SOSYAL ÇALIŞMALAR

1. Soru:

--Bazı ağabeylerimiz ve kardeşlerimiz vakıf çalışmalarına maddî ve mânevî katkıdan geri duruyorlar; bu konuda ikaz edermisiniz?

--Hazret-i Ali Efendimiz'in bir sözü ile, bu ikazı yapmak istiyorum muhterem kardeşlerim! Hazret-i Ali Efendimiz buyurmuş ki: "Hiç kimseye iyilik etmedim, hiç kimseye kötülük etmedim."

Allah Allah!.. İnsan iyilik etmediyse kötülük etmiş olur. Kötülük etmemişse, hiç mi sadaka vermedi, hayır yapmadı mübârek Hazret-i Ali Efendimiz?..

Demek istemiş ki: "Yaptığım iyiliklerin sevabı bana gelecek; demek ki, kendime iyilik yapmışım!.. Yaptığım kötülüklerin vizr ü vebali, günahı bana gelecek; demek ki kendime kötülük etmişim!.."

Demek ki bu söze göre, bu nükte hatırınızda kalsın: Kim hayır hasenat yaparsa, aslında ahirete sevap transfer etmiş olur, hayır kazanmış olur; ahirette yüzü güler. Hayırlardan geri durmayın!.. Bak, ölümün çabuk gelebileceğini söyledik. Hayırlara gayretli olun! Allah yolunda hizmetiniz çok olsun!..

Allah-u Teâlâ büyük sevaplı işleri yapıp da, vefat ettikten sonra bile sevap kazanmaya devam etmeyi cümlemize nasîb eylesin...

2. Soru:

--Neden Türkiye'de müslümanlar parçalanmış, bölünmüş durumda, çeşitli gruplara ayrılmış durumda?.. Bu müslümanların aynı çatı altında birleşmeleri için çalışmalar yapılıyor mu?..

--Bu çok önemli bir konu... Hakîkaten müslümanlar kardeş oldukları halde, bir arada olmaları gerektiği halde ayrılıklar var... Ayrılıklar bir şey değil, farklı çalışmalar olabilir. Çünkü çeşitli ekoller vardır, mektepler vardır. Nasıl hukuk, siyasal, ziraat, veteriner filân oluyorsa; hattâ aynı fakülte muhtelif yerlerde oluyorsa, meselâ hukuk fakültesi İzmirde, İstanbul'da, Ankara'da filân oluyorsa; mekteplerin, eğitim görülen yerlerin farklı olması ayrılığa sebep olmamalı!..

Herkesin Kur'an'a sarılması lâzım!.. Allah'tan korkması lâzım!.. İslâm'ın emirleri bahis konusu olduğu zaman birleşmesi lâzım!.. Allah'ın emrini yerine getirmek, Allah'ın dinini yüceltmek, kâfiri defetmek hususunda herkesin birleşmesi lâzım!..

Buna çok muhtacız bu devirde... Ben de bugün neşredilen dergide aynı şeyi yazdım. Müslümanların hele şu günlerde, dört bir yanı düşmanlarla çevrili olduğu için, mutlaka küçük ihtilâfları bırakıp, birlik beraberlik içinde olması lâzım!.. Birbirleriyle uğraşmaması, birbirini engellememeğe uğraşması lâzım!..

3. Soru:

--Vahdet hakkında görüşlerinizi öğrenebilir miyiz?

--Vahdet, birlik beraberlik demek... Müslümanların birlik ve beraberlik içinde olması bugün en hayatî meseledir. Tabii vahdette, birlik ve beraberlikte bir ince nokta vardır; yanlış anlaşılmasın diye onu her zaman söylüyoruz. Hazret-i İbrâhim AS'dan misal vereyim:

Hazret-i İbrâhim AS Nemrud'un kavminden bir fert... Şehir halkı, bütün kalabalık Nemrud'a tâbî olmuş, İbrâhim AS hepsine karşı çıkıyor.

--Kim haklı?..

--İbrâhim AS haklı...

--Neden haklı; niye kalabalığa uymuyor, neden ayrılık çıkartıyor?..

--Birlik hakla beraber olmaktır, hakîkatle beraber olmaktır da ondan... İbrâhim AS birlikte, ötekiler tefrikada...

--Kim tefrikada, İbrâhim AS mı?..

--Hayır! İbrâhim AS vahdette, ittifakta, ittihadda; geriye kalan bütün şehir ahalisi, kâfirler, müşrikler hepsi tefrikacı...

--Neden?..

--Haktan ayrılmışlar da ondan... Tefrikacı onlar; ittifakçı, ittihadcı bu...

İbrâhim As hatırınızda kalsın diye ondan misal veriyorum. Büyüklerimiz kitaplarda bunu çok güzel yazmışlardır. Altı çizile çizile yazılmış, beyan edilmiştir. Birlik ve beraberlik, hakla beraberliktir. Kalabalıkla beraberlik helâk eder insanı...

İnsan kalabalıkla beraber oldu mu, mahvolur. Stadyumda beraber olacaksın, Kızılay'da beraber olacaksın, eğlence yerlerinde beraber olacaksın... Muazzez Abacı bir konser verecek oldu mu, stadyum tutuyorlar. Ama bir camiye bir mübarek hocaefendi gelse, iki saf insan gelmiyor meselâ... Kuru kalabalığın hiç kıymeti yok... O kuru kalabalık sirke sineğine benzer. Hangi sirkeyi koyduğun zaman, meydanda sinekler olur; hiç kıymeti yok... Onlar biraz sonra ölürler, sapır sapır kenara serilirler. kalabalığın hiç kıymeti yoktur. Birlik ve beraberlik, hakla beraber olmaktır.

Onun için, nerde hak varsa, haktan yana olacak!.. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:

(Zül meal hakkı haysü zâle) "Hak nereye giderse hakla beraber ol!" Bunları ben makalelerde yazdım, herkes bilsin, öğrensin diye... Birlik ve beraberliğin kanunlarını bilsin diye, öğretmek için hadis-i şeriflerden misal aldım.

Peygamber Efendimiz diyor ki: "Hak nereye giderse hakla beraber ol!" Yenimahalleye gitti, Yenimahalle'ye git!.. Hacıbayram'a geçti, Hacıbayram'a git.. Keçiören'e gitti, Keçiören'e git!.. İlle Yenimahalle'de kalacağım, ille şurda kalacağım deme, hak nerede ise hakla beraber ol!.. Bulunduğun yerden hak ayrılmışsa, ordan sen de ayrıl!.. Hakkın eteğine yapış, hakla beraber ol; bir kişi bile olsa... O zaman kurtulursun. Yoksa koca kalabalığa, koca kavme uyarsan, yandın!..

--Herkes plaja gidiyor, biz gitmeyecek miyiz?

--Gitmeyeceksin!..

--Herkes eğlenceye gidiyor, biz gitmeyecek miyiz?

--Gitmeyeceksin!..

Hakla beraber olacaksın!.. Vahdetin esrarı ve kanunları budur.

4. Soru:

--Arkadaşımızın hidâyete ermesi için hayır duanızı bekliyoruz. Ne tavsiye edersiniz?

--Allah bütün şaşıranlarımıza hidâyet eylesin... Onların da anaları, babaları müslümandı. İşte bu küfürle imanın harbinde şaşırıyorlar, sapıtıyorlar. Allah şaşıranları doğru yola çeksin... Bize de onları doğru yola çekme hususunda şeref nasib etsin... O şeref bize ait olsun... Çünkü, "Senin elinle bir insanın hidâyete gelmesi, dünyanın içindeki her şeye sahib olmaktan senin için daha hayırlıdır." diye Peygamber Efendimiz'in hadis-i şerifi var... O bakımdan biz insanları çekip çekip doğru yola getirmeğe çalışacağız. Nasihatle, tatlılıkla, kalbini kazanarak, politika yaparak... Nasıl politika yapacağız?..

Bir arkadaşımız anlatıyor: "Ben filanca kimseyi doğru yola çekmeğe niyetlendim, kafama koydum. O da futbola çok meraklıydı. Sırf onu doğru yola çekmek için kaç defa futbol oynadım." diyor. Oynamış, oynamış; ondan sonra o kimseyi doğru yola çekmiş, derviş yapmış hattâ... Şimdi iyi bir insan maşaallah... Yâni, doğru yola girmesine vesile olmuş.

Bizim silsilemizde adı geçen Şeyh Yusuf-u Hemedânî KS Hazretleri, doksanbin mecûsîyi müslüman etmiş. Mübarekler nasıl büyük insan oluyorlar!.. Allah hidâyet ediyor ama, çalışıyorsun, sen vesile oluyorsun, sevabı sana geliyor. Hidâyeti Allah veriyor ama, --tabiri câizse-- çalışana komisyon geliyor.

