MZK ve TASAVVUF SEMPOZYUMU

MEHMED ZÂHİD KOTKU (RH.A) VE CİHAD

A. Akın ÇIĞMAN

Eûzü billâhi mineş şeytânir racîm...

Bismillâhir rahmânir rahîm...

Elhamdü lillâhi rabbil âlemîn... Vel akıbetü lil müttakîn... Ves salâtü ves selâmü alâ rasûlinâ muhammedin ve ashabihi ecmaîn...

Çok muhterem hazırûn!

Burada direk olarak cihad anlatılmış herhalde... Biz yalnız bir giriş yapmak mecburiyetindeyiz. Girişi şöyle bir ibareyle yapmayı istiyorum:

(Lemmâ kânel cihâdü zirvete senâmil islâmi ve kubbetehû ve menâzilü ehlihî a'lel menâzili fil cenneti kemâ lehümür ref'atü fid dünyâ fehümül a'levne fid dünyâ vel âhireh)

Bunu okumamın sebebi şu; biliyorsunuz bizim için ölçü Hazret-i Muhammed SAS'dir. Bunu Kur'anı Kerim'den öğreniyoruz. Cihad mevzuunda da tabii, her mevzuda olduğu gibi ölçü Hazret-i Muhammed SAS'dir.

Allah'ın Rasûlünde güzel örnekler olduğu mâlûm... Öyle olunca da, bizim mevzuumuz Mehmed Zâhid Kotku (Rh.A) Hazretleri'nin cihad anlayışı olunca, bu ifade benim biraz tuhafıma gidiyor. Biraz açıklamak mecburiyetinde kalıyorum. Bir kere yanlış bir anlamaya sebep olmamalı bu... Yâni acaba Mehmed Efendi'nin cihad anlayışı bu, Mevlânâ'nın cihad anlayışı bu, Hacı Bayrâm-ı Velî'nin ki bu, Ebu Hanife'ninki bu gibi binlerce cihad anlayışı mı ortaya çıkacak?.. Bu ifade, böyle bir düşünceyi çağrışım yaptırıyor gibi geliyor bana...

Şimdi Mehmed Zâhid Kotku (Rh.A) Hazretleri'nin cihad anlayışı deyince, biliyorsunuz bizde İslâm büyüklerini, İslâm büyüğü yapan şey, Hazret-i Muhammed SAS'e bağlanmalarıdır. Ona ne kadar bağlanmışlarsa, o kadar büyük olmuşlardır. Ölçü bu... Hazret-i Mevlânâ, onun yolunda gittiği için Hazret-i Mevlânâ olmuştur. Yoksa, bazılarının zannettiği gibi, Hazreti Mevlânâ çok toleranslı bir insanmış, "Bazâ, bazâ! Eger putperesti bazâ!" demiş. "Gel! Ne olursan ol, gel!" demiş. Belki yanlış ifade olabilir. Ona böyle bir şey isnad da edilmiyor bazılarınca... Fakat, onu dillerine dolamış birtakım insanlar var... Sanki hâşâ Hazret-i Mevlânâ Hazret-i Allah'tan daha toleranslı, Hazret-i Muhammed'den daha merhametliymiş gibi bir mânâ çıkıyor burdan... Öyle anlamak istiyor bazı gruplar, bir kısım insanlar... Şimdi şu, "Mehmed Zâhid Kotku (Rh.A) Hazretleri'nin cihad anlayışı" sözü de bana böyle birşeyi hatırlatıverdi, birdenbire... Bunu bir kere izah etmek lâzım!..

Mehmed Zâhid Kotku Hazretleri de, Hazret-i Muhammed SAS'in getirip haber verdiği cihad anlayışının aynısını savunmuştur. Eğer ondan başka bir anlayış ortaya koymuş olsaydı, itibarı olmazdı. Biz ona bir kıymet vermezdik. Bir kere bu ölçüyü iyi tesbit etmek lâzım... Bunu böyle sulandırıp da şunun anlayışı, bunun anlayışı demek yerine; İslâm'ın anlayışı, Kur'anın anlayışı, Hazret-i Muhammed'in anlayışı demek ve bunu böyle bilmek lâzım!..

Konuya çok kısa bir giriş yapacağım: Cihad kelimesi Arapça bir kelime olup cehd veyahut cühd kelimesinden türetilmiştir. Lügatta; güç ve gayret sarfetmek, meşakkat, amelde mubâlağa etmek, zahmet gibi mânâlara gelir.

