HACC-I MEBRUR

Eûzü billâhi mineş şeytânir racîm...

Bismillâhir rahmânir rahîm...

Elhamdü lillâhi rabbil âlemîn... Alâ külli hâlin ve fî külli hîn... Hamden kesîran tayyiben mübâreken fîh... Kemâ yenbağî licelâli vechihî ve liazîmi sultânih... Ves salâtü ves selâmü alâ seyyidinâ ve üsvetünel haseneh, ve tâci ruusünâ ve tabîbi kulûbünâ muhammedinil mustafâ... Ve âlihî ve sahbihî ve men tebiahû biihsânin zevis sıdkı vel vefâ...

Aziz ve muhterem hacı kardeşlerim!..

Allah-u teâlâ Hazretleri, bu enteresan, meşakkatli ve değişik ibâdeti nasîb eyledi; yaptık. Mutlaka eksiklerimiz, kusurlarımız vardır. Kusurlarımızı affetsin Rabbimiz... İbâdetlerimizi taatlerimizi ahsen ve etem gibi, yâni en güzel ve en tamam ibadet gibi lütfuyla, keremiyle kabul eylesin...

Çünkü, zaten onun dergâhına lâyık güzel ibâdeti beşer yapamaz, mümkün değil... Ne yapsak, ona lâyık olmaz. Onun dergâhına şâyeste bir ibâdet olması mümkün değil... Ama, hamd ü senâlar olsun ki, İslâm'ın beş temel direğinden birisi olan bir ibâdeti Allah bize nasîb etti, yaptık.

Pek çok kardeşlerimiz oralarda kaldı; onlar nâmına üzülüyoruz. Onların orda kalması iki sebepten olabilir:

Birincisi; bir kusuru vardır da, Allah bu güzel diyarlara gelmeyi nasîb etmemiştir; bu çok fenâ... Eğer öyle bir durumları var da ondan gelemedilerse o kardeşlerimiz, Allah'ın rahmetinden niyaz ediyoruz, onlar için de yalvarıyoruz: Allah-u Teâlâ Hazretleri, onların ve bizim kusurlarımızı affeylesin... Bize yaptığımız hatalardan, kusurlardan dolayı, azab, ikab ve cezâ vermesin... Azımızı çoğa sayarak, affederek, bağışlayarak, setrederek, lütfuyla keremiyle bize muamele eylesin... Böyle, mahrumiyetlere uğratmasın...

İkinci sebep; kardeşlerimiz kusurlu değildir, Allah indinde makbul kullardır da, yine buraya gelmek nasîb olmamıştır. Misâl:

Peygamber SAS Efendimiz Hazretleri, bir sefere gitmişlerdi. Bazı sahabe-i kirâm, çok istedikleri halde o sefere katılamamışlar, Medine'de kalmışlardı. İstiyorlardı savaşa katılmayı, sefere katılmayı ama, gelememişlerdi. Peygamber Efendimiz buyurdu ki: "Siz ne zaman bir yokuş çıksanız, ne zaman bir yorulsanız, ne zaman bir geçit geçseniz; onlar sanki sizin yanınızdaymış gibi, o sevabı alıyorlar. (Habesehümül uzr) Mazeretleri onları hapsetmişti, mazeretleri dolayısyla gelememişlerdi. Gönüllerindeki niyetlerinde gelmek vardı. O niyetlerinden dolayı, sanki gelmiş de sizin yanınızdaymış gibi, Allah onlara ecir verecek!" diye Peygamber Efendimiz bildirdi.

Bu sebepten, böyle de olabilir. O zaman o kardeşlerimiz de, gelemedikleri halde gelmiş gibi; hattâ, biz geldik kusurlu ibâdet yaptık, onlar kusursuz ibâdet etmiş gibi sevap alabilirler. Öyle olmasını temennî ederiz Rabbimizden...

O gelemeyen kardeşlerimize Allah-u Teâlâ Hazretleri, gelmiş de bu haccı ahsen ve etem olarak yapmış gibi sevap versin... Onu temenni ediyoruz. Çok mahzunlar... Çok mağdurlar... Çok üzüntüdeler...

Ben şirket sahiplerinin hallerini de biliyorum, onlara da acıyorum. Çünkü, şirket sahipleri hacıları kaydettikten sonra, burada hacıları misafir etmek için, çok önceden atlayıp gelirler; binâ beğenirler, sahipleriyle anlaşma yaparlar, para verirler. Yâni hacılar gelmeden, burda binâları tutulmuş olur, paraları verilmiş olur, kesesinden çıkmış olur o zavallıların...

Şimdi o zavallılar geldiler, burda binâların paralarını verdiler; ama, hacılarına vize alamadılar, hacılar buraya gelemedi. Hem para verdiler, hem getirememenin üzüntüsü, vebali, derdi, sıkıntısı; hem de onların tazminat talepleri vesâiresi olabilir. Tazminat olmasa bile, "Ver bizim hac paramızı, geriye!" dediği zaman ne yapacaklar?.. Hac paralarının bir kısmını buraya yatırmışlardı. Bu adamlar, milyoner, milyarder değillerdi. Şimdi bu hacılara bu kardeşlerimiz, bu paraları nasıl verecek?.. Çok zor bir durum!.. Yazık yâni, onların da o durumlarına acıyorum ben... Allah kurtarsın, Allah yardım etsin...

Bize basın haberleri geliyor, özetler geliyor faksla... Bir çok firma sahibinin hapse girdiğini okuyoruz. Dolandırıcılıktan... Dolandırıcılığı yok adamın; parayı aldı, hacıların burda yerini tuttu ama, vize alamadılar, gelemediler buraya... Şimdi dolandırıcı sayılıyor, hapse tıkılıyor. Bir de onun cezası, azabı, ikabı; arkasından tazminatı, vesâiresi...

Yâni, Allah'ın imtihanları çeşit çeşit; nelerdir bilmiyoruz. Nasıl olmuştur, kim kime ne sebeple böyle olmuştur?.. İki sebep olduğunu biliyoruz hadis-i şeriflerden... İnşaallah günahlarından dolayı mahrum kalmamışlardır. İnşaallah, Allah iyi niyetlerinden dolayı, hac yapmış gibi onlara mükâfat vermiştir diye dua ediyoruz.

Hacının duası makbuldur. Biliyorsunuz Allah-u Teâlâ Hazretleri, hacı evinden çıktığı zamandan, tekrar evinin içine girinceye kadar duasını kabul eder.

Şimdi sizler ve bizlerin alnımızda mânevî bir şeref yazısı var, sıfatı var; bu nedir?.. Biz Rahmân'ın misafirleriyiz, "duyufür rahmân"ız biz... Yâni, Allah evine bizi çağırdı; biz de "lebbeyk" diyerek geldik. Lebbeyk ne demek Arapçada?.. "Emrindeyim, buyur!.. Mâdem çağırdın, geliyorum!" demek... "Hem de, kat kat emrindeyim!" diye koşarcasına...

Allah bizi çağırdı. "Duymadık hocam!.. Ne zaman çağırmış, kim diyor?.." Kur'an-ı Kerim diyor:

(Ve ezzin finnâsi bilhacci) "İnsanların arasında seslen, hacca gelmeleri için... (ye'tûke ricâlen ve alâ külli dâmirin ye'tîne min külli feccin amîk.) Sen ey İbrâhim AS, bu Beytullah'ı yaptın; seslen insanlara!.. Onların kimisi yayan, kimisi binekli dağların arasındaki yollardan, vâdilerden akıp akıp buraya gelsinler!" diye Allah-u Teâlâ Hazretleri böyle buyurmuş.

Ama şu Beytullah var ya, bu Beytullah'ın çok tekrar tekrar binâsı yapılmıştır. İlk binâsı melekler tarafındandır. İbrâhim AS yaptırmıştır deniliyor ama, İbrâhim AS'ın duasında ne diyor?.. İbrâhim AS diyor ki:

(Rabbenâ innî eskentü min zürriyyetî bivâdin gayri zî zer'in inde beytikel muharremi) "Yâ Rabbi, Ben zürriyyetimden bir kısmını, hanımı ve çocuğumu, ekin bitmez bir vâdiye; (inde beytükel muharremi) senin muhterem, mukaddes evinin yanındaki ekin bitmez vâdiye, zürriyyetimden bir kısmını iskân ettim. Yâ Rabbi sen onlara rızıklar ver, meyvalar ver, sebzeler ver... Yesinler, içsinler; mahrum bırakma, rızıkları bol olsun!.." diyor. Demek ki, İbrâhim AS, biliyor ki orada, daha evvelden mukaddes bir mahal vardı. Evet, o yapmış ama, zâten tekrar tekrar sökülmüş, yapılmış; yıkılmış, yapılmış.

O kalenin olduğu taraf, Ecyâd tarafından sel gelirmiş. Peygamber Efendimiz'in evi tarafından, yâni Cebel-i Ebû Kubeys tarafından da sel gelirmiş ve buraların duvarlarını, binâsını zaman zaman seller tahrib edermiş. Hattâ bizim bir hemşerimiz var (İsmâil Turan Hoca), o anlattı: "Bir gece rüyamda Kâbe-i Müşerrefe'nin etrafını su doldurmuş, yüzerek tavaf ettim." dedi. Rüyâsında Kâbe'yi yüzerek tavaf etmiş. Ertesi gün gelmiş, Kâbe-i Müşerrefe'ye... Bir yağmur, bir sağanak, bir sel... Kâbe'nin etrafı sel sularıyla dolmuş. O da rüyayı hatırlamış; rüyada yüzerek tavaf etti ya... Yüzmeyi de çok iyi biliyor. "Cump..." atlamış suya... Size bize nasib olmayan bir şekilde yüzerek tavaf etmiş. Meraklı bir insan... Halen sağ o, bizim hemşeri... Yâni, yakın zamanda bile demek ki, su gelip doldurabiliyormuş.

