IV. DERS

18 Mayıs 1975
İskenderpaşa Camii
Râmûzül Ehâdîs Dersi
Sayfa: 526/1 - 529/18

Euzübillâhi mineş şeytanir racîm.

Bismillâhir rahmanir rahîm...

Elhamdü lillâhi rabbil alemîn...Vel âkıbetü lil müttakîn...Ves salâtü, ves selâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve âlihi ve sahbihi ecmaîn...

İ'lemû eyyühel ihvân... Enne efdalel kitabi kitâbullah, ve enne efdalel hedyi hedyü muhammedin sallallahu aleyhi ve sellem... Ve şerrel umûri muhdesâtüha... Ve külle muhdesin bid'ah. Ve külle bid'atin dalâleh... Ve külle dalâletin fin nâr... Ve bissenedil muttasili ilen nebiyyi sallallahu aleyhi ve selleme ennehû kaal:

526/1 (Kâne izâ esâbehü ramadün ev ahaden min eshâbihî deâ bihâülâil kelimât) Cenâb-ı Peygamber SAS Hazretleri'nin gözlerine bir arıza olsa, veyahut ashabından birisinin gözlerine arıza olsa, rahatsızlık olsa, bu duayı buyururlarmış: (Allahümme metti'nî bibasarî, vec'alhül vârise minnî, ve erinî fil aduvvi se'rî, vensurnî alâ men zalemenî.)

Hep beraber Cenâb-ı Peygamber'e bir salât ü selâm okuyalım:

"Allaaahümme salli alâââ seyyîdinaaa, muhammedinin nebiyyil ümmiyyi ve alâ... Aaalihiii ve sahbihiii ve sellim." (3 defa)

Cenâb-ı Hak cümlemizi Peygamber SAS Hazretleri'nin şefaatine mazhar eylesin... Bu okuduğumuz dersler, Cenâb-ı Peygamber'in hayatındaki yaptığı şeylerdir. Göz ağrısı için okuduğu şu dua, kısacık bir duadır. Hepimiz de bunu ezberleyebiliriz. Kitabdan da okuyabiliriz. Kitablarda yazılısı da var. Bizim dua kitablarımız içinde de bunlar yazılı. Fakat şimdi anlıyoruz ki, duaları okumak kolay bir şey değil. Okuyoruz işte, meydanda... Fakat te'sirini göremiyoruz okuduğumuz duaların... Sebebine gelince, bu duaları okumanın şartlarından birisi, günahlardan arınmak, günahkâr olmamak... Günahları işlememek...

Günahların büyüğü var küçüğü var... Sayıları hemen 700' e kadar çıkar. Büyük günahların sayısı 125 ile 150 arasında... Ki, mühimdir; inşaallah yazmaya çalışıyorum. Dua buyurun da yazabilirsek, öğreniriz ki günah ne kadar mühim bir şey...

Onun için İmam Birgivî Hazretleri kitabında, (Terki zerretin min mehârimillah, hayrün min ibâdetis sakaleyn.) buyurur. Cenâb-ı Rasûlüllah Efendimiz'den naklen tabii... Bir zerre, en ufak yâni... "En ufak bir günahın terki, sakaleynin ibadetinden, nâfile ibadetlerinden hayırlıdır." demiş. Sakaleynin, yâni yer gök ehlinin yaptığı nafile ibadetlerden hayırlıdır. Çünkü nafile ibadetler başka, emr-i ilâhiler başka... Bu mehârimin terki emr-i ilâhidir. "O haramı yapma!" diyor Cenâb-ı Hak. Biz o haramı yaptıktan sonra, işledikten sonra; ister büyük olsun, ister küçük olsun... Kime karşı yapıyoruz?!. Varlıkların sahibi Allah'a!...

Büyüklen küçüğü şu kadar farketmişler: "Kur'an-ı Azimüşşan'daki ayetlerde onun yasaklığına dair emir varsa, onlar büyük günahtır." demişler. E bunların hepsi yasak olması itibariyle, hepsi büyük günahtır; küçüğü olmaz. Alt tarafı Hazret-i Allah'a karşı yapılmış bir isyandır!..

Binaen aleyh, bunların terki hepsinden evlâdır. Bunları terkettiğimiz takdirde, bizim okuduğumuz bir Fâtiha yeter, başka duaya lüzum yok!.. Dualar çok... Herkes bunları bulup da okuyamaz. Fakat Fâtiha-i Şerife'yi herkes bilir. Bir Fâtiha kâfi gelir, şifâ için her derde... Yalnız, o ağzı o kalıba sokabilmek lâzım.

Şimdi bakınız:

526/2 (Kâne izâ esâbehû gammün ev kerbün) Gam, gussa herkeste oluyor; peygamberlerde de olmuş. İnsanların her zaman hoşuna giden şeyler olmaz ki... Bazı hoşuna gitmediği hadiselerden, insan kederlenir tabiatıyla... Meşakkatler olur. Onlara daha çoğu oluyor. O zaman diyorlarmış ki: (Hasbiyer rab, minel ibâd... Hasbiyel hâliku minel mahlûkîn... Hasbiyellezî hüve hasbî... Hasbiyallah, ve ni'mel vekil. Hasbiyallah, lâilâhe illâhû, aleyhi tevekkeltü ve hüve rabbül arşil azîm.)

Bizim dua kitabımız içerisinde, işte her zaman okuduğumuz bir duadır bu dua...

Bağdat'da bir velî var. Maruf-i Kerhî derler kendisine. Mücerreb bir zattır, duası makbuldür. İhtiyaçları olanlar giderler oraya. O zatın huzurunda Cenâb-ı Hak'dan istimdad ederler. Duaları makbul olur.

Bu zat gençlik devrinde iken, bir vâizin vaazını dinlemiş, müteessir olmuş ve hak yoluna dönmüş. Hak yoluna döndükten sonra tesbihi de bu imiş. Bu tesbihi için birisine diyor ki, "Ben de sana öğrendiğimi öğreteyim; senin dünyana da yeter, ahiretine de..." Öbürü diyor ki: "Yazayım!.." "Yok, yok! Bana nasıl öğrettilerse ben de sana öyle öğreteceğim." demiş.

Yazmaya lüzum yok, aklımız var işte... Eski ecdad nasıl ezberlediyse bunları, hafızlarımız nasıl ezberliyorsa, biz de öyle ezberliyeceğiz, kısacık bir dua...

(Hasbiyer rab, minel ibâd) Şuna buna ihtiyacımız olur başvururuz. Allah varken sen onu bırakıb da onun yarattığı kula boyun bük; çok acı bir şey!.. (Hasbiyer rab) Allah kâfi... Allah'ın kâfi olduğunu bildiğimiz halde "Ahmet!.. Mehmet!.." diye imdat bekliyoruz şundan bundan...

Arapların bir adeti var... Şimdi bizim nakliye arabalarında nasıl reklamlar varsa, onlar da reklam olaraktan yazmışlar; "Allahdan başkasından isteyen zelil olur." diyerekten. İsteyeceğini Allahdan iste!.. Allah neler yaratmaz? Yokları yaradan Allah, insanların isteklerini yaradamaz mı? Yalnız günahtan dönelim, Allaha yönelelim, bak neler oluyor.

(Hasbiyel haliku minel mahlûkin) Hâlik dururken mahlüka niye gidiyorsun?.. Kâinatın sahibi, varlıkları yaratan Hâlik var ortada... Dileğin varsa ona arzet!..

