BİR BAŞKA TÜR CÖMERTLİK

Halil Necatioğlu

Peygamberimiz, serverimiz, önderimiz Muhammed-i Mustafâ --sallallàhu aleyhi ve âlihî ve sahbihî ve men tebiahû bi-ihsânin ecmaîn-- Hazretleri bir hadis-i şerifinde buyurmuşlar ki (Râmûz, I/163, 5):

"--Size en cömert kimdir bildiriyorum, dikkat edin, mütenebbih olun! En cömert Allah'tır, en cömert Allah'tır, en cömert Allah'tır; ve ben de Âdemoğullarının en cömerdiyim. Benden sonra onların en cömerdi, ilim öğrenen ve öğrendiği ilimleri neşr eden, öğreten kişidir ki o kıyamet günü tek başına bir ümmet olarak ba's olunacaktır (Ne yüce makam, ne büyük şeref!); bir diğer en cömert kişi de canını fî sebîlillah fedâ edip, şehid edilinceye kadar çarpışandır. (Enes RA'dan rivâyet olunmuştur.)"

Evet en cömert Allah'tır, bize bahşettiği sonsuz nimetlerine hamd ü senâlar, şükr ü dualar olsun. "Vücud cûd-i ilâhî; hayat, bahş-i kadîm." Her şeyimiz Allah'tan geliyor; yaratan o, yaşatan o; aklı, sağlığı, ömrü, imanı, havayı, gıdayı, suyu, sürûru, eşi, evlâdı, izzeti, ikramı, ihtiramı... veren o; cenneti, sonsuz ve ebedî mükâfatları verecek, cemâlini, rıdvân-ı ekberini ihsan edecek olan o. Nimetlerini saymaya kalksak, ağaçlar kalem, denizler mürekkep olsa bile sayıp, döküp bitiremeyiz.

İnsanoğlunun en cömerdi ise Hazret-i Peygamber SAS Efendimiz imiş; bu hadis-i şeriften, cihana cömertlikte de eşi, benzeri gelmemiş olduğunu öğreniyoruz. Evinde eşya, yiyecek, para, zinet biriktirmez, olanca varını sabah akşam fukaraya infak ve sarf eylerdi; verince doyuracak kadar çok verirdi; et, but değil, tek tük değil, sürü ile verirdi. Cömertlikte semâ gibi, derya gibi idi; geleni boş çevirmez, yoksulu, dulu, yetimi, akrabayı, komşuyu kollar gözetirdi.

Bu hadîsinde bize bir başka tür cömertlik daha öğretiyor, anlıyoruz ki âlim olmak, ilim öğrenmek, başkalarına bildiğini öğretmek de çok büyük bir cömertlik imiş. Ne mutlu alimlere, öğretmenlere, mürşidlere, mürebbîlere!..

İşte bu sebepten biz halk olarak, grup olarak, müslüman olarak, şeyh ve mürid olarak, âlim ve öğrenci olarak eğitim ve öğretimin her çeşidine çok büyük ehemmiyet veriyoruz.

Yazın bile olsa boş durmak yok, yan gelip yatmak yok, tembellik yok, mâlâyâni ile uğraşmak yok, vakit öldürmek yok, keyfî oyunlar yok, yasak işler, günah hareketler, haram fiiller, veballi faaliyetler yok... Hayatın bir saniyesi bile boşa harcanmamalı, müslüman hayırdan hayıra koşmalı, faydalı işler yapmalı, zamanını iyi değerlendirmeli, sevap kazanmalı, ortaya eser koymalı, "sadaka-i câriye: sevabı devam edip duran hayrât ü hasenât" tesisi peşinde olmalı dâimâ!

Vakıflarımızın, çevre-kültür-ahlâk ve kadın-aile derneklerimizin çalışkan ve fedâkâr idarecilerine, gayûr ve faal ihvanımıza rica ediyorum:

Aman yaz tatillerini iyi değerlendirsinler, güzel eğitim, öğretim ve dinlenme programları tertip etsinler; çocuklar için temiz havalı yerlerde, eğlendirerek öğretmeyi amaçlayan yaz okulları açsınlar!..

Aileler için grup tatil çalışmaları yapsınlar, yaylalarda veya deniz kenarlarında İslâmî şartlara uygun, tesettürlü eğitim ve öğretim programları hazırlasınlar. Oralarda hem kadınlar, hem beyler, hem de çocuklar eğlensin, dinlensin, tanışsın, dostlukları pekiştirsin, sevap ve ecir kazansın!

Delikanlılar için, üniversite öğrencileri için hem spor, idman yaptıkları, hem beden kabiliyetlerini, hem de dînî bilgilerini geliştirdikleri kurslar düzenlesinler...

Yeter ki, tâ ki, candan temenni ederiz ki, tatil verimli, olumlu, hayırlı, ecirli, kârlı, kazançlı geçsin; kardeşlerimiz Cenâb-ı Hakk'ın rızasını kazansın; olumsuz, nursuz, namazsız, niyazsız, hayırsız, tatsız, gayr-i ahlâkî, gayr-i İslâmî, gayr-i mantıkî, abuk sabuk, lehvî, keyfî, nefsânî, şeytânî, zulmânî bir yaz tatili geçirmekten korunup kurtarılsınlar!

İslâm, Temmuz 1996