Mehmed Zahid Kotku (Rh.A)

MÜNEBBİHAT DERSİ (2)

Ezü billâhi mineş-şeytànir-racîm.

Bismillâhir-rahmânir-rahîm.

Elhamdü lillâhi rabbil-àlemîn... Vel-àkıbetü lil-müttakîn... Ves-salâtü ves-selâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve âlihî ve sahbihi ecmaîn...

Cenâb-ı Feyyâz-ı Mutlak ve Rabbül Felak Hazretleri, cümlemizi mağfurîn zümresine ilhak eylesin... Bu mübarek Ramazan-ı şerifte onun hürmetine, sevgililerinin hürmetine, Rasûl-i Ekrem'in hürmetine, hepimizi sevdiği, razı olduğu kullarının arasına kabul etsin...

İnsan olmak çok zor şey... Çok zor ama... Tayyare yapmaktan zor... Füzeler yapmaktan zor... Hepsinden zor... Allah muînimiz olursa, oluruz. Muînimiz olmazsa, kendi halimize öyle olgun, kâmil bir müslüman olmamız çok zor...

Bu kitabı okuyor insan... Okudukça bakıyor kendine... Nerde?.. Biz nerde onlar nerde?..

Efendimiz SAV'in şu sözü, çok şayân-ı dikkat:

"İki huy var ki, ondan daha efdal şey yok: Birisi, Allahu Teala'ya iman; İkincisi, müslümanlara faydalı olmak."

Müslümanlara faydalı olmak... Çeşitli faydalar var... Meselâ, bir fakire ev alıverirsin... Yemeğini verirsin, karnını doyurursun... Üstüne başına bakarsın, para yardımı yaparsın... Çok iyi şeyler; fakat bu bir fayda temin etmez. E, adam yaşar, ölür gider. Asıl müslümanlara fayda: Onun imanını kuvvetlendirecek, imanını sağlamlaştıracak bilgi lazım!..

Onun için alt tarafta diyor ki: (Aleyküm bimücâlesetil ulemâ') "Ulemâ meclislerine devam edin!.. Çünkü, sizin imanınızın kuvvetlenmesi ancak bununla kaimdir." Çünkü;

(Eddînü en nasîhah) "Din nasihatla kàimdir." Nasihat dinlemeyen kulaklar anarşist olur. İnsanları yola getirecek şeyler nasihatle olmuş... Sallallahu Aleyhi ve Sellem insanlara ne kılıç kullandı, ne top tüfek kullandı. Onlara yaptığı nasihatlerle, Kur'an nasihatleriyle hepsi --Allah'a şükür-- kâmil, olgun kimseler oldular. Seviyelerine erişmeye imkân olmayan, yüksek rütbelere nail oldular. Sırf Kur'an'ı dinlemeleri dolayısıyla...

Onun da bugün varisleri, ulemalar... Bize dini öğretecekler, telkin edecekler. Allah da bizim kalblerimize hidayet ihsan buyurursa, biz de onlardan istifade ederekten, Allah'ın sevgili kulu olmaya çalışacağız. Onu için buna çok dikkat etmeli!.. İnsanlara asıl fayda verecek, insanların kemâline sebep olacak bilgileri öğretmeli!.. Onun için Kur'an kursu müesseselerine son derece dikkat etmeli.

Bugün İstanbul'da aşağı yukarı üçyüzbin çocuk okuyor. Üçyüzbin çocuk Anadolu'dan geliyor, burda mekteplere gidiyor. Kimisi mühendis oluyor, kimisi mimar oluyor, kimisi doktor oluyor... Oluyor ama, dinini bilmedikten sonra bu bilgilerin faydası olmuyor. Dünyada istifade eder tabii... Dünyada istifade eder amma, öldükten sonra bir şey yok elinde... Onun için dinini öğrendikten sonra ne olursan ol; atomcu ol, tayyareci ol, uçucu ol, doktor ol, mühendis ol... Ne olursan ol ama, dinini bil! İyi bil ama...

