Prof Dr. Mahmud Es'ad COŞAN

İBADETİN ZEVKİ

Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühü!..

Aziz ve sevgili Akra dinleyicileri!

Allah hepinizden razı olsun... Bize böyle telefonla konuşma imkânlarını, fırsatlarını lütfeden Allah'a hamd ü senâlar olsun... Dünyanın neresinde olsak, böylece sizlerle buluşmak, görüşmek, konuşmak nasib oluyor. Bu sefer, size bu cuma konuşmamı Medine-i Münevvere'den yapıyorum.

Mekke-i Mükerreme'den dün geldik, buraya ulaştık elhamdü lillâh... Burada hava güneşli, lâtif bir yaz başlangıcı havası gibi, bahardan sonraki yaz günleri gibi serince bir sıcaklık var. Güneşli güzel bir yer. Dünyanın en güzel yerleri tabii, dünyanın, kâinâtın en güzel yerleri... Elhamdü lillâh, konuşmamızı burdan yapıyoruz.

Mekke-i Mükerreme'ye Avrupa'dan gelmiştik, Frankfurt'tan... Orada artık kış bastırmaya, havalar soğumaya başlamıştı. Bazı yerlerinde kar yağma ve sıfırın altına inme durumu olmuştu. Burası elhamdü lillâh güzel...

Almanya'da çok müslüman kardeşlerimiz var. Orada yalnızlık ve gurbet duyguları olmuyor. Çünkü Türkiye'nin bir kasabasında gibi, her yerde cuma namazı kılınan yerler filân var. Fakat bu Mekke-i Mükerreme'ye ve Medine-i Münevvere'ye gelince burası daha başka; Türkiye'nin artık yetmişbirinci - yetmişikinci vilâyeti gibi... Sağınıza, solunuza baktığınız zaman, her an istediğiniz, muhabbet duyduğunuz bir kardeşinizle, bir ihvanınızla, dostunuzla karşılaşabiliyorsunuz. Umre mevsimi olduğu için buraya gelmiş olan kardeşlerimiz çok... Fevkalâde güzel oluyor. Bizim aileden de babam ve ağabeyimler, valide hanım, yeğenler, beyleri geldikleri için, aile toplantısı gibi oldu.

Elhamdü lillâh buraları çok güzel. Bu fâni dünyanın, ölümlü, göçümlü dünyanın en güzel yaşanacak, ibadet edilecek, en güzel yeri...

a. İnsanoğlu Boşuna Yaratılmadı

Her okuduğum zaman beni ürperten bir âyet-i kerimeyle başlamak istiyorum. Allah-u Teàlâ Hazretleri buyuruyor ki, Kur'an-ı Hakîm'inde:

(Efe hasibtüm ennemâ halaknâküm abesen ve enneküm ileynâ lâ türcen?) Bu bir soru cümlesi ama çok müthiş bir soru, insanı dehşete düşüren bir soru:

(Efe hasibtüm) "Siz sandınız mı ki, (ennemâ halaknâküm abesen) biz sizi boş yere yarattık; anlamsız, gayesiz, boşuna yarattık; (ve enneküm ileynâ lâ türcen) ve siz bize dönmeyeceksiniz? Kara toprağa gömülünce çürüyüp toprak olacaksınız, orada kalacaksınız da, Allah'a dönmek, Allah'ın huzura varmak yok mu sanıyorsunuz?.. Ey inançsızlar, ey insanlar, ey henüz îmanın zevkine, keyfine varamamış, dünyayı, ahireti anlayamamış cahiller, gàfiller, biz sizi boşuna mı yarattık sanıyorsunuz?!.. Hayır, durum öyle değil!" Mânâsına bir âyet-i kerime...

Aziz ve sevgili kardeşlerim! Bu hayatın içindeki olayların çeşitliliği bizi ne kadar oyalasa da, meşgliyetler bizi ne kadar aldatsa da, keyifler, zevkler, eğlenceler bizi ne kadar uzaklaştırsa da, hayatın en mühim gerçeklerinden birisi bu: Bu dünya hayatı fâni... Muhakkak herkes burayı bırakacak ve ahirete gidecek. İnsanoğlu abes yaratılmamıştır, boş yere yaratılmamıştır. Yaratılışın gàyesi, hikmeti vardır. İnsanoğlunun sorumluluğu vardır, mükellefiyeti vardır. Kendisinin bu hayatında yaptığı işlerin, hesâbını verme zamanı vardır, yeri vardır, mahkeme-i kübrâ vardır. Allah-u Teàlâ Hazretleri, insanları yaptıklarından dolayı ahirette hesaba çekecek. İnsan yaptığı iyi veya kötü şeylerin karşılığını görecek.