Sonra ne yaptılar?.. Safa ile Merve'nin dışında hani mermer kaplı bir yer var ya, oraya otomobiller, kamyonlar girecek gibi kanal açtılar. Beytullah'ın altından kanalı götürdüler, Mesfele tarafına akıttılar. Yâni sel bir daha gelirse, binânın içine girmesin ve orada taşma, dolma yapmasın diye... Ama daha önceden çeşit çeşit taşmalar, dolmalar olmuş; hattâ buraya sellerin getirdiği molozları atmak icin günlerce çalışmış insanlar... Böyle seviyesi yükselmiş etrafın...

Tekrar tekrar yapılmış. İlkönce melekler... Sonra Adem AS... Ondan sonra, Şit AS... Ondan sonra tekrar tekrar ne kadar yapıldıysa; sonra İbrâhim AS... İşte buraya Allah'ın vahyi ile, hanımını ve sevgili oğlunu getirdi, bıraktı ve uzaklaştı.

Düşünün ki ekin bitmeyen bir vâdi... Hiç bir şey yok... Gördüğünüz gibi etraf taş, kara taş... Safâ demek, kaygan taş demek... Merve demek, o da düz taş demek... Kelime mânâsı da taş yâni...

Cebel-i Ebû Kubeys de taş, bu taraf da taş... Arasında bir vâdi var, sellerin getirdiği kumlarla dolu; o kadar... Oraya iskân etti, gidiyor. Nasıl yapar? Halim selim, yumuşak kalbli, gözü yaşlı İbrâhim AS; su olmayan, ev olmayan, bakkal olmayan, kasap olmayan, fırın olmayan, insan olmayan bir yere bir kadıncağızı, hanımını ve bir de yıllar yılı dua edip de beklediği sevgili oğlunu bırakıp nasıl gider?.. Akıl alır mı? Akıl alacak bir şey değil ama, peygamberler yaptıkları şeyi vahiyle yapıyorlar.

İbrâhim AS, içi buruk, gönlü yaralı, hüzünlü; Hâcer validemizle, İsmâil AS'ı oraya bıraktı. İsmâil AS, küçük bebek, yavru... Giderken, Hâcer dedi ki: "Yâ İbrâhim, bırakıp gidiyorsun; nasıl şey bu böyle?.. Allah mı bunu emretti?" "Evet Allah CC böyle emretti." deyince, "Eh o zaman, Allah bana yardım eder." dedi. "Evet ekin yok, su yok, insan yok ama; mâdem Allah öyle emretmiş, vardır bir hikmeti!.. O zaman Allah yardım eder bana!" dedi.

İşte hani Safâ ile Merve arasında biz koşturuyoruz ya, sa'y ediyoruz ya; sa'y demek, hızlı yürümek, gayretli yürümek demek... Sa'yetmek, gayret etmek demek... Yedi defa oraya oraya, oraya oraya; yâni ikibuçuk kilometre yol eder hepsi... Bir oraya baktı, bir insan görebilir miyim diye; bir oraya çıktı baktı, bir insan görebilir miyim diye... Ne arıyor yâni?.. Kendisini tehlikeden kurtaracak bir çıkış noktası arıyor.

Biz şimdi niye yapıyoruz o işi?.. Biz de Allah'ın rahmetini istiyoruz. Oraya gidiyoruz, oraya gidiyoruz; "Yâ Rabbi bak, bizim koşuşmamız da senin rahmetine ermek için... Biz de bîçâreyiz. Evet bizim şimdi oturduğumuz bu yerlerde evler, insanlar var ama, biz de senin rahmetine muhtacız. Eğer sen bizi rahmetine erdirmezsen, biz de helâk oluruz.

Bu dünyada karnı doymak bir şey değil ki, ahiret mühim olan... Asıl hayat, ahiret hayatıdır. Dünya hayatı ne?.. Dünya hayatı imtihan, mihnet, meşakkat, sıkıntı, dert, elem, keder, üzüntü...

Şimdi tarih kitaplarını okuyorum bir kaç gündür. Çok sıkıntı çekmiş, bizden önceki insanlar... Peygamber Efendimiz çok sıkıntı çekmiş. Sahâbe-i Kirâm çok sıkıntı çekmiş. Hicretin filânca yılında şu hadise olmuş, falanca yılında şu hadise olmuş... Yetmiş tane hafız sahabîyi çağırmışlar, "Bize Kur'an öğretin!" diye... Ondan sonra bir köşede kıstırmışlar, kıtır kıtır kesmişler. Bunlar sahabi... Bunlar melekler gibi insanlar... Bunlar, evliyâullahın en yüksek mertebeli insanları... Hâfız, ehl-i Kur'an, Peygamber Efendimiz'in cemâlini görmüş, onun rahle-i tedrisinde yetişmiş insanlar... Haa anlaşılıyor ki, bu dünya hayatı rahat yeri değil...

(Eddünya sicnül mü'mini ve cennetül kâfir.) "Dünya mü'minin zindanıdır, kâfirin cennetidir." Dünya, mü'min için zindan gibidir. Peygamber Efendimiz de rahat etmemiş, Sahabe-i Kirâm da rahat etmemiş; ondan sonra, evliyâullah da rahat etmemiş... Gelmişler buraya, Medine Mescidine gelmişler, o zamanın yöneticileri... Üçbin-dörtbin kişi öldürmüşler.

Abdullah ibn-i Zübeyr, bu Mekke-i Mükerreme'yi almış; Emevîler'e bey'at etmemiş. Çünkü Abdullah ibn-i Zübeyr, Zübeyr ibn-i Avvâm'ın oğlu; sahabi... Teyzesi Peygamber Efendimiz'in zevcesi oluyor, yakınlığı var... Ebûbekris Sıddîk Efendimiz'le akrabalığı var. O, Emevîlerin idaresine râzı gelmedi, bey'at etmedi. Geldiler taşa tuttular, ateşli şeyler attılar içeriye... Fethedemediler, geri gittiler.

Ertesi sene, "İlkönce Medine'ye uğra, orda inadı kır; öldüreceğin kadar insanı öldür, ondan sonra Mekke'ye git!" dedi Emevî halifesi... O, Medine'ye gelen adam, sahabeden tabiinden üçbin-dörtbin kişi insan öldürdü. "Bey'at et! Etmezsen asarım, keserim!" diye terör yaptı orda... Peygamber Efendimiz'in mescidinin kapılarına adamlar dikerek, herkesi zorla Emevî halifelerine bey'at ettirdiler. Etmeyenler oldu tabii, babayiğit kimselerden; "Sizin hakkınız yok, liyakatiniz yok!" diye... Onları kestiler.

Sonra buraya geldiler, burayı taşa tuttular. Abdullah ibn-i Zübeyr'i şehid ettiler... vs.

Neden böyle aklıma geliyor bunlar?.. "Basın özetleri geliyor." dedim ya; bakıyoruz, "Bosna'da yine şu üzücü hadiseler... Müslümanların direndiği filanca kasabaya, şöyle şen'î tecâvüzler, şöyle vahşî saldırılar... Azerbaycan'da Ermeniler şöyle saldırıyor, böyle şey yapıyor..." Yâni, belâ yağıyor gibi, müslümanların üzerine...

Biz de buralarda, duaların kabul olduğu yerlerdeyiz. Üzülüyor tabii, insan... Müslümanlar Allah'ın sevgili kulu olduğuna göre... Mü'min kullarını seviyor Allah... "Lâ ilâhe illallah" diyenleri seviyor. Kâfirleri, müşrikleri sevmiyor. İnancı bozuk olanları sevmiyor Allah... Ama bu imtihan, taa Peygamber Efendimiz'in zamanında, Sahabe-i Kiram zamanında başlamış. Hikmetinden sual olmaz! Demek ki, bu dünya böyle...

Allah-u Teâlâ Hazretleri bizi, zorlu imtihanlara tâbi tutmasın... Tâkat getiremeyeceğimiz musîbetleri, belâları başımıza saçmasın... Irzımızı, canımızı, çoluk çocuğumuzu, malımızı, mülkümüzü, şerefimizi, işimizi, gücümüzü ayaklar altına aldırmasın...

İşte gördünüz, Ümmet-i Muhammed bu!.. Harem-i Şerif'te gördüğünüz insanlar... Bunlar, dünyanın her yerinden gelmiş. Afrikalısı var, Pakistanlısı var, Endonezyalısı var, İranlısı var... Her bir tipini gördünüz yâni... İşte Ümmet-i Muhammed bu!.. Nümûne, vitrin burası...