Onun için dini bize bildirecek müesseselerin başında Kur'an kursları geliyor. Evvelâ Kur'an okumasını öğreneceğiz... Sonra da Kur'an bize ne diyor, onu öğreneceğiz... Sonra da, Peygamber SAS'in buyruklarını öğreneceğiz. Eh kendimizi onlara uydurabilirsek, ne mutlu bize... Uyduramazsak, o zaman da ne yazık bize!..

Yahyâ ibn-i Muaz RA'ın sözü kalmıştı, dün okurken:

1. (Mâ asallàhu kerîmün) Hiç bir kerim insan Allah'a isyan etmez! Kerim sıfatına nail olan insanın, Allah'a isyan etmesine imkan yok!..

2. (Ve mâ âsered dünyâ alel âhireh, hakîmün) Hikmet sahibi olan bir insan da, dünyayı ahiret üzerine tercih etmez!.. Aklı başında olan bir insan, dâimâ ahiretini düşünür ve ahireti için hazırlanır.

Süfyân-ı Sevrî denilen, İmâm-ı Azam'ın ayarında bir müctehid daha var. Bunun mezhebi yaşamadı. Zamanında yaşadı, sonra kayboldu. Büyük bir zat... O da diyor ki:

1. (Küllü ma'sıyetin an şehvetin) Her bir günah ki, işlenir. Ama bu, şehvetten ileri gelen günahlar... (feinnehû yürcâ gufrânühâ) Şehvetten nâşı olan her bir günahın mağfiret olunması umulur.

Ma'siyetler iki kısımdır. Birisi aşikar, birisi gizli. Gizli olan masiyetlere necâset-i mâneviyye diyorlar. Necâset-i mâneviyye. Kibir, gözükmez ortada bir şey... Gurur, hased, kin, şehvet... Bunlar saklı içerde. Bunların dışarda bir alâmeti yok, görülmez. Bunlara manevi günahlar diyorlar ki.. Öteki günahlar; pislik, hamama gidersin, yıkanırsın temiz olur. Ama bunlardan yıkanmakla temiz olmak mümkün değil. Bunların çaresi tövbe. O tövbeyi de yapmak kolay bir şey değil... Tövbeyi yapmak kolay da, tövbede durabilmek hüner...

2. (Ve küllü ma'siyetin anil kibri) Gururdan, kibirden, hasedden, gadabdan ve buna benzer sair şeylerden olan ma'siyetler ise; (feinnehû lâ yürcâ gufrânühâ) onun mağfireti umulmaz.

--Neden?..

İşte Firavun var ya, o Firavun'un (Ene rabbükümül a'lâ) deyişi kibrinden dolayı, büyüklendiğinden dolayı... Büyüklenme iyi değil... Büyüklendi miydi, onun cezası çabuk geliyor. İnsan ondan da kolaycacık tövbe edemiyor. Tövbe etmek de kolay değil yâni... Edemiyor.

(Li enne ma'sıyete iblîs) İblisin ma'siyeti bundan... (kâne asluhâ minel kibri) Aslı, kibir... Gurur bırakmıyor onu... Yaptığı günahlardan dolayı bir daha af da dileyemiyor; af olunamıyor.

(Ve zelletü âdeme) Adem AS'ın zellesi, hatası, (kâne asluhâ mineş şehveh) şehvetten neş'et etti. Allah "Yeme!" dedi. Yemeyin denilen meyvadan yedi, aldandı. O yediğinden dolayıdır ki, onun affı me'mul...

1. (Men eznebe zenben ve hüve yadhakü) Bazı cahiller var ya; güle güle içki içerler, kötü yerlerde bulunurlar... (Feinnallàhe yüdhilühün nâr, ve hüve yebkî) Bunun akıbeti ağlaya ağlaya cehenneme girmektir. Güle güle günah işliyordu, fakat ahirette ağlaya ağlaya cehenneme girmesine vesîle oluyor.

2. (Ve men etâa) Her kim Allah'a itaat eder. (ve hüve yebkî) Aynı zamanda da ağlıyor. Hem itaat ediyor, hem de ağlıyor. İmam-ı Azam gibi... (Feinnallahe yudhilühül cennete ve hüve yedhakü) Onu da cennete gülerek korlar.