(Hasbiyer râziku minel merzûkîn) Rızkı Allah verir. Rızkı yiyenlerden niye rızık istiyorsun?.. Rızkı verenden iste kâfidir o... Kâinatın rızkını veriyor da seninkini mi veremeyecek?.. Sana da veriyor ama, sen ona kanaat etmiyorsun başka... Hepimizi rızıklandıran o... Allah kendi yolundan ayırmasın... Kendisine dâimâ yönelip, emrini tutan kullarından eylesin ve yasaklarından da korunanlardan etsin...

Çünkü iki hat: Birisi müsbet, birisi menfi... İkisi birleşmeyince lâmba yanmıyor. Doğru mu?.. Lâmba ikisi birleşmeyince yanmıyor. Hattın birisi bozuksa olmaz. İkisini de düzelteceğiz. İbadet yapıyoruz; iyi. Ama yasaklardan da o nisbette korunmak lâzım.

Yasakların hesabı çok... En ufak bir yasak ki en büyüktür o; Allah'ın yarattığı bir mahlüku hakir görmek, onu beğenmemek... Bu kâfidir günah olarak insana, başka günah istemez!.. Niçin?.. Yaradana bak, sen yaratmadın ki onu!.. Onun o yaradılışının altında ne hikmetler vardır, aklımız erer mi?..

Deliyi yaratmış, onda bir hikmet var. Hastayı yaratmış bir hikmet var. Bak bakalım o delinin senden ne farkı var?.. O hastaya bak bakalım ne farkı var?... Sağlam gürbüz adam işte. Ama, akıl olmayınca... Demek ki o aklı veren Allah (Celle ve Alâ) bize de vermese, biz de delinin biri oluruz. Onlar ibret için verilmiştir. Onları hakir görmek değil, onları görünce Allah'a şükretmek lâzım. O fakiri de, o zelili de yaradan yine Allah'dır. Ona bak ibret al ki, "Oh yâ Rabbî, beni de böyle yaratsaydın, ne yapardım?.." dersin.

526/3 (Kâne izâ esbaha ve izâ emsâ) Sabaha çıktıkları vakitte ve akşama dahil oldukları vakitte --ki, bunlar hep bizim vazifelerimizin içinde-- (yed'û bihâzihid deavât) şu duları okurlarmış: (Allahümme innî es'elüke min fücâetil hayr ve eûzübike min fücâetişşer) Ansızın gelen hayırları isterler ve ansızın gelen şerlerden Allaha sığınırlardı.

Meselâ --Allah esirgeye-- otomobil devriliveriyor, çarpışıyor, ansızın gidiyor insan... Gözü kararıyor, araba geliyor vuruyor, gidiyor bir anda... Ansızın gelen şer bunlar... Ansızın gelen hayırlar da olur böyle... Müslümanın sabah akşam, "Yâ Rabbi hayırları senden ister, şerlerden de sana sığınırım." diye dua etmesi lâzım. İçerden gelerekten ama...

526/4 (Kâne izâ esbaha ve izâ emsâ) Yine sabah vakti ve akşam vakti, (Esbahnâ alâ fıtratil islâm) "Yâ Rabbi sana çok şükür, beni sabahleyin fıtrat-ı İslâm ile uyandırdın, kaldırdın." buyururlarmış.

Gözümüzün önünüde bugün hayat... Ne dönüşler oluyor... Akşam bakıyorsun çok müslüman bir adam, sabahleyin bakıyorsun gâvur olmuş herif... Değiştirivermiş bir gecede akidesini... Çok zor değil ki, bunlar hep gözümüzün önünde olan, bu günkü vak'alar bunlar... Azıcık ararsak buluruz hepsini... Onun için, sabahleyin böyle müslüman olarak uyandığımızdan dolayı Cenâb-ı Hakk'a bir hamdetmek vazifemiz.

(ve kelimetil ihlâs, ve dini nebiyyinâ muhammedin SAS, ve milleti ibrâhîme hanîfen, müslimen vemâ kâne minel müşrikîn) "Bizi elhamdü lillâh bu hal üzere hayatlandırdın, yeniden hayata kavuşturdun; elhamdü lillâh müşriklerden de kılmadın yâ Rabbi!.." derlerdi.

Müşrikler deyince, bugün yazdığım yazının bir tanesinde, zekâtı vermeyenler müşriklerden addedilmiş: (Ellezîne lâ yü'tünez zekâte minel müşrikîn.) Çok güzel incelemiş orasını... Zekatı vermeyen neden müşrik oluyor?.. İşte bugünkü dünya intizamının bozulmasına, onlar sebeb oluyor. Zekâtı vermeyenler sebeptir. Zekâtlarını muntazaman verseler, Peygamber SAS zamanındaki gibi olur, dünya nizamı bozulmaz. Çünkü, fakir de rahat eder. Niçin kavga etsin, gürültü etsin?.. Herkes de rahat eder. Fakat verilmeyince muhtaç olanlar sıkıntıya düşüyor, ve fitneler patlak veriyor. "Fakirlik ateşten gömlektir." derler.

Bizim Eşref bey bir yazı yazmış hasetçiler hakkında, güzel temsiller yapmış: "Dağın içerisinde kaynayan volkanlar var ya --yanardağlar-- içerisinden yanıyor yanıyor, bir gün de patlak verip etrafı ateşe boğup mahvediyor. Bu içerideki hased denilen şeyler de bunun gibidir." diyor. Bu fakirlikten neler doğar. O zengine karşıdan bakan, ona bir vakit sabreder, imanın kuvvetiyle... İman zayıflayınca pat diye patladı mıydı, kıyamet kopar ortalığa...

526/5 (Kâne izâ ittalâ bedee bi avretihi fetalâhâ)

Kırk günü geçmemek şartıyla, insanların avret yerlerini, koltuk altlarını temizlemesi şarttır. Yirmi günde, otuz günde olursa daha evlâdır. Fakat, "Kırk günü geçmemelidir!" derler.

Rasûl-i Ekrem SAS de, böyle gerek koltuk altlarını, gerekse avret yerlerini temizlerlermiş. Avret yerlerinin temizliğini kendileri yaparlarmış.

Sonra sıcak memleketlerde, onların yağlandıkları bir yağ oluyor ki, vücudlarını ve başlarını yağlıyorlar. Biz bunu bilmeyiz de, sıcak memleketlerde bu yağlanmalar başı ve vücudu bitlerden muhafaza ediyor. O gün böyle DDT'ler yok, bitleri öldürecek... Ancak böyle yağlanmak suretiyle, onların önüne geçmeye çalışırlarmış.

526/7 (Kâne izat talea alâ ehadin min ehli beytihî kezebe kezbeten) Ehl-i beytinden birisinin yalan söylediğine muttali olurlarsa, (lem yezel mu'ridan anhü) artık onun yüzüne bakmazlarmış. (hattâ yühdise tevbeten.) Taa o tevbekâr olup da, "Bir daha yapmayacağım!" deyinceye kadar...

526/8 (Kâne izâ eftara kal, zehebez zamâi vebtelletil urûk, ve sebetel ecrü inşâallah.) Efendimiz SAS Hazretleri, ekseriyetle oruç tutarlardı. Oruçlu olduklarında, akşam iftar ederlerken bu duayı okurlardı: (Allahümme zehebez zamâi vebtelletil urûku ve sebetel ecrü inşaallah.) (Susuzluk gitti, damarlar ıslandı, sevab da takarrur etti inşaallah.)