Dünya üzerinde biz, nüfusun beştebiri müslümanız. Sizler ve onlar... Biz öyle müslümanız ki muhterem kardeşlerim; şöyle Harem-i Şerif'te bakıyorum seyrek oturmuşlar. Aralara insan girebilir. Peygamber Efendimiz de buyurmuş ki, "Aralık bırakmayın saflarda, sık olsun!.. Saflarda boşluk olmasın. Saflar muntazam olsun, sık olsun. Gevşek olmasın, arasından şeytan dolaşır. Şeytan girer araya..." buyurmuş. Sahabe-i Kirâm'ın omuzlarının kumaşları eskirmiş. Bizim neremiz eskiyor?.. Dizimiz eskiyor. Onların buraları (omuzları)... Neden?.. Sürtünmekten... Saf o kadar sık olurmuş yâni...

Şimdi böyle gevşek... Şöyle yanına sokulmak istiyoruz. Geçen gün bir tanesi baktım; Endonezyalıydı galibâ... "Allahu ekber" deyip durmuş namaza; yanı boş... Ben de, tabii kimseyi rahatsız etmek hakkımız değil, rahatsız etmem ama; Peygamber Efendimiz, "Boşlukları doldurun!" dedi diye, orada da yer var... Bu tarafında da yer var... Namaz kıldıktan sonra şöyle, tam bir adam kadar yer açılacak. Ben oraya girerken, namazda koluyla böyle yapıyor...

Yâhu mübârek, sen Allah'ın huzurundasın; ne oluyorsun yâni?.. Allah'ın evini, mescidini, mescidindeki boş yeri, müslüman kardeşine veremiyor!.. Kendi malı değil, para çıkmayacak kesesinden... Yanındaki yeri, müslüman kardeşine verecek bir bedava cömertliği yok... Bedava cömertlik bu...

Hani cebinden cüzdanı çıkartırsın, mor paraları, kırmızı paraları ortaya koyarsın; yüz riyal, beşyüz riyal harcarsın. O ayrı... O bayağı bir babayiğit işi...

Para yok ortada... Allah'ın mescidi... Bu da Allah'ın kulu, sen de Allah'ın kulu... Biraz sonra sen de gideceksin, o da gidecek. Şuradaki yeri vermiyor.

Neden anlatıyorum bunları?.. Ümmet-i Muhammed'in bugünkü seviyesini anlamak için, birer tezahür bunlar... Birer kesit, birer nümûne... Nümûne alıyorsun hani, çuvalın içinden alırsın bir kap pirinci; işte nümûne... Bunun içinde bu pirinçten var... İşte bütün dünya üzerindeki müslümanlar, bunlardan yâni...

Şimdi bugün ikindi namazına camiye gittik... İki kişi iki saf arasında kalmış. Bizim saf da böyle, iplik yere sağılmış da eğri büğrü, yılankavi olmuş gibi... Arka saf da karışık... İki kişi de iki safın arasında kalmış. Biz de birkaç arkadaşız. Bende de hocalık var ya biraz; başımda sarık var, sırtımda cübbe var... Damarımızda da hocalık var; Allah bizi affetsin... Şimdi ben arkadaşlara, "O iki kişiyi sağa sola yerleştirin; saf arasında kalmasın! Sonra da, safı düzgün yapalım!" dedim. Bir tanesine "Sen gel şuraya, öne!" dedim, onu öne aldım. Ötekisini de arkadaşlar arka safa aldılar. Saf böyle muntazam oldu. Burdan karşıya kadar, muntazam bir saf oldu.

Bunu neden yapıyoruz?.. Ukelâlıktan mı?.. Değil... Peygamber Efendimiz, safları düzgün yapmayı emretmiş. Neden emretmiş?.. Çeşitli sebepleri vardır da; bizim içimize, kafamıza intizam fikri girsin diye... Alışsınlar diye...

Meselâ, imam namaza durmadan önce ne diyor?.. Geçiyor mikrofonun başına:

(Va'tedilû... Sevvû süfûfeküm!) "Saflarınızı düzleştirin!" (Feinne tasfiyetes süfûfü min ikametis salah) Çünkü, safın muntazam olması, namazın güzel olmasının şartlarından biri... Eğri büğrü oldu mu, olmaz. (Süddül halel) "Aradaki boşlukları kapatın!" İmam bunu söylüyor. Niye söylüyor?.. Peygamber Efendimiz öyle söylediği için söylüyor. Bu safların muntazam olması lâzım!..

Bizim hacı babalardan bir tanesi, ihrama girmiş, yeniden umre yapıyor anlaşılan... O diyor ki:

"--Yâ ne alıyorsun bunu safa! Burda secde edecek yer mi var?"

Yer var işte, geniş yer... Yâni olmasa bile, sen bayramda hiç Fatih Camii'nde namaz kılmadın mı?.. Daracık yere, eğilip, bükülüp secde ediyorsun. Sıkışık oluyorsun yâni... Ben düzeltmeğe çalışıyorum; adam böyle şişmiş, benim safı düzeltmeme, araya birisini almama itiraz ediyor. Bari sus!.. Bak cübbeliyiz, sarığımız var; bir hoca kılığı kıyafeti var... Mâdem bilmiyorsun, sus...

Muhterem kardeşlerim, bunlar küçük şeyler ama, işaret bunlar... Müslümanın müslümana sevgisi olması lâzım!.. Peygamber Efendimiz hadis-i şerifte buyuruyorlar ki:

(Vellezî nefsî biyedihî) Şu nefsim kudreti elinde olan Allah'a... Allah'ın kudreti elinde değil mi; isterse öldürür, isterse yaşatır, isterse hasta eder, isterse sıhhatli eder. Allah'ın takdirine kalmış değil mi halimiz?.. (Vellezî nefsî biyedihî) "Şu canım kudreti elinde olan Allah'a yemin olsun ki, (lâ tedhulül cennete hattâ tü'minû) mü'min olmadıkça cennete giremeyeceksiniz." diyor.

Mü'min olmayan insanın cennete girmesi var mı?.. Yok; çünkü Efendimiz yeminle söylemiş.

--E Edison cennete girecek mi?..

Hava alır. Elektrikle cennete girilir mi?.. Öyle şey yok! İmanla girilir. Edison cennete girecek mi?.. Girmeyecek! Nerden biliyorsun, bu kadar elektrik yapmış... Yapsın... Kimisi elektrik yapıyor, kimisi vapur yapıyor, kimisi uçak yapıyor... Kâfirse kâfir... Yâni uçak yaptı diye, Allah onu cennete sokacak değil ya!.. Peygamber Efendimiz yemin ediyor, "Şu canım kudreti elinde olan Allah'a yemin olsun ki, inanmadıkça cennete giremezsiniz." diyor. İnansın, girsin... "Lâ ilâhe illallah" diyen girecek.

(ve lâ tü'minû hattâ tehâbbû) Bakın, sahih hadis-i şeriftir bu... Kıymetli hadis-i şeriftir, sağlam hadis-i şeriftir. "Ve birbirinizi sevmedikçe de tam mü'min olamazsınız!" diyor.

Şimdi ben bakıyorum, müslümanlar burda birbirlerini tam sevmiyorlar. Safın içine almasından, almamasından net olarak anlaşılıyor. Herkes birbirine böyle bir karış surat, bir tavır... Bir genişleme, bir şişme... Yâ ne oluyorsun?.. Yumuşak omuzlu ol, yumuşak yüzlü ol, yumuşak huylu ol, tatlı dilli ol!..

Hac nedir ki yâni, haccı ne sanıyorsun sen?..

(Birrül hacci it'âmüt taâm ve tıybül kelâm) Hani, "Haccınız mebrûr olsun!" diyoruz, herkes de amin diyor. Ben de merak ediyorum, mebrûr hac nasıl olur diye... Siz de merak ediyorsunuz. Mebrûr hac; yâni makbul, iyi bir hac, Allah'ın kabul ettiği bir hac... Sebeb-i duhûl-i cennet olan hac, cennete girmeğe sebep olan hac...

(Elhaccül mebrûru leyse lehû cezâün illel cenneh.) Hac mebrûr oldu mu, mükâfatı mutlaka cennet; başka bir şey değil... Nedir haccın mebrûr olması?.. Merak ettiniz mi hiç?.. "Haccınız mebrûr olsun!" Ne demek?..

Diyor ki Peygamber Efendimiz: (Birrül hacci) "Haccın mebrûrluğu, (it'âmüt taâm) yemek yedirmektir eşe, dosta, ahbâba; efelik yapmaktır, efendilik yapmaktır, cömertlik yapmaktır, ziyâfet çekmektir, kesenin ağzını açmaktır. (ve tıybül kelâm) Tatlı sözlü olmaktır. Hani, nerde?.. Kaç tane hacınınki mebrûr hacmış?.. Safa almaz, güleçyüz göstermez, iter...

Bugün aklım başımdan gitti. Baktım, Hacerül Esved'in yanına böyle deve gibi diziliyorlar, Rükn-ü Yemânî tarafından... Uzaktan da böyle görüyor insan... Tavşan atlar gibi, böyle adım adım ilerliyorlar Hacerül Esved'e... Erkekler böyle yapıyor; kadının birisi girmiş oraya, o da tavşan gibi onların arasında... Hacerül Esved'e doğru gidiyor. Önünde erkek, arkasında erkek... İzdiham böyle... Kâbe'nin duvarına çıkmış.