(Mâliki yevmid-dîn) "Mükâfatların, cezaların, karşılıkların verildiğin günün sahibi Allah-u Teàlâ Hazretleri, âlemlerin Rabbi..." Hepimiz onun huzuruna varacağız. Bu dünya hayatında yaptıklarımızdan dolayı hesap vereceğiz. Defterler açılacak, kayıtlar ortaya dökülecek, şahitler getirilecek. Mahkeme-i kübrâda insanlar, bu dünyada yaptıkları iyi şeylerin, zerre kadar küçük bile olsa, az bile olsa mükâfatını görecekler. Yaptıkları kötülüklerin de cezasını çekecekler.

İnsanlar bu gerçekleri göremiyor. Bir bakıma insanlar uykuda:

(En-nâsü niyâmün) "İnsanlar uykudadırlar, uyumaktadırlar. (Ve izâ mâtû intebehû) Ölünce gözleri açılacak, o zaman anlayacaklar." Bazı kimseler, "Ölünce her şey bitecek, biz toprak olacağız." diye düşünürler. Amma ölünce gözleri açılacak. Yâni şu anda uykudalar; uyurgezer gibi gözleri açık, etrafa bakar görünüyorlar ama, uykudalar... Öldükleri zaman anlaşılacak.

O zaman ne olacak?.. İkinci bir âyet-i kerime var, yine müthiş bir âyet-i kerime, hiç gönlümüzden silinmemesi gereken bir mânâ... Her zaman bunu düşünmeliyiz, her hareketimizi bunlara göre yapmalıyız. Allah-u Teàlâ Hazretleri buyuruyor ki:

(Hattâ izâ câe ehadühümül-mevt, kàle rabbircin.) "Böyle gâfil, câhil, imansız, anlamsız, hayatı boşuna geçiren bir insana ölüm gediği zaman; bu zümreden, yâni îmansız, hayatını zâyi etmiş, boşuna harcamış, imtihanı kaybetmiş, iyi değerlendirememiş bir insana ölüm geldiği zaman..." O zaman ne yapar?.. (Kàle rabbircin) Uyanır, "Yâ Rabbî, beni bu ölüm anından geriye göndür; ahiret âlemine geçirme, dünya hayatına geriye döndür!" der.

K惃¿¾˜ £ÁœZ ,Θ ͘®Ü £¿Å• £J©ö£è á¿ìZ ú·ö

(Leallî a'melü sàlihan fî mâ terektü) "Beni oraya tekrar geri döndürürsen, geride bıraktığım o alemde, sàlih ameller işlerim, iyi işler yaparım inşaallah!"

(Kellâ,) "Asla!.." Allah-u Teàlâ Hazretleri onun böyle demesi ihtimâlini reddediyor. Yâni böyle diyen bir insanın arzusunun kabul edilme ihtimâli olmadığını beyân ediyor. Yâni ölüm geldiği zaman tehir olmaz, ölümden sonra da geriye dönüşü olmayan ahiret hayatı başlıyor...

(İnnehâ kelimetün hüve kàilühà,) "O bir boş sözdür ki, işte o onu söylüyor. "Döndür yâ Rabbî dünyaya!" diye söylüyor ama: (Ve min verâihim berzahun ilâ yevmi yüb'asûn.) "Ba'sü ba'del-mevt oluncaya kadar, yâni bütün kâinatta ölmüş olan insanlar kıyamet koptuktan sonra dirilinceye kadar aralarında bir berzah vardır, geçilemez bir mânia, bir set vardır." O bu lafı söyler ama o sözün kıymeti yoktur.

(Vel-ba'sü ba'del-mevti hakkun) Ölümden sonra dirilmek hak.

Hattâ başka bir âyet-i kerimede, Allah-u Teàlâ Hazretleri böyle diyen insanların durumunu bildiriyor bize, buyuruyor ki: "Eğer dünyaya tekrar dönse yine bildiğini okur, yine eski hayatı gibi yaşar. Yine gàfil, yine câhil, yine zâlim, yine kâfir, yine müşrik, yine münafık, yine keyfinde zevkinde, yine nefsin, şeytanın esiri olarak yaşar. Osmanlı şairinin dediği gibi:

Kara sevdada yanan
Bî ser ü bî pay gönül...

Böyle boş arzuların, hayallerin peşinde, yine ömrü zâyi eder. Yâni durum değişmez.