526/9 (Kâne izâ eftara kal, allahümme leke sumtü, ve alâ rızkıke eftartü.) Efendimiz'in hergün çeşitli duaları var. Başka bir günde de yine iftar edeceği vakitte, (Allahümme leke sumtü, ve alâ rızkıke eftartü.) diye dua etmişler. Bizde de vardır dualar, toplamışlardır, ramazanlarda okunur ama, burdakiler Efendimiz SAS'in yaptığı dualardır.

(Allahümme leke sumtü) Ya Rabbi bu orucu senin için tuttum. (ve alâ rızkıke eftartü.) Bugün verdiğin bir rızıkla da iftar ediyorum.

526/10 (Kâne izâ a'temme sedele imâmetehû beyne ketfeyh.) Sarıklarını mübarek başlarına kendileri dolarlar, uçlarını da arkalarına, omuzlarının arasına sarkıtırlarmış. Bizim sofu tabir ettiğimiz bazı kimseler bunu yapıyorlar. Efendimiz SAS'in sünnetidir yâni...

526/11 (Kâne izâ a'temme ehaze lihyetehû biyedihî yenzuru fîhâ) Bazan üzüntüleri olur tabii, o üzüntüleri sırasında mübarek sakallarını elleriyle şöyle tutar ve ona doğru bakarak, hüzünlerini giderirlermiş.

526/12 (Kâne izâ eftara kale) Yine iftarda bu duayı buyurmuşlar: (Allahümme leke sumtü, ve alâ rızkıke eftartü, ve tekabbel minnî, inneke entes semîul alîm.) Bu da ayrı bir dua...

527/1 (Kâne izâ eftara kaal:) Yine bir iftar dualarında da şöyle buyurmuşlar: (Elhamdü lillâhillezî eânenî fesumtü) Yâ Rabbi bana yardım ettin, kuvvet verdin, kudret verdin, orucu tutturdun; (ve rezakanî) rızıklar da verdin, (feeftartü.) şimdi onlarla iftar ediyorum, rızıklanıyorum.

527/2 (Kâne izâ eftara inde kavmin kale) Yine bir dualarında, cemaatle iftar ettikleri vakitte şöyle dua yaparlarmış: (Eftara indekümüs sâimûn) Yâ Rabbî, oruçluların hepsi senin bu vermiş olduğun şeyle iftar ediyoruz. (ve ekele taamekümül ebrâr) Bu güzel insanlar, temiz insanlar da verdiğin nimetleri yiyorlar. (ve tenezzelet aleykümül melâikeh.) Fakat bununla beraber, şimdi buraya melekler de inmişlerdir ve iftarımızdan onlar da memnundurlar.

527/3 (Kâne izâ eftara inde kavmin kale) Yine bir dualarında: (Eftara indekümüs sâimûn ve sallet aleykümül melâikeh) buyururlarmış. Oruçlular huzurunuzda iftar eyledi ve melekler de şimdi "Yâ Rabbî, bunların günahlarını affeyle, mağfiret eyle!" diye dua ediyorlar.

Şimdi bu ramazan dersine intikal edersek, bu iftar ettirmek büyük bir nimettir. Eski dedelerimizden bugün hatırımızda kalanlar, ramazanda hep iftarlar yaparlardı. Hallerine göre, beş kişi, on kişi evlerine davet eder, yedirir, içirirlerdi. Bazen de diş kirası olarak para verenler de olurmuş, içlerinde... Ki, oraya zaten melekler nazil oluyor, bir de fakirlerin duasıyla zengin, iki kat zengin olur. Çünkü, fukaranın duası reddolunmaz bir kere... Sonra, Allah-u Tealâ da o ikrama mukabil daha fazla ikramlar yapar.

527/4 (Kâne izâktehale iktehal, vitran) Cenâb-ı Peygamber SAS, gözlerine sürme çekerlerdi. Fakat bu sürmeyi, gece vakti yatarken çekerlerdi. Gündüzün çekmezlerdi. Çektikleri vakit de 3 defa çekerlermiş.

(ve izestecmera istecmer, vitran.) Bir de buhur dediğimiz koku yakarlarmış. Bunu da ateşin üzerine çubuğu 3 veya 5, 7 gibi tek olaraktan korlarmış.

527/5 (Kâne izâ ekele taamen leaka esâbiahû, esselâs) Yemek yediği vakitte --tabii şimdi bizimki gibi kaşıklar filan yok-- elleriyle yerlermiş. Elleriyle yedikleri vakitte 3 parmağını da yalarlarmış. "Belki bereket, bu parmakta kalan cüzlerdedir, parçalardadır; o bereket zayî olmasın." diyerekten onları yalamaları da sünnet-i seniyyelerindenmiş.

527/6 (Kâne izâ ekele lem ta'dü esâbiahû mâ beyne yedeyhi) Yemek yerlerken, sofrada önüne isabet eden yerden yerlermiş ve etrafındakilere de "Siz de önünüzden yeyin!" derlermiş. Meselâ, öte tarafa belki biraz et gelmiştir, yahut tatlı bir şey gelmiştir. Onun önünden almak gibi çirkinliği sevmezlermiş. Kendileri tabii yapmadıkları gibi, etrafındakilere de yapılmamasını tavsiye ederlermiş.

527/7 (Kâne izâ ekele ev şerabe) E tabii, beşeriyet icabı yenilib içiliyor. Bu yemekle doyuyoruz, içmekle de hararetimiz kayboluyor. Yiyib içtikten sonra bu nimeti verene hamdetmek vazifemiz. Kısacık, "Elhamdü lillâh..." Başlangıçda "Bismillâh..." arkasından "Elhamdü lillâh..."

Peygamber SAS, bir şey yedikleri veya içtikleri zaman: (Elhamdü lilâhillezî et'ame ve saka, ve sevveğahû veceale lehû mahracâ.) "Ya Rabbî, yedirdin doyduk elhamdü lillâh... Suyu da içtik kandık. Bir de buna çıkış yolu verdin de bizi rahatsız etmiyor." buyururlarmış.

Çıkış da bir nimettir. Onun da ayrıca bir duası var yine... Çünkü yediğimizi çıkaramazsak, ölürüz. Ona da Cenâb-ı Hak ne güzel bir yol vermiş, def'-i hâcet yapıyoruz. O da öylece vücudumuzdan gidiyor.

527/8 (Kâne izeltekal hıtânâni iğtesele) Kadınla erkek bir araya geldikleri vakitte, sünnetlik yerlerinin birbirine teması, guslü icap ettirir. Muamele-i cinsiyye... İster su çıksın, ister çıkmasın; o iki yerin teması kâfi geliyor.

527/9 (Kâne izentesebe lem yücâviz fî nisbetihî müaddebni adnan ibni udedin) Cenâb-ı Peygamber'in silsilesini sayması vardır. Filan, filan, filan diyerekten kitablarda yazılıdır. O yazıda bu "Muad ibn-i Adnan" denene kadar, Cenâb-ı Peygamber silsilesini saymış. Benim silsilem burdan geliyor diyerekten...

Ondan ötesi için sayanlara, "Yalancıdır onlar!" demiş. Ondan sonrasını saymak mümkün değil; çünkü çok genişlemektedir. Onları zabdetmek mümkün değil. (Sümme yemsik ve yekûlü kezeben nessâbûn kalallahü teâlâ ve kûrûnen beyne zâlike kesîrâ) Çok insanlar gelip geçmiş olduğundan ondan ötesini bilmek herkese mümkün değil...