Eğridir Kâbe'nin yan duvarı; şadırvan derler ona... Kâbe'nin en aşağı tarafının duvarı şöyle meyillidir. Oraya çıkmış, aşağı kaymıyor. Neden?.. Bu tarafta kalabalık var... Yukarı çıktığı için de, belinden ötesini görüyorsun. Çünkü 50 cm daha yükseliyor öteki insanlardan...

A, erkekler arasında kadın!.. Bacım burda senin ne işin var?.. Hacerül Esved'i öpecekmiş... Vay akıllım vay!.. Arkasında erkek, önünde erkek... Ne göğüs kalıyor, ne but kalıyor. Sıkışık, tost makinası gibi... Erkeklerin arasında kadın... Fesübhânallah!.. Bu ne biçim kadın?.. Bu erkek, ne biçim bir erkek?.. Ne biçim iş, ne biçim hac?.. Böyle şey olmaz.

(Birrül hacci it'âmüt taâm ve tıybül kelâm) Hacı nasıl olacak, bu hadis-i şeriften anlaşıldığına göre?.. Hacı cömert olacak. Öyle bir riyal için, iki riyal için kavga etmeyecek... İkincisi, ikramcı olacak: "Buyur kardeşim, geç kardeşim, hadi sen buyur!.. Ben üç defa, beş defa haccettim, sen geçiver!.. Hadi, ben öpmeyim, sen öp!.. Hadi sen şuraya buyur!.." Yardımcı olacak, ikramcı olacak.

Zaten burada o kadar süratli geliyor ki mükâfat; sen bu elinle bir adama bir ikram yap, bu eline Allah hemen veriyor. O kadar çabuk geliyor ikram... Mânevî mükâfat, o kadar çabuk geliyor. Ama hacı cömert olacak, ikramcı olacak, ziyafet çekecek.

Kurbanları kesiyoruz, üstünde tepinip gidiyoruz. Kurban burda kesiliyor; canı çıktı mı,Êkanı aktı mı, üstüne vicik vicik basa bütün elbiseler tepeye kadar kan oluyor. Ezip geçiyoruz.

Yâ bu kurbanlar niçin kesiliyor?.. Ziyafet çekeceksin; karın doyuracak, kebap yiyecek millet, memnun olacak. Kaç tane kurban kestiniz, doğru düzgün et yediniz mi burda?.. Belki yemediniz. Acâib, her iş tersine dönmüş yâni... Ana mânâsından, zıvanasından çıkmış, tersine dönmüş. Kurbanı cart kes, şar kanı şarlıyor. Bas üstüne, barsakları çıksın, murdar olsun gitsin! Öyle şey olur mu yâ?..

Bizim büyüklerimiz, çayı içerken şöyle karıştırırlarmış; kaşığı çıkartırken ucunu bardağın kenarına değdirirlermiş, içinde birikmiş olan çay kaşıkta kalmasın diye... "Bereketin hangi lokmada, hangi damlada kaldığı belli olmaz." derlermiş. Onu bile ziyan etmezlermiş. Bu kadar kurban ziyan oluyor, yazık değil mi? Bu kadar aç insan var... Al, başka yerde kes!.. Kurbanı al, at bir arabaya; Arafat'a yakın bir yerde kes, başka bir yerde kes!.. Al, şöyle güzelce yüz; hepimiz biliyoruz kesmeyi...

Yâni her şey ana çizgisinden çıkmış, her şey bir taklide bürünmüş; asıl mâna, asıl incelik düşünülmez noktaya gelmiş. Halbuki hacılık nasıl olacaktı muhterem kardeşlerim?.. Hacı cömert olacak, hacı ikramcı olacak, hacı tatlı dilli olacak, hacı fedâkâr olacak, hacı iyiliksever olacak, hacı sabırlı olacak, hacı dost edinecek...

Şimdi hepimizin haccı bitti, Allah kabul etsin... Ben yarın gidiyorum Türkiye'ye... Bir kısmı daha önceden gitti, bir kısmı biraz sonra gidecek. Kaç tane dost edindiniz?.. Pakistanlı gördünüz, Malezyalı gördünüz, Sudanlı gördünüz, Nijeryalı gördünüz... Kaç tane dost edindiniz?..

Halbuki insan, Allah yolunda bir dost kazandı mı, Allah onun cennette derecesini bir derece daha yukarıya çıkartır. Kaç tane dost edindiniz bu hacda?.. Öyle bir şey yok... Dost edinme yok... Öyle şey olur mu?.. Adres vereceksin, Türkiye'ye davet edeceksin. Onun adresini alacaksın, "Fırsat bulursam inşaallah size gelirim!" diyeceksin. Tesbihini ona hediye edeceksin. Onun kalemini hediye alacaksın. Muhabbet olacak. Müslüman müslümanı sevecek, tanıyacak, bilecek... Hac bu...

Hac böyle makbul, güzel bir tarzda yapılınca, mükâfatı çok büyük oluyor. O mükâfattan bazılarını anlatmak için, şöyle fotokopi aldım bizim Râmuzül Ehâdis'ten... Onları okuyuvereyim; bakalım Peygamber Efendimiz ne buyurmuş?.. Diyor ki:

(Elhâccü yüşeffeu fî erbai mietin min ehli beytihî ve yahrucü min zünûbihî keyevmi veledethü ümmühû.) 201. sayfa, 18. hadis-i şerifiymiş Râmuz'un... Bakın ne diyor Peygamber SAS, Ebû Mûsel Eş'arî Hazretlerinin bildirdiğine göre... Bakın biz ne ibâdet yapmışız meğerse:

(Elhâccü) Haccı yapan kimse... (yüşeffeu) Kendisine şefaat hakkı verilir hacıya... Kim tarafından veriliyor bu hak?.. Allah tarafından veriliyor.

(Menzellezî yeşfeu indehû illâ biiznih) Ayetel Kürsî'de her zaman okuyoruz, ne demek bu cümle?.. (Menzellezî) Kimdir o kimse ki, (yeşfeu indehû) Allah'ın yanında şefaat etmeye kalkışabilsin. (illâ biiznih) Onun izni olmadan, Allah'ın izni olmadan kimse kimseye şefaat edebilir mi?.. Ancak Allah-u Teâlâ Hazretleri müsaade ederse, bir kimse bir kimseye şefaat edebilir. Kimler şefaat edecek?.. Önce Peygamber Efendimiz... Peygamber SAS Efendimiz, hümüş şâfiul müşeffeu, şefîul ümmeh... Ümmete şefaat edecek Peygamber Efendimiz...

(Şefâatî liehlil kebâiri min ümmetî.) "Ümmetimin günahkârlarına şefaat edeceğim." diyor. Hem de şefaati, kabul olunan bir şefâatçi... Allah tarafından tayin olunmuş bir şefâatçi... Hem de müteaddid şefâatleri olacak Peygamber Efendimiz'in... Müteaddid defalar Cenâb-ı Mevlâ'nın divanına duracak, elpençe divan duracak, secde-i Rahmâna kapanacak; "Yâ Rabbi, ne olur şunu şöyle yap!.. Yâ Rabbi, ne olur şunu şöyle yap!.." diye, nice nice yerlerde şefaat edecek.

Bir kere insanlar mahşer gününde, izdihamla binlerce yıl bekleşmekten ölecek raddelere gelecekler. Sıkışık olacak; tünelde sıkıştıkları gibi eski hacıların... Güneş tepelerinde olacak; gölge yok... Ancak kişinin zekâtı ve sadakası gölge yapacak, rûz-i mahşerde insanın üstüne... Zekâtını vermişse, yâni kesenin ağzını açmışsa, hayrını sadakasını yapmışsa, o gelecek başına gölge yapacak. Şemsiyesi o yâni... Zekâtı, sadakası, hayrı, hasenâtı...

Gölge yok, izdiham var... Hepsi çıplak olacak insanların... Allah Allah, tövbe estağfirullah; nasıl çıplak olacak?.. O zaman öyle bir gün olacak ki, kimsenin kimseye bakacak hali olmayacak. Çıplak, kabirden kalktığı gibi... Mahşer yerinde muazzam bir izdiham... Güneş tepelerinde... İnsanlardan boşalan ter, yerin içinde, yetmiş arşın aşağıya kadar ıslatacak yeri... Kimisinin dizi hizasına gelecek, kimisinin göbeği hizasına gelecek, kimisinin ağzının hizasına gelecek, ağzına ter girecek; kulak memesi hizâsına gelecek...

Diyecekler ki insanlar, o beklemekten: "Mahkeme-i kübrâ kurulup Allah hükmetse de, kim nereye gidecekse gitse... Cehenneme gidecek cehenneme gitse, cennete gidecek cennete gitse de; bu bekleyiş bitse..." diyecekler. Tak diyecek canlarına... Çünkü, binlerce yıl, Cenâb-ı Hakk'ın huzurunda, divanda diz çöküp durulacak... Binlerce yıl durulacak!.. Binlerce yıl, muhterem kardeşlerim!..

Sonra, peygamberlere gelecekler, diyecekler ki: "Allah'a dua etsen; mahkeme-i kübrâyı kursa da hesaba başlasa..." filân diye... Herkes çekinecek, benim bir hatam var, benim bir kusurum var diye... Adem Atamız'a gidecekler. Diyecek ki: "Ben cennette iken, Allah'ın yaklaşma dediği ağaca yaklaştım, yeme dediği meyvadan yedim; şimdi ben gidemem!" diyecek. Nuh AS'a gidecekler, İbrâhim AS'a gidecekler, Musâ AS'a gidecekler, İsâ AS'a gidecekler... Kimse cesâret edemeyecek, peygamberlerden...

