EVLENME

1. Soru:

--Evlenmenin hükmü nedir, açıklama yapar mısınız?

--Peygamber Efendimiz:

(Ennikâhu sünnetî) "Nikâh benim sünnetimdir." buyuruyor. Bu ne demek?.. "Evlenmek benim koyduğum adettir, benim yolumdur." demek... Kesin yapılması gereken değil de, benim seçtiğim, tercih ettiğim, gittiğim yoldur demek...

Ama evlenmenin hükmü, kişinin özelliklerine göre değişir. Fıkıh kitapları böyle yazar. Adam çok kuvvetli duygulara sahip, evlenmediği zaman kendisine hakim olamayacak, günaha dalacaksa; öyle bir insana evlenmek farzdır. Neden?.. Evlenmediği takdirde günahkâr olacak!.. Öyle bir aciz adam ki, evlendiği zaman karısına bakamayacak, kocalık vazifesini yapamayacak; böyle bir kimsenin de evlenmesi gerekmez.

Normal olarak, bir insanın evlenmesi uygundur. Çünkü, Efendimiz'in tavsiye ettiği bir şeydir. Bekârlıkta tehlikeler çoktur, evlilikte sevaplar çoktur, faydalar çoktur.

Sahabe-i kirâmdan bir zat, hanımı öldüğü zaman... İkisi de bulaşıcı hastalığa, vebaya tutulmuşlar. Hanımı biraz önce ölüyor. Kendisine haber gelince diyor ki:

"--Aman beni evlendirin!.."

Diyorlar ki:

"--Efendim! İşte iyi olun inşaallah, kalkın da düğün yapalım, güzel bir hanım bulalım, evlenin!.."

Diyor ki:

"--Ben öleceğimi biliyorum. Amansız hastalığa, vebaya yakalandım; kendimin öleceğimi biliyorum. Ama, Rabbimin huzuruna bekâr gitmeğe utanıyorum!" diyor.

Sahabe-i kiram bu, aşere-i mübeşşereden bir zât-ı muhterem... Onların nikâha bakışları böyle... Sevap bu, ibadet bu diye meseleye yaklaşıyorlar. Efendimiz'in hadis-i şeriflerinden anladıkları mânâ bu...

Ama bu mânâ, kişinin özel durumuna göre değişiyor. Çünkü karşısında, aldığı kadının da hakları var... Onun da hayatını zehir etmeğe hakkı yok... O zaman evlilik bazan haram oluyor, mekruh oluyor; bazan farz oluyor. Ama normal şartlarda Efendimiz'in yoludur, yapılması gerekir.

2. Soru:

--Evlenmek niyetindeyim, eşimi seçerken nelere dikkat etmeliyim?

--Dindar, namuslu, becerikli, ev işlerini yapmasını bilen, iyi bir aileden, temiz bir kimse almaya gayret et!.. Çünkü, o senin eşin ama aynı zamanda senin çocuğunun annesi... Çocuk yetiştirmeyi bilsin, evi yönetmeyi bilsin... Sadakatli olsun, güzel huylu olsun... Sen ona kızarsın, bağırırsın; o yumuşak davranır, alttan alır, idare eder... Sen unutursun, o hatırlatır...

Allah bir insanın hayrını murad etti mi, ona böyle unuttuğunu hatırlatan, hatırladığı şeyi yapmakta yardımcı olan iyi bir arkadaş nasib eder. Hayat arkadaşı da böyle... "Hadi efendi, hadi kalk! Ben uyandım, sen de kalk, teheccüdü kılıverelim!" dese bir kadın, dünyalara değer... Böyle bir kimseyi bulmağa çalışmalı!..

3. Soru:

--Dinimizda akraba evliliği nasıl karşılanıyor?