Ne iş yani... İmam-ı Azam Hazretleri'ni tarif ederler de: "Gece namaz kılıyor. Camiden çıkmıyor, yatsıdan sonra; namaz kılıyor." Bazı gözleyiciler, "Bakalım, ne yapıyor?" diye, girerler içeri saklanırlarmış. Gözlerinden yaşlar şıp, şıp diye hasıra damlıyor. Ne iş ya Rabbi!.. Ne hikmet!..

SAS Efendimiz buyuruyorlar ki:

1. (Lâ sagîrete meal-ısrâr) "Bir günaha ısrar ediyormusun, o sağîre olmaz artık, sağîrelikten çıkar." Meselâ, bir sigara içmek kerahattir derler. Fakat iki, üç, dört, yedi, sekiz olunca büyük günah oluyor sonunda... Bir yerden okumuştum ki, "Sekiz tane küçük günah, bir tane büyük günah olur." diyerekten kulağımda kalmış.

Bazı insanlar ehemmiyetsiz derler, ufak günahlara kıymet vermezler. "Ufak günah canım!" derler. Efendimiz diyor ki: "Hayır, günahın ufağı olmaz. Daima yapıyorsun onu, o büyüyor." Bir mısır tanesi, bir daha ko, bir daha ko... Ohooo, bir yığın oldu o!.. Ufak ama birikiyor, yığın oluyor.

2. (Ve lâ kebîrete meal-istiğfâr) Ne kadar günahın büyük olsa da, mâdem ki istiğfar ediyorsun, tevbekâr oluyorsun; o da kalmaz.

Büyük günahlar da istiğfar ile yok oluyor. Hatâ ediyor insan; arkasından tövbe ediyor, nedamet diliyor. O da dayanamıyor, yok oluyor inşallah...

Hakîm olan kimseler demişler ki:

1. (Men tevehheme enne lehû veliyyen evlâ minallàh) Dünya büyüklerinden bir büyüğü kendisine velî ediyor da, Allah-u Teâlâ'yı unutuyor. "Filân adam benim velîmdir!" diyor. Büyük adam... Ona arkasını dayıyor. (kallet ma'rifetühû billâh) Bu adamın Allah'a ma'rifeti yok demektir. Çok az... Allah'ı bırakmış, başkasına dayamış arkasını... Ondan dolayı gururlanıyor. Bunun ma'rifeti azdır diyor.

2. (Ve men tevehheme enne lehü adüvven a'da min nefsihî, kallet ma'rifetühû binefsihî) Birisi de düşman olarak, "Ah filan düşman yok mu?.. İngiliz, Fransız, Alman..." filân diyor, düşman olarak onları tanıyor. "Asıl senin düşmanın nefsindir. Nefsinden daha başka düşman arıyorsun; senin de nefsine bilgin az..." diyor.

Nefsine bilgin sağlam olsa, asıl düşman senin nefsin olduğunu bilirsin. Seni kemâle ulaştırmaya mani oluyor. Hayırlarına mâni oluyor, bir çok iyiliklere mâni oluyor. Binâen aleyh, asıl düşman senin kendi nefsin!.." diyor.

Bir de Ebûbekr-i Sıddîk RA, (Zaherel-fesâd fil-berri vel-bahri) "Karada ve denizde fesad zâhir oldu." ayet-i kerimesi için diyor ki:

(Elberr, hüvel-lisan) "Kara, dildir. (vel-bahr, hüvel-kalb) Deniz de kalbdir." diyor. Kur'an'daki mânâya bak!.. Orda karadan, denizden bahsederken; "Karadan murad dildir, denizden murad kalbdir." diyor. Fesad bu ikisinde de var...

Denizde ne fesad olacak, deniz Allah'ın suyu... Kara da Allah'ın toprağı... Toprağın ne kabahati var?.. Denizin ne kabahati var? Fesad asıl dil ile gönülde... Bu ikisini kaybettin mi elden, felaket...

1. (Fe izâ fesedel lisân) "Dil yalan söylüyor, fenâ söz söylüyor... Hatır kırıyor, gönül yıkıyor... (beket aleyhin nüfûs) Buna, insanlar ağlar. Bu, hatır kırıcı, gönül kırıcı adama ağlar insanlar...