Neden?.. Çünkü bu sırrın çözümü İslâm'da... Bu kapının açılmasının anahtarı imanda... İnsan iman ettiği zaman ancak, bu meseleyi çözebilir. İmanına göre yaşadığı zaman, pişman olmayan bir ömür geçirir. Mü'min-i kâmil olarak, amel-i sàlih işleyerek ömrünü geçirdiği zaman, ahireti ister. Mevlânâ Celâleddin-i Rûmî Hazretleri gibi, ölümünü düğün gibi görür, şeb-i arus der. "Hiç olmazsa bu gece Rabbime kavuşsam!" diye ölmeyi her gece temennî eder. "Ölsem de Rabbime kavuşsam!" diye, bu toprağa bir gül bahçesine girercesine girer. Aslanlar gibi düşmanın üstüne atılır. İşte bu, mü'minin hâli, imanlı, ihlâslı insanın hâli...

b. Dünya Fâni

Aziz ve sevgili kardeşlerim! Allah-u Teàlâ Hazretleri bize bu dâr-ı dünyada ne emrediyor?.. Kulluk emrediyor. Kulluk nedir? Allah'a ibadet ve kulluk etmek nedir?.. Allah'ın emirlerini tutmaktır. Çok kolay bir iş, çok basit bir mesele, herkesin anlayabileceği; çobanın, işçinin, câhilin, yaşlının, gencin, kadının, erkeğin, köylünün, şehirlinin anlayabileceği bir şey... Allah'a itaat etmek, Allah'a isyan etmemek.

Tabii itaat etmek için, Allah'ın emirlerini, ahkâmını bilmek lâzım! Kur'an-ı Kerim ne buyuruyor, dîn-i mübîn-i İslâm bizden neyi istiyor?.. Hayatı nasıl geçirmeliyiz, nasıl hareket etmeliyiz?.. Hayattaki tehlikeler nelerdir?.. Bu hayatta başarısız olmanın sebepleri nelerdir?.. Kur'an-ı Kerim ve İslâm dini, bu başarısızlığın sebeplerini de söylüyor, aldanmanın sebeplerini de söylüyor. İnsanı nelerin aldattığını beyân ediyor.

Hayat-ı dünya insanı aldatır. Keyifler, zevkler, eğlenceler, gazinolar, pavyonlar, kumarhaneler, sahiller, paralar, pullar, bankalardaki hesaplar, birikmiş servetler, köşler, saraylar, havuzlar, bahçeler, salkım salkım meyvalar... işte bunlar insanları aldatır. Dünya aldatır, dünyanın kendisi aldatır. Çünkü dünyaya baktığı zaman, sevdiği zaman, gönlü ona takılır, onunla oyalanır.

Hocamız Mehmed Zahid Kotku Rh.A Hazretleri'nin çok söylediği bir söz vardı. Bir keresinde ben dedim ki:

"--Bir yerde çok güzel, manzaralı bir arsa varmış..."

Şöyle gözümün içine bakmış, bir mısra söylemişti Hocamız (Rh. A):

Fâni dünya hoştur ammâ, akıbet mevt olmasa!

Yâni bu fâni dünya hoştur ama, arkasında bir de ölüm var, ölümden sonra bir de mahkeme-i kübrâ var... Öyle olmasa o zaman kâfirler gibi, îmansızlar gibi, inançsızlar gibi, gayr-i müslimler gibi; "Acaba Havai adasına mı gitsem, yoksa Florida sahillerine mi gitsem?.. Miami de mi tatil geçirsem?.. Kış sporları mı yapsam, yazın denizde kayak mı yapsam?" diye keyfine bakacak. Fâni dünya hoştur ama arkası ölüm, ondan sonra da hesap, mahkeme-i kübrâ... İnsanı terleten ve hiç bir noktası boş kalmayan bir imtihan... "Hayatını nasıl geçirdin, gençliğini nasıl geçirdin, sıhhatini nasıl geçirdin, paranı nerden kazandın, nereye harcadın?.." vs. Bunlar çok önemli...

c. Dünyanın En Güzel Yeri

Bu gözle muhterem kardeşlerim, sizin namınıza; biraz da size televizyon yayınları yapabilirsek, daha başka güzel çalışmalar yapabilirsek, aktaracağımız malzemeleri biriktirmek üzere, Avrupa'yı gördük, Amerika'yı gördük, dünyanın muhtelif yerlerini gördük...

"--Hocam, çok gezdiniz, size göre dünyanın en güzel yeri neresi?"diye soracak olursanız; en güzel yeri haremeyn-i şerifeyn... Mekke-i Mükerreme ve Medine-i Münevvere, dünyanın en güzel yeri... Çünkü, burda hakîkaten ibadetlerin tatlı tatlı ve çok yoğun bir duygusal birikim içinde yapılması mümkün oluyor, şâhâne oluyor.

