İMAN

1. Soru:

--"Kelime-i tevhidi söyleyen her insan cennete girecektir." şeklinde bir hadis var mı?.. Son günlerde bu hadisin arkasına sığınarak, "İslâm'ın hiç bir hükmünü yerine getirmese dahi o inanan cennete girecek!" deniliyor; bu doğru mu?..

--Evet böyle bir hadis-i şerif vardır:

(Men kàle lâ ilâhe illalah, dehalel cenneh) "Kim Lâ ilâhe illalah derse cennete girecek!" buyrulmuştur. Bazı rivayetlerde (muhlisan) "ihlâslı olarak derse, kalbinden tam inanmış olarak derse..." ifadesi vardır. Demek ki, ihlâsla o kanaatte olurse cennete girecektir.

Ama, cennete girmenin iki şekli vardır: Bir, doğrudan doğruya cennete girmek; buna bigayri hisâb dühûl-ü cennet derler. Hesap görmeden, hemen ilk girenlerle, Peygamber Efendimiz'in girdiği gibi cennete girmek... Bir de cehenneme düşüp, cezâsı kadar, günahı kadar yandıktan sonra cennete gitmek vardır.

Lâ ilâhe illallah diyen kimse amel işlemediyse, namazlarını kılmadıysa, zekâtlarını vermediyse, vazifelerini yapmadıysa; onlardan günaha girmiş oluyor. O cezâlarını çekecek kadar cehennemde yanar, ondan sonra cennete girer.

Amma, Peygamber Efendimiz bir hadis-i şerifte buyuruyor ki: "Aman cehenneme düşmemeğe çalışın! Çünkü, düşen milyonlarca sene yanacak!" O çıkıyor hadis-i şeriften... Evet girecek ama, cehennemde milyonlarca sene yandıktan sonra girecek. Onun için vazifeleri yapmağa gayret edin!..

2. Soru:

--Bir haramı işlerken, meselâ içki içerken, zinâ ederken ölen bir kimsenin iman durumu nasıldır?

--Bunlar Allah'ın bildiği işlerdir. Günah işlerken ölen bir kimse günahkârdır ama, "O kâfirdir." denemez. İçki büyük günahtır, zinâ büyük günahtır. Büyük günahının cezasını çekecektir ama, mü'min ise, Allah'a imanı varsa cennete girecektir.

Oluyor bazan... Sarhoş oluyor adam, çok kuvvetli imanı da oluyor. Mübtelâ, kurtaramıyor kendisini... Pişman, perişan; zıkkım diyor, kurtulsam diyor. Böyle şeyler olabiliyor.

Ehl-i sünnet ulemâmızın hükmü kesindir: "Büyük günah insanı dinden çıkartmaz!" Evet, büyük günahtır ama, dinden çıkmış demek değildir. Bunu böylece bilesiniz.

Allah affetsin... Allah kötü durumlara düşürmesin, günah işlettirmesin... Böyle bir kötü durumda ölen de olursa, "Allah taksiratını affetsin..." diyoruz.

3. Soru:

--Peygamberler günah işleyebilir mi?

--Peygamberler günah işlemezler. Allah onları günah işlemekten mahfuz tutmuştur. Onlar ma'sûmdurlar, günahlardan berîdirler, ismet sahibidirler. Olgun insanlardır, derin görüşlü insanlardır. Yalnız, yaşamlarında yaptıkları işlerde hataları, ayak sürçmeleri olabilir; bunlara zelle denilir. Zelle, ayağın kayması demek... Yâni, insan normal yolda yürürken şöyle bir sendelemesi gibi bir şeydir.

Zelle günah değildir. Ma'sumdurlar, Allah korumuştur onları... Koruduğu insanlar, kaliteli insanlar oldukları için günah işlemezler.

4. Soru:

--Kişinin ne zaman nerede, ne şekilde öleceği Allah tarafından belirlenmiş mi? Eğer belirlenmişse, vurularak öldürülen bir kişiyi vuran kimsenin suçu nedir?

--Bir kişinin nerede, ne zaman öleceği Allah tarafından mâlûmdur, bilinmektedir; kader olarak kendisine yazılmıştır. Allah'ın bilmemesi mümkün değil... Allah her şeyi bilir. Olmuşu da bilir, olacağı da bilir. Biz yarın ne olacağını bilmeyiz; Allah yarın ne olacağını da bilir.

Kurşunlayan katil olur, cehenneme gider, cezasını çeker. Bir müslümanı haksız yere öldüren ebedî cehenneme gider. Allah biliyor diye, kurşunlayanın suçu üzerinden kalkmaz.

5. Soru:

--Sünneti inkâr etmek ya da her zaman şüpheyle bakmanın hükmü nedir?

--En aşağı sapıklıktır, dalâlettir. Sünnet inkâr edilirse, insan kâfir de olur. Ebû Yusuf'a göre, sünneti inkâr küfre götürür insanı... Çünkü, Kur'an-ı Kerim'de Allah-u Teâlâ Hazretleri:

(Kul in küntüm tuhibbûnallàhe fettebiûnî yuhbibkümullàh) [De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız, bana itâat edin ki Allah da sizi sevsin!] buyuruyor.

(Etîullàhe ve etîur rasûl) [Allah'a itâat edin ve Rasûlüne itâat edin!] buyuruyor. Rasûlüllah'a itâat şarttır. Sünnetine tabi olmak lâzım!.. İnkâr eden kâfir olur.

6. Soru:

--Ebû Tâlib'in müslümanlığı sahih midir?

--Müslüman olmadan ölmeden öldüğüne dair rivayetler vardır. Peygamber Efendimiz rica etmiştir: "Amcacığım, ne olur benim peygamber olduğuma şehadet ediver de, ben de sana şefaat edeyim!" diye... "Arkamdan bu Kureyşliler teneke çalar, benimle alay eder, ölümden korktu derler." demiştir diye, iman etmeden gittiğine dair rivayetler vardır. Eğer birisi bir yerde, müslüman olduğuna dair bir rivayet görmüşse, Peygamber Efendimiz'in sevdiği bir kimse olması dolayısıyla, temenni ederiz ki kurtulacak bir şeyi olsun, cennete girsin. Bizim okuduğumuz rivayetlerde, iman etmeden gittiği ve azab göreceği bildiriliyor.

Şöyle meshetmiş de Peygamber Efendimiz, başından ayağına kadar... Onun için, onun cehennemde azabı ayağından vurup ateş başından çıkacak. Peygamber Efendimiz'in değdiği yere değmeyecek ama, içinden yakacak.

7. Soru:

--Bir insanın ailesine, malına, canına tecâvüz etmek isteyen birisiyle mücadele ederken onu öldürürse veya kendisi ölürse, bunun dinimizdeki hükmü nedir?

--Bu hadis-i şerifte açıkça beyan edilmiştir Peygamber Efendimiz tarafından... Diyor ki: "Bir kimse yol kesicinin, haydutun, eşkiyanın karşısında malını ve canını korumak için mücadele ederken ölürse, şehid olur." Malını bile, sadece canını değil... Sanılabilir ki, "Mal verilir, ne yapalım şerrine lânet denilir." Öyle değil... Öldürürse de haklıdır; çünkü, ötekisi yoluna çıkmıştır.

Onun için dînî bakımdan insanın haksızlığa prim vermemesi lâzım, edepsize yüz vermemesi lâzım!.. Teslim olmaması lâzım!..

8. Soru:

--Yaptığımız ibadetlerde ihlâslı olamadığımız zaman, ibadetleri terketmeli miyiz?

--Hayır, ibadetler hiç bir zaman terkedilmez. İbadeti ihlâsla yapmağa çalışır insan... Yapsa da yapamasa da, zevk alsa da almasa da ibadet terkedilmez. Çünkü, Allah emretmiştir, yapılacak!.. Zevk için değildir bu... Zevk duysa da, duymasa da yapılması gerekir. Ama, ihlâsla yapmağa çalışacak!..