O bakımdan, Allah hepimizi dini yaymaya çalışmakta yüksek gayretli eylesin...

5. Soru:

--Müslümanım deyip de bizi çok aşırı bulan, hanımlarla el sıkışan akraba ve komşulara gitmeğe çekiniyoruz. Nasıl yapmalıyız?

--Biz biraz böyle İslâm'a uygun, Allah'ın rızâsına uygun yaşamak istiyoruz diye hakîkaten akrabadan, eşten dosttan bazı kimseler bizi aşırı buluyor. Elini uzatıyor, sıkmayınca da kızıyor. "Bu kadar gerici olma!" diyor. Sen niye bu kadar ileri gidiyorsun?.. İslâm'da el sıkmak yok ki!.. Peygamber Efendimiz, ashabın hanım olanlarıyla bey'at alırken bile el sıkmamış. El sıkmak yok işte, bizim töremiz böyle...

Bunu tatlı tatlı anlatmak durumundayız. Biz şimdi hakîkaten İslâm'ı unutmuş bir toplum içinde bulunuyoruz. Bizim problemimiz var... Tabii, her devrin müslümanının problemi vardır. Biz problemlerimizi güleç yüzle, tatlı tatlı, yumuşak yumuşak anlatmak durumundayız. Anlattığın zaman, anlıyor. Hiç olmazsa, gülerek söylediğin zaman kızmıyor. Birisine bir tokat vursan, gülsen; güldüğünü görünce, o sana kızmaz. Şaka yapmış demek ki der. Tabii, böyle bir şakayı tasvib etmiyoruz da... Tebessüm karşı reaksiyonu engelliyor. Mütebessim olarak tatlı tatlı, yumuşak yumuşak söylersek, biraz da şakaya bulaştırırsak iyi olur.

"Amcacığım, kusura bakma! Ellerinden öperim, ayaklarından öperim ama, Allah'ın emri böyle olduğundan, beni hoş gör!.. İşte ben de böyleyim, ne yapacaksın..." filân diyerek, nâme yapıp bir takım tatlı sözlerle gönlünü alıp, yine de yolunda yürümeli insan...

Benim hayatımda karşılaştığım, bu hususta sonuç almış güzel misaller var... En azılı muhalifi için, "Yumuşak davran, hem fikrini söyle, hem de ona sevdiğini söyle!" diye tavsiye etmişimdir kardeşimize... Sonunda onu yumuşatmıştır, hacca gitmeye râzı etmiştir.

Onun için, hem fikrimizden, Allah'ın emirlerinden fedâkârlık yapmayacağız. Hem de yumuşak bir tarzda, karşı tarafa fikrimizi anlatacağız. Adam bluejean pantolon giyiyor, adam saçlarını omuzuna kadar uzatıyor, bıyıklarını aşağı kadar sarkıtıyor... O öyle yapıyorsa, beni de kendime göre törem bu... Japon şöyle yapıyor, İngiliz böyle yapıyor... Ruslar, erkekler karşı karşıya geldiği zaman dudaktan öpüşüyor. Sıhhate uygun değil bu... Gayri sıhhî gayr-i ahlâkî bir şey...

Bizim töremiz de, biz müslümanız. Bizim her şeyimiz böyledir; hanımız örtülüdür, hanımlar erkeklerle el sıkmaz. Erkekler kadınlar ayrı oturur. Peygamber Efendimiz böyle emretmiş, böyle tavsiye etmiş. "Yâ Fâtıma! Perdenin arkasına çekil kızım, yanımda başkaları var!.." demiş. Peygamber Efendimiz ashabıyla kızının evine gittiği zaman, haremlikli, selâmlıklı oturuyorlarsa, biz de otururuz; ne var yâni?..

Bu bizim töremizdir, biz böyleyiz deriz, olur biter. Başından söyleriz. Dananın kuyruğu başından kopar, ne olacaksa olur. Ondan sonra beğenen beğenir. Zâten herkese ziyarete gitmek de doğru değildir. Bir mahalleye gittin; bütün komşuları ziyarete gitmek, bütün komşuların evine gelmesi doğru değildir. Seçeceksin, tane tane etrafındaki arkadaş grubunu oluşturacaksın. "Filânca insan iyi insan, hanımı iyi insan... Ben şunlarla ailevî ziyaretleşmeyi tesis edeyim!.. Aman, filâncadan sakınayım!" diye bir çalışma içinde olacaksın.

Fedâkârlık yapmak yok, tatlılıkla iknâ etme metodu var...

6. Soru:

--Tatil için köye gitmeyi düşünüyoruz; ne tavsiye edersiniz?

--Allah sıhhat afiyetle gidip, huzur ve saadetle gelmek nasib etsin... İyi tatiller nasib etsin... Gittiği yerde İslâmî hizmetler, tebliğ irşad çalışmaları yapmasını, etrafını biraz uyurmasını, uyandırmasını tavsiye ederim. Büyük şehirden gelen insanlar tecrübesini oralara taşımalı, oralarda da İslâmî çalışmalar gelişmeli!..

7. Soru:

--Fakültedeki hanım kardeşlerimizin başörtüsünden dolayı hakları engelleniyor; ne yapmamız lâzım?

--Haklarını korumak için çalışmaları lâzım!..

Her hadis-i şerif güzel de, bir hadis-i şerif çok hoşuma gidiyor: Bir insanın malını korumak için, canını korumak için uğraşması... Dağbaşında meselâ, harâmî yolunu kesmiş, çekmiş tabancayı, "Ver parayı!" diyor.

(Men kutile dûne mâlihî fehüve şehîdün) "Malını korumak için savaşırken ölse, şehiddir. (Ve men kutile dûne demihî fehüve şehîdün) Canını korumak için savaşırken ölse, şehiddir." diyor.

Canını kurtarmak için uğraşmayı anlıyor da insan; demek ki, malı bile vermeyeceğiz. "Vermiyorum yâ, Allah Allah!.." diyebileceğiz. Yerine göre tabii...

Hadis-i şerifin bize verdiği ruh önemli!.. Hakkını koruyacaksın yâni... Hakkını korumak için, malını korumak için mücadele edeceksin. "Yâhu amma nekes adammış, malını vermemek için öldü boş yere!.." diyebilirler ama, öyle değil... Öbür adam bunun karşısına çıkıp, o harâmîliği yapmayacaktı, yolu kesmeyecekti. Bunun müdafaası meşrûdur. O meşrû müdâfaa esnasında ölürse, şehid oluyor.

Siz de hukukunuza sahib olun lütfen!.. Çünkü insanın hürriyeti en güzel şeydir. Haklarını insanın takib etmesi, bilmesi, koruması, kollaması lâzım!..

8. Soru:

--Okulumuzdaki başörtülü hanımlar, biz erkeklerden onlarla ilgilenmediğimiz için şikâyet ediyorlar. Bu durumdan yararlanan radikal denen bazı kimseler, hanımlarla ilgilenerek onları yönlendiriyorlar. Ne buyurursunuz?

--Bir müslümanın bir müslümana yardım etmesi boynunun borcudur. Hadis-i şerifler çoktur bu hususta, bir sürü hadis-i şerif okuyabiliriz:

(Elmüslimü ehul müslimü lâ yazlimuhû) "Müslüman müslümanın kardeşidir; zulmetmez ona... (ve lâ yahkiruhû) Hakaret etmez ona... (ve lâ yahzulühû) Yardımsız bırakmaz onu..."

Yardımsız bırakıyorsan, ötekisi de elinden tutuyorsa; elinden tutana aşkolsun, sana yuh olsun!..

9. Soru:

--Beyler hizmete koşarken evlerini ihmal ediyorlar. Bu konuda ifrat ve tefrit nedir, sınır nedir?

--Bizim kardeşlerimizin bir kısmı çok koşturur hakîkaten... Anadolu'ya gider, kasabaları gezer... Veyâhut toplantı olur; pazartesi gün toplantı, cuma günü toplantı, cumartesi gün toplantı, pazar toplantı... Evde hanım bekler, bey gelecek. Saat bir olur, iki olur; yok... "Hay Allah! Yine gelmedi..." Tabii bu bir kere olursa, iki kere olursa, haftada bir gün olursa, iki gün olursa; tamam... Ama, hanım beyi tanıyamayacak, bey çocuklarını tanıyamayacak, "Bunlar benim çocuklarım mıydı?" filân diyecek kadar çok olursa; tabii, o zaman hanım haklıdır.

