Mehmed Zahid Kotku (Rh.A)

NEFS-İ EMMÂRENİN HUYLARI

Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtüh!..

Elhamdü lillâhi rabbil-àlemîn... Vel-àkıbetü lil-müttakîn... Ves-salâtü ves-selâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn...

Muhterem kardeşler!..

Söz söylemesi kolaydır. Dinlemesi de kolaydır. Yazması da kolaydır. Anlatması da kolaydır. Fakat söylenen sözü tatbik, asıl hüner orda... Söyleneni, yahut öğrendiğini, bildiğini tatbik edebilmektir hüner!.. Bunları tatbik edemedikten sonra, çok bilmenin, çok söylemenin ne kıymeti olur?..

Bugün hoca efendinin hutbesi hoşuma gitti. Güzel ama, hangimizin kulağına girdiğini bilmem... Bir kulağımızdan girdi, bir kulağımızdan çıktı. Bugün müslüman olduğumuzu iddia ederiz de, müslümanın kitabını okuyan kaç kişi bulursunuz?

Geçenki dersimizde Ebû Hüreyre'nin nakli beni düşündürdü:

(İttekıl-meharim tekün a'beden-nâs) "Haramlardan kaçındığın müddet ve takdirde sen nasın en àbidi olursun!" Öyle geceleri sabahlara kadar uyumamazlık, gündüzleri bütün gün oruç tutup riyazetler çekmek değil. Allah'ın haramlarından kaçın, oldun en abid insan...

(Verda bima kasemallàhu lek, tekün ağnen-nâs) "Allah'ın taksimine razı ol, en zengin sen olursun!" Daha ne istiyorsun?

Bugün buna karşılık SAS'in, yine Ebû Hüreyre'den naklen:

RE. 175/12 (İyyaküm vez-zan) "Ey mü'minler, siz zandan sakının!" Zan... Hani sû-i zan derler bir zan var ya; şu şöyledir, bu böyledir diyerekten bir zannımız vardır. İşte çeşitli şeyler deriz lehte, aleyhte. Ama muhakkak bildiğimiz değil de, sezdiğimize göre... Bundan sakının! (Fe innez-zanne ekzebül-hadîs) "Halbuki, zan ile söylenen sözlerin çoğu yalandır."

Öyleyse, (Ve lâ tehassesû) "İnsanların içini araştırmaya çalışmayın!" Hangi bakımdan olursa olsun. (Ve lâ tecessesû) "Casusluk da yapmayın!" Casusluk devlete ait, onun vazifesi. Memlekete gireni çıkanı o kontrol edecek, nasıl adamdır diyerekten. Fakat sana bana vazife değil.

(Ve lâ tenâfesû) "Nefsaniyet de yapmayın! Benlikcilik taslamayın! Her şeyi ben bilirim diyerekten, her şeyin üstüne çıkmayın! (Ve lâ tehâsedû) Ama hased de yapmayın! Hasedi hele hiç yapmayın; onun var da benim niçin olmasın demeyin!" Bak ne dedi SAS: (Varda bimâ kasemallàhu lek, tekün ağnen-nâs) "Allah'ın taksimine razı ol! 'N'apalım Allah bu kadar verdi. Çalıştım çalıştım ama, taksim bu kadar...' de; insanların en zengini olursun."

Geçen gün Ebu Zer'in rivayetinde, SAS: "Aşağısına bak, yukarısına bakma!" dedi. Aşağısına bakarsan, "Eh yâ Rabbî, çok şükür elhamdü lillâh!" dersin. Yukarısına bakarsan bocalarsın.

Binâen aleyh, (Ve lâ tebâgad) "Sakın birbirinize buğz etmeyin ama! Küsmeyin, darılmayın!.. (Ve lâ tedâberû) Birbirlerinize arka da çevirmeyin!.."

E Allah yardımcımız olsun... Bu millet-i İslâmiyeye bak! Birleşebiliyor mu hiç?.. Peygamber ne diyor, bak bizim halimize! O diyor ben filâncayım, bu diyor ben filancayım... Benim ki kutubdur diyor, benimki aktabdır diyor. Şu diyor, bu diyor... Bölük bölük olmuş, kimsenin kimseye itimadı olmadığı bir hal.