(Mâ lâ yüdrekü küllühû lâ yütrekü küllühû) "Tamamı güzelce yapılamayan bir şey, tamâmen de bırakılmaz." denilmiştir.

Güzel namaz kılamıyorsan, devam et, bir zaman gelir, güzel kılmaya da Allah seni muvaffak eder. Zamanla alışırsın.

9. Soru:

--Allah kâinatı ve insanı niçin yaratmıştır?

--İmtihan etmek için yaratmıştır. Ayet-i kerimede böyle buyruluyor:

(Liyeblüveküm eyyüküm ahsenü amelâ) "Hanginiz daha güzel ameller işleyecek?" diye imtihan etmek için yaratılmıştır.

(Ve mâ halaktül cinne vel inse illâ liya'budûn) "Cinleri ve insanları da kendi varlığını bilsinler, bulsunlar, anlasınlar, tanısınlar ve kendisine ibadet etsinler!" diye yaratmıştır. Ayet-i kerîme ile cevap bu...

10. Soru:

--Levh-i mahfuz görülebilir mi, değişebilir mi?

--Allah'ın gösterdiği kullar görebilir ve değiştiğine dair rivayetler vardır.

(Yemhullàhu mâ yeşâu ve yüsbitü ve indehû ümmül kitâb) [Allah dilediğini siler, dilediğini bırakır; ana kitap onun katındadır.] ayet-i kerimesinin izahında ve daha başka ayetlerde bu husus bildiriliyor.

Meselâ menâkıbda geçer ki, bir şahsın dervişi kendisinin Levh-i Mahfuz'da cehennemliklerin arasında isminin yazıldığını görmüş. Demiş ki:

"--Üstâdım zât-ı âlinizin ismini Levh-i Mahfuz'da cehennemliklerin arasında yazılmış görüyorum. Siz ibadet ediyorsunuz, namaz kılıyorsunuz ama, cehennemliklerin arasındasınız."

"--Ben ibadeti Allah emrettiği için yapıyorum. Cennetlik de olsam, cehennemlik de olsam, vazifem; onu yapmağa devam edeceğim! Ben onu senden önce kaç senedir görüyorum." demiş.

Yâni, vazifesine, kulluğuna hiç aksatma vermeden devam ediyor. Ertesi gün derviş yine gelmiş:

"--Efendim, baktım levha değişmiş. İsminizi cennetlikler arasında gördüm bu sefer..." demiş.

Allah-u Teâlâ'nın nazarında, ind-i ilâhisinde zaman yoktur, evvel yoktur, ahir yoktur. Zamandan ve mekândan münezzehtir.

(Yef'alüllahu mâ yeşâu) "Rabbül Alemîn, ne dilerse onu yapar."

(İnnalàhe yahkümü mâ yürîd) "Neye hükmederse öyle hükmeder."

(Edduâü yerüddül kadàu bağde en yübremü) Dua işlerin değişmesine sebep olur. Dua edersin, Allah duayı kabul eder ve işi değiştirebilir. Demek ki bazı değişmeleri lütfediyor Mevlâ... O da Allah'ın bir takdiridir diye izah ediliyor.

Levh-i Mahfuz'da değişiklik olur, oluyor. Olduğunun misalleri çok...

11. Soru:

--"Bütün insanları Allah yarattığına göre, sevmese yaratmazdı. O halde kâfir, müslüman, fâsık, sarhoş, ehl-i kitap ayırt etmeden sevmek gerekir." diye söyleniyor. Böyle bir sevgi İslâm'a göre câiz midir?

--Hayır, böyle şey olmaz!.. Allah-u Teâlâ Hazretleri mahlûkatı yaratmış, insanoğlunu da kendisini bilmesi için yaratmıştır. Dünyaya imtihan için göndermiştir. Allah yolunda gidenler sevilir, hubb-u fillâh'tan dolayı; Allah yoluna aykırı gidenlere kızılır, buğz-u fillâh'tan dolayı... O da farzdır, o da farzdır.

Zâten, Allah yolunda gidenleri seversen, ötekileri sevmek mümkün olmaz. İkisi bir arada mümkün olmaz... "Yemeğe hem tuz katacağım, hem şeker katacağım, hem zehir katacağım; tatlı olacak yemek..." Olmaz, ikisi birbirine zıt olan şeyler bir arada olmaz. Sevdiğin zaman, sevdiğin kimsenin düşmanını sevemezsin!.. Sevdiğin kimsenin düşmanına yardım edemezsin!.. Sevdiğin kimseye kötülük edene, dostluk gösteremezsin!.. Dostluğa aykırı olur.

Çok basit bir gerçektir bu... Meselâ, Türkiye'yi seviyorsun; gidip Bulgarla dost olamazsın. Bulgarı seviyorsan; o zaman Türkiye'de casussun demek ki...

Sevginin pozitifi vardır, negatifi vardır. Negatifi buğzetmektir. Allah rızâsı için buğzetmek de vardır. Günaha buğzedilir, şeytana buğzedilir, kâfire buğzedilir... Öyle boş kâğıdın altını imzalamışsın, "Herkesi seveceğim!" diyorsun... Olur mu?.. Sahtekârı seveceksin, hırsızı seveceksin, katili seveceksin, deliyi seveceksin... Öyle şey olur mu?.. Olmaz!..

İslâm'da böyle saçma şey yoktur! Böyle bir düşünce de, sakat bir eğitimdir. Kişi hiç kimseyi ayırt etmeden sevecekmiş... Öyle şey olmaz, Allah darılır. Allah-u Teâlâ Hazretleri'nin sevmediği kimseyi sen seversen, Allah sana darılır. Allah'ın sevmediğini sevmemek, sevdiğini sevmek durumundayız.

12. Soru:

--Bazı insanlar Allah'a tanrı diyorlar; bu doğru mudur? Allah ile tanrı arasındaki fark nedir?

--Bazı insanların içinde Süleyman Çelebi de var, bendeniz de varım... Tanrı denilebilir. "Birdir Allah, andan artık tanrı yok!" diye Süleyman Çelebi'nin Mevlid'inden hatırlayabilirsiniz.

Tanrı kelimesi, Arapçadaki ilâh kelimesinin tam karşılığıdır. Arapçada ilâh, Türkçede tanrı, İngilizcede god, Almancada Got... Böyle gidiyor. Arapçada ilâh kelimesini kullanmak câizse, Türkçede tanrı kelimesi tam onun karşılığı olduğundan, kullanmak câiz olur.

Ondan dolayı Süleyman Çelebi de Mevlid'inde kullanmıştır, tanrı demiştir. Eski devirlerdeki yazılmış din kitaplarında Tanrı Teâlâ, Tanrı Tebâreke ve Teâlâ filân diye çok geçer. Kullanılabilir. Çünkü, Kur'an-ı Kerim'de ilâh kelimesi kullanılabiliyor.

(Ve ilâhüküm ilâhün vâhid, lâ ilâhe illâ hüver rahmânür rahîm) Demek ki ilâh kelimesi Allah yerine, Allah makamında Kur'an-ı Kerim'de kullanılabildiğine göre, tanrı kelimesinin de kullanılmasında şer'an bir mahzur yoktur.

Ama tanrı kelimesi ve ilâh kelimesi, god kelimesi, got kelimesi, yezdan kelimesi ve daha başka kelimeler insanların tapındığı her tapınılan şeye verilebilir; cins ismidir. Allah sözü, lafza-i celâli ise, Rabbimizin ism-i hâsıdır, ism-i âzâmıdır. Bütün sıfatları sinesinde barındıran, toplayan özel ismidir.

Allah kelimesini her şeye kullanamazsınız. Meselâ, "Mısırlılar öküze tanrı diye tapınıyorlar veyahut "Mısırlıların tanrısı firavundur." diyebilirsiniz de, "Mısırlıların Allah'ı firavundur." diyemezsiniz. Çünkü o cins isimdir, berikisi özel isimdir.