Onun için Allah-u Teàlâ Hazretleri bu haremeyn-i şerifeynden ayırmasın... Başka yazılarımda da yazdığım gibi, en güzel yer, en güzel tatil buraları... Bir insana serbest olarak sorulsa, "Sana imkân veriyoruz, dünyanın neresinde oturmak istersin?.. Yâni dağ başlarını mı istersin, orman kenarlarını mı istersin; arazinden nehir mi geçsin, adada mı olmak istersin, hangi manzaralı yeri istersin?.." denilse; "Mekke-i Mükerreme'yi arzu ederiz, Medine-i Münevvere'yi arzu ederiz!" demesi lâzım insanın...

Allah razı olsun, benim ilâhiyattan mezun talebem, burada şimdi hoca... Talebesinin hoca olduğunu görmek, o da bir mürüvvet oluyor. Lütfetti, bize yardım etti, delâlet etti, kılavuzluk eyledi, Mekke-i Mükerreme'de Peygamber-i Zîşânımızın doğduğu evde, doğduğu odayı ziyaret etmek nasib oldu. Oraya herkesi almıyorlar. O odaya girdik. Ziyâreti Allah herkese nasib etsin...

Peygamber SAS Efendimiz orada dünyaya gelmişler ve Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin emirlerini insanlara bildirmek için çırpınmışlar, insanları kurtarmak için çalışmışlar. İmana davet etmişler. Küfre saplanmamalarını, onun felâket olduğunu beyân etmişler, putları kırmalarını söylemişler. Onları tarih kitaplarından okuyunca diyoruz ki:

--İşte bu Araplar o cahiliye devrinde putlar yapmışlar, tapıyorlarmış. Vah vah, ne kadar ibtidaì bir zihniyet!" filân diyoruz.

Dünyanın başka yerlerini de biliyoruz. Hindistan'da çeşit çeşit putlar, Çin'de putlar, Afrika'da putlar, Mısır'da putlar, batıda putlar...

Ama insanoğlu Yirminci Yüzyıl'da da içinde ve gözünün önünde bir takım manevî putlar olduğunu göremiyor, mâlesef... Eskiyi ayıplıyor ama, kendi de ayıpladığı durumun içinde... Meselâ dünya bir put; kimisi dünyaya tapıyor. Mevkî, makam bir put; kimisi mevkiye, makama tapıyor. Kimisi paraya tapıyor. Evliyaullah'ın ayaklar altına aldığı, "Taptığınız ayaklarımın altında!" dediği para, pul, altın, gümüş, kazanç, gelir; kimisi ona tapıyor. Kimisi alkışı seviyor. Kimisi nefsinin esiri veyahut kulu, yâni nefsine tapıyor. Kimisi şeytanın esiri ve kulu, yâni şeytanın karşısında el-pençe dîvan durmuş; o mel'un şeytan, kuyruklu, boynuzlu şeytan emrediyor, emrettiğini anında yapıyor. Bir dediğini iki etmiyor. Allah şeytanın şerrinden herkesi korusun...

Temennî ediyoruz ki, herkes cennete girsin, dünyada hiç kimse cehenneme düşmesin ama, insanların içinde cennete girecekler, bir siyah sığır derisi üzerindeki tek beyaz bir kıl kadar az... Bu neyi gösteriyor?.. İnsanların büyük bir kısmının, kàhir bir ekseriyetinin, çok büyük bir çoğunluğunun gerçekleri göremediğini gösteriyor. İnsanlar bu kadar akıllıyız diyor, bu kadar alet yapıyor. Dünyada kendisine bu kadar refah sağlıyor, rahat yaşam sağlıyor. Fezâlara, göklere cihazlar gönderiyor, denizlerin dibine dalıyor. Mağaraların içine giriyor, yerin altını kazıyor, servetleri çıkartıyor, kıymetli madenleri, maddeleri, taşları çıkartıyor amma, bu kadar akıllı insan Rabbini bulamıyor, Rabbine kulluk edemiyor ve ahiretini mahvediyor. Çok büyük yanlışlık!..

Aziz ve sevgili Akra dinleyicileri! Mü'min olanları tebrik ediyorum, tebrik ederim ki, gerçekleri görmüşler, Elhamdü lillâh iman yolunda yürüyorlar. Tabii mü'min olan deyince, imanı da böyle umûmî mânâsıyla inanmak, mânâsına anlamamak lâzım! İnanmanın da doğru olması lâzım!.. Yanlış bir şeye inanıyorsa kıymeti yok... Yunus Emre'nin dediği gibi:

Yetmişiki millet dahi,
Elin yüzün yumaz değil.