Çünkü, hadis-i şerifte buyruluyor ki: "Senin üzerinde senin vücudunun hakkı var, senin eşinin hakkı var, senin Rabbinin hakkı var..." Rabbimizin hakkı sonsuz da, Efendimiz böyle söylüyor. Hakların taksimine müsaade etmiş Rabbimiz... Bedenine karşı vazifeleri olduğuna ve onunla ilgilenmesine müsaade etmiş... Hanımına karşı vazifeleri olduğuna ve onunla ilgilenmesi gerektiğine müsaade etmiş. Her hak sahibine hakkını ölçülü olarak vermeyi, Ebüd Derdâ RA'a Peygamber Efendimiz tavsiye ediyor, Selmânül Fârisî ile bu konuda aralarında olan tatlı ihtilâftan dolayı...

Selmânül Fârisî onun evine gittiği zaman gördü ki, Ebüd Derdâ RA dünyayı terketmiş, pejmürde... Hanım pejmürde, ev perişan... İbadetten başka bir şey yapmıyor. Uyku yok, durak yok, yemek yok, içmek yok, oruç var... Onun üzerine, ölçülü olmayı tavsiye etti Selmânül Fârisî... Ötekisi de şikâyet etti:

"--Yâ Rasûlallah! Selman benim eve misafir geldi ve beni alışmış olduğum mutad ibadetlerimden alıkoydu. Nafile orucumu bozdurttu, gece uyku uyutturdu bana..." dedi.

O zaman Peygamber Efendimiz, Selman'ı haklı buldu. "Selman haklıdır. Senin üzerinde ailenin hakkı var, çoluk çocuğunun hakkı var... Bedeninin de bir hakkı var; uyku uyuyacak, dinlenecek... Rabbine karşı ibadet borçları da var..." dedi. Her hakkı sahibine ölçülü olarak vermesini tavsiye etti.

Biz de bu ölçülerle bağlıyız. Ebüd Derdâ RA gibi, biz de görevlerimizi taksim etmeliyiz. Çoluk çocuğumuza karşı görevimiz var... Şu kitapları biz okumazsak kim okuyacak evde?.. Çocuğu yetiştirmemiz lâzım!.. Hanımı yetiştirmemiz lâzım!.. Hanımlar umumiyetle beyler kadar İslâmî bilgileri alabilmiş değillerdir. Camiye gidebilmiş, hutbeyi vaazı dinleyebilmiş değillerdir. Hanımlarımızı yetiştireceğiz, çocuklarımızı yetiştireceğiz.

Tabii, eş ve zevce olmak dolayısıyla o bize vefâkâr, bağlı ve fedâkâr, evimizin işlerini gören bir kimse olduğu için, onun da problemleri olabileceğini, rûhen sıkılacağını filân düşünerek çâreler arayacağız. Onların da gönlünü hoş etmeğe dikkat edeceğiz. Çünkü ailenin reisiyiz.

Sonra bir şey var: Toplantı yapıyoruz, vakıf toplantısı, bilmem ne toplantısı... Toplantının başlangıcı başlıyor da, freni yok, sonu yok... Saat oniki, yarım, bir, birbuçuk, iki... Bıraksan sabaha kadar devam edecek. Metodlu çalışmaya ve iş bitirmeye alışmalıyız.

Haftanın günlerini ayıralım. Hanımlar da, beylerin Allah rızâsı için hizmet yaptığını, müslümanlığa faydalı çalışma yaptığını bilerek müsterih olsunlar ve onlara destek olsunlar!.. "Hadi ben sabredeyim, sen de o hizmeti yap! Ben de sana kolaylık gösterdiğim için, sevabın bir kısmı da bana gelir." diye düşünmeleri uygun olur. Ölçüsü bu...

10. Soru:

--Günümüzde İslâm adına mücadele ettiğini iddia eden birçok grup var... Bunlar yaptıkları her şeyi cihad içine sokuyorlar. Yaptıklarının eleştirilmemesi için bu cihad kelimesinin arkasına sığınıyorlar. Bazan da bu kelimenin mânâsını çok kısır hale getiriyorlar. Bu konuda ne buyurursunuz?

--Elcevab, doğrudur. Hakîkaten öyledir derim. Herkes, yaptığı iş kendi nefsi için bile olsa cihaddır iddiasında... Peygamber Efendimiz'e soruyorlar:

"--Kim Allah yolunda cihad edendir?"

"--Allah yolunda kimin cihad ettiğini Allah daha iyi bilir." buyuruyor.

Yâni, kalblerine göredir, niyetlerine göredir. Yapılan işlere göredir. Yapılan işlerin planına, programına, istikametine göredir. Cihad olur, Allah yoluna hizmet olur veyahut müslümanlara köstek olur, engel olur, zarar olur... İkisi de olabilir. Allah şaşırtmasın bir kimseyi!..


POLİTİKA

1. Soru:

--"Hürriyet olursa, müslümanlar artar." dediniz, Türkiye'de hürriyet var mı?

--"Türkiye'de hürriyet yok!" desek, yalan... "Var!" desek, bu tatmin olmayacak, haklı tarafları var... Yâni, hürriyetin olduğu taraflar var, olmadığı taraflar var; aşikâr bir şey... Bunun dâimâ münakaşasını yapıyoruz. Yazıyoruz, çiziyoruz, "Şurda haksızlık var, şunu düzeltin!" diyoruz. Bazı eksik tarafları var... Tam hürriyet olsa daha çok gelişiriz. Sıkıldığı için biraz zorlanıyoruz.

Kur'an kursu açtık diye kızıyorlar, camide toplandık diye kızıyorlar... Sakal bıraktık diye kızıyorlar, başı örttük diye kızıyorlar... Bunlar birer baskı... Bunlar olmadığı zaman daha rahat edeceğiz, o muhakkak...

Arkadaşımız kısmen haklı... Kısmen de elhamdü lillâh dememiz lâzım yine... Beterin beteri var... Meselâ Bulgaristan'da, silâhı alıyor, köye geliyor, "Adını değiştireceksin!" diyor. değiştirmeyeni öldürüyor, hapse götürüyor... Rusya'da hâkezâ... Başka yerlerde çeşitli zorluklar oluyor.

2. Soru:

--Devlet nedir? Bizim bugünkü devlete bakışımız nasıl olmalıdır?

--Devlet yönetimdir. İnsan toplumunun yönetimdeki mekanizmasıdır. Bizim devlete bakışımız Osmanlı zamanında tereddütsüz idi. Çünkü, amaçlar tamamen Kur'an-ı Kerim'le, İslâm'ın imanı ile aynı istikamette idi. Tabii, şimdi lâik devlet olunca bakış biraz değişiyor. Ama, aslında lâik devlet demek, bazısına göre devletin dînî kurallara göre idare edilmemesi demek; bazısına göre de, devletin içindeki fertlerin inançlarına müdahale etmemek, sadece hizmet etmek, inançları kendi şahıslarına bırakmak demek...

Onun için, lâiklik anlayışı üzerinde karşı tarafa savunmada bulunup, "Mâdem ki halkımızın çoğu müslümandır. Devlet de hizmet müessesesidir. O halde hizmetini yapsın! Lâikliğin gereği budur." diye hakkımızı aramamız lâzım!..

3. Soru:

--Günümüzde demokrasiyi en iyi yol, kurtuluş yolu gibi göstermeye çalışan ve halkın kafasını karıştıran kimseler var; bu konuda siz ne dersiniz?

--Demokrasi demek, halkın idaresi demek... Halkın idaresi demek, halkın fikri demek, halkın reyi demek ama, halk ne düşünüyor?.. Hayır düşünürse, iyi; şer düşünürse, kötü... Bir o bakımdan İslâmî değil bu... "Kendi bildiğine varan ya davulcuya varır, ya zurnacıya!" derdi bizim dedelerimiz... Halk kendisi bir şey düşünüyor; doğru mu düşünüyor, yanlış mı düşünüyor?.. Allah'ın emrini bulacak, kendi kafasından bir şey mi koyacak ortaya?.. O bakımdan doğru değildir.

Sonra İslâm'da bazı insanların sözü düşer. Bazı insanların şahitlik yapmağa bile hakkı olmaz. Bir iki defa kusurlu davranış yaptığı zaman, şahitliğini bile kabul etmez kadılar... Güvenilir bir insan değildir diye... Böyle güvenilir olmayan insanların reyine devleti verirsen, o zaman devlet nâehil insanların eline geçer. İyi insanların elinde olması gerekirken...

İslâm'da ehl-i hall ü akd denilen, eşraftan, takvâ ehli alimlerden, fâzıllardan müteşekkil bir grubun söz hakimiyeti esastır.