527/10 (Kâne izâ nezele aleyhil vahy) Cenâb-ı Peygamber'e üç çeşit vahiy gelirdi: Ya bir melek vasıtasıyla gelirdi, ya bir gürültüyle gelirdi, ve yahut bir uğultuyla gelirdi. Melekle gelişi en hafifi idi. Fakat o vahyi ilahi geldiği vakitte, (nekese re'sehü) başlarını böyle önlerine eğerlerdi. (ve nekese eshabühû ruûsehüm) Orda bulunan eshabın hepsi başlarını eğer; bakalım ne zuhur edecek, bakalım ne gelecek?.. Herkes öyle düşünce içinde... (Fe izâ üklia anhü refea re'sehü) Vahiy bittikten sonra başlarını kaldırır, rahatlanırlardı. Müslim'in bir rivayetidir.

527/11 (Kâne izâ enzele aleyhil vahyü küribe lizâlike) Kendisine vahiy geldiği vakitte, bundan kendisine bir ağırlık gelir; (ve terebbede vechuhû) siması değişirdi, tegayyür ederdi. En soğuk havalarda bile şapır, şapır terlerlerdi; o vahiy hali olduğu vakitte...

527/12 (Kâne izâ nezele aleyhil vahyü) Vahiy geldiği vakitte, (sümia inde vechuhû kadeviyyin nahli.) arıların bir uğultusu oluyor ya, hani oğul verdikleri vakitte vuuu vuuu diye; işte onun yüzü üzerinde, alnında böyle bir uğultu işitilirdi. Arıların uğultusu gibi bir uğultu var ama, bir şey yok ortada... Yalnız o uğultu var. Onu başka kimse anlamıyor. Cenâb-ı Peygamber'in içine nasıl nazil oluyorsa, o şekilde bir izahatda bulunuyorlar.

527/13 (Kâne izensarafe min salâtihî) Namazı kıldılar, namaz bittikten sonra, (istağfera selâsen) üç kere istiğfar ederlermiş.

Bazıları derlerki, "Namaz hayırlı bir ibadettir, bu hayrın arkasından istiğfar nasıl oluyor?.. Hem hayır işledik, hem de arkasından tevbe yarabbi diyoruz..." Haa, namazı lâyık-ı vechiyle kılamadık... Namazı Allah-ü Teâlâ'nın istediği gibi kılamadık. Emretti; evet, okuduk, yattık, kalktık ama gönlümüz Allaha dönmedi... Lâyık-ı vechile dönmedi. Döndürüyoruz işte kıbleye yüzümüzü... Şöyle biraz çevirsek, "Olmadı hoca efendi namazın!" derler. "Niçin?.." "Kıble burda; sen niçin böyle döndün?.." derler. Yüzümüzü çevirmekle namaz bozuluyor. Bozulmaz mı?.. Yüzümüzü kıbleden ayırdık mı, namaz bozulur. Kıbleye dönmek şart... Asıl maksat, gönlün Allah'a dönmesidir. Gönlü Allah'tan uzaklaştırınca... Allah kusurlarımızı affetsin...

Onun için bu beşeriyettir. Herkesin öyle 3 dakika, 5 dakika ibadet saatı içinde gönlünü Allah'a karşı tutabilmesi kolay değil... Peygamber'in ki bozulmaz da, bunu bize tembih yapıyor. "Siz yapamazsınız bu benim yaptığım gibi... Binaen aleyh, bundan dolayı istiğfar edin evvelâ!" demek istiyor.

(Sümme kale) Ondan sonra dedi; (Allahümme entes selâmü ve min kesselâm, tebârekte yâ zelcelâli vel ikrâm) Evvelâ istiğfar edilecek, sonra "Allahümme entes selamü" okunacak. Biz bu "Allahümme entes selamü'den sonra istiğfar ediyoruz ki, bu yanlıştır.

524/14 (Kâne izâ insarafe inharafe.) Namaz bitti miydi, Cenâb-ı Peygamber SAS ya sağa, veya sola çekilirlerdi. Araplar bunda daha ileri gitmişler, ifrat etmişler; namaz kıldıktan sonra mihrabtan çıkıyorlar. Halbuki ona dair bir şey görmedik. Belki, İmam-ı Hanbeli Hazretleri'nin kitablarında böyle yazılmış olabilir.

Bu sefer Haleb'e gittik. İkindi namazını camide kıldık. Namazdan sonra baktım, imam efendi mihrabda yok... Yahu dua edeceğiz hani biz, imam efendi de önde duracak tabii. Baktık ki imam yok. Nereye gitti?.. Baktım geride bir yerde oturmuş, orda kendisi duasını yapıyor. Yatsıda baktık, yatsıda yine yok. Niçin?.. İşte buna imtisâlen... Ama burda ya sağa, ya sola diyor. İfrat ve tefrit vardır ya; ifrat ve tefritin ortasındadır elhamdü lillâh işimiz.

527/15 (Kâne izenkesefetiş şemsü vel kamerü sallâ hattâ yetecellâ.) Ay ve güneşin tutulması oluyor ya; ay bazen tutuluyor, bazen de güneş tutuluyor. Gerek ayın tutulmasında, gerek güneşin tutulmasında, --Bizim çocukluğumuzda adet, her kapıdan silah patlatılırdı ayı kurtaracağız diyerekten tak-tak, tak-tak... Bir taş da ben attıydım küçüklüğümde... Allah kusurlarımızı affetsin, işte bilmeyerek tabii... Herkes yapıyor çünkü...-- Cenâb-ı Peygamber ise namaza dururmuş; tâ güneş açılıncaya kadar, yahut ay açılıncaya kadar namazda bulunurlarmış. Hatta bir de cemaatle namazı vardır ayrıca...

527/16 (Kâne izehtemme eksere min messi lihyetihî) Kendilerine üzüntü geldiği vakitte, ekseriyetle sakallarını böyle meshederlermiş, sıvazlarlarmış ki, o sırada o gammı gidermek için.

527/17 (Kâne izâ ehemmehül emrü refe a re'sehû iles semâ', ve kale sübhânallahil azîm) Kendisini rahatsız eden böyle bir üzüntü olduğu vakitte, başlarını semaya kaldırır ve dermiş ki: "Sübhânallahil azîm."

(ve izectehede fid düâi kale yâ hayyü yâ kayyûm.) Dualarında en çok dedikleri de, "Yâ hayyü yâ kayyûm." imiş. Tirmizî Hazretleri Ebû Hureyre'den rivayet etmişler.

Bu "Yâ hayyü yâ kayyûm." Esmâ-i Hüsnâ'dan olduğu gibi, --İsm-i Âzam diye bir dua var ya-- İsm-i Âzam'dan ma'dûddur. "Ayetel kûrsi"de bu ikisi de mevcuttur. Onun için, "Ayetel kürsi'yi kim çok okursa, bir çok müşkilatları hallolur." derler.

528/1 (Kâne izâ evâ ilâ firâşihî) Şimdi yatağa girmek... Uykumuz geldiği vakitte, gidiyoruz yatağımıza... Ama bakın, Cenâb-ı Peygamber SAS yatağa girerken ne diyormuş: (Elhamdü lillâhillezî et'amenâ) Yâ Rab, sana hamd olsun; ekmekler verdin yedik, yemekler verdin yedik... (ve sekanâ) Sular verdin, içtik... (ve kefânâ) Eh kifâyet olacak her şey bize yetti, arttı. (ve evânâ) Barınacağımız güzel bir de ev verdin bize, barınıyoruz içinde... Yağmurdan, soğuktan korunuyoruz. Sana nasıl hamd edelim şimdi?.. Evimiz var, yemeğimiz de var, suyumuz da var. Cenâb-ı Hakk'a hamd etmenin tam yeri işte... Daha başka ne istiyoruz?..