2. (Ve izâ fesedel kalb) Bu sefer gönül fesad... Kendi kendine, kötü kötü şeyler besliyor gönlünde... (beket aleyhil melâikeh) Ona da melekler ağlar.

Bunu bir yerde okudum bugün de, diyor ki: Kâbe-i Muazzama'da oturma!.. Çünkü burada, günahı işlemedikçe, içinden gelir bir şeyler ya; "Şu fenalığı yapayım, bu fenalığı yapayım..." diye. Fakat aklın başına gelir, tevbe edersin, yapmazsın; günah yazılmaz. Fakat, Kâbe'de içinden böyle bir şey geçirdin miydi, derhal o yüzbin günah yazılır. Onun için diyor ki: "Hazreti İbn-i Abbas, Mekke'de oturmadı, Taif'e kaçtı." Bu günahdan dolayı, orda barınmak zor... Gayet kendini uyanık tutacaksın!

Denilmiş ki:

1. (İnneş-şehvete tüsayyirul-mülûke abîden) Şehvet çok fena şey; Allah muhafaza etsin... İşte hayvanlarda görüyoruz ya... Şehvetleri geldiği vakitte nasıl birbirlerine hücum ediyorlar, vurup kırıyorlar, koparıyorlar. Bu insanda da aynı şey mevcut... Onun için, bunu yenmek, pehlivanları yenmekten daha zor!.. Pehlivanları yenmek mümkün de, bu insanın şehvetini yenmesi çok zor... Onun için şehvet, (tüsayyirül müluke abîden) melikleri köle eder, Şah'ı köle ettiği gibi...

2. (Ves-sabru yüsayyirul-abîde mülûken) Sabır da, köleleri melik yapar. (Elâ terâ ilâ kıssati yusuf, ve züleyhâ) Görmüyor musun Yusuf AS ve Züleyhâ'nın kıssasını?.. Yusuf köle oldu, fakat sonra Mısır'a melik oldu. Ne sebebiyle?.. Sabrı sebebiyle... Öteki Şah idi; şahlık gitti elden, oldu şimdi bir köle...

Denilmiş ki:

1. (Tbâ limen kâne aklühû emîren) İnsanın aklı emiri olursa, o insana müjdeler olsun!.. Çok iyi.. Aklını kullanabiliyor. (ve hevâhü esîrâ) Hevâsına da uymuyor. Hevâsına uymayan adam, aklı kendisine emir... Ooo, ne mutlu o adama!..

2. (Ve veylün limen kâne hevâhü emîren) Eğer arzusu emirse... Hevası, arzusu, isteği onun emiri...

--Şunu yapalım bu akşam!

--Yapalım...

--Bunu yapalım!

--Yapalım...

Bugün akşam dinledim de: Yedi-sekiz tane eşkiya delikanlı bir evi basmışlar. Yedi tane delikanlıyı kesmişler. O delikanlılarla da hiçbir ilgileri yokmuş. Yalnız onların örgütüne girmediklerinden dolayı, onlara kin beslemişler. Basmışlar yakalamışlar; yedisini de kesmişler adamların... Bir kısmını Eskişehir yoluna götürüp kesmişler. Bir kısmını evlerinde kesmişler. Hakim, idamlarını istiyordu onların...

Yâni, bunların şimdi hiçbir kabahatleri yok! Kabahatleri olmadığı halde, insan bu kadar canavar oluyor yani. Emeline nail olmak için... E, aptal insan! Sen elde bir maşasın, seni arkadan oynatan var!.. Hacivat'la Karagöz vardı, vaktiyle bizim çocukluğumuzda... Perdenin arkasında oynar, biz de onları seyrederdik. O, oyunda değil ki, onu oynatan var... Şimdi, bu oynatanlara aklı ermiyor çocukların, canlarını da feda ediyorlar. Allah esirgeye...

Denilmiş ki:

1. (Men terekez zünûb, rakka kalbühû) Günahları terkeden insanların kalbleri yumuşak olur. Mahzun olur. Ağlar, sızlar, yalvarır Allah'a...