Fakat İslâmî mânâda, istihlahî mânâda mânâsı şöyledir: İslâm'ın yükselmesi, korunması ve yayılması için, her türlü çalışmada bulunmak... Bunu kısıtlayamayız. Sadece kâfiri karşınıza alıp da kılıçla, topla, tüfekle veya bomba ile olan değil; uğraşmak, gayret sarfetmek ve bu yolda sıcak ve soğuk savaşa girmek... Daha açık bir ifadeyle; Allah tarafından kullarına verilmiş olan bedenî, malî ve zihnî kuvvetleri Allah yolunda kullanmaktır.

Konuşmamın başında kısaca okumuş olduğum Arapça ibarelerin mânâsı şöyle:

"Cihad İslâm'da, İslâm'ın en yüksek yerinde yer alır. Yâni İslâmın tam kubbesidir, tepesidir. Cennetin de en yüksek dereceleri, bu cihadla elde edilir. Ve onlar, dünyada da ahirette de cihad eden kimseler yüksek nâiliyetlere ererler."

Cihadın çeşitli yönleri vardır. Fakat, cihadın en yükseğini muhakkak ki Hazret-i Muhammed SAS yapmıştır. O zâten örnektir. Ondan sonra gelecek hiç kimse onun şanına, topuğuna erişemeyecektir. Bu bir gerçek, şimdiden bunu belirtmek lâzım!.. Zaten önder, ölçü odur. Ona göre diğerleri değerlendirilecektir. Yani Hz. Muhammed SAS'e nisbetle kim ne kadar yapabilmiş, ne kadar yaklaşmışsa; o biraz daha fazla cihad etmiştir. Ölçü budur, tam kâmil ölçü budur. Mesele budur.

Cenab-ı Hak Kur'an-ı Kerim'inde, birçok ayet-i kerimelerde cihadı emrediyor. Tabii ayet-i kerime okumazsak olmaz. Bir tane de ayeti kerime okuyalım:

(Ellezîne âmenû yukàtilûne fî sebîlillâhi vellezîne keferû yukàtilûne fî sebîlit tàğti fekàtilû evliyâeş şeytàni inne keydeş şeytàni kâne daîfâ) Sadakallàhul azîm. (Nisa 76)

Bu konuda ayet-i kerimeler çok ama, birkaç tanesini de alsak teberruk olur. Hem okumuş olalım. Allah-u Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri buyuruyor ki: "O kimseler ki, Allah yolunda savaşırlar..." İnsanlar iki gruptur zaten: Ya Allah yolunda savaşacaklar, ya da tağutun yolunda savaşacaklar. Veyahutta nefislerinin yolunda, şeytanın yolundadırlar; farketmez. Savaş deyince, illâ sıcak savaş şart değil...

Şimdi bizler elhamdülillah müslümanlar olarak, Allah'ın yolunda savaşmak isteyen insanlarız. Kendi nefsimize göre, kendi çapımızda bir savaş yapmak istiyoruz. Herkesin kendisine göre değişir.

Bu savaşın çeşitli şekilleri var, illa düşmanla harp şekli değil... Ama burada bilhassa: "Allah yolunda savaşırlar." ifadesi var... "Kâfirler ise kâfirin, putun, Allah'ın dininin dışında kalan şeylerin yolunda savaşırlar." Bu tağut kelimesi çok manalı olup, tuğyandan gelir.

Cenab-ı Hak diyor ki: "Şeytanın dostlarıyla savaşın! Muhakkak şeytanın hilesi, cengi zayıftır korkmayın!" Bizler demek ki, cihad etme durumunda bulunuyoruz. Fakat, tabii ki cihadın da değişik şekilleri var; harple var, davet yoluyla var, kılıçla var... Bugün kılıcın yerini işte bombalar, silahlar almıştır.

(Yürîdûne en yutfiû nûrallàhi bi efvâhihim ve ye'ballàhu illâ en yütimme nûrehû velev kerihel kâfirûn. Hüvellezî ersele rasûlehû bil hüdâ ve dînil hakkı liyuzhirehû aled dîni küllihî velev kerihel müşrikûn)(Tevbe 32-33)

"Allah'ın nûrunu ağızlarıyla söndürmek istiyorlar. Halbuki, kâfirler hoşlanmasa da Allah mutlaka nûrunu tamamlayacaktır. Bundan başka bir şeye râzı olmaz.