(fekem men lâ kâfie lehü velâ me'vâ) Ama ne insanlar vardır ki, o yiyeceği bulamazlar; o barınacak yeri de bulamazlar, açıkta kalırlar. Arabistan acaib bir memleket... Tabii sıcak... Orda yer aranmaz. Fakat bizim memleketler için bir zarurettir. Dışarıda kaldın mıydı; bir gün, iki gün tahammül edersin. Yahut gençliğinde biraz tahammül edersin ama, ihtiyarlığında hiç edemezsin.

Onun için bunlara hep hamd etmek lâzım. Cenâb-ı Peygamber bize delâlet ediyor: "Hamd ediniz; Cenâb-ı Hakk'ın size verdiği nimetlere!.." Nimet ne kadar çok olursa, hamdin de o kadar çok olması lâzım.

528/2 (Kâne izâ ûhiye ileyhi vükıze lizâlike sâaten kehey'etis sekrân.) Yine Cenâb-ı Peygambere vahiy geldiği vakitte, bir saat kadar, sarhoşların bayıldığı gibi --ona teşbih etmiş yâni-- bir baygınlık hali olurdu. Kendilerine malik olamıyorlar, hakim olamıyorlar, o vahyin verdiği ağırlığın, yükün altında... Allah şefaatine nâil etsin cümlemizi...

Bir salât-ü selâm okuyalım:

"Allaaahümme salli alâaa seyyidinaaa... muhammedinin nebiyyil ümmiyyi, ve alâ... Aaalihiii ve sahbihiii, ve sellim." (3 defa)

528/3 (Kâne izâ bâyeahün nâsü yülekkıhim fî mesteta'tü.) Müslüman olmak için geliyorlar, mübayaa yapıyorlar... "Ben müslüman oldum yâ Rasûlallah!" dediklerinde, herkese gücü yeteceği miktarda şey teklif edermiş.

Şimdi bizim dervişlikte bir bir usul var: Şu kadar "Allah" diyeceksin, şu kadar tesbih çekeceksin... Fakat herkesin gücü bir değildir ki!.. O adam bunu belki bu gün yapar da, yarın yapamaz. Belki hiç yapamaz. Herkesin gücüne göre ders vermek lâzım!.. Cenâb-ı Peygamber de kendisine gelip, mübayaa edip İslâm olanlara, güçlerinin yettiği nisbette tembihlerde bulunurlardı.

528/4 (Kâne izâ be'ase ehaden min eshâbihi fi ba'di emrihî kale beşşirû ve lâ tüneffirû, ve yessirû ve lâ tüassirû.) Birisini bir iş için bir tarafa yolladıklarında; "Gidin İslâm'ı bunlara öğretin, anlatın! Fakat, onları daima sevindirici şeyler söyleyiniz, tebşiratlı şeyler söyleyiniz! Ürkütecek, korkutacak şekilde, nefret verecek şekilde değil..." derlerdi. Onları sevindirecek şekilde; "İşte İslâm olursanız cennete girersiniz. İslâm olursanız, Allah'ın şu nimetlerine mazhar olursunuz. İslâm olursanız, vücudlarınız sıhhatte olur, afiyette olur." gibi.

(ve yessirû velâ tüassirû) Sonra, "İslâm olursanız şu kadar mükellefiyet var, bu kadar yasak var; bunları mükemmel surette yerine getireceksiniz. Gece uyumayacaksınız, gündüzleri tesbihten kalkmayacaksınız, namazdan kalkmayacaksınız." gibi değil. Kolaylık edin; "Sabahleyin işte, kalkarsın 2 rekat namaz... Öğlen üstü, 4 rekat namaz... Akşam üzeri, 3 rekat namaz..." gibi meselâ... Kolaylıklar daima...

Meselâ, Peygamber SAS çok okurdu namazda... Bunu da böyle yapın dersen, o adam ona takat getiremez. Sen işte "Elham"la "Kulhüvallahü"yü okursan olur diyeceksin. Ona nefret getirmeyeceksin, kolaylıklar göstereceksin, zorlaştırmayacaksın...

528/5 (Kâne izâ bease seriyyeten ev ceyşen) Asker sevkediyor bir tarafa... (beasehüm min evvelin nehâr.) ÊSabahleyin erkenden yola çıkarırlardı. Sabahleyin erkenden çıkarsa; sabahın bereketi vardır, hayırla giderler gelirler.

528/6 (Kâne izâ bease emîran) Bir emir yollayacak bir tarafa... (kale aksirül hutbe, ve ekıllül kelâm, feinne minel kelâm, sihran.) Adama dermiş ki, "Gittiğin yerde sözü kısa yap!" Şimdi bu Arapların da adetiymiş, söze başlamadan önce mukaddime dedikleri gibi uzun bir konuşma yaparlarmış. "O adeti bırakın, maksadınız neyse girin! Sözü de kısa ve az yapın, çok yapmayın! Konuşmalarda buna dikkat edin!" (ve ekillul kelâm) "Çok da konuşmayın, kısa kesin!.." Çünkü, çok söz ömrü zayi eder. Bu bir felakettir zaten...

Allah affetsin cümlemizin kusurunu... Bu kahvehaneler icad olmuş, gazinolar icad olmuş, halk orda istirahat edeceğim diye gider. İster okusun bir şey --gazete vs.-- ister okumasın, orda ömür boşa gider. Allah dese de boşa gider, ne derse de boşa gider. Boş lafları çok ediyor ömrü zayi ediyor.

Paraların ziyâından ödümüz kopar, 5 kuruşumuz kaybolsa acırız, 5 liramız kaybolsa acırız. Beş yüz liramız, beşbin liramız kaybolsa acırız. Fakat bir dakika ömrü, acaba yüz milyarca para ödeyebilir mi? "Yüz milyar lira vereyim de sana, şu bir dakikanı bana ver!" deseler gelir mi elimize?.. Gitti gider.

Binaen aleyh ömrün zayiatı varidatların, servetlerin zayiatından çok acıdır. Onun için çok müteyakkız olmalı, bir anını bile zayi etmemek için uyanık bulunmalıdır.

528/8 (Kâne izâ tedavvera minelleyli) Geceleri uyanıyoruz ya; sağımızdan solumuza dönerken filân, bir uyanıklık oluyor. Böyle uyandıkları vakitte, sağa sola dönerken, (lâ ilâhe illallahul vâhidul kahhâr, rabbüs semâvâti vel'ardı vemâ beynehümel azîzül gaffâr.) derlermiş.

İnsan uykuda dönerken uyandığı vakitte, daima Allah'ın zikrini hatırlayacak... Dua bilmezsen "Elhamdü lillâhi rabbil alemîn."de! "Kul huvallahü ehad"i oku!.. "Vel asri"yi oku!.. Bir şey yap yâni... Uyandığın vakitte Allah'ın zikriyle meşgul ol!..

528/9 (Kâne izâ tekelleme bi kelimetin eadehâ selâsen) Bir söz söylemek murad ettikleri vakitte, onu üç defa tekrar ederlerdi ki, herkes anlasın. (hatta tüfhemü anhü) Herkes onu anlardı.