Yâni İslâm'dan başka bir sürü bâtıl gruplar, insanlar var; onlar da elleri yüzlerini yıkıyorlar, duş alıyorlar, şampuanlar kullanıyorlar, vücutlarını, saçlarını tertemiz yıkıyorlar. Artık bu asrın, çağdaş yaşamın bir parçası oldu; her gün yıkanmak, giyinmek, donanmak, taranmak... Kokular, spreyler, koltuk altları, kasık araları, saçların parlaklığı, vücudun güzel kokularla donanması... her şeyi yapıyorlar. Ama Allah-u Teàlâ Hazretleri gerçekleri görmeyi nasib etsin, doğru imana sahip olmayı nasib etsin...

Adama;

"--Müslüman ol! Allah'ın emirlerini tut!" diyorsun:

"--Tamam kardeşim, ben de inançlıyım. Ben de Allah'ın varlığına inanıyorum." diyor.

Yetmez! Sanıyor ki, inançlı olması yetecek. Aldatıcı bazı şeyler de duymuştur çevresinden, bizim ilerici gazetelerden... Dini bilmeyip de, ibadetten kaytarmak isteyen kıvırtıcı adamlar:

"--Canım, kalbin temiz oldu mu, yeter!.." filân diyorlar.

Adam diyor ki:

"--Benim kalbim temiz!"

Nerden belli?... Kalbinin temizliği insanın hareketlerinden, davranışlarından, amaçlarından, hayatta yöneldiği gàyelerden belli olur. Başkasını aldatmakla kalp temiz olur mu?..

"Kalbim temiz!" diyen insanların hepsini tıkın bir kışlaya, teker teker hayatlarını inceleyin, yaptıkları faaliyetlerini konu komşuya sorun bakalım, ailesine sorun bakalım; kalbi ne kadar temizmiş, niyeti ne kadar temizmiş?.. Onların hepsi kuru laf...

İnsan mü'min olacak, mü'min-i kâmil olacak, müslüman olacak, "Lâ ilâhe illallah" diyecek, Allah'dan gayriye tapmayacak... Allah'dan gayriye tapmamak derken; nefse de tapmayacak, şeytana da tapmayacak, dünyaya da tapmayacak, paraya da tapmayacak, mevkiye, makama da tapmayacak, hakkı söyleyecek!..

Öyle kardeşlerimiz var ki, hakkı söylemek için hayatı zehir oluyor. Hakkı söylemiş, hayatı zehir olmuş; ama hakkı söylemekten geri durmamış, alnı açık. Tarihte de böyle... En zâlim kimselerin karşısında hak sözü söylemişler. Hakkı söylemekten, hakkı işlemekten geri durmamak lâzım! Zâlime dur demek lâzım! Mazlumun yardımına koşmak lâzım!..

Allah'a ibadet, sadece namaz demek değildir, ibadetlerin çeşitleri sayılamayacak kadar çoktur. İnsan Allah'a kulluğu işte böyle mübarek yerlere geldiği zaman, biraz dünyanın meşgalesinden kendini çektiği zaman daha iyi anlıyor, iyi oluyor. Yâni kardeşlerimiz, şehri terkedip, işi terkedip, uçağa atlayıp böyle bir yere geldiği zaman işi düşünmüyorlar. Telefonlarla iş yerini aramıyorlar.

"--Bonolar, senetler ne oldu, alacaklar ne oldu?" demiyorlar.

Burda ibadet ediyorlar. Uykularının feda ediyorlar, gece ibadeti yapıyorlar. Geceleri sabahlara kadar Haremeyn-i Şerifeyn harıl harıl çalışıyor. Tavaf ediyorlar, zikir ediyorlar, say' ediyorlar, namaz kılıyorlar, Kur'an okuyorlar... Ne zaman gitsen, ibadete düşkün insanlar var. Allah-u Teàlâ Hazretleri cümlemizi, ibadetin her çeşidinde, Allah'a itaatin her yönünde başarılı eylesin... Her hususta Allah'a ittat etmeyi, emrini tutmayı, yasaklarından kaçınmayı nasib eylesin...

d. Peygamber Efendimiz'in İbadeti

İbadetler sadece namazdan ibaret değildir diyoruz ya, bu bazı namazsız, bî-namazların hoşuna gidiyor, diyorlar ki:

"--Tamam, ibadet sadece namazdan ibaret değildir!"

O zaman kendisine bir pay çıkartıyor, dikleniyor, oturduğu yerden doğruluyor:

"--Tamam, bu hoca iyi hoca!" diyor.

Eğer hoca kendisinin keyfine konuşmuşsa iyi hoca oluyor, keyfine uygun konuşmadığı zaman:

"--Bu hoca yobaz, bu hoca gerici, bu hoca tutucu, bu hoca müsamahasız, hoşgörüsüz, katı, kökten dinci..." vs. diyorlar.