Müşriler hoşlanmasa da, dinini bütün dinlerden üstün kılmak üzere, elçisini hidâyetle ve hak dinle gönderen Allah'tır."

Şimdi tabii ki bizim asıl konumuz, Mehmed Efendi Hazretleri'nin cihad anlayışı olduğu için, direkt olarak oraya girmek mecburiyetindeyiz. Ama birkaç da hadis-i şerif okuyalım. Okuyalım ki, buralar hadisi şeriflerle, güzel sözlerle çınlasın. Çünkü bazıları kasden Allah demiyor, Rasûlüllah demiyor; kàle filân diyor. Efendim filânın nereye gittiğini çoğu bilir. Herkes hemen hemen anladılar. Bugünlerde biraz tehlike arzediyor, bunları açık açık ifade etmek. Onun için böyle kapalı geçiyoruz. Zaten buradakiler ariftirler anlarlar.

Hadisi şerif şöyle:

(İmânün billâhi ve rasûlihî sümmel cihâdü fî sebîlillâh, sümme haccün mebrûrün kàlehû lemmâ süile eyyül amelü efdalü)

Resulullah SAS''e soruldu;

"--Yapılan işlerden, amellerden hangisi daha üstündür, daha faziletlidir?" dediler.

"--Allah'a ve Resulüne iman..."

Bir kere başta bu, bundan daha üstün birşey yok...

"--Sonra hangisidir?" dediler.

"--Sonra, Allah yolunda cihad etmektir." buyurdular.

Daha sonra da, "Şartlarına uyularak yapılan, makbul olan hacdır." buyurdular.

Şimdi hoca efendinin cihad taksimine bir göz atalım tabii bu cihad taksimini sadece Hoca Efendi yapmıyor. Başka yerlerden alarak yapıyor. Yani yeni birşey getirmiş değil aslında... Fakat İslâm'ı iyi anlamış; şimdiki tabiriyle iyi özümsemiş, ruhuna sindirmiş, yaşamış bir insandı. Zaten dâvâ İslâm'ı ruha, kalbe sindirmektir.

Hoca Efendi yaptığı taksimatta cihad şöyledir:

1. Küffara karşı cihad

2. Mülhidlere karşı cihad

3. Hak ve hakîkate çağrı için cihad

4. Nefisle cihad

5. Şeytana karşı cihad

6. Kötü adet ve alışkanlıklara karşı cihad

7. Cehalete karşı cihad

8. İyiliklere sahib olmak için cihad

Hocaefendi'nin aynen kendi ifadesiyle, "Müslümanlıkta düşmanla dövüşmeye cihad denir." Müslümanlıkta hrıstiyan papazların yaptıkları gibi dağlara çekilip, ruhbaniyet dediğimiz şey, sade ibadetle meşgul olmak yasaklanmıştır. Müslümanlıkta ruhbanlık yoktur. Yani hristiyanlar gibi bir köşeye çekilip, yalnızca ibadetle meşgul olmak bid'attır.

Bizde cemaat vardır. ibadetlerimizi cemaatle edâ etmeye çalışırız ve onlardan daha çok sevap alırız. Müslümanların ruhbanlığı cihaddır. Cihad da çok mânâlı bir kelimedir. Cihadın en efdali, Allah'a en sevgilisi, zalim bir hükümdara ve bir büyüğe karşı hak sözü söylemektir."

Bu çok önemlidir. Hak söz söylenmeyince batıllar revaç buluyor, bir takım yanlış şeyler yayılıp gidiyor. Yani bu hususta tabii, alimler çok mesuliyet taşıyorlar. Ben hatta bazen çok üzülüyorum. "Niye falanca hocayı çıkarmıyorlar da ekranlara, bu açık oturumlara; şu hocaları çıkarıyorlar? diye... Böyle namertleri çıkarıyorlar da, mert adamları, hakkı söyleyecek insanları çıkarmıyorlar diye... Çıkıyorlar, orada olur olmaz konuşuyorlar. Ben orada çatlıyorum, ekran başında... Hakkı söylemek lâzım tabii... Yerine göre taşı gediğine koymak lâzım.,, Zamanı, zemini de iyi ayarlamak lazım!..