Peygamber SAS Efendimiz kalkacak, secde-i Rahmâna kapanacak ve Allah-u Teâlâ Hazretleri'nden hesabın başlamasını isteyecek. Bunun üzerine hesap başlayacak. Peygamber Efendimiz'in şefaatinin birisi bu...

Ondan sonra ümmetine şefaat edecek, günahkârlarına şefaat edecek, cehennemi hak etmiş olanların cehenneme düşmemesine şefaat edecek... vs. Sonra başka alimler şefaat edecek.

Cennetlikler cennete girecekler. "Gir!.. Geç!.. Gir!.. Gir!.." Herkes girecek. Şehidlere bile "Gir!" denilecek. Alimlere, "Kapıda dur, istediğine şefaat et!" denilecek. Alimlerin kıymeti çok...

(El'ulemâü veresetül enbiyâ') Alimler peygamberlerin vekilleridir, varisleridir, halifeleridir. Onun için alimlere, "Burda kapıda durun, istediğinizi alın!" denilecek.

Sonra, şehidlerin de şefaat hakkı var... Sonra sıra size gelecek ve bize gelecek. İşte burda diyor ki Peygamber Efendimiz: "Allah tarafından hacıya şefaat hakkı verilir." Size ve bize, hacı olmak dolayısıyla şefaat hakkı verilecek.

Ne denilecekmiş?.. (fî erbai mietin min ehli beytihî) Ailesinden, akrabasından bazı kimselere şefaat edecek. Kaç rakam tahmin edersiniz?.. Arapça bilmiyorsanız, öğrendiniz hepsini... "Yâ hac, kem hâzâ?.." filân diye diye hamse, erbaa, vs. hepsini öğrendiniz. Söyleyin bakalım, hacı kaç kişiye şefaat edecek?..

"--Yetmiş!"

Yetmiş tahmin etti birisi...

"--Kırk!"

"--Dört!"

Efendimiz bakın burda ne diyor: --gözünüz aydın, hepinizden müjdemi isterim-- (yüşeffeu fî erbai mietin min ehli beytihî.) Akrabasından, ehl-i beytinden 400 kişiye şefaat hakkı verilir.

Elhamdü lillah, yâ Rabbi çok şükür!.. Yâ Rabbi, bize de ver bu şefaat hakkını... Dörtyüz kişi az değil ki!.. Anamızı kurtarırız, hanımımızı kurtarırız, çocuklarımızı kurtarırız, akrabamızı kurtarırız...

"--Yâ Rabbi şu da, şu da..."

"--Kaç oldu?"

"--İkiyüz oldu."

"--Biraz daha..."

"--İkiyüzelli oldu."

"--Biraz daha..."

"--Üçyüz... Dörtyüz..."

Dörtyüz az değil yâ, muazzam bir şey... Bunun için insan ne paralar verir be!..

Yâni biz Türkiye'den buraya gelmek için, hacca vize almak için 600 dolar vize parası çıktı. Karaborsadan haberiniz var mı?.. Nerden haberiniz olacak? Siz uçağa atladınız, geldiniz. 600 dolara çıktı bir damga, bir imza... Suudun memleketine girebilir diye vize için... Haberiniz var mı?.. Yok... "İSPA 1600 dolar istedi de, 50 dolar eksik de, fazla da, bilmem ne de, vs. de..." mırın-kırın ediyor.

Adam razı, gözü görmüyor artık... Baktı ki, pabuç pahalı, hacca gidemeyecek; 600 doları verecek, bir imzalasın geçsin. Yine öteki sizin verdiğiniz kadar daha, ayrıca verecek.

Altıyüz de verilir, altıyüzbin de verilir, insanın parası olsa... Dörtyüz kişiye şefaat edecek olduktan sonra bir insan...

Ebû Mûsel Eş'arî Hazretleri rivâyet etmiş. Başka rivâyetler de var.

Soru:

"Acaba bu şefaat imanlı olarak kabre girenlere mi, yoksa imansız olanlar da dahil mi?"

Cevap:

İmansız olur mu?.. Az önce, sohbetin başında Peygamber Efendimiz'in hadis-i şerifi geçti. Ondan sonra yemin etti Peygamber Efendimiz, ne dedi: "Şu canımı elinde tutan Allah'a yemin olsun ki, mü'min olmadıkça cennete giremezsiniz." demedi mi?.. Mü'min olmayınca girmesi yok.

Amma, muhterem kardeşlerim, insan müslüman olunca cennete gireceğim diye seviniyor ya...

(Men kale lâ ilâhe illallah, dehalel cenneh.) Böyle hadis-i şerif var. Tamam, "Lâ ilâhe illallah." diyen cennete girecek ama, neden sonra... Ne kadar zaman sonra... Orası arada saklı...

Eğer bir insan günah işlemişse, haram yemişse; arsızlık, hırsızlık, yüzsüzlük, haksızlık yapmışsa, cezası kadar cehennemde yanacak; ondan sonra cennete girecek. Yaaa, o tarafı var işin... Öyle bedavadan değil.

Hah işte, cehennemi hak etmiş kimselerden dörtyüz kişiye şefaat hakkı var. Müslüman, ama hatası var.

Öyle müslüman olacak ki, mahşer yerinde Mahkeme-i Kübrâ'nın oraya dağlar gibi sevaplarla gelecek; hac etmiş, umre yapmış, sadaka vermiş, binâ yapmış, cami yapmış... Ooo, hacı babanın sevapları dağlar gibi... Dağlar gibi sevap ile Mahkeme-i Kübrâ'ya, mîzanın başına gelecek. Sonra, "Yâ Rabbi, bu herifte benim hakkım var!" diyecek birisi... Hak sahibi gelecek, isbat edecek hakkını; onun sevabından bir miktar alacak. Bir başkası daha gelecek, o da alacak... Bir başkası daha gelecek, isbat edecek; o da alacak... Alacak, alacak, alacak... Bu adamın dağları erimeğe başlayacak. Alına, alına azalacak ve bitecek.

Peygamber Efendimiz sahabesine soruyor: "Müflis kimdir?" --Müflis, iflâs etmiş adam demek.-- Sonra diyor ki, "Müflis, mahkeme-i kübrâya, mîzanın yanına dağlar gibi sevaplarla gelen, ama ona buna hak olarak verile verile, verile verile sevabı kalmayan..." Daha alacaklılar var. Gelip diyecek ki:

"--Yâ Rabbi, benim de hakkım vardı bunda... Şimdi benden öncekiler bunun sevaplarını aldılar, sıfırladılar. Sevabı kalmadı adamın... Bomboş kaldı ortalık... E, benim de hakkım var."

"--Sen de günahını bırak buraya... Ne kadar sevap alacaktın?.."

"--Şu kadar sevap..."

"--Tamam, o kadara tekabül eden günahı, bu tarafa aktar!"

Onun günahı aktarılacak, hafifleyecek gidecek. Bir başkası gelecek, onun da günahı aktarılacak, hafifleyecek gidecek...

Dağlar gibi sevapla mîzan başına gelmiş olan adam, dağlar gibi günahla mizan başında kalacak ve cehenneme atılacak. Müflis bu, işte... Çünkü, dağlar gibi sevapla geldi ama, dağlar gibi günahla kaldı.

Mahkeme-i kübrâ bu... Oyuncak değil, ciddî bir iş bu... İnsanı ihtiyarlatan, (Yec'alül vildâne şîbâ.) çocukların saçını sakalını ağartan gün bu... Mahkeme-i kübrâ, hesap günü, zor gün muhterem kardeşlerim.

İşte böyle günahı olan, mü'min ama, cennete girmeye esas itibariyle hakkı var ama, ceza çekmeye de müstehak insanlardan affolunacak 400 kişiye şefaat edecek.

İkinci hadis-i şerife geçelim... Bakın muhterem kardeşlerim! Bir insan bir iyilik yapmaya niyetlendi, ama yapamadı; ne olacak?.. Meselâ istediniz ki, "Yarın bir umre yapayım." Gece rahatsızlandınız, yapamadınız. Ne olacak şimdi?.. Allah CC, bir umre yapmış gibi size sevap verecek. Neden?.. Çünkü, niyet ettiniz.

Peki umre yapmaya niyetlendiniz, hastalanmadınız da ertesi gün gittiniz, ihrama girdiniz, umreyi yaptınız, sa'yinizi yaptınız, traş olup çıktınız. Ne kadar sevap verecek?..

(Elhasenetü bi'aşri emsâlihâ) Allah bazan bire on verir, bazan bire yetmiş verir, bazan bire yediyüz verir.

Bir hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:

(Erbaun müsebbeâtün) "Dört amel vardır ki, Allah onların sevabını bire yediyüz verir:"

1. (Fenafakatüke fî sebîlillâh, biseb'i mieti dereceh) "Allah yoluna sarfettiğiniz paralar bire yediyüz mükâfatlandırılır."

Allah yolu nedir? Fî sebîlillah harcama nereye olur?.. Hacca ve umreye harcama fî sebîlillahtır. Cihada, savaşa harcama fî sebîlillahtır. Yâni, sizin şurda yaptığınız masraflar, bire yediyüzle mükâfatlandırılıyor.