--Muharremât, insan kimlerle evlenemez diye bir liste vardır. Ayet-i kerimede:

(Hurrimet aleyküm ümmehâtüküm ve benâtüküm ve ehavâtiküm ve ammâtüküm ve hâlâtiküm...) diye bir liste vardır. [Sizlere analarınız, kızlarınız, kızkardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, kardeş kızları, kızkardeş kızları, sizi emziren süt analarınız, süt bacılarınız, eşlerinizin anaları, kendileriyle gerdeğe girdiğiniz kadınlarınızın yanınızda kalan üvey kızlarınız --ki, onlarla gerdeğe girmemişseniz size bir engel yoktur-- öz oğullarınızın eşleri ve iki kız kardeşi bir arada almak sûretiyle evlenmek --geçmişte olanlar artık geçmiştir-- haram kılındı. Doğrusu Allah bağışlar ve merhamet eder.]

Bunların dışındakilerle evlenebilir. Meselâ teyze kızıyla evlenebilir, hala kızıyla evlenebilir, amca kızıyla evlenebilir. Yasakların dışında ötekilerle evlenmesi serbesttir, akraba çocukları olsa bile...

Akrabalardan evli insanlar var, nur topu gibi de çocukları var... Şahsen benim annem ve babam da kardeş çocuklarıdır. Dedeler kardeştir. İki kardeş evlâtlarını birbirleriyle evlendirebilirler.

4. Soru:

--Evlenmek niyetinde olan kız ve erkeğin birbirini görmesinde bir sakınca var mıdır?

--Kısa müddet, az bir şekilde, sûisti'mal etmemek, ileriye gitmemek şartıyla görebilir. Öyle çok fazla değil, her zaman değil...

5. Soru:

--Beni evlendiriyorlar, istihare namazına hâcet var mıdır?

--Bir iş kararlaştırıldıktan sonra istihare filân olmaz. İş olup bittikten sonra olmaz. Daha önceden olsaydı, olurdu. Pişmiş aşa su katılmaz. Düşünmüsün, evet demişsin; ondan sonra dönmek uygun olmaz. Tabii, mühim bir sebep olursa dönülür.

Aklen güzel görünen şey için veya şer'an doğru olan şey için, istihare yapmağa lüzum yoktur. Bakıyorsun, eş olarak seçtiğin kimse müslüman, mütedeyyin, namazlı, niyazlı; olur. İki tane aday olur da ikisi eşit olursa, o zaman istihare yapılır; acaba hangisi daha iyi diye... Ama aday bir tane olunca, istihare gerekmez.

6. Soru:

--Evlenmek istiyorum, annem babam askerlik yapmadığım için râzı değil... Okuduğum için askerliğe yedi yıl var... Yaşım yirmiiki, kızı da buldum. Sadece ailem râzı değil, ne tavsiye edersiniz?

--Bu annenin babanın ısrarı yanlıştır muhterem kardeşlerim!.. Siz anne babaysanız, böyle yapmayın! Çünkü, evlenmenin tehire uğramasından dolayı çocuk bir günah işlerse, anne baba mes'ul olur. Çocuğunu erken evlendirmek, anne babanın vazifesidir. Tehir etmeğe kalkışmak çok yanlış bir şeydir. İlk vakitte, ilk fırsatta evlendirmeğe çalışması lâzım!.. Mâdem yedi yıl sonra bunun askerliği gelecek, o halde şimdiden evlenmesi gerekiyor. Evlensin, Allah yardımcı olsun...

İknâ etmesi lâzım, yanlıştır diye söylemesi lâzım!..

7. Soru:

--Kendi sınıfımdan bir kıza talib oldum. Evlenmemiş bir ablası olduğu için, bu işte güçlük çıktı. Bu konuda tavsiyeleriniz?

--Bir evde birkaç tane kız olabilir. Kimin kısmeti çıkarsa, onun evlendirilmesi lâzım!.. Ablası evlenmedi diye kardeşinin evliliğine mâni olmak İslâmî değildir. İslâm'a göre böyle bir sıra yoktur. Kızın kısmeti çıkmışsa, kısmet de hayırlı ise, iyi bir müslümansa, verilir. Allah ötekisine de hayırlı kısmet versin denilir. Bu yanlış bir adettir, bunu söylemek lâzım!..

8. Soru:

--Bir kızdan hoşlanıyorum; fakat onun bundan haberi yok... Ne yapmamı tavsiye edersiniz?

--Meşrû yoldan git, iste! Fazla da öyle hoşlanıp uzaktan bakma!..