(feizâ etâ alâ kavmin feselleme aleyhim) Bir kavmin yanına gittikleri vakitte, onlara "Esselâmü aleyküm!" derlerdi. (feselleme aleyhi selâsen) Selâmı da üç kere yaparlardı. "Esselâmü aleyküm... Esselâmü aleyküm... Esselâmü aleyküm..." Ve yahut da burdaki üçten murad; kapıya geldikleri vakitte --şimdiki gibi zil yok-- "Esselâmü aleyküm!" der ses çıkmaz, "Esselâmü aleyküm!" der ses çıkmaz, "Esselâmü aleyküm!" der üçüncü defa; ses çıkmazsa dönerlerdi.

528/10 (Kâne izâ tearra minel leyli) Yine gece bir taraftan bir tarafa dönerlerken, (rabbiğfir verham) "Yâ Rabbî, mağfiret et ve merhamet eyle bizlere... (vehdî lisebîlil ekvâm) En doğru yola bizleri hidayet eyle yâ Rab!..." derlermiş. Ne güzel...

528/11 (Kâne izâ teğaddâ) Buna dikkat edin ama: (Kâne izâ teğaddâ lem yeteaşş) Sabahleyin yemek yedikleri vakitte, artık bir daha akşam yemeği yemezlermiş!..

Yemek yeyib de bizim gibi tatlı, tuzlu, baklavalı, börekli değil de; arpa ekmeğinden mübarek karınlarını doyurdukları malüm. Fakat bunu sabahleyin yediklerinde, bir daha akşama yemezlermiş.

Vücudun yapısını kendimiz bozuyoruz. Üç defa yemek suretiyle, belki dört defa yemek suretiyle vücudu o şeye alıştırıyoruz. O şeye alıştıktan sonra da bir daha önüne geçemiyoruz. Halbuki ona bir gıda yetiyor. Bir kere yediğimiz yemeğin gıdası 24 saat vücuda kâfi gelir. Kâfi gelir ama, alışmamışız biz... Alışmadığımız için, hemen karnımız acıkıyor; arkasından istiyoruz yemeği... Alıştırsak istemeyecek.

Tabiat-ı sâniye diyorlar, alıştığı şeyi insan istiyor. Sigaraya alışmış içmeden duramaz... Çaya alışmış içmeden duramaz... Alıştırmanın cezası oluyor. Kahveciler de öyle...

(ve izâ teaşşâ lem yeteğadd) Eğer akşam yemeği yemişse, o zaman da sabahı yemezlermiş. E biz, ramazanda bile yapamıyoruz bunu... Ramazanda da hem sabah yiyoruz, hem de akşam yiyoruz. Kilomuz da hiç eksilmiyor. Allah kusurlarımızı affetsin...

528/12 (Kâne izâ teheccede yüsellimü beyne külle rek'ateyn) Sonra bu gece namazı çok makbul bir namazdır. Bu günlerde (18 Mayıs) geceler kısaysa da yine imkânı olanlar yapabilir. Fakat uzun gecelerde, geç vakte kadar oturmak suretiyle öldürüyoruz geceyi... Laflarla, bol bol laflarla öldürüyoruz. Yattıktan sonra da kalkmaya meydan kalmıyor. Erkenden yatsak ki, emr-i Rasuldür. Yatsıdan sonra oturmayın zaruret olmadıkça!.. Yatın, gece kalkın; hiç olmazsa bir koyun sağacak kadar bir kaç dakika içerisinde iki rekat namaz kılın!..

Bu gece namazları ki; herkes uykuda, ses yok sedâ yok... O saatte kalkmışsın, seni gören de yok... Hani şimdi camide herkes birbirini görüyor. Ama, gece evinde seni kimse görmüyor. Kalktın abdestini aldın güzelce... Allah'ın divanına durdun... Cenâb-ı Hak bundan çok memnun ve razı olur ve ona büyük mükâfatlar ihsan eder. Niçin?.. Hak için olduğu besbelli...

Onun için, Medine-i Münevvere'de bir namaz onbin namaza bedel... Mekke-i Mükerreme'de bir namaz yüzbin namaza muadil... Ama şimdi bizim hepimizin Mekke'de olması mümkün mü?... Medine'de olması mümkün mü?.. Değil... İşte gitsek de, orda 5-10 gün oturup dönüyoruz, mecburen... Fakat, herkesin evinde her gün namaz kılabilmesi çok mümkün... Gece kalkıp da iki rekat namaz kılarsan, yüzbinden efdal!..

Kalk gece vakti herkes uyurken, al güzel bir abdest, dön Cenâb-ı Allah'a... "Yâ Rabbî senin rızan için durdum divana!.." diyerekten iki rekat namaz kıl... İster Kul huvallahü'yle kıl, ister Kul'euzü'lerle kıl. Bildiğin surelerle... Yâsin'i bilirse hele... Gecenin yarısı gecenin kalbi derler. Kur'an'ın kalbi 'Yasin' derler; insanın da bir kalbi var... Bu üç kalb bir araya geldi miydi, yıkılır dünya... Böyle huzur ile Allah'ın divanına durdun, Yasin'i güzelce okudun mu; ister hepsini oku, ister ikiye böl iki defada oku... Nasıl yaparsan caiz.

Cenâb-ı Peygamber SAS her iki rekatta bir selam verirlermiş teheccüd namazında ve sekiz rekat kılarlarmış teheccüd namazını... 13 rekat gece namazı varmış Efendimiz'in. Bunun sekizi gecede teheccüd namazı, üçü vitir, ikisi de sabah namazının sünneti imiş. Vitri akşamdan kılmıyor. Vitri biz hep hazır yatsının arkasından hemen ekleriz. Yatsının arkasından vitri eklemek doğru değil. Vitri, gecenin yarısına varırken, evimizde kılacağız.

528/13 (Kâne izâ tevaddaa fadala mâen yesîlehû alâ mevdıı sücûdihî.) Abdest alırken, abdestlerinden artan suyu da secde mahalline serpiştirirlermiş. Secde mahalleri --Arabistan'da bulunanlar bilir--Ê o sıcak mevsimde ateş gibi oluyor. Ateş gibi olduğu vakitte, insan alnını koyunca, yanar. Onun için oraya biraz su serpiyormuş.

Oralarda --şimdi olmaz o kadar ama-- sıcak mevsimlerde, temmuz-ağustos aylarında yatarken uyuyamazsın. Altına biraz soğuk su dökersin. O suyun soğukluğu ile yarım saat, on dakika bir şey uyuyabilirsen uyursun. Ondan sonra yine ateş kesilir orası. Onun için Efendimiz artan suyu yere serpermiş. Bir rivayette de, Cenâb-ı Peygamber'in yüzündeki sular, eğildiği vakitte secde yerini ıslatırmış.

528/14 (Kâne izâ tevaddaa ehaze keffen min mâin fenedaha bihi fercehû.) Abdest aldıktan sonra bir avuç su alırlar, o aldıkları suyu avret yerlerine, ön taraflarına serpiştirirlermiş ki; namaza durduğu vakitte bir ıslaklık gelirse, "Ben su serptim ya, o suyun ıslaklığıdır." diye düşünüp, insanı vehim denilen o şeyden kurtarmak için...