4. Soru:

--Bizi yönetenler bize zulmetmektedirler. Örnek olarak; fikri için zulmedenler, başörtüsü taktığı için zulmedenler vs... Bunlara destek olan müslümanların defterlerine günah yazılır mı?.. Ayrıca bunlara az da olsa sevgi besleyenler, ahirette bunlarla beraber olurlar mı?..

--Zalime destek olan, zalimin yaptığı zulmün bütün veballerine ortak olur. Mutlaka olur. Ortak olunca o zalimin vebali azalmaz, aynısı buna da gelir. Kim sebep olmuşsa, destek olmuşsa... Ben bunu dergilerde yazdım, çok öncelerden yazdım, ikaz ettim.

Onun için zalimi destekleyemezsiniz. Bak, "Tebessüm bile etmeyin!" diyor. Desteklemek değil, tebessüm bile caiz değil... Onlara muhabbet duyanlar onlarla olur mu?.. Olur, o tehlike de var...

Zalimi sevmeyin; mazlumu sevin!.. Müslümanı sevin, dürüst insanı sevin, doğru insanı sevin!.. Adaletli insanı sevin, hakkı tutan insanı sevin!.. Sevecek bir şey mi bulamadınız?..

5. Soru:

--"İslâm'ı yaymak için, vasıtanın da İslâmî olması gerekir." deniliyor. Bu durumda particilik caiz olur mu?

--İslâm'ı yaymak için, vasıtanın İslâmî olması gerektiği doğru... Haramla olmaz bu iş!.. Yalnız İslâm'da particilik, müslümanların hizip hizip olup birbiriyle çekişmesi, tefrika olması bakımından yasaktır. Fakat şimdi Türkiye'de bazı kanunlar çıkartılmış, bu kanunlara göre yürüyor işler... Bu kanunları dinlemeden bir şey yapamazsın. Polis gelir, savcı gelir, hakim gelir, mevcut mekanizma işler.

Şimdi bu mevcut şartlar içinde, yapılması gereken hayırlı tedbirler neyse onları yapıp yürümek lâzım!.. Bu mânâsıyla mevcut şartlara göre, uygun olan bir çalışma tarzı tutturmak bir mahzur değildir. Bu mânâda insanın çalışması, meydanlarda hakkı söylemesi, insanları doğru yola çekmeğe vesile olması bakımından parti çalışması yapılması caizdir. Çünkü, tebliğ vesilesi oluyor, hakkı söylemeğe çalışıyorsun.

Müslümanların parça parça olup birbirleriyle çekişmesi doğru değil ama, mevcut bir kanûnî nizam içinde, konuşma ve tebliğ etme vasıtası olarak bu yol açık olduğuna göre, bu yolda çalışmakta bir mahzur yok... Buna haram diyemeyiz, çünkü hakkı söylüyorsun. Yalnız, söylenilen şeyler İslâm'a, hakka, Allah'ın rızâsına, hadis-i şerife uygun olacak!..

6. Soru:

--Siyâsî partilere oy verilmesi ve meclise gidilmesi İslâm'a ters düşmez mi, şirk değil mi?..

--Hayır, şirk değildir. Şirk, Allah'a ortak koşmak demektir.

Siyâsî partilere oy verilmesi, bir iyi insanı seçip yönetime getirmede araç olabilir. Adetâ bir çeşit istişaredir seçim... "Kimi istiyorsanız seçin!" diye istişarede fikrini söylemektir. Sen de fikrini söylersen, bu İslâm'a uygun olur. Söylemezsen, İslâm'a ters olur.

--Ama hepsi birbirinden berbat!..

--O zaman doğrusunu sen koy! Sen çık da bizi de kurtar, biz seni destekleyelim. Dürüst insan çıksın ortaya...

Birisini seçeceksin. Seçmemek de çare değildir, oy vermemek de çare değildir. Oy vermek mecburiyettir, dînî mecburiyettir benim âcizâne kanaatime göre... Çünkü, sen oy vermediğin zaman, öbür taraf baskın gelip hiç istemediğin bir insan çıkabiliyor. Katılmıyorsun, o zaman bakıyorsun: "Aaa, şu kadar oy farkıyla çıkmış bir edepsiz, hırsız kimse... Sen oy vermediğin için oraya çıktığından, onun vebali sana da gelir. Vermediğin için de gelir. Bu iş böyle...

7. Soru:

--Parti kurup politikaya atılacağınız konusunda çeşitli spekülasyonlar var; bu konuyu açıklığa kavuşturur musunuz?

--Şimdi, müslüman olarak her kişinin toplumuyla ilgilenmesi, içinde yaşadığı toplumu düzeltmeye çalışması gerekir. Bu düzeltme, her yönlü çalışma ile olur. Ben şahsen önemli çalışma olarak, kültürel çalışmayı görüyorum. Dergiler çıkartıyorum, kitaplar neşrediyorum. Konferanslar veriliyor, daha başka çalışmalar yapıyoruz. Radyo televizyon kurmağa çalışıyoruz, yayınlar yapmağa gayret ediyoruz. Kurslar kurmuşuz, okullar kolejler açmışız. Böyle çalışmalar yapıyoruz.

Tabii, bunları yapmak başka çalışmaları yapmamak mânâsına gelmez. Toplumun bünyesini kuvvetlenmesi ve her yönden iyi duruma gelmesi için elimizden gelen her şeyi yapmamız lâzımdır. Kanunlara göre de seçme ve seçilme bir hak, aynı zamanda bir ödevdir.ÊSeçim sandığına gitmeyene cezâ da yazıyorlar.

O halde, politika sahasında müslümanların çalışması normaldir. Nitekim, İslâm'dan bahseden, İslâm'a hizmet etmek istediğini söyleyen politikacılar vardır. Konuşmasını bu tarzda yapan insanlar vardır. Demek ki, parti kurulabilir, politaka yapılabilir. Eski diyânet işleri başkanı Gümüşhâneli Lütfi Doğan benim talebemdir. İlâhiyattan mezundur. İşte politikanın içindedir, aynı zamanda mutasavvıftır. Reisicumhurluğa bile adaylığını koydu, görüyorsunuz.

Politikayı toplum çalışmalarının yegâne hizmet şekli olarak görmüyorum; küçük bir bölümü olarak görüyorum. Kültürü ve eğitim çalışmalarını daha önemli görüyorum.

8. Soru:

--Peygamber Efendimiz Hazretleri:

(Len yüfliha kavmün vellev emrahüm imraeten) "İşlerini bir kadına havale eden, başlarına bir kadın geçiren bir kavim iflâh olmayacaktır." buyurmuş. Bir kadın başbakan oldu, şimdi biz ne yapalım?

--Bir teselli noktası vardır ki, başında cumhurbaşkanı vardır. Yine erkekte olmuş oluyor yetki...

Kadının başa geçmesinden önce, mü'minin, ihlâslının, imanlının, kabiliyetlinin, hakîkaten o işi haketmiş insanın geçmesi lâzım!..

Başka bir hadis-i şerifte buyruluyor ki:

(İzâ vüssedel emru ilâ gayri ehlihâ fentezıris sâah) "İşler ehil olmayanlara verildiği zaman, kıyametin kopmasını bekleyin!"

Koptu kopacak işte... İşler ehline verilmiyor çünkü... Her işin ehline verilmesi lâzım!.. Aranacak, taranacak; en ehil insan kimse, o işin başına geçirilecek. "Nâehiller geçtiği zaman, kıyametin kopmasını bekleyin!" deniliyor, asıl mesele odur.

9. Soru:

--"Yöneticisi kadın olan bir topluluk iflâh olmaz!" hadis-i şerifi sadece o zamanki İran'a mı aittir? Bu hadis-i şerifi nasıl anlamamız lâzım?

--Hadis-i şerif öyle bir zamana mahsus olarak yorumlanmaz. Ayet-i kerimeler de öyledir; sebeb-i nüzûl özel bile olsa, hüküm umûmîdir. Sebeb-i vürûd-u hadiste de aynı şey vardır. Hükmü husûsî diye düşünmeye gerek yoktur.

Kadının duygusal yönü kuvvetlidir. O bakımdan erkekten biraz farklıdır. Anne olarak yaratılışında farklılıklar vardır. Zaafları vardır. O bakımdan yöneticilik yapmaları pek uygun olmuyor. Yöneticinin kâmil olması gerektiğinden, sağlam ve tam dirayetli olması gerektiğinden dinimiz onu uygun görmemiş.