9. Soru:

--Aşık olduğum kızın hidâyete ermesi için dua eder misiniz?

--Dua ederiz ama, aşık olmak da İslâm'da pek iyi bir şey değil... Elin kızına ne diye baktın, ne diye aşık oldun, ne diye bu duruma geldin?.. Bu bir hatalı durumdur. Doğru düzgün seçme ile olmamış da, aşık olmuş. O kız eğer İslâmî bakımdan iyi ölçüde bir kimse değilse, açıksa, ailesi ve şartları iyi değilse, bunun onunla evlenmemesi lâzım!.. Çünkü Peygamber Efendimiz, "Dindar olanını arayın!" diyor.

Onun için insanın gözünü sakınması lâzım, bu gibi mâcerâlara düşmemesi lâzım!.. Tabii, bazan elinde olmayan sebeplerle, düşer insan bu gibi hallere; ama, mümkün olduğu kadar kendisine hakim olmağa çalışmalı!.. Tehlikelidir.

10. Soru:

--Benim sütkardeşim ağabeyimle evlenebilir mi? Ben kızın annesinden süt emdim ama, kız benim annemden süt emmedi.

--Evlenebilir. Çünkü, sütkardeşlik o kızla kendisi arasındadır; ağabeyine sirayet etmez. Bir mahzuru yok...

11. Soru:

--Evlenmek istediğim kız, akraba olduğu için anneme benziyor. Şimdi bu konu yüzünden üzülüyorum. Bunun bir mahzuru var mı?..

--Bir şey olmaz, olabilir. Teyzeler, halalar birbirlerine benzeyebilirler. Nikâh düşecek bir insan olduktan sonra, bir mahzuru yoktur.

12. Soru:

--Bir erkekle kadının evliliği kader midir?

--Allah'ın takdiridir, öyle olmuştur.

13. Soru:

--İki bayram arasında düğün yapılmasının bir mahzuru var mıdır?

--Bu söylentidir. Peygamber Efendimiz'in bir düğünü iki bayram arasında yapılmıştır. Onun için düğünü istediğiniz zamanda yapabilirsiniz. İki bayram arasında yapılmasının mahzuru yoktur.

14. Soru:

--Ondokuz yaşında bir kızım... Namazında niyazında diye tanıttıkları nişanlımın, daha sonra namaz kılmadığını öğrendik. Benden onbir yaş da büyükmüş. Nişanı bozmak için köye gittim. Köyde törelere göre uygun olmadığını söylediler. Ne yapacağımı bilmiyorum. bana bir yol gösterir misiniz?

--Nişan nikâh demek değildir. Kişilerin birbirlerini tanıması için bir şeydir. Namaz kılmayan bir insana kız verilmez! Çünkü, Allah'tan korkmuyor demektir. Allah'a karşı vazifelerini yapmıyor demektir. Namaz kılarsa olabilir. Kılmazsa, böyle bir kimseye gidip de, bundan sonra bir sürü belânın daha altına girmeğe lüzum yoktur.

Ama, namazlı niyazlı müslüman bir kimse ile de, nişanlıyken, nikâhlıyken ayrılmağa kalkmak, İslâmî bakımdan doğru değildir.

Onbir yaş büyük bir yaş farkı değildir. Biraz daha az olur, biraz daha fazla olur; normaldir. Erkek biraz büyük olur, kız küçük olur; bunda bir mahzur yok... Fakat, namaz kılmaması büyük bir kusur; onu izâle etmeleri lâzım!..

15. Soru:

--Düğün öncesi yapılan nişan kız tarafından bozulursa, o ana kadar yapılan masrafları kim karşılar?

--Nişanın şer'an bir hükmü yoktur muhterem kardeşlerim!.. Nişan nikâh demek değildir. Nikâh olmadığından tarafeyn birbirlerine verdikleri hediyeleri geri vermek zorundadır. Çünkü, nişan münâsebetiyle yapılmıştı, nişan bozuldu. Kimisi üstüne yatıyor hediyelerin... Ya kız tarafı yatıyor, ya oğlan tarafı yatıyor. "Verilen verilmiştir, alınan bizimdir." deniliyor. Evet, lokum baklava gitmişse, onlar yenilmiştir, onlar neyse ne artık ama; çeyiz, takı, yüzük, bilezik vs. verilir.