528/15 (Kâne izâ tevaddaa harrake hâtemehû) Abdest alırken yüzüğünü oynatırlarmış ki, yüzüğün altına su geçsin. Çünkü yüzük biraz sıkıca olursa, altına su geçmez. Biraz enlice olursa yine altı kuru kalır. Mutlaka onu oynatmak lâzım. Cenâb-ı Peygamber de öyle yaparlarmış.

528/16 (Kâne izâ tevaddaa edârel mâe alâ mirfekayh.) Abdest alırlarken kollarını, dirseklerini de geçmek suretiyle oğalıyarak, suyu üzerlerinden akıtırlarmış.

529/1 (Kâne izâ tevaddaa hallele lihyetehû bilma'.) Abdest alırken sakalı ıslanıyor ama, ayrıca bir suyla bunları hilallerlermiş.

529/2 (Kâne izâ tevaddaa ehaze keffen min mâin) Abdestten sonra bir avuç su alıyor, (feedhalehü tahte hınkihî) çenesinin altına, sakalına vuruyor; (hâkezâ emerani rabbî.) "Bana Rabbim böyle emretti." diyerekten bize de tavsiyede bulunuyor.

529/3 (Kâne izâ tevaddaa) Abdest aldıkları vakitte, (arreke aridayhi) yanaklarını böyle ovarlarmış. Yâni, her âzâda da bu gerekiyor; suyu akıtmak kâfi gelmiyor. Suyu akıtmakla su akar gider, bazı yerler kuruda kalır. Fakat bunu böyle oğalamak, o da ayrıca bir sünnettir. (sümme şebbeke lihyetehû bi esâbiahû min tahtihâ.) Ondan sonra böyle parmaklarıyla sakallarını hilallerlermiş.

529/4 (Kâne izâ tevaddaa sallâ rek'ateyni sümme harace iles salâh.) Abdest aldıktan sonra 2 rekat mutlaka namaz kılarlarmış. Buna abdest namazı "tahiyyetül vüdû'" diyorlar. Kerahat vakti olmamak şartıyla, bu müstehabdır. Fakat Şafiîler kerahat vaktini tanımazlar; bu sünnettir diyerekten abdestin arkasından, o iki rekat namazı mutlaka kılarlar.

529/5 (Kâne izâ tevaddaa deleke esâbia ricleyhi bihunsurihî.) Abdest alırlarken, şu küçük parmaklarıyla ayak parmaklarının altlarını, aralarını oğarlarmış. Ayak parmakları sık olur. Parmak aralarını oğalamazsanız, aralarına su geçmez. Onun için parmak aralarına suyu emdirmek lâzım geliyor.

529/6 (Kâne izâ tevaddaa meseha vechehû bitarafi sevbihî.) Rasûlüllah SAS'in bazan, abdest aldıktan sonra yüzlerini eteklerine de sildikleri olurmuş. Her zaman evde bulunmazlar ki, havlu versinler. Dış tarafta bir yerde abdest aldıkları vakitte, havlu nerde diye aramazlar, işte öyle kurulanıverirlermiş. Hep işin kolayına gitmek yâni...

529/7 (Kâne izâ telâ gayril mağdubi aleyhim veleddâllîn) Elham'ı okuyorlar, en nihayet "gayril mağdûbi aleyhim veleddâllîn" dedikleri vakitte, (kale âmîn) "Âmîn"i de arkasından söylerlermiş. (hattâ yüsmea men yelîhi mines saffil evvel.) İlk saf, bu âmîn sesini duyacak kadar sesli okurlarmış amîn'i... Birinci saf onu güzelce duyarmış.

Onun için Mekke-i Mükerreme'de okunduğu vakitte, --orda Şafîler filân ekseriyette--Ê "Âmîn..." diye bir çınlar. Biz de iltihak ederiz onlara... Bizim de yapmamız belki lâzım ama, imamımız "Bunu gizli yapın!" demiş.

Bunlar hadistir. Bunların hulâsası fıkıh kitablarındadır. Bunlarla amel bize câiz değil. "Ben hadiste gördüm de, bunu böyle yapayım!" olmaz. Fıkhında ne dediyse onu yapacaksın. Bunlar süzgeçten geçiyor. Çeşitlisi var bu hadislerin; kaç çeşit gelmiş. Başka kitablarda da var... Bunlar toplanmış, toplanmış; fakihler bunları ölçmüşler, biçmişler, "Böyle olacak!" demişler. Bize lâzım olan, o fakihin dediğidir. Hadiste okuruz, amennâ deriz; fakat amel fıkıh kitabındaki karara göredir. Çünkü bizim kudretimiz yoktur ki, bu hadisin hangi hadislerle karşılaştığını bilelim.

529/8 (Kâne izâ câeş şitâü) Kış geldiği vakitte, (dehalel beyte leyletel cumuah) Evler iki çeşit; yazlık ve kışlık olmak üzere... Odalar da öyle; kışlık oda, yazlık oda... Yazın serin tarafa oturur insan, kışın da güneşe karşı ve rüzgârdan muhafazalı yerlere oturur. Demek ki evleri öyleymiş. Kış gelince, bu kışlık evine cuma günü girerlermiş.

Bazıları bu beyt tabirinden Kabe-i Muazzama'yı murad ederekten, "Cuma günü Kâbe-i Muazzama'ya girerlerdi." demişler. (ve izâ câes sayf) Yaz gelince de, (haraca leyletel cumuah) kışlık evden cuma günü çıkarlarmış. Cuma gününü tercih edişleri, yukarıda da geçmişti geçen derslerde...

(ve izâ lebise sevben cedîden) Yeni bir elbise geldiği vakitte, cuma günü giyerlerdi yeni elbiselerini... Yeni bir elbise geldi, giyecek mesela; (hamidallahe ve sallâ rek'ateyn) hem hamd eder, hem de iki rekat namaz kılarlardı. "Elhamdü lillâh yâ Rabbi, bu esvabı bana verdin!" diyerekten.

Esvab insanın ziynetidir. İnsanlar arasındaki şerefine uygun olması lâzım gelir. Adî bir esvabla, ne kadar bilgin olsanız da kimse kıymet vermez size... Ama elbiseniz düzgün olduktan sonra, iş değişir. Nasreddin Hoca bile, "İtibar kürke!" demiş.

(ve kesel halika) iki rekat namaz kılar, o üstündeki eski elbisesini de hemen bir fakire verirlermiş. İki tane yapmıyorlar. Yenisi geldi; eskisini hemen bir fakire veriyorlar.

529/9 (Kâne izâ câehû cibrîl, fekarae bismillâhir rahmânir rahîm) Vahyi tabii, Cebrail AS getiriyor. Kur'an'ın ayetlerini getirirken, "Bismillâhir rahmanir rahîm." ile başlarsa, Cenâb-ı Peygamber bilirmiş ki, bu sure başı...

Ayetler tedricî bir surette geliyor. Meselâ, Sûre-i Bakara şu kadar ayet... Kaç günde kimbilir nazil oldu?.. Ama birbirine eklenmesini, Cenâb-ı Peygamber Levh-i Mahfuz'da görmek suretiyle, öyle tensib etmişler. Ama "Bismillâhir rahmanir rahîm." geldi miydi, demek bu sure ayrılıyor. Mesela; Bakara bitti, Al-i İmran geldi... Elemtere bitti, Liilâfi geldi arkasından. (alime ennehâ sûreh.) Cebrail AS'ın "Bismillâhir rahmanir rahîm." ile başlamasından yeni bir sûrenin nâzil olduğunu anlardı.