Halbuki öyle değil. Bakın Peygamber SAS Efendimiz'den, Buhàrî ve Müslim gibi iki şahane hadis kaynağında yer alan, Hazret-i Aişe anamız RA'ın bir hadis-i şerifini okumak istiyorum. Kardeşlerim ibadet konusunda Peygamber Efendimiz'in davranışını anlasın diye:

(Ennehâ kàlet aişeti sıddìka) Peygamber Efendimiz'in zevce-i sàlihâsı buyurdu ki: (Kânen-nebiyyi SAS yekmu minel-leyli hattâ tetefattara kademâhu) "Peygamber Efendimiz geceleri namaz kılmağa kalkardı. Ayakları şişinceye kadar, ayakları rahatsız oluncaya kadar ibadet ederdi."

Tabii insan ayakta durunca, of yoruldum demeğe başlar. Yâni imtihanda çocuk biraz ayakta durduğu zaman, ayağını değiştirmeğe başlar veya sırada bir yere girecek çıkacaksınız, stadyumdan bilet alacak da, içeri girecek de futbol maçını seyredecek veya bir yere para ödeyecek, bankadan parasını çekecek kuyrukta ayakta durunca rahatsız oluyor. İnsan bilir, yâni ayakta fazla durduğu zaman "Ah, ayaklarıma kara sular indi, ayaklarım ağrıdı..." filân der.

Peygamber Efendimiz geceleri namaz kılmağa kalkardı, (hattâ tetefattara kademâhu) ayakları şişinceye kadar, ayakları rahatsız oluncaya kadar, acıyıncya kadar, patlayıncaya kadar...

(Fekultü lehu) "Ona bir keresinde dedim ki" diyor Aişe-i Sıddìka validemiz: (Lime tasnau hâza yâ rasûlallah ve kad gufire lehu min zenbike mâ tekaddeme ve mâ teahhar) "Allah-u Teàlâ Hazretleri seni sevmiş; senin gelmiş geçmiş, gelecek bütün günahlarını bağışlamış olduğunu Fetih Sûresi'nde bildirmiş iken sen niye böyle yapıyorsun? Niye bu kadar yıpratıyorsun kendini?.. Niye ayaklarını acıtacak kadar, ayaklarını şişecek kadar, uyuşturacak kadar niye ayakta duruyorsun?

(Kàle: Efelâ ekûnu abden şekûrâ?) "Çok şükreden bir kul niye olmayayım? Mâdem Allah beni sevmiş, mâdem Allah-u Teàlâ bana makam-ı mahmûdu ihsan eylemiş; niye bu kadar ibadet etmeyeyim?.."

Aziz ve muhterem kardeşlerim! Tarih kitaplarını ben okurum, benim dikkatimi çeken çarpıcı şeyler, dinleyicilerin de dikkatini çeker diye hatırımda tutarım... Yâni eski insanların hayat tarzlarından, yaşam tarzlarından bizim yaşamımız çok farklı, çok rahatlamış durumdayız. Üretimin fazlalığından dolayı mahsûl bol, kıtlık yok... Ama, Afrika filân hariç... Bizim ülkeler, benim bu konuşmalarımın dinlendiği yerler böyle... Dünyanın fakir yerleri var. O da insanlığın yüz karası tabii... İnsanlar Hazret-i Âdem'den kardeş ama, kardeşinin aç kalmasına, ölmesine bir şey demiyor; kendisi beri taraftan patlayıncaya kadar yiyor.

Mekke-i Mükerreme'de otelde yer ayırtılmış; hacılar, umreciler otele geliyorlar. Lokantada açık büfe yemek; yâni eline tabağı alıp, istediği yemekten istediği kadar alır, götürür masasına kendisi koyar. Ortada yemekler bol bol duruyor. İstediği kadar yer, doyuncaya, patlayınca, tıksırıncaya kadar yer.

Benim ağabeyim çok titizdir. Bir kere oturdum başlarına, bizim eve götüreceğim diye onları almağa gitmiştim. Yemek yiyorlarmış. Tabakları sıyırttırıyor, bir zerresini ziyan etmiyor. Zâten az alıyor, ölçülü alıyor. Sonra baktım elindeki tabağı aldı bir yere gidiyor.

"--Nereye gidiyorsun ağabey?" dedim.

Dedi ki:

"--Falanca arkadaşa bu yediğimi yedirmek için gidiyorum."

Ona verecek, ille tabak bitecek yâni... Çünkü tabakta bir şey kaldığı zaman, masayı toplayanlar o tabağın üstündekileri çöpe sıyırıyorlar, tabağı kenara koyuyorlar, yıkanacak diye... Atılıyor.

Bazı insanlar bu tabakları efe gibi yığıyor, bir orasından alıyor, bir orasından alıyor, hadi çöpe... O güzelim etler, o güzelim yemekler, o pahalı pahalı malzemeler, hepsi çöpe gidiyor. Bu ne?.. İnsafsızlık... Burda patlayıncaya kadar yiyiyor. Biraz aşağıda Yemen'de, Somali'de, Afrika'da insanlar açlıktan ölüyor, kırılıyorlar.