"Meselâ bizde, alevîler vardır bizim içimizde... Bunlar çok ihmal edilmiş." diyor, serzenişte bulunuyor. Bizim sorunlarımızdan birisidir bu... Onlar o tarafa, bu tarafa çekilmek isteniyor. Kullanılmak isteniyor. Bunu hepimiz biliyoruz. Mehmed Zâhid Kotku Hazretleri de bu mevzuya temas ediyor ve "Bunları biz çok ihmal ettik." diyor. "Bunları biz yurtlara almalıydık, öğretmeliydik. Bunlar nihayet müslümanım diyen insanlar... Bize yakın, en azından müslümanız diyorlar. Kur'an-ı tanıyorlar. Ama şöyle tanıyorlar, ama böyle tanıyorlar... Osmanlı devrinde Hristiyanlar alınmış ve terbiye edilmiş, müslüman yapılmış ve İslâma hizmet ettirilmiş." diyor. Yani bu tarihen sabittir. Vakayı böyle dile getiriyor. "Biz niye böyle yapmıyoruz?" diyor.

Ve tabii burada basın meselesine geliyor. "Bizim üçüncü cihadımız, hakka hakikate çağrı..." diyor. Bu mevzuda da günümüzde dille yapılacak, cihadın şumulü içine girecek yapılması gereken şeyleri şöyle sıralıyor:

"Birincisi, İslâmi kitap..." Kendisi bunu yapmıştır. Bir sürü kitaplar bırakmıştır, arkasından giderken. Allah rahmet eylesin...

Yazmak bröşür dağıtmak... Tabii bu arada gazete, dergi... Şimdi elhamdülillah Müslümanlara ait gazeteler, dergiler çoğaldı. Bu şayanı şükürdür. Elhamdü lillâh çünkü artık karşı taraf meydanı boş bulamıyor; önemli bir şey... Eskiden hücum ediyorlardı, hücum ediyorlardı; ses gelmiyordu. Şimdi karşı taraftan ses geliyor. Bu daha kuvvetli olsun inşallah...

Önemli bir şey ve tabii ki efkarı umumiyeyi yönlendiren bir şey... İnsanlar ona göre kamu oyu oluşturuyor. Bu çok önemli, gazetelere göre düşünüyor, yani bakınız hepiniz farkındasınızdır, bunun...

Bir insan hangi gazeteyi okuyorsa, ona göre konuşur. Ya fikri öyle olmuştur, ya o gazeteyi okumuştur. İki durum olabilir. Ya o fikre, o fikriyata daha çok bağlanmıştır. Ya da gazeteleri okuya okuya o fikre dönmüştür. İkiside olabilir, birbiriyle zıt şeyler değil. Yani bellidir, konuştuğu zaman bakıyorsun ki falanca gazetenin baş yazarına göre konuşuyor. Hani beyin yıkama olayı diyorlar ya. Adam gazeteye göre düşünüyor, artık kendi aklıyla düşünmüyor. Maalesef, cemiyette böyle bir şey var. Gazeteye tamamen adapte oluyor. Tabiri caizse gazete ne demişse, o da onu diyor. Böyle birşey var. Onun için çok önemli, insanları çok etkiliyor. Televizyon daha etkili oluyor. Tabii hem görüntü, hem ses, her şeyiyle işte...

Bu gazete ve dergi çıkarmak, vaaz ve konferans gibi şeyler, dini bildirecek tebliğdir, peygamber vazifesidir. Bütün peygamberlerde bu sıfat var... Tebliğ sıfatı da, resullerin sıfatlarından birisi. Biliyorsunuz tebliğ, Allah'tan aldığını insanlara ulaştırmaktır.

Peygamberlerden sonra:

(El ulemâu veresetül enbiyâ') "Muhakkik alimler, peygamberlerin varisleridir." Son peygamber Hazret-i Muhammed SAS ile birlikte peygamberlik kapısı kapandığı için, bu vazifeyi ulemamız yapacak. Öyle olunca da, onlara çok iş düşüyor. Peygamberlik vazifesidir. Zaten bunların hepsi tebliğdir. Herkesin bildiği şeyler var... Bazı şeyleri bazı yerlerde söyleyemiyoruz, ketum oluyoruz ister istemez... Ama özel toplantılarımız olup da, sohbet ehli insanlarla toplanıp bir araya geldiğimiz zaman, işte içimizi açarız. Deşarj oluruz, deşarj ederiz, boşaltırız. Onun için özel sohbetlerin ayrı bir yeri var ve birtakım insanlar bazı mevzularda, özel sohbetlerde aydınlatılır. Bu da önemli.