10. Soru:

--Bosna'da camiler dozerlerle yıkılmağa başladı. Müslümanlara saldırı, kadınlara tecâvüz, çocuklara işkence... Müslümanları yok etmek isteyen bir hristiyan alemi... Ne yapacağını bilmeyen bir millet ve devlet... Bu suskunluk doğru mu?..

--Suskunluk doğru değildir. Mutlaka ve mutlaka her edepsizliğin bir cevabının, karşılığının verilmesi lâzım!.. Protestosunun yapılması lâzım, unutulmaması lâzım!.. Şimdi bir şey yapılamıyorsa, zamanını kollamak lâzım!..

Hiç bir şey yapılamıyorsa bile protestolar, toplantılar yapılmalı; yazılar yazılmalı... Neler yapabileceğini herkes kendisi düşünüp, bir şeyler yapmağa çalışmalı!..


SAVAŞ

1. Soru:

--Stratejik Araştırmalar Enstitüsü'nün tahminine göre, bu ağustosta (1993) savaş çıkabileceği söyleniyor. Bu konuda ne yapmamızı tavsiye edersiniz?

--Stratejik Araştırmalar Enstitüsü bir Amerikan araştırma kurumudur. Bu kurumlar olması muhtemel olan şeyleri incelerler, "Onlara karşı ne yapmak lâzım?" diye planlar hazırlarlar. Her inceledikleri şey ille olacak mânâsına değil... Ama baktık ki, adamlar Balkanlarda savaş çıkacak diye ciddi ciddi tahminlerde bulunuyorlar. Biz de onun üzerine muhtelif bakanlarla, müsteşarlarla, eskiden devlet hizmetinde bulunmuş kimselerle istişareler filân yapmıştık. Ağustos ayı (1993) savaş çıkması beklenen, dedikodusu yapılan bir ay idi.

Şimdi de bakıyoruz: Şu karakola saldırdılar, bu kadar asker öldürüldü. Dağlarda şöyle hareket oluyor, Iğdir'da böyle oluyor. Ermenilerin tarafından PKK Türkiye'ye şöyle sızıyor. Büyük şehirlerde şu hareket, bu hareket... Hakîkaten adı terörle mücadele filân ama, bayağı savaş oluyor. Bayağı bir savaş var her yerde... Tütün deposunu yakmışlar, bilmem kaç milyar lira ziyan... Bu paralar kolay toplanmıyor ki... Fakirin fukaranın hizmetine harcansa, ne kadar kimse memnun mutlu olacak, memleket zenginleyecek.

Ayrıca muhtelif laflar da var yine... Amerika'nın eski Türkiye büyük elçisi: "On yıla kadar Türkiye, zayıf veya bölünmüş bir Türkiye olacak!" filân gibi laflar geveliyormuş. Anlaşılıyor ki, heriflerin maksadı Türkiye'yi bölmek veyahut zayıflatmak!.. Bölünmese bile, nefes almaya mecali olmayan fakir bir ülke haline getirmek... Ormanlarını yakmak, mahsullerini perişan etmek, halkı birbirine düşürmek...

Meselâ, Sivas olaylarında da başbakan çok net olarak söylüyor, "Tahrik var!" diyor. Gerçekten de, muazzam bir tahrikle, zorla taşımışlar insanları... Biz ölüyoruz diriliyoruz, "Müslümanlar kardeştir. Kur'an'a sarılın, kardeşliğinizi unutmayın!" diye insanları bir araya getirmeye çalışıyoruz; adamlar ihtilafları körükleyip, sünnî alevî diye müslümanları birbirine düşürüyorlar, memleketi içerde bir savaşla zayıflatmak istiyorlar. Bu çok net olarak görülüyor.

Birkaç tane densize söyle, gitsin filânca yerde bir nâra atsın, bağırsın, çağırsın; kavga çıkar. Senin evine birisi gelse, aşağıdan cama taş atsa, "Heyt, ulan! Çık dışarıya, bilmem ne..." dese ne yaparsın?.. "Kim bana ulan diyormuş?" diye sen de aşağıya inersin. Tahrik işte bu!.. Şimdi bağıran da mı kabahat, aşağı inende mi?..

Böyle şeyler oluyor. "Hakîkaten de zenginliyor." dediğimiz, "Büyük bir ülke oluyor." dediğimiz; "Balkanlar'dan Orta Asya'ya kadar Türkler birleştiği, müslümanlar işbirliği yaptığı zaman, önümüzdeki asır inşaallah bizim için iyi olacak!" dediğimiz sırada, adamlar bu sefer döndürdüler işi, "Türkiye devam eder mi etmez mi?.. Bütünlüğü korunur mu, bölünür mü?.. Kuvvetli mi olur, zayıf mı olur?" demeye başladılar.

Yeltsin geliyor Yunanistan'la anlaşma yapıyor. Sırplar Yunanlılarla ittifak yapıyorlar. Ermeniler PKK'yı destekliyorlar. Ne görünüyor net olarak?.. Yâni Türkiye'ye verebilecekleri kadar zarar vermek istiyorlar.

Şimdi bunların karşısında ne yapmak lâzım?.. Bir kere dua ve temenni ediyoruz ki, müslüman halkımızın arasında fitne çıkmasın!.. Hiç olmazsa, birbirlerini kırmasınlar, birbirlerine kırılmasınlar!.. İlk temenni ettiğimiz bu...

İkincisi: Her türlü kötü ihtimali düşünüp tedbiri almaktır. Olmaz ama, şairin sözü çok hoşuma gidiyor:

Hâzır ol cenge, eğer ister isen sulh ü salâh!

"Sulh istiyorsan, cenge hazır ol!" diyor ya... Onun için çok kuvvetli hazırlanmamız lâzım!.. Şahsen hazırlanmamız lâzım!.. Evimizin kapısını, penceresini, parmaklığını ve sâiresini sağlam mı değil mi diye elden geçirmek lâzım!.. Oturduğumuz mahalle bozuk mu, sağlam mı; ölçmek, biçmek lâzım!.. "Komşularla aramız iyi mi, değil mi; yarın gürültü koptuğu zaman --kurt dumanlı havayı severmiş-- bize bir zarar vermek isteyen olur mu?" filân diye her şeyi hesaplamak lâzım!.. Emniyeti sağlamak lâzım!..

Şahıs emniyetini sağlamanız lâzım, evin emniyetini sağlamanız lâzım, mahallenin emniyetini sağlamanız lâzım!.. Rus, Yunan şurdan gelir, burdan çıkarsa ne yapmak gerekir diye tedbir almak lâzım!.. Sivil Savunma Teşkilatlarıyla konuşup, "Harp çıkarsa ben ne yapabilirim?" diye sormak lâzım!.. Adamların gelip size anlatması lâzım ama, sizin gidip onlara sormanızı tavsiye ederim.

Bir de, herhangi bir olağanüstü durum olursa, birisi yaralandı mı nasıl tedavi olur?.. Sular zehirlenirse, su nerden elde edilir?.. Elektrikler kesilirse, ne yapılır?.. Havadan zehirli gaz atılırsa nasıl korunulur?.. Bunları öğrenmek lâzım!..

Biz onun için, sivil savunma ile ilgili bir kitap hazırlıyoruz. "Bu gibi durumlarda hayatı korumak ve devam ettirmek için ne gerekir?" diye halkımıza bir el kitabı verelim diye düşünüyoruz. Ama, bunu siz şahsen de düşünün! Şahsen de kitapları araştırın, bulmağa çalışın!..

Kazzafi'nin hoşuma giden bir tarafı var... Öbür taraflarına, yaptığı dengesiz hareketlere kızıyorum, bir şeyi hoşuma gidiyor. Libya'nın nüfusu az... Diyor ki: "Her ev bir askerî birlik sayılır ve bu birliğin komutanı vardır. savunması için plan yapıp, tedbir alması lâzımdır." diyor. Biz orada imam-hatip lisesine gittik. Levhasına, "Mâlik ibn-i Enes Kışlası" yazmışlar. Talebelere baktık, asker elbisesi giydirmişler; onbaşı, çavuş filân diye omuzlarına rütbe koymuş. Yâni ne demek istiyor: "Topyekün bir savaş olursa, herkes hazırlansın!" demek istiyor.

Şimdi bu gayrimüslimler müslümanları Balkanlar'dan atmak istiyorlar. Sırplar müslümanlara hücum ediyor. Sancak bölgesinde, Kosova'da, Makedonya'da harb olabilir. Rus geliyor, Yunanlıyla ittifak kuruyor... Binân aleyh, biz de her türlü ihtimale karşı her türlü tedbirimizi alacağız.