2. (Ve men terekel haram) Haram da günah ya, onu da ayrıca yazmış. Haramı terkederse, (ve ekelel halâl) helalı da yerse; (saffet fikretehû) kafası çok güzel, temiz olur. İyi düşünür, iyi düşünceli insan olur.

Denilmiş ki:

(İkmâlül akl) "Aklın kemâli..." Herkeste bir akıl var ya şimdi. Bunun hangisi olgun akıl, kâmil akıl?.. (İttibâu rıdvânillahi teâlâ) "Allah-u Teâlâ'nın rızâsına ittiba etmek..." Allah-u Teâlâ kimlerden memnun, nelerden memnun; bunları yapıyor. Allah-u Teâlâ'nın râzı olmadığı şeyleri de terk ediyor. (Vectinâbü sehatıhî) "Emrine itâat ve gazabından ictinâb!.."

Onun için demişler ki:

1. (Lâ gurbete lil fâdıl) Fâzıl adama gurbet yoktur. Dünyayı dolaşsa, hiç gariplik çekmez. Her yerde dost bulur.

2. (Ve lâ vatane lil câhil) Cahil, vatanında da gariptir. Kimseyle geçinemez çünkü... Önüne gelenle kavga eder. Vatanında da rahatı olmaz.

Denilmiş ki:

(Hareketüt-tâati delîlül-ma'rifeh) Şimdi namaz kılıyoruz ya, yatıyoruz kalkıyoruz. Bu bir hareket... Bu hareket, o kimsenin Allah'ı bilgisinin alâmetidir, demiş. Nitekim, (hareketül-cismi delîlül-hayâh) vücudun hareketi, ölmediğine alamettir. Ölü olsa, kımıldayamayacak.

Vücudun hareketi ölmediğine alâmet olduğu gibi; gönüllerin de hareketi, taatlerin yapılışıdır. O da ma'rifet-i ilâhiyyenin kendisinde mevcud olduğuna alâmettir.

Şimdi burda bir hadis var, bunu herkes de bilir:

Sallallahu Aleyhi ve Sellem buyurmuş:

1. (Aslü cemiil-hatàyâ hubbüd-dünyâ) Günahlar çok ya; yüzlerce... İşte 550 tane günah yazmışlar, mâlûm... Fakat bunların bir başı var... Başı hubbüd dünya, dünya sevgisi...

E, bu dünyada oturduğumuz için, sevmemek de mümkün değil... Ev yapacaksın, çoluk çocuk evlendireceksin... Kendin de harcayacaksın, yaşayacaksın bu dünyada... Bir iş lâzım!.. Biz öyle eski zamanın kâmilleri gibi, bir lokmayla, bir hırkayla geçinemeyiz ki...

2. (Aslü cemiil-fiten) Şimdi, hataların başı dünya sevgisi olduğu gibi; bütün fitnelerin başı da... O anarşiler-manarşiler... Bunların hep başı da, (men'ul-uşri vez-zekât) öşür ve zekâtı vermemek... Öşürle zekât kalktı mı, fitneler de kalkacak ayağa, ayaklanacak.

Şimdi ilk şeyde, köylüden öşrü kaldırdık. Köylüye dedik ki, öşür kalktı, rahat et... Oh dedi, sevindi. Çünkü öşrü vermek de zor bir işti. Öşür kalkınca, zekât da artık müslümanların keyfine kaldı. İsteyen müslüman verir, isteyen de vermez...

Şâir demiş ki:

(Yâ men bidünyâhü iştegal) "Ey dünyasıyla meşgul olan kimse!.. (Kad garrahu tlil-emel) Seni uzun emel aldatıp duruyor." Şu kadar sene yaşarım... Şu da lazım, bu da lazım.. Birçok emel var insanda... Şimdi bu emeller seni aldattı.

(Evelem yezel fî gafletin) "Sen bu uykuda ne kadar uyuyacaksın daha?.. (Hattâ denâ minhül ecel) Bakıyorsun ki bir gün, ecel geliverdi." Ondan sonra senin emellerin filan hepsi suya düşüyor. Bir şeyler yapacaksın ama, bir türlü nail olamıyorsun...