13. Soru:

--Geçen gün bir tefsir hocası, "Bir kimse Rasûlüllah, bir evliyâ veya sevdiğin kullar hürmetine şu işim olsun..." derse küfre girer dedi. "Bir şey istendi mi, Allah'tan istenir; kimse vesîle edinilmez." dedi. Ne dersiniz?

--Bu böyle değildir. Mâdem vesîle kelimesini kullandı;

(Vebteğû ileyhil vesîleh) "Onun için vesile edininiz!" diye ayet-i kerime vardır.

Peygamber Efendimiz'in zamanında ve ashab-ı kirâmın arasında böyle şey olmuştur. Falanca kimsenin hürmetine diye dua edilmiştir. Peygamber Efendimiz'in ailesine hürmet olmuştur, amcasına hürmet olmuştur. bunlar normal şeylerdir. Kişi küfre gitmiyor, küfür gibi bir şey geçmiyor içinden...

Allah'ın sevgili kullarının da ayet-i kerimede bildirildiğine göre;

(Menzellezî yeşfeu indehû illâ biiznih) Allah'ın izniyle şefaat hakkı olduğu için; bu söz doğru değildir. Bu hususta kavgalar, münakaşalar var da, bu aşırı uçtan bir hocanın sözü demek ki...

14. Soru:

--Kazanılan amellerin, sevapların gitmesi, kaybolması var mıdır? Varsa, bu nasıl olur?

--Evet, kazanılan amellerin, sevapların elden gitmesi, mahvolması, silinmesi vardır. Meselâ, ayet-i kerimeden misâl:

(Lâ tübtılû sadakàtiküm bil menni vel ezâ) Sadaka veriyorsun; başa kaktığın zaman sevabı gider, ibtal olur, batıl olur.

Sonra:

(Elhasedü ye'külül hasenât, kemâ te'külün nârül hatab) "Hased insanın hasenâtını, iyiliklerini yer bitirir; ateşin odunu yakıp kül ettiği gibi..."

Onun için, amelleri yakıp bitirip, yok eden davranışlardan kurtulmak lâzım, onlara düşmemek lâzım!.. Sadaka verdi mi, başa kakmamak lâzım!..

İşte amellerin hebâ olmaması için çareler nelerdir; bunları tasavvuf anlatıyor.

15. Soru:

--Bir insanın eceli değişir mi? "Ana-babaya hayır hasenatta bulunan evlâdın ömrü uzar." deniliyor; izah eder misiniz?

--Bu hususta ulemâmızın çeşitli sözleri var; ben bu sözleri karıştırmayı uygun görmüyorum. Peygamber Efendimiz'in hadis-i şeriflerinden biliyoruz ki, "Anne-babaya hizmet ve hürmet edenin, hayr ü hasenât yapanın ömrü artar." deniliyor. "Sıla-i rahim yapanın ömrü artar." diye bildiriliyor. Ömrü artar.

--Ama, ecel muayyendir deniliyor, nasıl oluyor?

--Allah-u Teâlâ Hazretleri'nin kaderiyle ilgili bir sırdan oluyor. Kader denilen esrâr-ı ilâhî ile ilgili... Allah-u Teâlâ her şeyi biliyor; evveli biliyor, ahiri biliyor, olmuşu biliyor, olacağı biliyor. Hepsi hesaba dahil oluyor. Onun için, ana babaya hayr ü hasenâtın ve sıla-i rahimin ömrü uzattığı doğrudur. Çünkü, Efendimiz öyle buyurmuş. Bu işin tekniğinin nasıl olduğu kulun üzerine lâzım değil... Allah-u Teâlâ Hazretleri onu yapıyor, oluyor.

Sen hayr ü hasenâta devam et, sıla-i rahime devam et; ömrün uzar.

16. Soru:

--"Bu dünyada bir yolcu gibi ol!" sözü bir hadis-i şerif midir?

--Evet, bir hadis-i şeriftir:

(Kün fid dünyâ keenneke garîbün ev âbiru sebîlin) bir hadis-i şeriftir. İbn-i Ömer RA'dan rivayet edilmiştir. Müslüman burda diyar-ı gurbette olduğunu, asıl yerinin burası olmadığını bilecek! Asıl yerini özleyerek, vatan-ı aslîsi için çalışarak ömür geçirecek! Her yönden doğru...

17. Soru:

--"Dünya ve içindekiler mel'undur." hadis-i şerifini nasıl anlamalıyız?

--Dünya, yâni şu hayatımız... Dünya ve içindekilerin Allah indinde bir kıymeti yoktur. Burda kalacaktır, fânidir. Hayırlı olan, Allah indinde kıymetli olan ibadettir, taattir, hayırdır, hasenattır, ahirette fayda edecek şeylerdir. Böyle anlayacağız.

18. Soru:

--Miftâhül Kulûb isimli kitapta evliyâullahın, kutupların, gavslerin yetkilerinden bahsediliyor; bu tür ifadeler şirke girmez mi?

--Şirke girmez. Bu hususta hadis-i şerifler vardır. Bunları söyleyenler kendiliklerinden söylemiyorlar. Orda yazdıkları şeylerle; evliyâullahın, kutupların, gavslerin vazifeleriyle ilgili hususlarda hadis-i şerifler vardır. İmam Suyûtî, bu hadis-i şerifler sağlamdır diye bir de müstakil risâle yazmıştır.

Allah bir kimseye selâhiyet verirse, o selâhiyetini kullandırması şirk filân değildir. Meselâ Peygamber Efendimiz'e selâhiyet vermiş. Peygamber Efendimiz SAS emrediyor, nehyediyor; ahkâm koyuyor. Şirk olmaz mı?.. Olmaz, çünkü Allah'ın rasûlü... Allah ona o selâhiyeti vermiş, onu yapsın diye peygamber tayin etmiş. Onun için normaldir.

19. Soru:

--Elfâz-ı küfür nedir?

--Elfâz-ı küfür, ben müslümanım dese de söylediği zaman insanı küfre götüren sözler demektir. Halkın arasında alışılmış bir takım klasik sözler vardır. Kulaktan dolma duyduğu için, kızdığı zaman onları söyleyiverir insan... Düşünmeden söyler, sonunda küfre düşebilir. "Ben mü'minim elhamdü lillâh!" filân dediği halde, o sözden dolayı küfre düşer.

Onun için büyüklerimiz, elfâz-ı küfür nedir diye, şöyle dersen kâfir olursun diye kitaplarda liste halinde vermişlerdir. Onları okursunuz.

20. Soru:

--Yahudiler ve hristiyanlardan peygamberlerine itaat edenler cennete girer mi?

--Yahudilerden ve hristiyanlardan kendi muteber devrelerinde, dinleri mer'iyyette iken, onun mûcebince amel etmişlerse, cennete girerler. Ayet-i kerime vardır bu hususta, sarihtir. Ama İslâm geldikten sonra, ötekileri neshetmiştir, kaldırmıştır. Artık Mûsâ AS bile gelse, Peygamber Efendimiz'e tâbî olacağından, onlarla amel etmek kifayet etmez.

Ayrıca Mûsevîlik ve İsevîlik bozulmuştur. İçine yanlış inançlar, kanaatler girmiştir. Bugünkü haliyle bozuk akîdelere sahib olduğundan, o bakımdan da doğru inançta değillerdir. Mutlaka İslâm'a gelmeleri Allah tarafından isteniyor.

21. Soru:

--Bir tefsirde kâfirlerin de cennete gireceklerini savunuyorlar; bu hususta ne dersiniz?

--Bu doğru değildir. Kâfirler cennete girmeyecek. Peygamber SAS buyuruyor ki:

(Vellezî nefsî biyedihî) "Canım elinde olan Allah'a yemin ederim ki, (lâ tedhulül cennete hattâ tü'minû) mü'min olmadıkça cennete giremezsiniz. Mü'min olmadan cennete girmek yoktur.