Böyle bir şey olursa, nerde savaşırız?.. Çoluk çocuğumuzu emniyetli olarak nereye götürürüz?.. Kime göndereceğiz? Orada şartlar hazır mı?.. Böyle her şeyi düşünmek lâzım!..

Ama inşaallah dua ederiz, hiç bir şey olmaz. "İt ürür, kervan yürür." dediği gibi... "Ab-ı pâke ne zarar vakvaka-i kurbağadan..." dediği gibi... İnşaallah gayrimüslimlerin bu dedikleri vaklama olur, kervana köpeğin havlaması gibi olur. Bizim kervanımız yürür inşaallah... Temenni ediyoruz ki Allah, daha kuvvetli, daha sıhhatli, daha mutlu, daha güzel günler yaşamayı nasib etsin...

Ama, bu adamların niyeti belli oldu. Bizi uyandırdı Bosna-hersek olayları... Çoluk çocuk demeden kesiyorlar. İnsan hakları ve sâire laf... Ne İngiliz başbakanı, ne Fransız bilme nesi, ne Alman bilem nesi bizim iyiliğimizi istemiyor. Dazlakların Almanya'da yaptığını, Kafkasya'da Ermeni yapıyor, Bosna-Hersek'te Sırp yapıyor. İslâm düşmanlığı çok net... Memleket içinde de fitne fesat çıkartma çalışması olduğu çok net olarak görülüyor.

O halde, içimizden bize bir zarar gelmesin diye birlik ve beraberliğe dikkat edip tedbir almak lâzım!.. Dışardan bir zarar gelmesin diye tedbir almak lâzım!..

Ben askerliği piyade olarak yaptım ama, tankları tahrib edici, füze ve tanksavar silahlar bölümünde idim. Oradan biliyorum. Geçen gün İzzetbegoviç'in bir sözünü naklettiler. Demiş ki:

"--Bizim düşmanlarla savaşımızda düşmanları yenmek için, üç şey lâzım!" demiş.

"--Nedir onlar?" demişler.

"--Tanksavar silah!.. Tanksavar silah!.. Tanksavar silah!.." demiş. Roketatar demek...

Roketatar, şöyle omuza alınabilen bir silahtır. Bir kişi kullanabilir. Nişan alır... Tanka isabet ederse, tankı mahveder. Beton barikata isabet ederse, onu tahrib eder. Eve isabet ederse, onun altını üstüne getirir. Tesirli bir silah...

Yâni, hiç başka bir şey yapamasak; uçaklarımız yok, gemilerimiz yok, imkânımız az... Demek ki, Türkiye'de devlet itimadlı kimselere rütbe verse, belli yerlere yığınaklar yapılsa, tedbirler alınsa... Alınmıştır ama, ben kâfi olmadığı kanaatindeyim. Bunlar bizim kadar endişeli değil, olmaz bir şey gibi düşünüyorlar, iş büyüyor. İçteki anarşiyi bile kolay durduramıyorlar. Yetmiyor. Hallbuki ellibeş milyon asker olsa, kimse yan bile bakamaz!.. Onun için ellibeş milyon halkın savunma yapabileceği, düşmana karşı koyabileceği bir hazırlığın yapılması lâzım!..

Bunun için ben, en kolay, en basit çare olarak roketatarı görüyorum,İzzetbegoviç'in dediği gibi... Tank gelirse, bir patlatırsın gider. Yâni, bir kişi bir tankın hakkından gelir. Uzaktan ancak bombardıman ederler. O zaman da, sığınağa girersin.

Tabii, suyu düşünmek lâzım, gıdayı düşünmek lâzım!.. Kalıcı gıdalar bulundurmak lâzım evde... Nohut gibi, mercimek gibi birden bozulmayan, duracak gıdaları bulundurmak lâzım!..

Bir de, bu savaş sürer. Bakın, meselâ Bosnalılar, bir kış geçti neler çektiler. Kar yağdı, yiyecekleri yok, yakacakları yok; ama, savaş bitmedi. Yâni, mukavemet istiyor. Aylarca yıllarca sürebilir. Onun için, ona göre tedbirler almak lâzım!.. Boşa harcama yapmamak lâzım!.. Gafletle vakit geçirmemek lâzım!.. Hepsinin başında da tabii, belki bir harb darb çıkar diye tevbe edip, hakkın yoluna girmek lâzım!.. Allah'ın sevgili bir kulu olarak gezmek lâzım, abdestsiz dolaşmamak lâzım!..

Çok şeyler var söylenecek... Ben dergilerimde ve kitaplarda yazdım, ikaz vazifemi yapmış olayım diye... İkaz etmek, vazifem; çünkü, beni dinleyen kardeşlerim var... Siz şahsen bulunduğunuz yerde istişâreler yaparsınız, gruplar teşkil edersiniz, tedbirlerinizi ayrıca geliştirebilirsiniz. Sıhhati koruma tedbirleri, yaralıya ve sâireye bakma tedbirleri, sivil savunma tedbirleri... Sivil savunma teşkilatlarının planlarını bilmek ve onlarla işbirliği yapmak... Devletin ilgili müesseseleriyle diyalog kurmak...

Çünkü iş o hale geldi ki, milletçe çarpışılıyor. Çocuğu da öldürüyorlar, kadını da öldürüyorlar. Herkesin görev yapması gerekiyor. Onun için tedbiri böyle almak lâzım diye düşünüyorum.

Daha düşününce insan neler bulur, ehline sorunca neler öğrenir. Çalışın, bu fikir üzerinde geliştirin kendinizi ki; Boşnakların en büyük zayiatı, ilk başta böyle bir hücumu tahmin etmemekten, gafil avlandıkları için olmuş. Şimdi bazı köyleri alıyorlar. Hücum ettiler mi, kaçırtıyorlar Hırvatları, Sırpları... Bir de silahları olsa...

Hainler ambargoyu koymasalardı, Yugoslavya'yı yeniden fethederdik biz... Yugoslavya müslümanlar tarafından yeniden fethedilmesin diye, NATO gidiyor oraya bir duvar koyuyor, denizden yardım getirtmiyor. Öbür taraftan yardım hiç gelmez. İçerde kırsınlar diye bakıyor. Toplanıyorlar, toplanıyorlar, "Boşnaklara yazık! Ah oldu, vah oldu..." diyorlar; yardım yok... Alay eder gibi bir şey oluyor.

Tabii Boşnaklar, Sırplarla çevrili bir ülkede yaşıyorlardı. Daha önceki rejimler, onları her bulundukları şehirde azınlık haline getirmiş, %20, %25 filân durumuna düşürmüş, dağıtmış. Bizim Türkiye öyle değil, Türkiye'de yekpâre ellibeş milyonuz. Yalnız içimizde işte bakın, bizim korktuğumuz ve tedavi etmeğe çalıştığımız bir alevî-sünnî yarası vardır. Biz onu tedavi etmek için konferanslar veriyoruz. Alevilerin büyük saydığı insanları --Hazret-i Ali Efendimiz, Hacı Bektâş-ı Velî-- anlatmağa çalışıyoruz. İhtilâfı yok etmeğe çalışıyoruz. Bazıları da gidip ihtilâfı ayaklandırmağa çalışıyorlar. İnsanlar ölüyor, yer yerinden oynuyor.

Şimdi, profesörün birisi yazmış, gazetede vardı. Diyor ki: "İnek kesmek normal, Türkiye'de kesiyoruz. Hindistan'da ineğe tapan adamların şehrinde gidip inek kesebilir misin?" Kesemezsin. Neden?.. İnançlarına göre inek onların tapındığı putları olduğundan, kesildiğini görünce fırttırırlar, akılları kaybolur, saldırırlar. İnanç meselesi... Onun için, mâdem inanca saygılısın, niçin milletin inancına hakaret ediyorsun?..

Bir iç mücadeleyi bunlar bir kere Türkle Kürt arasında yapmağa çalışıyorlar. Belki hepimizin babası Kürttür, anası Türktür, dedesi Çerkestir, ötekisi bilmem nedir... Yâni, biz buraya Osmanlı İmparatorluğu'nun çeşitli diyarlarından, diyarlarımız kâfirler tarafından istilâ edildiği için, gelmiş sığınmışız. Her yerden bizde nümûne var... Bizim ırkçılıkla uğraşacak halimiz yok ki...

Şimdi içimizde bir Kürt Türk kavgası çıkarttılar. Adam esnaf... Gündüz dükkânında oturuyor, gece silahını kapıp karakol basıyor. Doğu Anadolu'da böyle... Dışarıdan birisi filân gelmiyor, halk yapıyor. neden?.. Yıllar yılı ağalara karşı, dine karşı, devlete karşı komünizm propagandası ve sâireyle bozdular bunları... Biz o zaman söyledikçe, bizi dinlemediler. Şimdi olayları doğru teşhis edemiyorlar.

