanın da temelini iman üzerine, bu aşk ve şevk üzerine kurmuşuz.

Bu sahada sizlerden olağanüstü, fevkalâde başarılar bekliyoruz. Taklidden tahkika ermenizi bu sahada da istiyoruz. Bu sahada da, kendi adınıza icatlar ortaya koymanızı diliyoruz. Kendi marka otomobilimizi, kendi marka uçağımızı, kendi marka cihazlarımızı yapmanızı bekliyoruz.

Oymapınar Barajı'nı gezdirdikleri zaman, bizi bir dağın içine birkaç km. soktular bir tünelden... Dağın içinde ayrı bir alem oymuşlar. Sekiz katlı baraj alet edevatının olduğu mıntıkaya girdik. Dışardan bomba atılsa, tesir etmez içeriye... Dağın tamamen içinde, dışardan görülmeyen muhteşem bir manzara ile karşılaştık. Dağın içinde, yer altında bir teknolojik dev ile karşılaştık. Sekiz katlı cihazlar... Barajdan gelen sular onları döndürüyor, elektrik üretiyor... vs.

Tabii, işin maddî cesâmeti karşısında ben duygulandım. Yanımda o tesisin genel müdürü vardı. Dedim ki:

"--Ne olurdu biz de böyle şeyleri yapacak bir teknik seviyeye gelebilseydik!.. Ne muhteşem, ne muazzam, ne kadar büyük bir tesis!.." Makinalar güldür güldür çalışıyor. Oradan borular geliyor, buradan teller gidiyor. Bir şeyler dönüyor... filân. Dışardan çok büyük bir hayranlıkla ben bu sözleri söyleyince;

"--Hocam, biz bunu yapabiliriz!" dedi. "Ve hattâ yapılması için, bu Oymapınar Barajı'nın inşaası esnasında üsttekilere teklif ettik. 'Biz bunu yaparız. Dışarıya para vermenize lüzum yoktur. Bize fırsat verin, yapalım!' dedik de, bizim sözümüze itibar etmediler dedi.

Geçen gün, Tuzla tersanelerinin birisinde çalışan gemi mühendisi bir kardeşimizle görüştüm. Ona dedim ki, "Bir arkadaş beni motoryatına çağırdı, gezdirdi. Muazzam, muhteşem bir gemi, çok güzel bir motoryat... Pırıl pırıl, tertemiz... Her şeyi çok güzel, tariflere sığmayacak gibi güzel... Ben sordum. Tamamen Tuzla'da yapılmış olduğunu söylediler." Bunu naklettim o gemi mühendisi kardeşimize...

"--Hocam!" dedi. "Acizâne biz de, bir yatın yapılmasını üzerimize almıştık; İtalya'da birincilik aldık o yatla..." dedi.

Muhterem kardeşlerim!.. Allah'ın lütfuna dayanan insanların başaramayacağı iş yoktur, Allah'ın yardımıyla, Allah'ın izniyle...

Onun için, sizlerden kat'iyyen bugünkü durumu baz almamanızı, esas almamanızı rica ediyorum. "Dünyada en yüksek neresi varsa, en yüksek seviyeyi kim tutturmuşsa, baz olarak, temel olarak onu alın! Onun üstüne basarak daha yükseklere çıkın!" diye temenni ediyorum.

Himmetiniz yüce olsun, gayretiniz çok olsun, aşkınız şevkiniz ziyade olsun... Allah-u Teâlâ Hazretleri muîniniz olsun...

Allah-u Teâlâ Hazretleri, Ümmet-i Muhammed'e sizin hizmetlerinizle yüz güldürücü sonuçlara ulaşmayı nasib eylesin...

Hepinize sevgilerimi, hürmetlerimi arz ederim!..

Esselâmü aleyküm ve rahmetullah!..

5 Temmuz 1994 - Kızılcahamam