529/10 (Kâne izâ câehû mâlün, lem yübeyyithu ve lem yükayyilhü.) Bir mal-ü ganimet bir taraftan gelirse kendilerine, onu kat'iyyen geceletmezlermiş. Gelen mal, hemen o gün dağıtılsın isterlermiş.

Hatta, bu gün bir kardaş okuyordu da, böyle Cenâb-ı Peygamber'in SAS son demlerinde, mal-ü ganimetten yanlarında 7 dinar kalmış, verilmek üzere fakirlere... Artık kendi kuvveti kudreti kaybolmuş. Hazret-i Aişe validemize diyorlarki, "O bizim dağıtamadığımız 7 dinar var ya, onları Hazret-i Ali'ye ver; muhtaçlara versin!" sonra dalıyorlar. Hastalığın şiddetiyle baygınlık geçiriyorlar. Ayıldıkları vakitte soruyor; "Yâ Aişe o parayı verdin mi Ali'ye?.." Hazret-i Aişe validemiz dedi ki, "Yâ Rasûlallah, sana bakmaktan, seninle meşgul olmaktan, Ali'ye veremedim." "Çabuk onu Ali'ye verin!.." Yine baygınlık geçiriyorlar, ayılıyorlar. Hatırına geliyor; "Ya Aişe, o paraları verdin mi?.." Onu derhal yerlerine vermelerini isterlermiş.

529/13 (Kâne izâ celese meclisen feerâde en yekume istağfirallahe aşren ilâ hamse aşreh.) Bu çok güzel... Efendimiz'in çeşitli dua tavsiyeleri var; bu en kolayı...

Şimdi, bir dua var: "Sübhanekallahümme ve bihamdik. Eşhedü enlâilâhe illâ ente vahdeke lâ şerike lek. Estağfirüke ve etübü ileyk." Bir toplulukta oturduk, yarım saat bir saat muhabbet ettik; dağılacağız. "Dağılırken, bu duayı okuyun da, öyle dağılın!" diyor Efendimiz SAS... Ki, meclisimiz rahmet meclisi olsun. Eğer böyle Allah'ın zikri yapılmadan dağılırsanız, o meclisteki günahlar, üzerinizde yığılı kalır. Ama bunlarla, Cenâb-ı Hakk'ın mağfiretine mazhar olmuş oluyoruz.

Şimdi, bu duayı herkes ezberleyemiyor. Kolaydır ama, üzerine düşülmeyince bellenilmez. Fakat, "Estağfirullah" demesi zor değil... Bu herkesin yapabileceği bir şey... Onun için Cenâb-ı Peygamber SAS, "Estağfirullah" kelimesini 10 dan 15 e kadar yaparlarmış; 10, 11, 12, 13, 14, 15'e kadar "Estağfirullah... Estağfirullah... Estağfirullah..." der, öyle dağılırlarmış.

Yâni bu mecliste, beşeriyet itibariyle belki dedi kodu yaptık, belki başkalarının aleyhinde konuştuk, belki hatır gönül yıkıcı bir şeyler de oldu, neler olduysa oldu. Kusurlarımızın, kabahatlerimizin affını Cenâb-ı Hak'dan dileyerekten öyle kalkmayı tavsiye buyurmuşlar.

Cenâb-ı Hak kusurlarımızı affetsin... Tevfikat-ı samedaniyyesine de mazhar etsin...

529/18 (Kâne izâ hazebehû emrün sallâ.) Kendilerini üzen bir şey olduğu vakitte, hemen kalkar, namaza dururlarmış ki, Cenâb-ı Hak'dan gelecek yardım ile onu defetmek mümkün olsun, O mutsuzluğu, o üzüntüyü, o gamı, o kederi gidermenin en güzel yolu...

Geliyorlar çünkü bir çok kardaşlar: "İşte şöyle sıkıntımız var, böyle sıkıntımız var..." Namaza durun!.. Hele gece durursanız daha alâ olur. Bu suretle de, bakarsınız ki, o sıkıntılar üzerinizden gitmiş olur.

Bir salât ü selâmla bitirelim dersimizi... Ama şunu okuyalım... Kaideyi tutturamayınca da gelmiyor insanın aklına... Hadi yine bildiğimizi okuyalım:

"Allaaahümme salli alaaa seyyidinaaa muhammedin nebiyyil ümmiyyi ve alâ, aaalihi ve sahbihiii ve sellim." (3 defa)

İmam-ı Gazali Hazretleri'nin ve daha başka birçok büyüklerin bir çok duaları vardır; hep Peygamber Efendimiz'in dualarından alınmış. Bu dualarda Fâtiha-i Şerife'yi çok medhederler. Fâtiha-i Şerife'yi 100 kez okumanın yolunu da gösterirler. İki çeşit yolu var. Birisi; sabah namazından sonra 30 kere, öğleden sonra 20 kere, ikindiden sonra 20 kere, akşamda 10 kere, yatsıda 20 kere; bu, yüz kere ediyor.

Bir de demiş ki, sabah namazında 21, öğlede 22, ikindide 23, akşamda 10, yatsıda 24; bu da yüz ediyor. Böylesi de olur.

Sabahın sünneti ile farzı arasında 41 defa okumayı, çok tavsiye etmiş. Sonra, --o günahlardan sakınmak tabiatıyla şart da-- günde 100 defa Fâtiha-i Şerife'yi okuyanlara; günde 100 kere İhlâs-ı Şerife'yi okuyanlara, çok büyük mükafatlar addedilmiş.

Onun için, beraberce şimdi bir hatim okuyacağız. Adam başına yarımşar cüz düşüyor. Yarımşar cüz 15 dakikada bitiyor; ama, bir hatim indirilmiş oluyor. Bir hatimin aslı --belki bir günde okuyan hafızlar var amma-- en hızlı üç günde ancak okunur. Daha yavaş okuyan 5 günde, 10 günde okur. Ama böyle topluca olunca çok kolay...

Şimdi birer Fâtiha-i Şerîfe okuyalım:

............ (Sesli olarak cemaatle okundu.)

Bir de Elemneşrahleke okuyalım:

............................

Estağfirullaaah... (15 defa)

El'azîm, elkerîm, ellezi, lâ ilâhe illâ hû, elhayyel kayyûme ve etûbü ileyh... Ve es'elühüt tevbete... vel mağfirete... vel hidâyete lenâ... innehû hüvet tevvâbür rahîm... Tevbete abdin zâlimin linefsihî, lâ yemlikü linefsihî, mevten velâ hayâten velâ nüşûrâ...

Cenâb-ı Peygamber'in çeşitli duaları var ya, Buharî ile Müslim'in de bildirdiği "Seyyidül İstiğfar" diye --bizim dua kitabının başında da yazılı-- bir istiğfar vardır. Onu akşam okursa, o gün gidecekse ahirete; şehid olarak, mağfiret olarak gider. Sabah okursa, o gün nefesi bittiyse, tükendiyse; yine şehid olaraktan ölür. Bunu ezberlemenizi tavsiye ederim. Beraberce bir kere de okuyalım:

"Allahümme ente rabbî... lâ ilâhe illâ ente halaktenî... ve ene abdük, ve ene alâ ahdik... ve va'dike, mesteta'tü eûzü bike min şerri mâ sana'tü, ebûüleke bini'metike aleyye ve ebûü bizenbî, fağfirlî fe innehû lâ yağfirüz zünûbe illâ ente."

Cenâb-ı Hak kabul etsin inşaallah... Bizleri de mağfirûn zümresine ilhâk eylesin.

El-Fâtiha!..