Başka bir ayet-i kerime:

(İnnalàhe lâ yağfiru en yüşreke bihî şey'en) "Allah kendisine şirk koşulmasını aslâ affetmez! Müşrikliği, kâfirliği aslâ affetmez!.. (ve yağfiru mâ dûne zâlike limen yeşâ') Başka günahları affedebilir." Amma, küfrü şirki affetmez. Kâfirler, imansızlar ebedî cehennemde kalacaklardır. Onun için o yanlıştır, doğru değildir.


NAMAZ

1. Soru:

--Kur'an-ı Kerim'de:

(İnnes salâte tenhâ anil fahşâi vel münker) "Namaz insanı kötülüklerden alıkoyar." buyruluyor. Namazın hikmetini izah eder misiniz?

--Namaz Allah tarafından emredilmiş bir ibadettir. Her ibadetin sebebi, hikmeti, faydası vardır. Namaz insanı, günün beş vaktinde çekip çekip Allah'ın çizgisine getirme ibadetidir. Günün beş vaktinde ayarlama ibadetidir. Dünyanın yaşamına, meşgalesine, hay huyuna dalan insanın, günde beş defa akordunu düzeltme ibadetidir.

İnsan bu ibadeti yaptıkça; abdest almasıyla stresi gider, sinirleri gevşer, vücudu rahatlar... Şöyle olur, böyle olur, bir rahatlık olur. Yatıp kalkmasıyla, secdesiyle rükûsuyla, kıyamıyla kuuduyla, beyninin kanla yıkanıp, yeni kanın gelip yorgunluk malzemelerinin gitmesiyle kafası dinlenir. Kalbi de mânevî bakımdan temizlenir, kötü duygular silinir. Bir önceki namazla bu namaz arasındaki yaptığı kusurlar bağışlanır ve temizlenir. Namazların böyle günahları da affettirme faydası vardır.

Sıhhî faydası vardır. Eklemler hareket eder, adaleler çalışır, bir bakıma jimnastik olur, egsersiz olur. Vücudu faydası vardır, kafaya faydası vardır. Yorgunluğu izâle edicidir. Ruha faydası vardır, dünyaya faydası vardır, ahirete faydası vardır.

İnsan bir namaza gelince insafa da gelir. Bir kötülüğe niyet etmişse bile, o kötülükten vaz geçer. Kötülüğü yapmayı bırakır. Böylece namazın, bir de kötülükten uzaklaştırma özelliği vardır. Ayet-i kerime böyle...

2. Soru:

--Zihni devamlı olarak günlük işlerle meşgul olmaktan kurtarmak için ne yapmalıdır?

--İbadet etmeli, namaz kılmalıdır. Neden namaz günde beş defa farz olmuştur?.. Öğleyin namaza gitsin, abdest alsın, huzurlu bir namaz kılsın; dünya işlerinden sıyrılsın diye... İkindi vakti gitsin, abdest alsın; usûlüne uygun, aceleye getirmeden namaz kılısın, dünya işlerinden kurtulsun diye...

Şimdi millet namazları öyle kılıyor ki... Meselâ ticarethanede, kendisini yoran bir işte çalışıyor, çalışıyor, çalışıyor, çalışıyor... Gidiyor seccadeye... Takır tukur, takır tukur namaz kılıyor. Hop geliyor. Bunun bir faydası olmaz. Öbür tarafın harareti soğumuyor bile... Bir duraklıyor, ondan sonra tekrar işine, gücüne...

Öyle olmayacak! Şöyle bir gidecek, namazı bir kılacak... Suudlular çok hoşuma gidiyor, herkes tenkid eder ama... Namaza ezan okunmadan önce gidiyorlar. Güzel abdest alıyorlar. Kur'an-ı Kerim okuyorlar. Bekliyorlar. Namazı kılıyorlar. Namazdan sonra dua etmeden kalkarlar diyorlardı, hiç de doğru değil... Herkesten fazla dua ediyorlar. Duayı yapıyor ama, tek başına yapıyor; sen onun ne yaptığını görmüyorsun. Gayet güzel de dua yapıyorlar.

İbadetler insanı kurtarır. Günde beş vakit namaz insanı günlük meşgaleleirn sıkıntısından çekip sıyırmak içindir.

3. Soru:

--Namaz kılan insan neyi düşünmeli?

--Namaz kılarken insan Kâbe'yi düşünecek karşısında... Evliyâullahtan bir zât diyor ki: "Namaza durduğum zaman abdesti güzel alıyorum bir kere... Kâbe'yi karşımda düşünüyorum. Ayağımın altında sıratı düşünüyorum, kayarsam cehenneme gideceğimi düşünüyorum. Arkamda Azrâil'in beklediğini düşünürüm. Kıldığım namazın son namaz olduğunu, bundan sonra bir daha namaz kılamayacağımı düşünürüm. Korku ile, zârilik ile namaz kılarım." diyor. Namazı böyle kılmağa çalışmak lâzım!..

4. Soru:

--Bir insan ibadetten feyz alamıyorsa, bunun sebebi nedir, ne yapması gerekir?

--Feyz alamamak, insanın kazancında haram olmasından olabilir. Kazancında haramlık varsa, ibadetten feyz almamağa başlar, zikirden feyz almamağa başlar. Soğur, gittikçe yanlış yollara sapar. Onun için, lokmanın helâl olmasına çok dikkat etmek lâzım!..

Bunun dışında, abdesti sağlam olmadığı zaman feyz almaz. Abdesti eksik almışsa veya yüznumaraya giriyorlar... Hani, İslâm'da ayıp yoktur, söylemek lâzım! Küçük abdest yapmanın, büyük abdest yapmanın İslâm'a göre ölçüsü vardır. Müslüman deve gibi ayakta küçük abdest yapmaz!.. Salıvermez, şaldır şuldur etrafa sıçratmaz. Kabir azabına uğrar sonra... Dikkat edecek, çömelecek, korunacak, sakınacak... İstibrâ edecek, arkası kalmayacak idrarın... Güzelce temizlenecek. Bunları yapmadan, bakıyorsun adam yüznumaraya giriyor; şar şar ses duyuyorsun. Dışarıya çıkıyor, şadırvandan abdest alıyor, camiye geliyor. Donu ıslak... Her adım attıkça bir damla çıkıyor dışarıya... O zaman, o namazdan feyz alamaz ki!.. Abdest yok ki, namazdan feyz alsın.

Onun için bir camide gördüm, şadırvana yazmışlar: "Birçok kimseler namazın burdan başladığının farkında değildir." diye... Aferin, çok güzel yazmışlar. Namaz nerden başlıyor?.. Güzel abdest almaktan... Şaldır şuldur abdest alıyor; kollarını tam yıkamıyor, yüzünü tam yıkamıyor, sakalına tam gitmiyor, ayaklarını tam yıkamıyor... Geliyor, "Feyz alamıyorum!" diyor. Bundan oluyor. Yâni, abdestteki kusurlarından oluyor.

Bazen de insanların kötü alışkanlıkları oluyor; gıybet ediyor, dedi kodu ediyor, günahlar işliyor... Bunlar da insanın feyzini kaçırıyor, ağzının tadı kalmıyor. Allah'ın rızâsına uygun, takvâya uygun bir iş yaptı mı; Allah ibadetin tadını verir gönlüne... Bir neşe gelir, bir zevk gelir, bir şevk gelir... Günahlı bir şey yaptığı zaman da, ibadetten tad almamağa başlar.

Demek ki, ibadetten tad almanın şartı, günahlardan sakınmaktır. Haramdan dilini korumaktır, gönlünü korumaktır, elini korumaktır. Midesini haram lokma yemekten korumaktır... Güzelce abdest almaktır. Takvâlı olmaktır.

Binâen aleyh, dönüp dolaşıp her şey takvâya bağlanıyor. Takvâlı olursa bir insan, feyiz de alır.

5. Soru:

--"Namaz kılmayan müslüman değildir." denilebilir mi?

--Namaz kılmayan ihmalkârdır, günahkârdır. "Lâ ilâhe illallah, Muhammeder rasûlüllah" diyorsa, müslüman değildir denemez. İmanı da var, kusuru da var...