Tabi bir de televizyon var, radyo var... İşte demin de arz ettiğimiz gibi Mehmed Efendi Hazretleri'nin masonlar hakkında, "Onlar münafıktır." dediğini biliyorsunuz. Hoca Efendi bir de şöyle mevzuya giriyor: "Partiler milleti birbirine düşürmekte, bölmektedir. Herkes mensub olduğu partiyi öne sürüp müdafaa etmekte çok gayret sarfetmektedir. Muhalifi olan partiyi de devirmek ve onu hakir, küçük düşürmek, haksız çıkarmak için çalışmaktadır."diyor. Bu doğru... Maalesef, bizim ülkemizde de bu çok yapılıyor.

Meselâ, cihad meselesinde diyor ki: "Eskiden atılan bir ok kâfi idi diyor. Lâkin bugün oku bilen bile yoktur. Ne olduğunu bilen yoktur bugün... Atom bile yetmiyor. Binâen aleyh, bunları zamanında hazırlamayan kavimler, milletler, cemiyetler mahkum durumundadırlar." diyor. Bunu da tesbit ediyor. Tabii, bu da Kur'andan alınmıştır. "Onlardan daha çok kuvvet hazırlayın!" emri var ya!..

Basın meselesinde de çok teşvikçi bir tavır takınmış; 1960'lı yıllarda Şevket Eygi gazete çıkartırken, müslümanların iyi bir gazete sahibi olması için yapılan teşebbüsleri teşvik etmiş. Kendisi, gazete çıkarılması için o zamanın parasıyla bin lira veriyor. Yani bugün için bin lira bir şey değil ama, o gün için 1960'lı yıllarda bir şey ifade ediyor.

Cihadı işlerken, asker mevzuunda da, mâneviyatsız askerlerin hiç bir şeye yaramayacağını söylüyordu.

Bir de tabi demin, "Partiler bölücüdür." dedi. Ama seçimi de ele alıyor, "Seçimin kıymetini de fırsat bil! İslâm haricinde yaşayanları sakın seçme!.. Bu da bir cihaddır. Sonra pişmanlık elbette fayda vermez." diyor.

Devletle ilgili görüşleri de var... "Asıl mühim olan, devlet sahibi idarecilerin, iman sahibi ve İslâm'ı benimsemiş olmaları lâzımdır!" diyor. Mühim olan idarecilerin müslüman olmaları ve halkı ona göre yetiştirmeleridir diyor. İdarecilerin müslümanlığı ise, ilk tedrisattan itibaren son tedrisata kadar, yâni ilkokuldan üniversiteye kadar, fertleri dini ilim ve amellerle techiz etmelerini gerektirir. Ona göre hareket etmelidir, diyor.

Eğitimin önemine de değiniyor. Ve tabi eğitim çok önemli ve bugün bu memlekette böyle eğri düşünenler, İslâm dışı düşünenler, İslâma karşı cephe alanlar, "Şeriatı getirtmeyeceğiz, yobazlar geliyor!" diyenler, eğitim kurbanlarıdır. Meseleyi anlayamamışlardır, kavrayamamışlardır. "Kişi bilmediğinin düşmanıdır." diye bir söz vardır. Efendim onlar da düşmanıdır İslâmiyet'in... Bilseler İslâm'ın dostu olacaklar; ama bilmedikleri için, hem "Müslümanız!" diyorlar; hem de arkasından "Biz şeriatı istemiyoruz!" diyorlar. Ehil hocalarımız, şeriatın ne olduğunu çok iyi bilirler. İslâmiyeti çok iyi biliyorlar.

Bu neden kaynaklanıyor?.. İşte bu 70 yıllık eğitim sisteminden kaynaklanıyor. Devamlı, "Şeriat hortlayacak, şu olacak, bu olacak..." diye söylendiğinden kaynaklanıyor.

Mehmed Zâhid Kotku Hazretleri, nefsi ile mücadele etmiş, aynı zamanda bize nefisle mücadelenin yollarını göstermiştir. Bu tekkeler edeb yuvalarıdır. Bugün çok eksiğimiz var, bu yuvalara çok ihtiyacımız var... Bu müesseselerin reisi diyelim, başkanı diyelim, önderi diyelim, şeyhi diyelim, ne derseniz diyelim; bizlerin de öyle, mücahid kişilerden olmamızı Allah-u Teâlâ'dan tazarru ve niyaz ediyorum.

Esselâmü aleyküm!..

13. 11. 1995 - Eskişehir