(Elmevtü ye'tî bağteten) "Ölüm ansızın gelir." Ansızın gelir ama, evvela bir elçisi de vardır. Belin ağrır, bacağın ağrır... Karnın ağrır, başın ağrır... O ölümün elçisi onlar... Aklını başına al, diyor. Sonra ölüm ansızın gelir vesselâm... (Vel kabrü sandûkul-amel) "Kabir, amellerin sandığı..." Kızların çeyiz sandığı olduğu gibi... Oraya doldururlar. Kabir de senin amellerinin sandığı.. Neleri götürdüysen burdan oraya amel olaraktan, onlar senin karşına çıkacak... İyilikler götürdüysen, ne mutlu sana!..

Onun için kabir:

(Elkabrü ravzatün min riyadıl-cenneh, ev hufratün min huferin-nîrân) "Ya cennet bahçesi, ya cehennem çukuru..."

--Nasıl?..

--Canım bugün önümüzde bak, televizyon var! Şöyle karşıdan bakıyoruz: Oooo, her yeri seyrediyoruz... Ne gördük, ne ettik, ama gözümüzün önünde, bir çok yerleri seyrediyoruz işte... İşte, mezar da böyle... Oraya gireceğiz. Girdikten sonra eğer cennetliksek, o cennetteki yerimiz böyle, televizyondaki gibi bize gösterilecek. Orda bakacaksın: "Ooo, ne mutlu bana... Köşkler benim. Bu saraylar benim. Bu cennetler benim... Oooh!.." diyeceksin. Unutacaksın ölümü...

E, maazallah, imandan, amel-i salihten mahrum olaraktan, dinsiz olaraktan gittiyse; ona da cehennemdeki yeri gösterilir. Onu görecek. Yılanlar, çıyanlar, akrepler; çeşitli azap şeyleri... O, orda artık eriyecek mi eriyecek, işte artık... Vayy... Nedâmet... "Tekrar beni dünyaya çıkar da ya Rabbi, bak yapar mıyım?" diyecek amma, bir daha çıkar mı ya?..

Onun için, (Isbir alâ ehvâlihâ); bundan sonra sen, o kabrin hâline razı olacaksın, başka çaren yok... (Lâ mevte illâ bil'ecel) Ölüm de gelmez, ancak ecelle gelir. Ecel... Nefes var bizde ya, alıp veriyoruz. Bu alınan nefesler bizim sermayemizdir. Bin mi, yüzbin mi, beşyüzbin mi?.. Adama nefes verilmiştir. Bu nefesler bitmeyince, insan ölmez. İnsanın ölümü bu nefeslerin bitişine bağlı...

Binaenaleyh, sen bu nefesleri mümkün mertebe boşa kaçırmamağa çalış!.. Öyle hevâ ü heves, zevk ü sefâ peşinde bu nefesler kaybolunca, Cenâb-ı Hak soracak kıyamette:

--Bu sana verdiğim ömrü nereye harcadın?

--Zevk ü sefâ peşinde, şurda burda erittim...

E, olur mu?.. Allah kusurlarımızı affetsin.

Şimdi bu ikişerli kısımdı. Gelecek ders de babüs-selâsi'ye, üçer üçer cümlelere geleceğiz. Allah cümlemizi affetsin...

Bugün bir efendi geldi. Bir caminin müezziniymiş. Bizim Doktor Mazhar'a gitmiş:

"--Ben zayıfım, korkuyorum! Orucu kışa bıraksam da, kışın tutsam olmaz mı?" demiş.

O da bana yollamış, "Git hocama sor!" diye... Dedim: "Ben senden çok zayıf idim vaktiyle... Bugün de yesem, câizdir. Bize Allah-u Teâlâ izin de veriyor; tutsak da olur, tutmasak da... Çünkü bundan sonra gençleşeceğimiz yok..." Hasta tutmaz orucu ama, iyi olduktan sonra tutacak... Bizde bundan sonra iyi olma vakti gayri geçmiş. Onun için dedim ki:

"--Sen ölmezsin korkma!.. Daha sağlam olursun, iyi olursun!" dedim.

"--Şöyle hastalığım var, böyle hastalığım var..." dedi.