Bize düşen gözümüzü açmak, dikkatli olmak, ibret almak... İbret alıp, gereğini düşünmek...

2. Soru:

--Sizin çok fazla ihvânınız olduğunuzu biliyoruz. Bir müslüman on kâfire bedel olduğuna göre, niçin bizi cihada çağırmıyorsunuz?

--Siz asker olun da sizi çağıracak insan bulunur da, maalesef aziz kardeşlerim, bir çok mürid aslında şeyhine tâbî değildir; aslında nefsine tâbîdir. Şeyhinin işaretini tutan, dinleyen mürid başımızın tacıdır. Allah râzı olsun... Öyle müridlerle Amerika'yı fethederiz. Siz öyle mürid olun, söz veriyorum Kuzey Amerika'yı, Güney Amerika'yı fethederiz.

3. Soru:

--Tüfek almak niyetindeyim. Tavsiye eder misiniz?

--Tüfekten ne olur ki yâni?.. Şimdi adamlar öyle silahlar kullanıyorlar ki, akılları duruyor insanın... Geceleyin karanlıkta gören, iki kilometre uzaklıktan insanı vuran silahlar var... Basra Körfezi'nden filânca yeri bombalıyor, Akdeniz'den filânca yeri bombalıyor... Hani insanın;

(Ve eiddû lehüm mesteta'tüm min kuvvetin) ayet-i kerimesine göre, gücü yettiği kadar silahlı olması, hazırlanması gerektiğinden, evinde kendisini koruyacak bir tüfeği olması lâzım!.. Bu, ruhsatlı olabiliyor.

Tüfeğin de iyisini alın! Her şeyin iyisini almak lâzım!.. Birkaç mermi alsın. Menzili uzak, yanında mermisi bol olsun. Ruhsatlı olsun. Bunların olması lâzım! Neden?.. Hırsız gelir, deli gelir, divâne gelir. İnsanın savunacak bir şeyinin olması lâzım!..

Ben avlanmayı sevmiyorum. Caizdir ama, kuşa, şuna, buna atıp da can yakmayı sevmiyorum. Ama, bulundurmayı seviyorum. Neden?.. Ayet ve hadise uygun olduğu için... Yarın öbürgün Allah kullandırmasın ama, bulunması iyi...

4. Soru:

--Bugün halkı müslüman ülkeler, Batılıların çeşitli oyunlarıyla, entrikalarıyla kendi aralarında savaştırılabiliyor. Halkı müslüman olan bir devletle savaşmak zorunda kalan müslümanlar ne yapacaklar, ne yapmalılar, durumları nedir?

--Allah insanı bu duruma düşürmesin, hıfzeylesin... Öyle bir fitnedir ki, öyle büyük bir belâdır ki, ben meselâ Iraklı askerlere dâimâ acımışımdır, çok acımışımdır. Çünkü başkanları tarafından, bir müslüman ülkeye saldırtıldılar. Haksız bir saldırıydı. Faaliyetleri fî sebîlillah bir saldırı değildi, temelinden çürüktü. Saldırmayanları Saddam öldürtüyordu. İtiraz edenleri öldürüyordu, ordan gidiyorlardı. Düşmanın karşısında silah atsalar, karşı tarafı öldürseler; ölen de öldüren de cehennemde olacağı için, ordan zarara uğruyorlardı. Ordan bir kurşun gelse, kendileri ölseler, haybeye gidiyorlardı. Allah korusun, çok kötü bir durum...

Allah rızâsı için yapılmayan bir savaşta rol ve yer almamak gerekir. Rol ve yer almadan ölürse insan, Allah yolunda ölmüş olur. "Bu yaptığınız doğru değil!" demesi lâzımdı. Birkaç kişi ölebilirdi ama Irak'ta... Bâriz misâl Irak olduğu için söylüyorum.

"--Ben bu şekilde savaşamam!"

"--Kurşuna dizeriz seni!.."

"--Zalim olarak dizersin, ne yaparsan yap... Ben böyle, bir müslümanın bir müslümanla savaşında yer alamam!" demesi lâzım gelirdi.

Ama bu zor bir şeydir, çok zordur. Bile bile ölüme gitmektir. O tarafa gitse ölüm, bu tarafa gitse ölüm... Ama hayırlısı gidip karşı tarafa kurşun atıp öldürmek değildir; mazlûmen ölmektir. Böyle bir duruma düşürmesin Allah!.. Türkiye'yi bir İslâm ülkesiyle böyle bir savaşa sokarlarsa, hakîkaten zor bir durum olur. Irak'ta bu zor durum olmuştur, çok fenâ olmuştur. İranlı biraz haklıdır, çünkü zulme uğramıştır, tecâvüz edilmiştir kendisine... Tecâvüze karşı koymak nisbeten hafif bir şeydir. Ama o da doğru değil...

Kuveyt'e saldırılmıştır. Cidde'de toplantı yapılmış, buna karşı koymak için müsaade çıkmıştır ulemâdan... Orda bulunanların hepsi çıkıp diyeceklerdi ki: "Evet, bir saldırı olmuştur ama, çarpışan kuvvetler iki taraf da müslümandır. Bunu müzakere yoluyla çözmek zorundayız. Tazyik yaparız, baskı yaparız... Savaş olmaması gerekir!" diye orda kıyasıya konuşulması lâzımdı. Çünkü, sonuç hiç de müslümanların lehine olmamıştır. Körfez harbi müslümanların prestijini sıfıra indirmiştir. Kâfirlerin istediği olmuştur. "Ne yapalım, Kuveyte saldırdı. O halde Irak'la savaşmak câizdir." diye fetva vermeye kalkışmak yerine; "Evet, saldırmıştır ama, bunu sulhen çözmek zorundayız!" denilmesi lâzımdı. O toplantılarda bunların konuşulması gerekirdi die düşünüyorum.

Allah insanı böyle zor imtihanlarla imtihan etmesin...

5. Soru:

--Müslümanın müslümanla çarpışması caiz olmadığına göre, Güneydoğu'da görev yapan polislerin ve askerlerin durumu ne olacak?

--Müslümanın müslümanla savaşmasını İslâm dini yasaklıyor. Yasaklıyor ama, burada mezraa basılıyor, otomobille işine giden polis öldürülüyor, şu oluyor, bu oluyor... Burda da bir tecavüz olayı vardır. Burda durum Saddam'ın Kuveyt'e saldırması gibi değildir. Burda biraz daha başka bir durum var...

Ben kendisi Kürt olan bir bakandan dinledim. Kendisi Kürttür, ama insaflı bir insandır. "Mesele Kürt meselesi değildir, bunun arkasında Ermeni vardır." diyor. Doğrusu odur. Orada kurulmak istenen Kürt devleti değildir. Arkadaşlarımızın, Kürt olan kardeşlerimizin uyanması lâzım!.. Akrabalarımız olabilir, kardeşlerimiz olabilir, kendimiz Kürt olabiliriz... Mesele Kürtlük meselesi değildir. Orda kurulmak istenen bir Ermeni devletidir. Avrupalı, müslüman Kürt için kılını kıpırdatmaz! Gözünüzü açın, orada kurulmak istenen Ermeni devletidir! Yapılanlar onun hazırlığıdır. Ama bu arada Kürt meselesi vasıta ediliyor. Bunu bilen de biliyor.

Şimdi öldürenlerin bir kısmı sünnetsizdir, bir kısmı da Ermenidir. Bakılırsa, eylemlerin içine katılmışların bir kısmı da Ermenidir. Bu bilinen bir şey... Ama bu işe kanıp da heveslenen hiç Kürt yok mudur?.. O da vardır. Ama onunla nasihatle, konuşarak anlaşılabilir.

Şimdi Avrupa, Rusya ile bile birleşip, AT'nin hudutlarını Urallar'a kadar götürmek istiyor. Yazık değil mi bize, koca Osmanlı iken bölünmüşüz, daha da bölüneceğiz?.. Bölünüp de ne olacaksın?.. Kürt kardeşlerimizle, Çerkes kardeşlerimizle, Abazalarla, İnguşlarla, Tatarlarla, Boşnaklarla, Pomaklarla; hepsiyle başımız hoştur bizim... Bir derdimiz yoktur, hepsi kardeşimizdir. Müslüman olan herkes kardeşimizdir.