6. Soru:

--Bir muhasebecide çalışıyorum, odaların birisinde namazımı kılıyorum. Patronum, namaz kılarsam işlerin aksayacağını söylüyor. Şayet böyle namaz kılmaya devam edersem, benimle çalışmayacağını ve işten atacağını söylüyor. Ben de tuvalete diye gidiyorum, vakit kaybolmasın diye sadece farzlarını kılıyorum. İşimden de atılmak istemiyorum. Ne yapmamı tavsiye edersiniz?

--O işyerinde çalışmak farz mı, ilmihal kitabında mı yazıyor?.. Başka işyerine gidersin! Öyle bir herif-i nâşerifle iş yapacağına, güzel bir iş ararsın.

Ama o adam râzı olmasa bile, "Sen namaz kılamazsın!" dese bile, namazını kılar. Çünkü, namaz Allah'ın emridir, ötekisinin bunu yasaklamağa hakkı yoktur.

Gücü yeterse, başka yerde bir iş bulsun! Gücü yetmezse, şu anda başka yerde iş bulamıyorsa, orda çalışsın, namaz kılmağa devam etsin!.. Sünnetleri de kılmağa çalışsın!..

Öğle tatilinde kimse bir şey diyemez. Kalıyor bir ikindi... İkindinin sadece farzını kılabilir; çünkü, sünneti gayr-i müekked sünnettir. Sabah namazını camide kılacak. Akşamla yatsıyı da evde kılacak. Bu kadar basit!.. Çok büyük bir dert değil yâni...

7. Soru:

--Çalıştığımız yerde namaz kılmaya müsaade etmiyorlar. Bu durumda kılamadığımız namazları eve gittikten sonra kaza etsek olur mu?..

--Olmaz!.. Namazın farzlarından birisi de vakittir. Vaktinde edâ edilmesi farzdır. Bir farz yerine gelmemiş oluyor. Dünya üzerinde sadece o işyeri olmadığına göre, daha binlerce, milyonlarca işyeri olduğuna göre, ya o işyerinde namaz kılmayı sağlayacak, rica ederek, anlatarak; ya da kendisine daha iyi bir iş arayacak!..

Bir kere öğle tatilinde öğle namazını kılabilir. Sabah namazını da evde kılar. Geriye bir ikindi namazı kalıyor. Yâni, dediği kadar değil bu iş, işin doğrusuna bakılırsa... İkindi namazında da; ötekiler süt molası, çay molası, sigara molası yaparken, o da abdestini hazır tutar. O hazır tuttuğu abdestiyle kısa tarafından namazı kılıverir. Yanında seccâde bulundurur.

Biz askere gittiğimiz zaman bir arkadaşımız, bir muşambayı katlamış katlamış, sokmuştu beline... Çamurda, toprakta, tarlada, bayırda, nerde olursa; namaz vakti geldi mi çıkarırdı onu, sererdi, namazını kılardı.

İlk gün bir bocalıyor insan... Eğitim alanında abdest alacak yer yok, abdest bozacak yer yok, su yok... Ne yapalım?.. Haa, abdestli gezmem lâzım demek ki... Öğleyin yemek yedikten sonra alel acele abdest alıyor, abdestli oluyor insan ikindiye kadar... İkindide zâten on dakika bir mola oluyor. Mola düdüğü çaldığı zaman kimisi sigara içiyor, kimisi yatıyor, kimisi kitap okuyor... Kimisi güreşiyor birbiriyle... Bizimkiler de namaz kılıyor.

8. Soru:

--Haram para ile inşa edilen bir camide namaz kılınabilir mi?

--Kılarsın. Onsuz cami zor bulursun. Vebali yapanlarındır. Hepsini kurcalayacak, karıştıracak olursan, adımını basacak yer bulamazsın, halin harab olur. O kadarını karıştırmadan namazını kılarsın, vebal onların boynuna...

9. Soru:

--Seferilik mesafesi 90 km midir yoksa 18 saatlik yol mudur?

--Seferilik mesafesi üç günlük yoldur. Bu da, "Günde altı saat yaya yolculuk yapacak, ondan sonra dinlenecek. İnsanın bir tâkati var, normal şekilde böyle seyahat ediliyor." diye hesaplanır. İnsan ortalama olarak saatte 5-6 km yürür. Günde ortalama 30-35 km'dir. Bu da üç günde 90 km civarında bir mesafe eder.

Mesafe önemlidir, saat önemli değildir. Meselâ uçağa biniyor, İstanbul'dan Ankara'ya 45 dakikada gidiyor ama, 450 km'lik mesafeye gittiği için Ankara'da seferidir.

Seferilik saat hesabı değildir. Yaya bir yolcunun üç günde gittiği mesafe kadar gittiği zaman seferi olur.

10. Soru:

--Seferi halde iken dört rekâtlı bir namazın son rekâtına yetişen kişi namazını nasıl tamamlar.

--Seferî haldeki bir insan mukim bir imama uydu mu, seferîlik bahis konusu değildir. Normal insanın yetişemediği rekâtları nasıl tamamlaması gerekiyorsa, öyle tamamlar.

11. Soru:

--Cuma namazının esasen 10 rekât olduğunu, 16 rekât olmadığını, şek şüpheye düşmemek için 6 rekâtın kılındığını, halbuki namazda şek şüphe olamayacağını söylüyorlar; ne dersiniz?

--Ezan okunduktan sonra, dört rekât cumanın ilk sünnetini kılıyoruz. Ondan sonra imam minbere çıkıyor, hutbesini irad ediyor. İniyor, mihrabda farzı iki rekât kıldırıyor. Ondan sonra dört rekât cumanın son sünnetini kılıyoruz. Cuma tamam oluyor.

Onun arkasından, eğer cumanın şartları yerine gelmemiş ise, zuhr-u ahîr'i kılmış olalım diye, en sonuncu öğle namazının farzını kılıyoruz. İki rekât de vaktin sünnetini kılıyoruz.

Bunu fukahâmız asırlardır, seneler senesi böyle yapmışlar, tavsiye etmişler; ben bunu değiştirmeğe, bunun üzerinde konuşmağa lüzum görmüyorum. Öyle büyük meselelerimiz var ki, konuşulmuş bir meseleyi tekrar münakaşa etmeğe lüzum görmüyorum. Bunun münakaşası fıkıh mesleğine ait bir münakaşadır. Ulemâmız münakaşa etmiş.

Ben şahsen Ömer Nasuhi Bilmen Hocamız'a (Rh.A) çok itimad ediyorum. İlmi, fazlı, kemâli müsellem olan bir zât-ı muhterem... O bize ne demişse öyle yaparım, geçer giderim. Büyük alim... Ben onun kadar fıkıhta alim olamayacağıma göre, bu işi ona bırakırım. Filânca doktor kadar tıpta ileri gidemeyeceğime göre, tedaviyi onda olurum. Filânca avukat kadar hukuku iyi bilemeyeceğime göre, işimi o avukata havale ederim; biter.

Bu mübarek insanların konuşup da kendi aralarında vardıkları kararlarda, ihtilaflar olabilir. İmam Şâfiî başka demiş, İmam Ebû Hanife başka demiş, İmam Mâlik başka demiş, Ahmed ibn-i Hanbel başka demiş olabilir. Şimdi ben fakih değilken, fıkıh mesleğini meslek edinmiş bir insan değilken, tekrar o işlerin üzerine eğilip, bir beşinci mezheb de ben mi çıkartacağım?.. Hayır!..

İmam-ı Azam Hazretleri'nin yolunda gidiyoruz. Memnunuz. Allah razı olsun, şefaatine erdirsin. Gayet güzel bir mezhebdir. Yedi asır Türkiye'de pâyidar olmuş, koca bir imparatorluk bununla idare olunmuştur. Asırlar boyu Hint kıtasında milyonlarca insan ondan istifade etmiştir. Çok gelişmiş, olgun bir hukuk sistemi teşekkül etmiştir. Çok teferruatlı bir hukuk külliyatına sahip olmuşlardır. Cümle alem istifade ediyor. Son derece ince fikirli insanlardır, hassas insanlardır. Ben onlara karışmam. Bir tanesinin eteğinden tutarım, yapışır giderim.