Yâni eski insanlar çeşitli mahrumiyetler içindeyken, Yirminci Yüzyıl'ın biz yaşayan insanları, veya benim sözümün dinleyen kimseler şimdi rahat içinde, müreffeh yaşıyorlar. Bol bol yiyorlar, içiyorlar, nimetin kıymetini bilmiyorlar. Çok büyük nimetler var elimizde, fakat Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:

(Efelâ ekûnü abden şekûrâ?) "Allah beni bu kadar manevî makam bakımından yükseltmiş, bu kadar habîbullah eylemiş, seyyidül-evvelîne vel-âhirin eylemiş; niye ben şükredici bir kul olmayayım?!." diye sabahlara kadar ibadet ediyor.

Tabii, burda ilerici kardeşlerimize de demin biraz sataştık, biraz da iltifat edelim. Peygamber Efendimiz sadece namaz mı kılardı, yâni vakti namazla mı geçerdi?.. Diyorlar ki:

"--İslâm, insanı uyuşturuyor, tasavvuf insanı uyuşturuyor, miskin ediyor, bir lokma, bir hırkaya razı hale getiriyor."

Hayır!.. Kesinlikle yalan, yanlış. Hiç öyle olmamıştır. Tarih boyunca da öyle olmamıştır. Bütün cihadı yapan, bütün çalışmayı yapan erbâb-ı tasavvuftur, dervişlerdir; ama hakları yeniliyor.

Peygamber Efendimiz geceleri sabahlara kadar, ayakları şişinceye kadar ibadet ederdi. Farz olmayan namaz, yâni aşkından, şevkinden, muhabbetullahtan dolayı kılınan namaz bu... İsteye isteye kılınan, gözünün bebeği namazı bırakamadığı için uykusunu bırakıyor. Sabaha kadar ibadet ediyor Peygamber SAS Efendimiz... Ama ömrü, yâni yaptığı icraat itibariyle dünyanın en hayırlı insanı... Yaptığı işlerin sonuçları itibariyle insanlığa en büyük faydayı sağlamış olan kimdir?.. Peygamber SAS Efendimiz...

İnsanlığa en büyük zararı vermiş olan kimseler kimler?.. Kötü âdetler çıkaranlar... Dinamiti bulan Albert Nobel; Albert miydi, neydi ilk ismi?.. Adam sonradan bakmış, dinamitin bomba yapımında kullanıldığını görmüş. "Eyvah, benim icâdım insanların tahribine kullanılıyor, yazık!" filân demiş, pişman olmuş. Pişmanlığından dolayı Nobel mükâfatları koymuş filân deniliyor.

Yâni, insanlar bir şey yapıyor ama, yaptıkları şeylere devam edildiği zaman öteki insanlar kâr mı ediyor, zarar ediyor? Tüm insanlığı kurtaran Peygamber SAS Efendimiz, bütün insanlık için hayırlı işler yapmış. Bu manevî bir şey. İyi örnek olmuş insanlar, iyi şeyler yapıyorlar. Ama kendi hayatında da boş durmamış. Yâni dullara bakmış, yetimleri gözetmiş, hasta ziyaret etmiş, sadaka vermiş... Elindekini sabaha çıkartmamış, sabah eline geleni akşama bırakmamış. Dağıtmış, toplumuyla yiyeceklerini paylaşmış.

Şimdi bizim toplumları düşünün, bizim toplumların yöneticilerini düşünün. Deve ne kadar büyük bir mahluktur, bir de üstünde semeri, hamudu vardır, deveyi kuyruğundan tutup hamuduyla yutuyor. Bre gözünü toprak doldurasıca, bu kadar parayı ne yapacaksın? Keyif yapacak. Keyifin de haddi, hududu yok... Uçağa atlayıp Kongo ormanlarında cumartesi, pazar aslan avlayıp, ondan sonra pazartesi günü işine gelenler var. Bir taraftan millet açlıktan kırılıyor; bir taraftan bazıları keyfinden, cebindeki paranın tahrikinden, dürtüklemesinden ne yapacağını şaşırıyor.

Peygamber Efendisimiz öyle yapmadı. Onun idaresi nasıldı, zamane idareciler nasıl?.. Filipinler diktatörü Marcos devrilmiş, muazzam bir servet Amerika'da... Yâni o fakir milleti ne kadar sömürmüş. Dünyanın en fakir insanları, yoksul, aç... Bir insan devletin başına geçmiş, sömürmüş sömürmüş... Sömürdüklerini, sülük gibi şiştiği fukaranın kanını götürmüş, Amerikan bankalarında toplamış. sonra devrilmiş, yiyememiş, paralar orda duruyor. Bütün diktatörler böyle...

