SİZ HANGİ TARAFTASINIZ?

İSLAM Ağustos 87

Halil Necatioğlu

Yurtdışındaki güçlü emperyalist merkezlerden idare edildikleri ve zengin kaynaklardan beslendikleri için küfür ve şer kuvvetlerinin planlı, uyumlu, ciddi ve intizamlı çalıştıklarını görüyorum. Onların elemanları ve gurupları, birbirleriyle sürtüşmeye, çatışmaya girmeden, büyük planın kendi hisselerine düşen kısmını sadakatla uyguluyor, üstelik maddî hiçbir masraf ve fedâkârlıktan da kaçınmıyorlar; görevleri icabı dinî, millî, ailevî, ruhî ve ahlâkî bünyeyi var güçleriyle tahribe çalışıyorlar. Peki, bizler ne yapıyoruz?

Son başörtüsü ve tesettür baskıları ve sürüp giden "irtica var, geldi-gidiyor; hertürlü çareye başvurup engellemeli!" gibi yaygaralarda gördük ki ülkemizde olgun, insanî, medenî, modern ve demokratik zihniyet yerleşmiş; halkın pek çok kesimi, hak ve hürriyetlerini, vebal ve sorumluluklarını kavramış değil; basının, reklâm ve propagandanın büyük tesiri var; bu yüzden kitleler dostu, düşmanı, suçluyu, masumu, doğruyu, yanlışı, sevabı, günahı iyi teşhis ve tespit edemiyor.

Aynı şekilde şu, sıcak yaz günlerinde de halkın acıklı manevi perişanlığı gözler önünde sergilenmekte. Topluca şehvetin, seksin, arsızlığın, utanmazlığın, fesat odaklarının, küfrün, şirkin, şeytanın nice kimseyi mahv ettiğini görmekteyiz. Deniz kenarlarına tatil ve piknik yerlerine ciddî ve temiz aileler gidemez oldu. Buralardaki çirkin sahnelerin utancından imanlı anne babalar çocuklarının yüzüne bakamaz durumda. Nice aileler yetişkin kız ve delikanlı erkek evlatlarına sahip olup söz geçiremiyor. Gençlik başını almış korkunç âkibetlere doğru gidiyor. Çok kimsenin ar damarı çatlamış içi hırsı, fitne ve fesatla dolmuş, gözü kararmış, yüzünden imanın nuru, kalbinden İslâm'ın şuuru çıkmış gitmiş.

Bu durumda bizlere çok iş ve görev düşüyor; çok fazla ve fedakârca çalışmalıyız.

Yurt dışındaki güçlü emperyalist merkezlerden idare edildikleri ve zengin kaynaklardan beslendikleri için küfür ve şer kuvvetlerinin plânlı, uyumlu, ciddî ve intizamlı çalıştıklarını görüyorum. Onların elemanları ve grupları, birbirleriyle sürtüşmeye, çatışmaya girmeden, büyük plânın kendi hisselerine düşen kısmını sadakatla uyguluyor, üstelik maddî hiçbir masraf ve fedakârlıktan da kaçınmıyorlar; görevleri icabı dinî, millî, ailevî, ruhî ve ahlâkî bünyeyi var güçleriyle tahribe çalışıyorlar. Peki, bizler ne yapıyoruz? Maalesef çok dağınık ve huzurluyuz.

Bendeniz düşmanların yıkıcı ve menfi faaliyetlerini tabiî görüyorum. Elbette su insanı boğar, ateş yakar, yılan sokar, köpek ısırır, kedi tırmalar, düşman da aleyhte çalışır. Bu onların tabiatlarının îcabıdır. Benim asıl üzüldüğüm dost olması gerekenlerde gördüğüm, nemelâzımcılık, tembellik, gaflet, adavet, hattâ bazan da hışanet! Bazı ilgili, görevli ve yetkililerin düşmana destek, bize köstek olmaları, Nasreddin Hoca'nın dediği gibi taşları bağlayıp köpekleri salıverme tarzındaki ters uygulamaları da enteresan!

Neden düşmanlarımızla asırlardır süren mücadelemizin şuuruna erememiş, cephemizi seçememiş, görevimizi anlayamamış, ipin ucunu kaçırmışız? Neler yapmalıyız ki tarihi şerefimizi, imanımızı, ülkemizi, milletimizi, kültür ve medeniyetimizi madde ve mânâmızı bu yangın ve yağmalamadan koruyup kurtarabilelim? İşe nereden başlayalım?

Önce, iyi niyetli ama gafil ve cahil olan kimseleri uyarmalı, uyandırmalı, şuurlandırmalıyız. Bunun için herkes kendisine ve çevresindekilere sık sık şu soruları sormalıdır:

Kimin yolunda ve izinde gidiyoruz. Rahman'ın mı, şeytanın mı? Hangi taraftayız ve kimlerle işbirliği yapıyoruz? Yöneldiğimiz gayeler meşru mu? Çalışmalarımız neticede kime fayda sağlıyor, yoksa kendi kalemize mi gol atıyoruz? Karşımıza aldığımız insanlar haklı ve masum olamaz mi? Klikçilikten, zümre taassubundan kurtulabilmiş miyiz? Çevremizdeki şuurlu ve çalışkan kimselerle tanışmış ve işbölümüne katılmış mıyız? Hak yolda çalışanlara maddi menfaat, kıskançlık, küslük, rekabet, yanlış tanıma, su-i zan ve su-i niyet... sebebiyle ters düşmüş müyüz? Gıybet, iftira, söz taşıma, dedikodu, yalan va dolandan korunabiliyor muyuz? Malımız ve canımız, her türlü imkân ve muktesabatımız ile Hakk'a ve halka, hayra ve hizmete koşabiliyor muyuz?

Selâm, cevapları müsbet olanlara!