Benim mesleğim başka... Senin mesleğin de başka, sen de karışma!.. Kıl gitsin. Öyle uygun görmüşler, ona pek itiraz etme!..

12. Soru:

--Beş vakit namaz üzerimize farz olduğuna göre Kuzey Kutbu'nda durum ne olacak?

--Namaz vakitleri teşekkül etmiş olan en yakın merkeze uygun olarak, takdir ederek orda namazları kılması gerekiyor.

İsveç'e, Norveç'e gittiğiniz zaman bir noktadan sonra, altı ay gece altı ay gündüz olan yerler başlıyor. Güneş altı ay hiç batmıyor, şöyle bir çıkıyor, bir iniyor. Altı ay da hiç görünmüyor. Ne yapacak orda?.. Beş vakit namaz vakitlerinin teşekkül ettiği en yakın yerde vakitler nasılsa, ona göre vakitleri takdir edecek, kılacak. Başka kaviller de var ama, ulemanın genellikle görüşü budur.

13. Soru:

--Tahiyyat okurken şehadet parmağını kaldırmak sünnet midir?

--Peygamber Efendimiz "Eşhedü en lâ ilâhe" derken şehâdet parmağını kaldırırdı, "illallah" derken indirirdi. Sünnettir.

14. Soru:

--Farz namazlarından sonraki istiğfar, sadece ikindi ve sabah namazlarına ait bir şey mi; yoksa, diğer farzlardan sonra da istiğfar etmek gerekir mi?..

--Her namazın farzından selâm verdikten sonra üç defa estağfirullah denilmesini burda okuduk, Râmûzül Ehâdis'te geçti. Yâni her namazda, "Esselâmü aleyküm ve rahmetullah... Esselâmü aleyküm ve rahmetullah..." dedikten sonra istiğfar edilir.

15. Soru:

--Namazda abdesti bozulan bir kimse ne yapmalı? Sonra tekrar kılmak niyetiyle namaza devam etse, olur mu?

--Olmaz! Abdest bozuldu mu, namaz bozulur. Namaza abdestsizken devam edilmez! O zaman bozacak namazı... Çıkabiliyorsa, çıkar; çıkamıyorsa, oturduğu yerde oturur.

16. Soru:

--Seccade örtüsünde Kâbe resmi var... Bunun üzerinde namaz kılınır mı?..

--Kılınır. Kâbe resmi mahzurlu bir resim değildir. İnsan resmi olsa olmaz, hayvan resmi olsa olmaz! Tabii, sade olsa daha iyi olur; çünkü, insanın zihni her hangi bir şeye takılmaz. Düz olsa, dümdüz olsa daha güzel... Ama hiç olmazsa, Kâbe'yi hatırlatıyor.

17. Soru:

--Teheccüd namazlarına gece kalkamıyorum. Yatmadan önce 12 ile 12.30 civarında kılsam olur mu?..

--Olur. Kalmayacağını anlayan bir insan böyle yatmadan önce kılsa, olur. Ama teheccüd namazına kalkmak için kolaylıklar vardır. Akşam yemeğini erken yersiniz, biraz da az yersiniz. Kalkarsınız o zaman... Çünkü çok yemek insanı uyutuyor.

Erken yatarsınız, kalkarsınız teheccüd namazına... Çünkü, geç yatmak insanı teheccüde kaldırtmıyor. Basit tedbirlerle çözümleyebilirsiniz. Duası vardır, duasını edersiniz, Allah'a sığınırsınız; Allah kaldırır.

18. Soru:

--Daha önceleri gece namazına kalkabildiğim halde, son iki aydır kalkamıyorum. Halbuki, kış geldi, kalkmak daha kolay... Gece yatarken tok karnına yatmamağa çalışıyorum. Abdesstsiz de yatmıyorum. Başka ne yapmamı tavsiye edersiniz?

--Abdestsiz yatmaması güzel... Çok tok bir halde yatmaması, o da güzel... Buna rağmen kalkamamak; belki yediği lokmalara haram karışıyordur da ondan Allah nasib etmiyor. Öyle bir durum olmasın diye lokmanın helâl olmasına dikkat etsin!..

Bir de, her zaman söylüyorum, şöyle küçük bir saat aldım ben... Tek bir kalem pille çalışıyor. Kuruyorsun, "Dıt dıt... Dıt dıt..." diye uyandırıncaya kadar çalıyor, sinirini bozuyor insanın... Çok güzel... Biraz da yataktan uzağa koyarsanız, "Dıt dıt... Dıt dıt..." ille kaldırıyor.

Herkes rüya anlatıyor burda, kâğıt gönderiyor; bir rüyamı da ben anlatayım: Yaz tatilinde çoluk çocuk burda Hocamız'ın yanında... Ben Ankara'ya gittim. Yoruldum, yattım öğleyin... Ama, yine fakülteye gitmem lâzım... Bu marifetli saati kurdum, yattım. Çok yorgunum, çok uykusuzum, yolculuk da yaptım; derin bir uykuya dalmışım. Rüya görüyorum:

Rüyamda şöyle 25 cm kadar küb şeklinde bir kutu... "Dıt dıt... Dıt dıt..." diye sinyal veriyor. Sağına bakıyorum, soluna bakıyorum, altına bakıyorum, üstüne bakıyorum, eviriyorum, çeviriyorum... Başka arkadaşlar geliyor, inceliyoruz... "Yâhu bunun düğmesi yok, iğnesi yok!.. Nereden ses geliyor?" diyoruz. Sonra, rüyanın içinde: "Yâhu, bu benim uyanmak için kurduğum saat olmasın?" diyorum. Uyanıyorum, hakîkaten o saatmiş. Çeşitli senaryolar, rüyalar göstertiyor ama, sonunda böyle uyandırtıyor bizi...


ORUÇ

1. Soru:

--Receb ayının tümü oruçlu geçirilebilir mi?

Peygamber Efendimiz receb ayında çok oruç tutardı; geçirilebilir, olabilir. Ne kadar çok oruç tutarsa, sevabı o kadar çok olur.

Şaban ayında Peygamber Efendimiz, şabanın yarısından sonra orucu pek tavsiye etmemiş. Ramazana kullar hazırlansın diye, vücut beslensin diye, şabanın onbeşinden sonra uygun görmemiş.

2. Soru:

--Bazıları Suudî Arabistan'a uyup, bizden bir gün önce oruca başladı. Bu farklı durum ne olacak?

--Bu eski bir hikâyedir. Çok yıllardan beri sürüp gelmektedir. Bizim çok iyi bildiğimiz bir konudur.

Suudî Arabistan bu işi ciddi yapmıyor; bunu net olarak size söyleyebilirim. Gördüm dediği zaman görmeden gördüm diyor. Şimdi gördüm de demiyor, ilân ediyor sadece... Onlar hesapla yapıyorlar bu işi... Suud hesapla yapıyor, görmüş gibi gösteriyor.

Görmeden yapıyor ve hilâl yokken yapıyor. Astronomi alimlerine göre hilâl yokken, ay batmışken, hilâli gördüm diyor. Suud'da bulunduğum zamanlarda incelemeler, gözlemler yaptık; ilân ettikleri, gerçeğe uymuyor.

3. Soru:

--Her ramazanda kimileri takvime göre, kimileri Suud'a göre oruç tutuyor. "Takvimler yanlış, Diyanet de hilâli araştırmıyor." deniliyor. Sizce hangisi câizdir?