(Ve kûnû ibâdallah, ihvânen) Ne güzel!.. (Elmü'minûne ihveh) Müminler kardeş! Nasıl kardeş?.. Haseben kardeş değilse de, mânen kardeştirler. Mânen kardeşlik, haseb-neseb itibariyle olan kardeşlikten daha a'lâ ve daha üstündür. Onun için, "Siz bu mânevî kardeşliği temin edin, öyle kardeşcesine yaşayın!" Birbirinizin aleyhinde bulunmayın! Birbirlerinize karşı kötülük düşünmeyin, fenalık yapmayın, buğz etmeyin, hasedlik etmeyin, küsmeyin, darılmayın! Hep birbirinizin iyiliğini isteyin!

RE. 235/8 (Elmüslimü ehul-müslim) "Müslüman müslümanın kardeşidir." Bitti... Bunu hâlâ öğrenmiş değiliz. 1400 sene oluyor, müslümanın kardeş olduğunu öğrenebilmiş değiliz. Çünkü müslümanlıktan nasibimiz o kadarcık. Müslümanlıktan nasibimiz tam olsa, birbirimize tam sarılırız, kardeşimizi bağrımıza basarız. Nasıl kardeşler kucaklaşır sarılırlar; müslümanlığımız tam olsa, kardeşliğimiz de öyle olur.

(Lâ yazlimuhû) "Müslüman müslüman kardeşine kat'iyyen zulmetmez." Zulm olunmasına da razı olmaz. Burda o inlerken, öbür tarafta rahat rahat ekmek yiyemez.

RE. 235/9 (Ve lâ yahzülühû) "Onu terkedemez." Zalimlerin zulmüne de terkedemez. Kendisi onun yardımına koşar. Hatta onun günaha dalmasına da razı olmaz. Günaha gidiyorsa, onu günahdan da kurtarmaya çalışır.

(Ve lâ yahkiruhû) Hiç bir surette de tahkir edemez ama. "Zenginim, bilginim, yüksek adamım. Niçin tahkir etmeyecekmişim? İstediğim gibi her şeyi de söylerim!" demek... Müslümanlıktan nasibin yoksa söylersin o zaman. Müslümanlıktan nasibin varsa, "Bu benden küçük, ben bunu ezeyim, hakaret edeyim, şöyle acı söyleyeyim..." diyemezsin. Olmaz öyle bir şey!

Müslüman şuurlu insan. O da benim kardeşim diyerekten Allah'ın kuluna öyle sarılır, onu da Allah yarattı der. Biz müslümanız. Eh nasibimiz neyse... İslâmiyetten biraz nasibi varsa, tahkir etmez.

(Ettakvâ hâhünâ!) "Allah korkusu buradadır!" SAS bunu iki defa tekrar edip, mübarek elleriyle göğüslerini gösterdiler. Lafta değil, çenede değil, işte değil; gönüldedir Allah korkusu... Allah korkusu gönle girmedikten sonra, sözlerin hepsi boştur.

Onun için bak şimdi ne diyor SAV Efendimiz: "Şerden o adama yeter ki, müslim kardeşini tahkir etsin! Müslüman bir kardeşini tahkir etmek, hakir görmek şer olarak ona kifayet eder, yeter ona."

(Külli müslimün alel-müslim, haramün demuhû ırzuhû ve mâlühû ve demühû) "Her müslümanın müslümanlar üzarena kanı da, malı da, canı da haramdır."

Şimdi bunlar hepsi laf işi. Bunların hepsini bilmiyor değiliz, hepimiz biliyoruz bunu. Her gün de dinliyoruz. Her gün de işitiyoruz. Fakat bunlar olduğu gibi olduğu yerde kalıyor. Şimdi, Allah yeri yedi kat yaratmış. Gökler yedi, yerler yedi, bizim nefislerimiz de yedi mertebe üzerinedir.