"--Onlar da geçer inşaallah!.. Müezzinmişin; biraz da yat uyu, fazlaca... Öylece geçir vaktini, ama orucu bırakma!.."

"--E şöyle, böyle..." dedi.

Dedim ki:

"--Senin bugün bıraktığın bir günlük orucun yerine, bir sene oruç tutsan onu ödeyemezsin!.. Bir sene hiç bozmadan oruç tutsan, Ramazanda yediğin bir günün orucunu ödeyemezsin. Mükâfatını kazanamazsın... Bir rivayette de, ömrün boyunca oruç tutsan... Ömrün boyunca oruç tutsan, Ramazanda bir gün yediğin orucun yerini tutamaz!.."

Onun için, Allah hepimizi affetsin de, bu mübarek günlerde şöyle lâyıkı vechiyle, Hakk'ın istediği gibi oruç tutmak nasib etsin... Kimsenin gönlünü kırmadan, kimseyi incitmeden; elimizden geldiği kadar herkese iyilik, güzellik, tatlı dil güler yüzle muamele ederekten, hoş sohbetlerle mübarek Ramazanımızı geçirmek cümlemize nasib ü müyesser etsin inşallah!..

El-fatihah!..

.....................

(Yatsı ve teravih namazlarından sonra dua:)

Sübhàne rabbiyel-aliyyil-a'lel-vehhâb... Elhamdü lillâhi hakka hamdihî, ves-salatü ves-selâmü alâ hayra halkıhî muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn...

Yâ Rabbi!.. Bu okuduklarımızdan hasıl olan sevapları, sevgili Peygamberimiz SAS Efendimiz Hazretleri'nin, ve bilcümle peygamberân-ı izâm hazerâtının; evlad, ezvac, eshab ü etbâlarının ve bu ana kadar geçmiş olan bil-cümle mü'minîn, mü'minât ve meşayih-ı izam hazerâtının ruhlarıyla beraber, Ebubekrinis-Sıddîk, Ömer'ül-Faruk, Osman-ı Zinnûreyn, Aliyyül-Mürteza, vebnâhümâ, vel-Fâtıma, ve sair ezvâc-ı tàhirat validelerimizin ruhlarıyla beraber;

Nakşıbend Muhammed Bahaeddin Hazretleri'nin, Mevlânâ Halid-i Bağdadî'nin, Gümüşhaneli Ahmed Ziyaeddin, Hasen Hilmi, İsmail Necâti, Ömer Zıyaeddîn Zeki ibn-i Abdillahid-Dagıstâni, Mustafa Feyzî ibni Emrillahit-Tekfurdağî Hazretleri'nin ruhlarıyla beraber; bilcümle mü'minîn ü mü'minâtın ruhlarına ve hassaten hàzırûn ve cemaat kardaşlarımızın da geçmişlerimizin ruhlarına ayrı ayrı hediyye eyledik, Mevlâ vâsıl eyleye...

Cümlesinin ruhlarını mesrûr, kabirlerini pürnûr, makamlarını âlî, derecelerini yüksek eyleyip, seyyiatlarımızı ve seyyiatlarını da hasenâta tebdil eyleye...

Bizler dahi onlar gibi bu dâr-ı dünyadan göç vakti gelince, cümlemize az ağrı, âsân ölüm, kâmil bir iman ile ve buyurun: "Eşhedü en lâ ilâhe illallah, ve eşhedü enne muhammeden abdühû ve rasûlüh" kelime-i tayyibe-i münciyesini de cân ü yürekten söyleye söyleye, çene kapayıp göz yummayı, Mevlâ cümle ümmet-i Muhammede, hàssaten biz aciz kullarına da lütf u ihsân eyleye...

Allàhümmec'alnâ minet-tevvâbîn... Vec'alnâ minel-mütetahhirîn... Vec'alnâ min ibâdikes-sàlihîn... Vec'alnâ minellezîne lâ havfün aleyhim ve lâ hüm yahzenûn...

Allàhümme innâ nes'elüke temâmen-ni'meh... Ve devâmel-àfiyeh... Ve hüsnel-hàtimeh... Bihürmetil-fàtihah!..

30. 07. 1979 / 2 Ramazan 1399