--Biz, bunu araştırmak gerekir diyoruz. Çünkü, Peygamber Efendimiz, "Araştırın! Bakın, görün!" demiş. Onun için damın üstüne çıkıyoruz, dağın üstüne çıkıyoruz. Bulunduğumuz şehirde ramazan geleceği zaman inceleme yapıyoruz, bayramın muhtemel olduğu akşam incelemeyi yapıyoruz. İşi bilimsel olarak tâkib ediyoruz. Rasathâne ile ilgi kuruyoruz. Göğü incelemek için teleskop bile aldık. İyice takib ediyoruz. Astronomi profesörleri ile de konuşuyoruz.

Çok kere, gördük diyenler yanlış söylüyorlar. Suud görmüş diyorlar; görülmesi mümkün değil, biz aksini tesbit etmişiz. Sonradan onun yanlışı çıkıyor. Çok defa bizim Türkiye'nin hesabı doğru çıkıyor. Ama yine de, Peygamber Efendimiz "Hilâli görün de ramazana öyle başlayın!.. Hilâli görün de bayramı öyle yapın!" dediği için, rasat işini de bırakmamak lâzım!..

4. Soru:

--Ramazan hilâli ile ilgili bilgi verir misiniz? Bugün sabah hilâli gördüm; acaba ramazan hilâli miydi?

--Bu hilâl denilen şey iki devrede görülür. Bir, Arabî ay biterken, bitmesine yakın görülür. Şimdi biz şaban ayındayız ya, şaban ayının son haftasında olduğumuz için, gökyüzünde hilâl görülür. Herkes görür. Çünkü, büyükten küçülmeye başlıyor. Sabah vaktinde bakarsanız, gökyüzünde hilâli görürsünüz. Bu şabanın hilâlidir.

Şabanın ortasında dolunaydı. Son haftasında yarımay oldu. Şimdi daha da inceliyor, yok olmağa doğru gidiyor. Bu şabanın eskiyen hilâlidir. Yeni hilâl akşamleyin görülür. Bu sabah görülen hilâllerle ramazan başlamaz. Daha bu şaban bitmedi demek...

Akşam güneş battığı zaman, güneşin battığı yerin sol tarafına doğru biraz yukarılarında hilâli görüyorsanız, o zaman yeni ay başlar. Belli ki güneşten geriye kalmış, yâni güneşle ictimâ olmuş, ictimâyı geçmiş demektir.

Onun için, içinde bulunduğunuz Arabî ayın 29. ve 30. günlerinde akşam hilâli gözleyin! İbadettir; çünkü, ibadete vesile olan şeyi tesbite yarıyor. Hem de zevkli bir şeydir. Oturursunuz akşam vaktinde, güneş battıktan sonra, şu yeni hilâli görecekmiyim diye... Görünce de dua edersiniz.

5. Soru:

--Eşim hamile... Doktor, oruç tutmayacaksın dedi. Oruç tutmasa olur mu? Ne kadar fidye verecek?

--Oruç tutmasın diyen doktorun müslüman ve mesleğinde mâhir doktor olması lâzım!.. İki şart var:

1. Doktor müslüman olacak. Gayrimüslim olursa olmaz. Çünkü, kasden oruç tutturmamak isteyebilir.

2. Hâzık olacak; yâni mesleğinde mâhir olacak. Oruç tutarsa, gerçekten zarar verebileceğini bilen bir kimse olacak.

Tabîb-i müslim-i hâzık, eğer oruç tutmasın derse, her günü için bir sadaka-i fıtır miktarı fidye vererek orucunu tutmaz. Sıhhat bulduğu zaman da, öder.

6. Soru:

--Kişi sahura kalkmayıp, gece yarısı yemek yeyip oruca niyet etse, sakıncası olur mu? O oruç makbul müdür?

--Olur, sahura kalkmasa da olur. Sahura kalkmasa oruca zarar gelmez; oruç oruçtur. Ama, sahura kalkmak sünnettir.

7. Soru:

--Oruçlu iken misvak kullanılabilir mi?

--Öğleden evvel misvak kullanılabilir. Öğleden sonra dişleri misvaklamak mekruh olur.

8. Soru:

--İ'tikâf yapmak istiyorum; ne tavsiye edersiniz.

--İ'tikâf sevaptır. Camiye girecek, hep ibadet edecek, Kur'an okuyacak, namaz kılacak... Evine gitmeyecek, akşam da camide yatacak. Son on gün yatılmalı olduğu için, hocaya müracaat edilir. Müftülüklerden izin alınıp da yapılan bir şeydir.

Durumu müsâit olanlar, ramazanın son on gününde böyle kendilerini ibadete verir de, camiye girerlerse; Peygamber Efendimiz'in sünnetidir. Kadir gecesine de isabet etmiş olurlar, garantili olmuş olur; sevabı çok kazanırlar. Durumu müsâit olanlara tavsiye ederim.

9. Soru:

--İtikâfa kaç yaşında girmek uygundur?

--Herkes girebilir, bir tahdit yoktur. Büluğa ermemiş çocukların değil de, akıl baliğ gencin girmesi uygundur. Yoksa öyle lise bitirecek, üniversite bitirecek vs. mecburiyeti yoktur.

Ben kardeşiniz babamın yanında, Hocamız sağken onun mescidinde îtikâfa girerdim. Kimse de bir şey demezdi.

10. Soru:

--Îtikâfta iken ilâç alabilir miyim? Her gün için niyet edebilir miyim?

--İlâç alabilirsiniz. Önce Allah'ın izniyle tam yapmaya niyet edin! Hastalık bir mâzerettir, tam yapamazsanız, yapabildiğiniz kadarını yaparsınız.

11. Soru:

--Oruç tutamayan bir kimsenin ne kadar fidye vermesi lâzım gelir?

--Oruç fidyesi, bir fakirin sabahlı akşamlı gıdasıdır. Yâni, sadaka-i fıtr miktarı o miktardır. Bir insanın sabah akşam iki defa yemek yiyeceği düşünülür. İki yemeği nasıl yer, ne kadarla doyar, normal olarak insaflı bir şekilde hesaplanır.


ZEKÂT

1. Soru:

--Zekât alan sınıflardan bir tanesi de, (ve fî sebîlillâh) Allah yolunda olanlardır. Allah yolunda olanlardan kasdedilenler kimlerdir. Günümüzde bu sınıfa kimler girer?

--Zekâtı alacak olanlardan bir grup da, (ve fî sebîlillâh) Allah yolunda olanlardır. "Esir olanların kurtulması için verilir, yolda kalmışa verilir, kalbleri İslâm'a ısındırılmak için verilir..." filân diye sekiz sınıf zikrediliyor.

Fî sebîlillâh'tan ne kasdedildiği tefsirlerde yazılmıştır. Allah yolunda cihad eden gazilere malzeme için, silah için; at, deve, kılıç, ok, kalkan vs. için verilir. kasdedilen asıl mânâ budur. Meselâ, insanın hacca gitmesi de fî sebîlillâh bir seyahattir ama, hacıya zekât verilmez. Hacı zâten zengindir. Ama, Allah yolunda cihad eden zengin de olsa, ona bu zekâttan verilebilir.

Bu fî sebîlillâh kavramını bazı kimseler ve zekât konusunda kitap yazmış Mısırlı Yusuf el-Kardavî diye birisi, çok sulandırmış ve genişletmişlerdir. Her şey Allah rızâsı için, ver parayı, kullan orda... Öyle şey yok!..

Bizim fıkıh kitaplarımızda yazılmıştır ki, bir kere zekât fukaranın hakkıdır. Fukara olmasa da işte mücâhidin hakkıdır; çünkü, onun da fiilen paraya ihtiyacı vardır. Fukaraya verilmezse, hükmî şahsiyetlere verilemez!.. Türk Hava Kurumu'na verilemez, Kızılay'a verilemez, Yeşilay'a verilemez!.. Senin veya benim dostum olan filânca müesseye verilemez!..

--Neden verilemez?..

--Müessesedir, hükmî şahsiyettir.

--E oraya yardım yapmayacak mıyız?

--Yaparsın ama, hayır yaparsın; zekât veremezsin!.. Hayır yapmak istiyorsan yap, kimsenin elini tutmuyoruz.