Tayyare parası --diyelim ki-- bin dolar verdiniz. Bin doların yediyüz misli, yediyüzbin dolar vermiş gibi oluyorsunuz. Ne ediyor? Yedi milyar TL ediyor. Sanki çok zenginmişsiniz de, milyardermişsiniz de, o kadar para harcamışsınız gibi, mükâfatı öyle oluyor.

2. (Nafakatüke alâ ebeveyke biseb'i mieti dereceh) "Annene, babana yaptığın masraf da bire yediyüz..."

"Babacığım, ihtiyarsın, çok üşüyorsun; al sana içi kürklü bir yelek aldım." Tamam, yediyüz tane yelek almış gibi sevabın var.

"Anneciğim, senin ayakların çok üşüyordu. Al sana, içi kürklü bir mest aldım. Kışın rahat et diye..." "Hay Allah senden razı olsun evlâdım..." Haa, o kaç oluyor? Yediyüz tane almış gibi sevap oluyor. Anne ve babaya yapılan masraf bire yediyüzdür.

3. Râvî üçüncüyü unutmuş. Diyor ki: "Üçüncünün ne olduğunu unuttum. Tahmin ediyorum, (Nafakatüke alâ ehlike biseb'i mieti dereceh.) ailene yaptığın masraf da, bire yediyüzdür." diyor. Hani çarşıdan pazardan patlıcan, havuç, biber, domates alıp zenbili, fileyi doldurup eve götürüyoruz ya; o da bire yediyüz... Çünkü, çoluk-çocuğunu besliyorsun.

4. (Zebîhateke şâteke yevme fıtrike biseb'i mieti dereceh.) "Ramazan bayramında kurban kesmek, o da bire yediyüz..."

Bunu bilmiyordunuz değil mi?.. Ramazan bayramında kurban keserse bir insan, mecbur değil... Kurban bayramında kurban kesiliyor normal olarak ama, ramazan bayramında kurban keserse onun sevabı çok, bire yediyüz... Neden?.. Bayram olacak evde... Ciğerini kebap yaparlar, yahni yaparlar... Kaba yerinden külbastı yaparlar, kavurma yaparlar... Dolma yaparlar, sarma yaparlar. Misafir gelir, çoluk çocuk oturur, afiyetle yerler. Evde bir kurban kokusu yayılır, bir bereket olur, şenlik olur.

Çünkü ramazan mübârek bir ay... Onun bayramı da güzel oluyor. Onun da sevabı bire yediyüz...

(Elhaccü fî sebîlillah) "Hac Allah yolundadır." Hacca yapılan masraf, Allah yoluna yapılan masraftır. (tüda'afü fîhin nafakatü) "Buraya sarfedilen, hac için yapılan masraflar artırılır kat kat... (biseb'i mieti dı'fin.) Yediyüz misli..."

Dedim ya, hac da Allah yolunda sayılır diye. Yâni, sizin yaptığınız her masraf... Bir riyal veriyor, meşrubat içiyorsunuz ya lıkır lıkır... Bir riyal harcasanız da arkadaşınıza ikram etseniz... Yediyüz riyal harcamış gibi sevabı çok oluyor, burada yapılan masrafların...

Şimdi ben bakıyorum, ramazanda zekât veriyor umûmiyetle kardeşlerimiz... Bana kalırsa, hacca gelenler hacda vermeli zekâtını... Burda bizim arkadaşlar, Hakyol Vakfı'nın görevlileri toplasınlar zekâtları... Çünkü burda bire yediyüz; ramazandan fazla yâni... Hacılar yıllık zekâtını harem mıntıkasında iken verirse bire yediyüz oluyor sevabı...

Başka bir müjdeli hadis... Şimdi aslında bir müjde vermek lâzım, bir korkutmak lâzım ki; şımarmasın, orta yolda dengeli yürüsün müslüman... Ama şimdi müjdelilerden gidiyoruz. Dur bakalım, daha ne kadar gideceğiz? Sabaha kadar vakit var zâten...

(Elhâccü vel mu'temirü vel gâzî fî sebîlillah, vel mücemmiu fî dımânillah.)

Hacı bir, umreci iki... Umreci ile hacı arasındaki fark ne? Hacı, zilhiccede gelip Arafat'a çıkan, burayı ziyaret eden kimse... Umreci de bu zamanın dışında gelip burayı ziyaret eden kimse... Bu mevsimde olursa hac oluyor, hem hac hem umre olabiliyor. Bu mevsimin dışında insan burayı ziyaret ederse, ancak umreci olabiliyor; hac yapamıyor. Hac sadece zilhicce ayı içinde, belli zamanda, belli farzları olan bir ibadet...

(vel gâzî) Bir de gazâ eden... Hacı, umreci, savaşçı, gazaya giden... Bunlar Allah yoluna girmiş insanlar demektir. Masrafları fî sebîlillahtır, bire yediyüzdür.

(vel mücemmiu) Yâni, cuma namazına giden kimse... (fî dımânillah) Bunlar Allah'ın himâyesine, garantisine, sigortasına girmiş, hıfz ü himâyesine alınmış kimseler demektir.

Sonra, (deâhüm feecâbûhü) Allah bu mübarek adamları, bu ibadetlere çağırmıştır. (feecâbûhü) Onlar da davete icâbet etmişlerdir.

"--Ne işiniz var yâ?.. Siz Türkiyelisiniz, İstanbullusunuz, Konyalısınız, Eskişehirlisiniz; burada ne işiniz var?"

"--E biz Rahman'ın misafirleriyiz. Allah bizi çağırdı, hacca çağırdı, ruhumuzu çağırdı, nasib ettti. Biz de niyetlendik paramızı harcamaya... Pasaportu hazırladık, paramızı da tahsis etttik, şirkete kaydolduk. O çağırdı, biz de davete icâbet etttik."

Allah onları çağırdı, onlar da Allah'ın davetini kabul ettiler, geldiler. Biz hepimiz davetliyiz. Allah çağırdı, biz de davete gelmişleriz.

(ve seelûhû) Allah şimdi bu misafirlere ne yapar, muamelesi nedir?.. Misafirleri evsahibinden ne isterse, onlar da isterler bir şey; (fea'tâhüm) Allah da verir. Allah başka evsahibine benzemez. Çünkü, hazinesi sonsuzdur. İstenen şeyin bir tahdidi yoktur. Ne isterlerse, verir Allah... Kendi çağırdı, kendisinin misafiri... Sevdi, kendisine ibâdet etti diye... Allah'tan ne isterlerse, istediklerini onlara verir.

Niye mâzî sigasıyla söyleniyor?.. Vukuunun garantisinden dolayı... Yâni, "Allah davet etti. Davetine icabet ettiler. Allah'tan istediler. Allah onlara istediklerini verdi." Tam tercümesi böyle... Ne demek?.. "Mutlaka verecek, verdi sayılır." demek. Onun için, dua edin!..

(Elhâccü fî dımânillâhi mukbilan ve müdbirâ) Hacı Allah'ın garantisindedir, sigortasındadır, hıfz ü himâyesindedir. Allah'ın kefâleti altındadır. (mukbilan ve müdbiran) İster hacca gelirken olsun, ister haccı bitirmiş dönüyorken olsun... Gelişimizde de, dönüşümüzde de Allah'ın himayesindeyiz hepimiz... Daha şu anda himâye içindeyiz; dönüşe kadar, İstanbul'a varıncaya kadar, uçaktan ininceye kadar, otomobile bininceye kadar, evimizin kapısından içeri girinceye kadar... Buradan oraya kadar Allah'ın himâyesindeyiz.

(fein esâbehû fî seferihî taâbün ve nasabün, gafarallahu bizâlike seyyiâtihî) "Eğer bu yolculuğunda hacıya yorgunluk, bitkinlik ârız olursa, Allah bunun sebebiyle günahlarını bağışlar."

--Arafatta yoruldunuz mu?..

--Yorulduk hocam!..

--Müzdelife'ye gelince yoruldunuz mu?..

--Perişan olduk hocam!.. Uyku gözlerimizden akıyordu. Taşların üstüne yattık, taşı yastık yaptık. Kumların üstüne uzandık. Uyumuş kalmışız yorgunluğumuzdan...

--Haa, yoruldunuz ya işte... (gafarallahu bizâlike seyyiâtihî) "Bu yorgunlukları hürmetine, karşılığında Allah onların günahlarını afvü mağfiret eder." buyuruluyor.

(ve kâne lehû bikülli kademün yerfeuhû elfü derecetin fil cenneh) "Kaldırıp da attığı her adımdan dolayı, Allah onu cennette bir derece yükseltir."

(ve bikülli katratin tusîbuhû minel matari ecrü şehîd) "Yağmurdan üzerlerine damlayan her damla için, bir şehid sevabı verilir."

Ebû Ümâme el-Bâhilî'den, Deylemî rivayet etmiş.

Ben de bu müjdeli hadisi ilk defa tam okuyorum sonuna kadar... Bilmiyordum yâni... Her adımına, yorgunluğuna ecir ve mükâfat veriliyor. Hiç şikâyet etmeyin! Yorulduysanız bile yiğitliğe gölge düşürmeyin!.. "Of!" demeyin, "Ah!" demeyin!.. Allah mükâfatını verecek, boşuna değil... Bu yorgunluklar, bu sıkıntılar boşa gitmeyecek.