Yusuf İslâm Yunanlı diye, ona bir buğzumuz yoktur. Başımızın tacıdır, Allah râzı olsun... Çok sevdiğimiz bir kardeşimizdir. Ömer Abdullah Amerikalı diye bir hıncımız, düşmanlığımız yoktur; sevgimiz vardır. Muhammed Ali için, "Acaba bizim boksör öteki tarafı yenecek mi?" diye uykumuzu terketmişizdir, candan muhabbetimiz vardır. Biz bu muhabbeti yaygınlaştırmağa çalışmalıyız.

Orada Güneydoğu'da çarpışan kardeşlerimizden polis olanlar olabilir, asker olanlar olabilir. Net olarak söylüyorum, yağcılık için söylemiyorum; onların durumu iki müslümanın birbiriyle çarpışması tarzında değildir! Çünkü, karşı tarafın yaptığının insanlıkla da ilgisi yoktur, Kürtlükle de ilgisi yoktur. Yapılan çok yanlış bir şeydir. Elbette normal olarak onun cevabı verilir. Yâni, burdaki pozisyon Irak'la İran'ın, Irak'la Kuveyt'in durumu gibi bile değildir.

Şunu da söyleyeyim muhterem kardeşlerim, yeri gelmişken: Doğu Anadolu ihmal edilmiştir de Orta Anadolu ihmal edilmemiş midir, Batı Anadolu ihmal edilmemiş midir? Ben Çanakkale'liyim. Bizim köyümüzde hâlâ su yoktur. Ahalinin nefesi kokar, veremlidir. İhmal her yerde olmuştur, milletimize hizmet yapılmamıştır. Fakirlik devresi geçmiştir. Önümüzdeki yıllar iyi olur inşaallah... İhmal istismarı, edebiyatı yapmak doğru değildir.

Bütçenin büyük bir kısmı, çok adaletsiz bir tarzda GAP projesine harcanıyor. Biz gık demiyoruz. "Harcanırsa harcansın, kardeşlerimiz zengin olsunlar, rahat yaşasınlar, müreffeh olsunlar!" diyoruz. Adıyaman'ı, bölgeyi gezdik; memnunuz. Yollar yapılıyor, koca şantiyeler ışıl ışıl... Memnunuz, temenni ederiz her tarafın güzelleşmesini ama, Türkiye'nin her tarafı ihmal edilmiştir. Aslında, çok yaygara edenler daha çok payı kopartıyorlar.

Sonra biz, Türk ve Kürt diye hiç bir ayırım yapmadık. Ne camiamızda, ne cemaatimizde, ne devletimizde, ne memuriyetimizde "Sen Kürtsün!" diye bir kimseye hiç bir ters muamele yapılmamıştır. İstediği yere yerleşmiştir, istediği ticareti yapmıştır. Askeriyeye girmiştir, müdür olmuştur, bakan olmuştur. Biz hiç yadırgamayız. Kardeşimizdir, boynuna sarılırız, elini sıkarız. Biz böyle bir ayırım içinde değiliz.

Ama bazı kimseler Kürt ayırımı yapmaya başlamışlardır. Bundan dolayı da ellerini masumların, çocukların kanına bulamışlardır. Bunun ne Kürt tarafından, ne Türk tarafından, ne Arap tarafından hoşa gidecek bir tarafı yoktur. Bir oyundur.

6. Soru:

--Doğu'da ve Güney Doğu'da eşkiya ile çarpışırken ölenler şehid olur mu?

--Şehidlik bir kere çarpışan kimsenin imanıyla ilgilidir. Çarpışan kimse mü'min ise şehiddir. Mü'min değilse, müslümanlarla kâfirler arasında yapılan bir savaşta müslüman ordusunda bile bulunsa, şehid değildir. Bu birincisi... İkincisi, yapılan savaşın, mücadelenin hak olması lâzım!..

Bir hadis-i şerif beni çok etkilemiştir. Peygamber Efendimiz buyuruyor ki: "Bir insan kendi canını kurtarmak için çarpışmaya girse, şehiddir. Bir insan kendi malını harâmîye, eşkıyaya kaptırmamak için mücadele etse, ölse şehiddir." Yâni, "Malını korurken de ölse, canını korurken de ölse, şehiddir." diyor. Bu beni çok duygulandırmıştı bu hadisi ilk okuduğum zaman... İslâm'ın yiğitliğe verdiği önem çıkıyor ortaya... "Vereyim de geçeyim, kurtulayım!" filân demek olmuyor.

Onun için mü'min ise ve iyi niyetle yapıldığı zaman, şehid olur.

7. Soru:

--Askerlik çağım geldi. Askere gidince, orda gayr-i İslâmî bir iş yaptırırlarsa, ne yapmam lâzım?..

--Bir kere neyle karşılacağı belli olmaz insanın... Biz askere niçin gidiyoruz?.. Burdaki müslüman kardeşlerimizi koruyalım diye gidiyoruz. Burdaki müslüman kardeşlerimize kimse hücum etmesin diye gidiyoruz. Bizim ordumuz olmasa; ordu teşkilatımız, mekanizmamız, gücümüz kuvvetimiz olmasa, biz burda namaz da kılamayız, Yunanlı Trakya'dan gelir, Bulgar kuzeyden gelir... Ermeni Van'a gelir, zâten gelmek için uğraşıyor buraya... Suriyeli Ermeniler, Süryânîler nereye kadar gelirler... Bizim bu kalabalığımız bile onları durduruyor. Biz aslında askerlik yaparken, bir hizmet yapmış oluyoruz.

Tabii, temenni ederiz ki, herkes orada bu güzel şuura sahib olsun... Şahsen ben kendim askere giderken, Hocamız sağdı. Öğleyin Hocamız'ın elini öptüm, bir saat önce gideyim asker ocağına diye gayret ettim. Niye öyle yaptım?.. Askerlik ocağı mübarektir, sevaptır diye... Bu mübarekliği bazı komutanların dinsiz densiz hareketleri, sözleri zedeliyor ama, mekanizma esas itibariyle güzel... İyi insanların elinde güzel olur. Kötü insanların elinde kötü oluyor.

O bakımdan, şu andaki mekanizmanın esas itibariyle koruyucu olması dolayısıyla; altmış milyon müslümanın huzur içinde ibadet ve tâat yapmasını sağlayıcı bir mekanizma olduğu için, bu gözle, bu niyetle askerlik yapmak doğru oluyor. Kusurlu bir şey yapmamağa çalışırsınız, Allah'a dua edersiniz.

8. Soru:

--Yönetim şekli belli; böyle bir yönetimi olan ülkeyi savunmak nasıl mümkün olur?

Yönetim şekli belli ama, millet de belli... Millet de müslüman!.. Bir oyun olmuş, devlet yönetimi senin istemediğin bir tarafa gelmiş, o zaman milleti de defterden silebilir misin?.. Elli milyon kardeşini silemezsin ki!.. Hizmet edeceksin. Onlar değişir, bir parmağa bakıyor; her şey Rahman'ın parmağının ucundadır. Yâni, yönetimler fânîdir, iktidarlar fânîdir, koltuklar fânidir. Bir zaman gelir ehl-i insaf insanlar gelir. Geldiği olmuştur.

İnsafsızlar yönetime geldiği zaman, ülke baştan aşağı zift kesilmez yâni... İnsaflılar gelince, düzelir. İnsafsızların da insafsızlığına mâni olmak lâzımdır. Bu ülke benimdir, senindir, başkasının değildir. Ben bu ülkenin sahibiyim, tapum var elimde... Mal benimdir. Bağın bir kenarında yangın oldu diye, bağı bırakıp gidecek değilim ya!.. Öbür tarafına pislik döküldü diye mülkümü bırakacak değilim ya!... Mülk bizim... Halk bizim kardeşimiz, halk biziz...

--Yönetimde kusur var...

--Düzelt!.. Serbestlik var, yönetim serbestliği var, çalış!.. Niye çalışmıyorsun? Çalışınca düzeliyor. Seçimlerde bangır bangır herkes bağırıyor. Bir tarafa bir rey veriliyor, birisi seçiliyor. Sen de çalış, sen de seçtir kendini...

Serbestlik var, istersen yapabilirsin. İstediğin şeyleri yapabilirsin. Belediyelere seçilirsin, muhtarlığa seçilirsin, milletvekilliğine seçilirsin... Her istediğin şey, senin istediğin gibi olur. Yapabileceğin bir şey yâni...

O görüşlere katılmıyorum ben, samimiyetle katılmıyorum. Bazıları diyor ki memuriyet yapmıyacaksın, çalışmayacaksın... Olmaz!.. Halka hizmetten uzak durmak doğru değildir. Doktor doktorluğunu yapacak. Ötekisi öteki hizmeti yapacak, berikisi beriki hizmeti yapacak...