Bu insafsızlık nerden geliyor?.. İmansızlıktan geliyor. Toplumların çektiği, yetiştirdikleri insanları müslüman yetiştirmemelerinden...

Peygamber SAS Efendimiz geceleri sabahlara kadar ibadet ederdi ama, toplumu da yönetirdi. Medine İslâm devletinin başkanıydı. Elçi kabul eder, elçi gönderirdi. Kanun koyardı, nizam koyardı. Çarşı pazarı dolaşırdı, tartıyı, ölçüyü kontrol ederdi. Topluma faydalı, insanlara yararlı bir şekilde ömrünü geçirmişti. Geceleri de sabaha kadar ibadet ederdi. Yâni hem dünyaya, hem ahirete, hem şahsî sevap kazanmasına, hem de toplumun fayda görmesine yarayacak işler yapardı.

Allah-u Teàlâ Hazretleri cümlemizi İslâm'ı doğru anlamaya muvaffak eylesin... Doğru düzgün anlayıp, doğru düzgün uygulamaya muvaffak eylesin...

Önümüzde Ramazan yaklaşıyor. Receb ayı geçti, bir hafta sonra Beraet Kandili gelecek, Şa'ban ayının ortası olacak... Ondan sonra onbir ayın sultanı, başkanı, serdarı, serveri, önderi Ramazan-ı şerif gelecek. Ne güzel ibadet ayları!..

Aziz ve muhterem kardeşlerim! İbadetin zevkini almağa, ibadetin zevkinden mahrum kalmamağa çalışın! İbadeti sevmeğe çalışın! Çünkü Peygamber SAS Efendimiz namaz için, gözümün bebeği derdi. Gözünüzün bebeği olsun namaz, namazdan zevk almayı anlayın, öğrenin!.. Arapça öğrenin, dinimizi öğrenin, ibadetin zevkine varın, geceleri göz yaşları içinde, secdeler içinde Allah'a ibadet edin! Gündüzleri de insanların hizmetine koşun!..

Tabii sen kendi kendine diyebilirsin ki:

"--Ben böyle yapıyorum, kendim şahsen ibadet ediyorum, gündüz de çalışıyorum, çoluk çocuğumun rızkını kazanmak için..."

Doğru, güzel... Bir bu iş var, yâni insanın iyi bir insan olması; bir de toplumu düzeltmesi, topluma faydalı olması var. Toplumda birisi yanlış bir iş yapıyorsa, bir de onu engellemek lâzım!.. Meselâ bir gemiye binmişsiniz, birisi geminin altını deliyor... Deldirtmezsiniz, çünkü gemi batar. Gemi batınca hepiniz zarar görürsünüz. Devlet gemisini de, vatanı da kimsenin delmeğe, bölmeğe, parçalamağa, yıkmağa hakkı olmadığı için, toplumsal görevler de var... Onları da güzel yapmak lâzım, o hususta şuursuz olmamak lâzım!..

Yâni sabahtan akşama işinin peşinde tarlada, sabanının arkasında, öküzün peşinde ömür geçirmemek lâzım! Toplumda zararlı insanların zarar yapmaması için de çalışmak lâzım! Topluma yararlı işler yapmağa da çalışmak lazım!.. Mevlâsıyla da baş başa kaldığı zaman, göz yaşları içinde, ibadetini aşk ile, şevk ile yapmak lâzım!..

İnsan bunları bilmiyorsa, gelsin buralarda görsün! Beğenmediği insanların, pis Arap dedikleri insanların, ne kadar ihlâsla güzel ibadetler ettiklerini görsün! Veyahut dünyanın her yerinden gelen ihlâslı, imanlı, mübarek insanların Cenab-ı Mevlâ'ya aşk ile, şevk ile ne güzel kulluklar yaptıklarını görsün!..

Allah-u Teàlâ Hazretleri cümlemize hakkı hak olarak görmeyi, onu işlemeyi nasib eylesin... Bâtılı bâtıl olarak görüp ondan korunmayı nasib etsin... Kulluğunu, yâni her yönde hayatı sürüşte ona itaat ederek, ibadet ederek yaşamayı nasib eylesin... Kulluğuna aykırı işler yaptırmasın, isyan ettirmesin... Nefse, şeytana kul etmesin, dünyaya esir eylemesin, ahireti unutturmasın! Rızasına uygun yaşamayı nasib eylesin... Huzuruna sevdiği, razı olduğu kul olarak varmayı nasib eylesin... Cennetiyle, cemâliyle müşerref eylesin...

Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..

05. 12. 1997 - Medine