(Elhâccür râkibü lehû bikülli hatvetin yedauhû baîruhû hasenetün) Hacı, binekli olarak hacca gelmişse --deve ile veya atla gelinirdi eskiden-- hayvanının attığı her adımdan dolayı, Allah onun adımına bir hasene verir.

Meselâ, Türkiye'den başladı. Adımcık adımcık, devesiyle, atıyla geliyor buraya... Dıgıdık dıgıdık, dıgıdık dıgıdık geliyor hacca... Veyahut tıpış tıpış geliyor. Eğer hayvanıyla geliyorsa, attığı her adımdan dolayı, hacının derecesi bir yükselir.

Bu sene hoşuma gitti, Çeçenistan'dan hacılar gelmiş, yaya... Yaya gelmişler. Kafkasya'dan, yâni bizim Trabzon'dan ötelerden yaya gelmişler, buraya kadar yaya yürümüşler. Vasıta teklif edilince de reddetmişler, "Yok, biz vasıta istemiyoruz, yaya gideceğiz!" demişler.

Hayvanının attığı her adım dolayısıyla hacıya bir derece verilir.

(vel mâşî) Yayan yürüyen insana gelince, (lehû bikülli hatvetin yahtûhâ seb'ûne haseneh) attığı her adım için yetmiş hasene verilir. Yetmiş misli fazla... Neden?.. Bu daha çok yoruluyor, bu fakir... Ötekisinin parası var, deve tuttu, rahat... Veya at tuttu, eğerli; üstüne bindi, oturuyor sadece... At da dıgıdık dıgıdık gidiyor. Rahvan gidiyor, hızlı gidiyor, yavaş gidiyor; attığı her adıma bir hasene...

Ama ötekisi yürüyor. Kumlara bata çıka yürüyor.

Hac yollarında meş'ale-i kârbân gibi,

Erbâb-ı aşk içinde nümâyânsın ey gönül!

Geceleyin kandiller yanıyor, kervanlar, develer diziliyor. Löngüdük löngüdük, löngüdük löngüdük... Kimisi ilâhî okur, kimisi Kur'an-ı Kerim okur, kimisi tesbih çeker. Çöllerden böyle geçerek geliyor. Devenin attığı her adıma bir hasene... Ama, yayan yürüyorsa, kumlara bata çıka gidiyorsa, onun her adımına 70 hasene veriliyor. İnşaallah, Allah böyle yaya yapmayı da nasîb etsin...

(min hasenâtil harem) demiş. Harem-i Şerif'in hasenelerinden 70 hasene verilir. Bir Harem'in dışındaki bölgelerin hasenesi vardır, bir de Harem-i Şerif'in hasenesi vardır. Buranın hasenesi ile İstanbul'un hasenesi, yâni sevabı aynı değildir. Buranın mükâfatı ile İstanbul'un mükâfatı aynı değildir. Orda da hasene alınır, burda da hasene alınır. İkisinin adı da hasene ama, miktarları aynı değildir. Burdaki Harem hasenesidir. Bunun mükâfatı ne kadardır?..

"--Yüzbin!.."

Yüzbindir. Burda bir namaz kılıyorsun; İstanbul'da kıldığın namaza göre yüzbin misli oluyor ya, buranın hasenesi de başka yerin hasenesine göre yüzbindir. Yetmişle yüzbini çarparsak, yedi milyon oluyor. Yâni yaya hacceden, her adımına yedi milyon hasene verile verile hac yapmış oluyor muhterem kardeşlerim.

İşte hac böyle bir ibâdettir. Kıymetini bilmeden günlerini geçirdiğimiz, ah ettiğimiz, vah ettiğimiz, kavga ettiğimiz, gürültü ettiğimiz, vasıtalarda yer kavgası yaptığımız, otellerde oda kavgası yaptığımız hac, aslında böyle sevaplı bir ibâdetti... Allah-u Teâlâ Hazretleri kusurlarımızı silsin, affetsin... Bu sefer tadına doyamadık doğrusu... Allah tekrar tekrar gelmek nasîb eylesin... Ve tekrar tekrar makbul, mebrûr haclar yapmak nasîb etsin...

Beni bir kaç binada daha konuşmaya çağırdılar; onlara söyledim, size söylemesem haksızlık olur, doğru olmaz. Bildiğim bir şeyi daha söyleyeceğim, bu hacla ilgili... Müsaade ederseniz ondan sonra kapatacağım. Kur'an-ı kerim hatmi okumuşlar, onun duasını yaparız. Bir de soru var, onun da cevabını veririz.

Şimdi, Peygamber Efendimiz'den rivâyet edilmiş, sahih kitaplarda, sahih hadis-i şeriflerde bazı bilgiler var. Meselâ İmam Ebû Dâvud diyor ki: "Peygamber Efendimiz, sabah namazından sonra mescidden hemen evine gitmezdi. Mescidde oturup zikir ve ibâdet yapmayı severdi. Adeti buydu." diyor. O, kerahat vaktini böyle değerlendirirmiş. Ondan sonra kalkıp iki rekât namaz kılarmış; bu bir...

Bir de, İmam Tirmizî'nin Enes RA'den rivâyet ettiği bir hadis-i şerif vardır. Hocamız'ın evrad kitabının başında var ama, belki o evradı bilmeyen hacı kardeşlerimiz vardır burda diye söylüyorum. Orada buyuruluyorki:

(Men sallel fecra fî cemâatin) "Kim sabah namazını camide cemaatle kılarsa, --camide sözü yok ama, Allahu a'lem, camide demek o-- (sümme kaade yezkurullah) sonra namaz kıldığı camide oturursa, Allah'ın zikretmeye devam ederse, (sümme sallâ rek'ateyni) sonra kerahat vakti çıkınca, yâni güneş doğduktan sonra, kalkıp iki rekât namaz kılarsa; (kânet lehû keecri haccetin ve umretin tâmmetin tâmmetin tâmmeh.) böyle yapması ona o gün, tam bir hac ve umre yapmış gibi, tam bir hac ve umre yapmış gibi, tam bir hac ve umre yapmış gibi sevap kazandırır." Anladınız mı hadis-i şerifi? Bir daha söyleyeyim mi?..

"Kim sabah namazını camide kılarsa, sonra çıkmazsa camiden, oturursa; güneş doğup kerahat vakti çıkıncaya kadar Kur'an'la, ilimle, zikirle meşgul olursa..." Ne kadar sürer o?.. Yarım saat, 40 dakika, 50 dakika... "Sonra kalkıp iki rekât namaz kılarsa, bir hac ve umre sevabı kazanır. Tam bir hac ve umre, tam bir hac ve umre, tam bir hac ve umre..." buyurmuş.

İmam Tirmizî, hasen hadistir demiş. Yâni, hadis tekniği bakımından güzel, rivâyeti sağlam bir hadis-i şerif olmuş oluyor. İmam Ebû Dâvud da, Peygamber Efendimiz'in öyle yaptığını söylüyor. Daha başka hadis-i şerifler var...

"Rızkı bol olur." diye hadis-i şerifler var... "Hazret-i İsmâil evlâdından şu kadar köle azâd etmiş gibi sevap kazanır." diye rivayetler var... "Afâkı dolaşıp rızık aramasından kendisine daha çok rızık getirir, böyle ibâdet etmesi..." diye rivâyetler var...

Şimdi ben yarın gideceğim, siz de bir gün gideceksiniz burdan... Bu Suud hükümeti elbet bizi kışalayacak sonunda... Kalkacağız gideceğiz hepimiz, köyümüze evimize... Orada ne yapacağız?.. Yatsı namazlarını, sabah namazlarını, beş vakit namazı camide kılmaya gayret edeceğiz. "E hocam, caminin hocasıyla biraz aramız kötü... Hoca biraz iyi değil!.." Tamam! Hoca nasıl olursa olsun; sen camiye gittin mi, sevabı alırsın. Sen hocaya bakma!..

Sabah ve yatsı namazlarını camide kıldı mı insan, gece gündüz ibâdet etmiş gibi sevap kazanır. O namaza münafıklar gidemez, uykusunu yenemediği için... Münafık durumuna düşmemek lâzım!.. Sabah ve yatsı namazlarını camide kılacaksınız; tamam...

"Sabah namazını camide kıldıktan sonra, oturup da Kur'an'la, evradla, dua ile, zikirle meşgul olursanız..." Güneş kaçta doğuyor?.. Diyelim ki, 7'de veya 6'da veya 5.5'ta... Yarım saat daha geçinceye kadar biraz meşgul olursanız; dualarla, zikirlerle, "Allah" diyerek, "Lâ ilâhe illallah" diyerek, Kur'an okuyarak, Yâsin okuyarak... "Sonra kalkıp iki rekât namaz kılarsanız, ne olur?.. Kabul olunmuş tam bir hac ve umre yapmış gibi sevap kazanırsınız." diyor.

Şimdi, hadis-i şerifler kuvvetli olduğu için, çok çok rivâyetler olduğu için, bu hadis-i şerifi size hatırlatıyorum.