"Zekât verilebilir mi, verilemez mi?" diye sorarsan, zekât verilemez!.. Fitre ve zekât fakirin hakkıdır, Türk Hava Kurumu alamaz!..

--E nasıl yapmışlar bu işi?..

--Ne bileyim, Diyanet'ten fetvâ mı aldılar, almadan mı yaptılar. Herkes bir şey yapıyor.

Hanefî fıkhında diyor ki: "Camiye yardım için zekât verilemez, kullanılamaz!"

--E cami?..

--Cami ama, hükmî şahsiyet!.. Hakîkî fakir şahsiyet değil...

Adam ölmüş, cenâzesi için zekât parası kullanılamaz!..

--Neden?..

--Adam öldü, canı çıktı, paraya ihtiyacı kalmmadı.

--Ne olacak, cenâze açıkta mı kalacak?..

--Açıkta kalmasın! Ver paraları, kefen alalım, kaldıralım ama, zekât parasıyla değil... Zekât fakirin hakkı...

Kitaplarımız böyle yazıyor. Partiye de verilemez zekât!..

--Ben Allah yolunda cihad yapıyorum!..

--Kimin Allah yolunda cihad yaptığını Allah bilir. Sen, "Ben Allah yolunda cihad yapıyorum!" dersin, zekâtı alırsın. Öteki, "Ben de yapıyorum Allah yolunda cihad... Ben gâvur muyum? der, o da oraya harcar. Öbürü başka yere harcar, yozlaşır iş... Öyle şey olmaz!..

Allah yolunda cihad, savaş başladığı zaman... Bosna-Hersek'teki mücahide verebilirsin. Paralar toplandı, Bosna-Hersek'teki mücahidlere, götürüldü verildi; tamam, olur. Neden?.. Çünkü fiilen Sırpla çarpışıyor; o zaman, olur. Ama;

--Efendim ben cihad yapıyorum...

--E ben de cihad yapıyorum, Asfa'da eğitim cihadı yapıyorum; ver paraları!..

Olmaz! Kendi müesseseme de alamam ben... Neden?.. Müesseye verilmez de onun için... Hanefî fıkhının görüşü böyledir. Ama, Yusuf el-Kardavî müctehid değildir. Yusuf el-Kardavî sıradan bir adamdır.

Bazıları;

"--Hangi dangalak onu söylemiş?" diyor, partiye verilmez deyince...

Alimlere dangalak diyen çok kötü bir durumdadır. Öyle şey olmaz! Bu bir fıkıh meselesidir, dangalaklıkla ve sâireyle bir ilgisi yoktur. Hiç olmazsa, ictihad farkıdır. İctihadı farklı olan bir insana da dangalak demek, edebe uygun değildir. Ahirette insanın yakasına yapışır, sorarlar. Böyle şey olmaz!..

Ulemamıza baskısız, tazyiksiz, edeple bu mesele sorulduğu zaman, hiç bir kimse oraya zekât verilir dememiştir. Ne Mehmed Emin Er Hoca demiştir, ne başkası demiştir, ne Ömer Nasuhi Bilmen Hoca demiştir. Eğri otursa bile insanın, her şeyi dobra dobra, doğru konuşması lâzım!.. Bu işler oyuncak değildir. Din oyuncak değildir. Şahıslar gider, din ayakta kalır.

--Ama ordan para geliyor!..

Geliyor ama, câiz değil... Hırsızlıktan da para geliyor, alabiliyor musun?.. Gasbdan da para geliyor, alabiliyor musun?.. Meşrû yoldan gelirse, alabilirsin. Para geldi diye ille alınmaz ki!..

2. Soru:

--Partiye zekât verilebilir mi?

--Hayır, partiye zekât olmaz!.. Camiye de zekât olmaz, ölüye de zekât olmaz!.. İlmihal kitaplarını açın, bakın; zekâtta temlik şartı vardır, fakirin eline verilmesi lâzım!..

3. Soru:

--Bazı müesseseler zekâtı alıp, öğrencilere şartlı olarak verip, ondan zekâtı geri o müesseseye vermesini istiyorlar. Bu durum uygun mudur?

--Buna hîle-i şer'iyye derler. Hîle, tedbir demektir. Çocuğa veriyor, çocuk da müessesesine bağışlıyor. İsterse bağışlamaz. Para çocuğun eline geçtiği anda, "Teşekkür ederim!" deyip cebine koyabilir. Çünkü, onun malı olmuştur. "Bak ben sana bunu veriyorum, geri alacağım!" Böyle bir şart batıldır. Böyle bir şey uygun olmaz.

İş karışık olmasın diye, biz ne yapıyoruz?.. Biz diyoruz ki:

--Bizim vakfımızda öğrenci yurtları ücretlidir; her talebe şu kadar ücret verecek!

--Talebenin parası yok...

--Parası yoksa, zekât alsın; aldığı zekâttan ödesin ücretini!.. Yemek yiyor, oturuyor, kalkıyor, çamaşırı yıkanıyor vs.

Böyle bir tabii şekil daha iyi olur.

4. Soru:

--Kadınların zinet eşyalarına zekât düşer mi?..

--Altınına, gümüşüne düşebilir. İnciye, pırlantaya, taşa düşmez. Altın ve gümüşü nisâba ulaştığı zaman, o kadının da ayrıca zekât vermesi, kurban kesmesi gerekir. İlmihalin o bahsinde geniş bilgi bulabilirsiniz.


HAC

1. Soru:

--Hacca niyet ettik. Kâbe'yi ilk gördüğümüzde nasıl dua etmemiz lâzım? Orda neler yapmamızı ve nelere dikkat etmemizi tavsiye edersiniz?

--Hacca gidecek bir insanın en çok dikkat edeceği husus, haccın bir imtihan olduğunu bilmesidir. Evinden çıktığı andan dönünceye kadar şeytana uymamağa, günaha bulaşmamağa, harama bulaşmamağa çok dikkat edecek!.. Çünkü şeytan, hacıyı kandırmak için çok imtihanlar çıkartır karşısına; ona çok dikkat edecek!.. Kimseyi üzmeyecek, kimsenin hakkına tecâvüz etmeyecek!.. Cenk, cidal, kavga, gürültü, münakaşa vs. yapmamağa çalışacak!.. Sabırlı olacak, sabırlı olacak, sabırlı olacak!..

Hac yolculuğunun ana esası sabırlı olmaktır. Tabii, hac kitaplarını okusun, inceliklerini öğrensin!.. Kâbe'yi gördüğü zaman ne dua yapması gerektiğine dair orada tavsiyeler vardır.

2. Soru:

--Bir kimse hacca gitmişse, hacı demekte bir mahzur var mı?..

--Hacı demekte bir mahzur yoktur amma, hacılığıyla öğünmek mahzurludur. Hacıyım diye böbürlenmek mahzurludur.

Bir kimse hacca gitmiş. "Hacı bey otur!" "Hacı bey kalk!" "Hacı bey buyur!" vs. diyoruz. Hacca gitmiş olduğu için, böyle söylemek günah değil... Yalnız, kişinin kendi ibadetini böyle öğünç vesilesi yapması, böbürlenme vesilesi yapması doğru değildir, sevabını kaçırttırır. Mümkünse kendisi söylemesin, boynunu büksün, tevâz göstersin. Karşısındaki ona "Hacı bey!" derse, bir mahzuru yoktur.

3. Soru:

--Yılbaşı gecesini hristiyanlar gibi kutlayan hacının hükmü nedir? Buna müslüman diyebilir miyiz, kâfir olur mu?..

--Günahkâr oluyor. Kâfir olması için Allah'ın bir emrini, bir ayeti veya Peygamber Efendimiz'den sübûtu kat'î olan bir şeyi, "Ben böyle şey istemiyorum, kabul etmiyorum, muhalifim." diye inkâr etmesi lâzım!..

Bunlar cahillikten neş'et ediyor. Günah kazanıyorlar, büyük günahlar kazanıyorlar.