Bu yedi mertebeden ilk mertebede olanların kulaklarına bunların hiçbirisi girmez. İstersen boruyla akıt, yine olmaz. Mutlaka birinci nefis denen emmâre nefistir ki, insanı cehenneme sürükleyen gâvurların, şeytanların nefisleridir. Münafıkların nefisleri, fasıkların nefisleridir nefs-i emmâre... Bu emmare nefsin içinde olanlar; yürüdükçe, çabaladıkça bataklığa batan insanlardır. Çabaladıkça batar, kurtulmanın imkânı yoktur. Kànun-u ilâhidir; çocuk nasıl tedrici bir surette yetişiyorsa, insanlar da tedrici bir surette yetişmek mecburiyetindedir.

Bu ilk kademedeki insanların nefsine, nefs-i emmâre diyorlar. Oniki tane huyu var: Birisi

1. Şirk: Allah'a şerik koşmak.

2. Allah'a küfretmek, küfürbazlık, kâfirlik daha açıkcası.

3. Cehâlet. Cehalete mânâ vermişler, demişler ki: "Okumak yazmak bilmeyen adamın adı değil cahillik; Allah'ını tanımayan adamın adıdır. Allah'ın kitabına ve Resûlünün yoluna uymayan adamın adıdır cahillik." demişler; ne güzel bir söz.

4. Gaflet...

5. Günahlara dalmak. Büyük günahlar 125 tane diyorlar, ufaklarıyla beraber 500'ü buluyor. Bu günahları bilmek, okumak ister ki, nelerdir bu günahlar? Kısa kısa da olsa hiç olmazsa...

6. Kibir. Kibir yok mu, hani insanın büyüklenmesi. "Kibirden en ufak bir parça kendisinde olan insan, cennete doğrudan giremeyecek!" Cezasını çekecek öyle. Onun için kibir büyük fenalık.

7. Hased. İşte bu okuduğum hadiste Cenâb-ı Peygamber:

(İnnel-hasede te'külül-hasenât, kemâ te'külün-nârul-hatab) "Hased o kadar fena bir şey ki, kazandığımız sevapları ateşin odunu yediği gibi yer, bitirir." Haberin bile olmaz tabii ki.

Bu güzel ahlâkların insanda toplanabilmesi için... Karnımız ağrıyınca doktora gidiyoruz:

"--Doktor bey, karnım ağrıyor, başım ağrıyor..."

"--Eh senin hastanede yatman lâzım!"

"--Yoo, benim işim çok, yatamam ki!"

"--Eh yatamazsan ben sana bir reçete vereyim de, ona göre hareket et! Şunları ye, şunları yeme, şöyle yap, böyle yap!"

"--Ooo işim var, onlarla ben meşgul olamam ki..."

"--Eh öyleyse mukadderatına bırak kendini. Ne olursan ol!.."

Şimdi bizim halimiz böyle. Bu kötü huyları biz bırakamayız kolaycacık. Bir kere insanın alıştığı bir yetişme tarzı var ya, çocuklarımızda görüyoruz. Bu çocuklar yetiştiği tarzdan ikinci bir şekle dönmeleri hep terbiyelere tâbî... Büyüklerin terbiyeleri altında ne gibi, ilaçlarla mı, usullerle mi?..

Nasıl hayvanlarda yapılıyorsa... Kuşu terbiye ediyor, köpeği terbiye ediyor, ayıyı terbiye ediyor, aslanı terbiye ediyor; geliyor gösteriyorlar onları bize nasıl terbiye ettiklerini... Binâen aleyh insan ekmelül-mahlûkat , eşrefül-mahlûkat... Bu güzel Peygamberin ümmeti, güzel Allah'ın kulu...

Geçen gün serserinin biri diyeceğim, affedin kusurumu, "Şu Allah'ın resmini çizin de, gösterin ben göreyim!" demiş. Hâşâ!.. Çocuklar ufacık sâbî yavru... Biz onları mektebe veriyoruz, okusunlar da insanlık öğrensinler diye. O da diyor ki, "Allah'ın resmini çizin de, gösterin bana!" Canım, çocuk Allah'ın resmini ne bilsin. Öyle şey mi olur?.. Bir vakitler de şeker dağıtıyorlardı.