Buraya geldiniz, haccın ve umrenin ne kadar zor olduğunu gördünüz. Masraflı olduğunu gördünüz. Sıcağını gördünüz. Kalabalığını gördünüz. Sıkıntısını gördünüz. Demek ki sabah namazlarında caminize gideceksiniz. Sabah namazından sonra işrak vaktine kadar --yâni kerahat vakti çıkıncaya kadar-- zikirle, Kur'anla meşgul olmaya kendinizi alıştıracaksınız. Sonra kalkıp iki rekât namaz kılacaksınız. Neden yapacaksınız?.. Çünkü Peygamber Efendimiz, "Bir hac ve umre yapmış kadar sevap alırsınız." diye müjdeliyor da ondan...

"E, Allah bu kadar kolay ibâdete, bu kadar çok sevabı verir mi?.." Şimdi bu soru da sorulabilir. "Acabâ mevzû bir hadis mi bu?.." Mevzû demiyor hadis alimleri, hasen hadis diyor. İmam Ebû Dâvud ve İmam Tirmizî, kitaplarında yazmış. Bir kere hadis sağlam... "Allah böyle mükâfat verir mi?.." Verir. "Nerden delilin?.." Bismillâhir rahmânir rahîm:

(İnnâ enzelnâhu fî leyletil kadr. Ve mâ edrâke mâ leyletül kadr? Leyletül kadri hayrün min elfi şehrin.)

Bak, Kur'an-ı Kerim'den delil getirdim. Kadir gecesi ne diyor Kur'an-ı Kerîm?.. (leyletül kadri) "Kadir gecesi (hayrün) daha hayırlıdır, daha kıymetlidir. (min elfi şehrin) Bin aydan daha hayırlıdır."

Demek ki, kadir gecesi bin aydan daha hayırlıymış. Bin ay ne kadar eder, kaç sene eder?.. Seksen küsür sene eder. Yâni, bir kadir gecesi, seksen küsür sene kadar kıymetliymiş. Demek ki, Allah bazen küçük şeylere büyük mükâfat veriyor.

(Men kale lâ ilâhe illallah, muhlisen dehalel cenneh.) Bu da sahih hadis-i şerif... "Lâ ilâhe illallah" diyen ihlasla, cennete girecek.

Sonra, başka bir sahih hadis-i şerif:

(Kelimetâni habîbetâni iler rahmân, hafîfetâni alel lisân, sakîletâni fil mîzân, sübhânallahi ve bihamdihî sübhânallahil azîm.)

"İki küçük kelime vardır; dile söylemesi kolaydır, mizanda ağır çeker, Allah çok sever: "Sübhânallahi ve bihamdihî sübhânallahil azîm." sözüdür.

"Sübhânallah, yeri göğü doldurur; elhamdü lillâh, yerle gök arasını kaplar." Böyle bildiriyor Peygamber Efendimiz...

"Lâ ilâhe illallah, cennete girmeye sebep olur."

Demek ki İslâm'da Allah'ın mükâfatları çokmuş. Adımına şu kadar sevap veriyor, zikrine şu kadar sevap veriyor...

Bir kez Allah dise aşk ile lisân,

Dökülür cümle günah, misli hazân!..

Yâni bu misallerden anlaşıldı ki, Allah büyük mükâfat verebiliyor. Demek ki, köyünüze gittiğiniz zaman, memlekete döndüğünüz zaman, bu hacılık evsafını kaybetmeyeceksiniz. Hacılıktan sonra, bu yoldan dönmeyeceksiniz.

Hacerül Esved'i öptünüz, uzaktan selâmladınız; Allah'a söz verdiniz, Allah'la musafaha yapmış gibi oldunuz. Hacerül Esved'i öpmek, Hacerül Esved'i selâmlamak; Allah'la musafaha yapıp, ona söz vermek demektir. Siz hacı oldunuz, Allah'a söz verdiniz. Allah yolunun erleri olacaksınız.

Sabah namazından sonra da böyle, ibadetlerinizi güzelce yapın; her gün bir hac ve umre sevabını alın!..

"--Hah, hocam! Mâdem bu böyle, iyi... Ben şimdi köyde akrabalarıma söyleyeyim. Bundan sonra onlar 1600-1700 dolar harcamasınlar... Sabah namazından sonra camide otursunlar, işrak vaktinde namaz kılsınlar; tam bir hac ve umre sevabını kazansınlar..."

Öyle yağma yok! Farzın yerini hiç bir şey tutmaz. Farz olan vazife, ille gelinerek burda yapılacak!.. Ama o farzdan sonra, insan köyüne gittiği zaman, o şeyi yaparsa, o sevabı alır. O da doğru...

Şimdi muhterem kardeşlerim! Gözüm böyle sol eliyle meşrûbat içenlere erişti. Ben biraz şakacı bir hocayım. Biz sol eliyle içenlere beşer riyal cezâ yazıyoruz; Hakyol Vakfı'na makbuz kesiyoruz. Kim hacı olduğu halde, sol eliyle içtiyse bu meşrûbatı; beş riyal cezâsını getirsin, ödesin!..

Allah hepinizden râzı olsun...

Soru:

Hacdan sonra Mekke dışına, mikata gidilerek umre yapılmaktadır. Şu anda yapılan umre mi sevap; yoksa, çok yapılan tavaf mı daha sevap?..

Cevap:

Peygamber SAS Efendimiz'le Hazret-i Aişe vâlidemiz geldiler Medine-i Münevvere'den... Hazret-i Aişe validemizin kadınlık mâzereti vardı. Umre yapamadı. Sadece ifrad haccına niyetlendi. Çok üzüldü. Hac bittikten sonra normal duruma geldi. Haccını yaptıktan sonra Peygamber Efendimiz'e dedi ki:

"--Yâ Rasûlallah! Herkes umresini de yaptı, sevabını kat kat kazandı. Ben sadece hac yapabildim, mâzeretim dolayısıyla umre yapamadım!.."

Yâni, aybaşı dolayısıyla, adet görmesi dolayısıyla yapamadığını öyle üzüntüyle söyledi.

Peygamber Efendimiz o zaman buyurdu ki:

"--Sen de git mîkat dışına!.. Ordan ihrama niyet et, şimdi bir umre yap!" dedi.

Demek ki, Hazret-i Aişe validemize böyle bir umre yapmayı emretmesi, hacdan sonra böyle bir umre olacağını gösteriyor.

Ama bazı alimler, bunu uygun bulmuyorlar, tasvib etmiyorlar. Çünkü, umre aslında bu mübârek mescidi ziyaret demektir. Bayağı zahmetli, masraflı bir şeydir. İstanbuldan kalkacaksın, uçağa bineceksin... Tavaf yapacaksın, sa'y yapacaksın, traş olacaksın; bir umre olacak. Yâni bu kadar ucuz değildir.

Burdan hemen git mîkata... İhrama gir... Yarım saatte tavafını tamamla... Sa'yini de yarım saatte tamamla... Birbuçuk saat içinde, hop bir umre... Kolay oluyor diye biraz şey yapıyorlar ama; Allah'ın lütfundan, rahmetinden ümit kesilmez.

Bu, Efendimiz'in Hazret-i Aişe validemize tavsiye ettiği cinsten bir şey olduğundan, herhangi bir şekilde umre yapmamış olan kimseler, böyle bir umreyi yaparak, umre de yapmış olarak gitsinler.

Bazı alimler bunu pek tasvib etmedikleri için, aleyhinde konuşmuşlar; bazı kitaplarda böyle şeyler yazılmış. Ama, yapılırsa olur.

Eğer bir kimse hac ve umreyi yapmışsa, sünnet-i seniyyeye uygun olanı, çok çok tavaf etmektir. O daha uygundur. Daha nizâmî olan şekil odur.

Ama bazıları kendisi için yapıyor umreyi... Babası için, dedesi için, sevdiği hocası için filân yapabiliyor. O da olur.

Soru:

Safâ ile Merve arası Mescid-i Haram dahili midir, değil midir?

Cevap:

Eskiden orası çarşıymış. Dükkânların arasında sa'yedermiş hacılar... Biz o günleri görmedik. Ama, o günleri görmüş yaşlı hacılar vardır belki içinizde...

Eskiden harici imiş, sonradan mescidle birleşmiştir. Aralarında duvar ve kapı kalmamıştır. Şu anda mescidin içi hükmüne girmiştir.

Allahu a'lem, ne olur bunun sonucu?.. Cünüb olan, hayızlı nifaslı olan kimse oraya da giremez. Hattâ, biraz daha dışındaki mermer kısmı da parmaklıklarla çevirmişler, orayı da mescide katmışlar.

Mescidler, ne kadar etrafındaki arazi ona katılırsa, büyür. Peygamber SAS Efendimiz'in mescidi sanıyorum 10'a 10 arşın ebatlı bir şeydi, ilk kurulduğu zaman... Bir arşın 60 cm desek, 6 ya 6 filân gibi bir şey... Biraz daha büyük de olabilir rakamlar... Küçük bir şeydi. Ama, orası büyüdü, burası büyüdü... Orası büyüdü, burası büyüdü... Şimdi kocaman, uçsuz bucaksız bir direk ormanı gibi, koruluk gibi bir şey oldu. Yemen'e kadar büyüse mesciddir. Kendisi Peygamber Efendimiz böyle buyurmuş. Yâni ilâve edilerek büyüse, Yemen'e kadar uzasa mesciddir.

Burda da Safâ ile Merve eskiden dışındaydı. Safâ ile Merve arasında medreseler vardı. Babüs Selâm, şimdi Mescid-i Haram'ın içinde kalmıştır.

7 Haziran 1993 - MEKKE