Orda mekteplerde, zaman zaman çeşitli şeylerle çocukların fikrini bozarlarsa, o çocuk Allah'ını bilmezse, Allah'a itaat etmezse, Peygamber'i bilmezse, ne olur hali?.. Her şey olur. Ondan sonra uğraş da uğraş. Memlekette rahat huzur yok, emniyet yok, şu yok, bu yok...

Onun için, bunlardan kurtulmak için nefsi emmâreden kurtulmak lazım!.. Nasıl kurtulacağız?.. Nasıl kurtulacaksan kurtulacaksın. Hiç olmazsa levvâmeye geçersen; levvâme, asî müslümanların nefsidir.

Burada kalmak da lâyık değildir hiç bir müslümana... Ya?.. Hiç olmazsa mülhime devresi olan üçüncü nefsin devresine atlayacak. Orası alimlerin devresi. Onu da hoş görmemişler, orada da olmaz demişler. Alim biliyor ama, ameli yok... Bu sefer de ilmin var ama amelin olmazsa, o da olmadı. Dörde atla mutmainneye geç. Orda rahat edersin. Huzur bulursun...

Onu da makbul görmemişler. Onu da atla demişler. Nereye?.. Razıyye'ye, merzıyye'ye geç de insan olarak, melek olarak yaşa!..

Allah hepimizi affetsin... Bu meleklerin sıfatlarından bize de ihsan buyursun...

Peygamber SAS diyor ki: Ben üç şeyden çok korkarım; başka şeyden korkmam ümmetimden. Hepsini diyemeyecem ama birisi: Nimetlere kavuşur insan. Bugün çok büyük nimetler var sırtımızda... Bugün Londra'dan bir arkadaş geldi de, şu kadarcık ekmek elli lira diyor. Bir kiraz aldık yüzelli lira diyor, bir su istiyorsun su da vermiyorlar. Bilmem ne içeceksin.

Hayat, elhamdü lillâh memletimizde hem ucuz, hem bol... Bu nimetleri Allah bize vermiş de bunların şükrünü istemez mi dersiniz. Bu Allah'a kulluk etmek, ona boyun bükmek, yasaklarından korkup kaçmak müslümanın şanından değil midir?

Zengin olacaksın da ne olacak? Bütün dünya senin olsa n'olacak? Şah ne oldu?.. Şah dünyanın mülk sahibiydi. Dünyanın parasını alıyordu her gün. Bak bugün oturacak yer bulamıyor, yeryüzünde... Şaha da kalmadı bu dünya!.. Kimseye kalmamış. Bizim de götüreceğimiz bir kefen. O da olsa da olur, olmasa da. Şehidler kefene mi sarıldı?..

Allah hepimizi tevfikat-ı sübhàniyyesine eriştirsin... Sevdiği ve razı olduğu kullarıyla ahirete göçmeyi nasib eylesin...

Allàhümme innâ nes'elüke tamâmen-ni'meh... Ve devâmel-àfiyeh... Ve hüsnel-hàtimeh...

Yâ Rabbi, biz àciz kullarız. Elimizi açtık senin rahmetini umarız. Yâ Rabbi bizi affet... Bize rahmet et... Bize ihsan eyle yâ Rabbi... İnsan olarak yaşayıp, birbirimize can u yürekten sarılıp, kardeş muamelesi yapan kullarından eyle...

Allàhümme innâ nes'elükel-afve vel-àfiyeh... Fid-dîni ved-dünyâ vel-àhireh... Teveffenâ müslimîn... Ve elhiknâ bis-sàlihîn...

Sübhàne rabbike rabbil-izzeti ammâ yesıfûn... Ve selâmün alel-mürselîn... Vel-hamdü lillàhi rabbil-àlemîn...

El-fâtihah!..

............................

Esselâmü aleyküm!..

2 Şubat 1979 Cuma