16. Soru:

--El ile tatmin olmanın (masturbasyon) hükmü nedir, dînî yönden mahzuru var mıdır? (Eğer bunu yazmakla bir hayasızlık etmişsek, özür dileriz.)

--Muhterem kardeşlerim! Dinde ayıptır diye soru sormaktan kaçınmak da yoktur, soruya cevap vermekten kaçınmak da yoktur.

Hazret-i Aişe validemize gelip soru sorarlardı. "Ey mü'minlerin anası, şu meselede ne yapmak lâzım gelir?" diye... Kadın olduğu halde, Peygamber Efendimiz'in zevcesi olduğu için bilir diye, ona gelip sorarlardı. Sorulur.

Peygamber Efendimiz hadis-i şerifinde buyuruyor ki: "Eliyle nikâhlanan mel'undur!" Yâni, Allah'ın lânetine uğramıştır demek... İşi rast gitmez, hayra ulaşmaz... Dünyası mahvolur, ahireti mahvolur... Sıhhati gider, her çeşit zararlara uğrar. Bu kötü huydan tevbe edip, derhal dönmek lâzım!..

Peygamber Efendimiz diyor ki: "Gözler de zina eder. Eller de zina eder." El de zina eder, göz de zina eder. Mâdem Peygamber Efendimiz öyle demiş, öyledir. Göz harama bakar, zina eder; el haramı tutar, zina eder; veyahut böyle yanlış yolda kullanılır, zina etmiş olur.

O bakımdan, bu işe alışmış olan bir insan bu işi bıraksın! Tevbe etsin, bir daha yapmamağa azmetsin!.. Hayrını bereketini götürür. Allah'ın lânetine uğramak çok kötü bir şeydir. Şeytan Allah'ın lânetine uğramıştır, biliyorsunuz halini... Bu kadar kuvvetli bir cezasının olduğunu bilerek, bu işten o kadar kuvvetle sakınmalı!..

Muhterem kardeşlerim! Çocuklarınızı çabuk evlendirin!.. Peygamber Efendimiz çareyi böyle emretmiş; bu işin aslı budur. Erkence evlendirin, günahlara dalmasın çocuklar...

Bu devirde insanın nefsini azdırma vasıtaları sanayi haline gelmiştir. Teşvik ediliyor, teşvik var, ödül var... Işıklı reklamlar, parlak resimler, gazeteler, mecmualar, poşetlerin içinde bilmem neler... Her türlü imkân hazırlanmıştır. Tâ ki, müslümanlar o tuzaklara yakalansınlar, günahlara girsinler, şeytanın yoluna düşsünler, cehenneme yuvarlansınlar diye... Her türlü imkân hazırlanmıştır çepeçevre müslümanların etrafında...

Tabii çareler bulmak lâzım!.. Papazlar daha iyi dindarlık yapacağız diye, evlenmeyi kendilerine yasak ettiler, daha büyük fitneler çıktı. Hilkatin karşısında, akıntıya ters gidilmez. Akıntıya uygun gitmek lâzım!.. Mâdem, Allah insanı nefisli yaratmış, mâdem ki erkek ve kadın diye iki cins var, mâdem ki iki cinsin arasına bir ilgi koymuş; bu ilginin meşrû şekilde halledilmesi lâzım ki, her iki taraf da günaha sapmasın...

İslâm ayrıca, bu iş halledilinceye kadar da bu işi önlemek için iki tarafın arasına perde germiş, duvar örmüştür. Beraber gezmek tozmak yoktur, konuşmak görüşmek yoktur. Açılmak saçılmak yoktur. Nefsi kabartacak işleri yapmamak gerekir. Yâni, yan tedbirleri de almıştır İslâm... Örtünmek onun içindir.

"--Öcü gibi ne örtünüyorsun?.."

"--Öcü gibi örtünüyorum, şeytanın yoluna düşmeyeyim diye... Başkası düşmesin diye, benim yüzümden günaha girmesin diye... Dinimiz bunu emretmiş."

"--E canım, saçların mâdem bu kadar güzelmiş, niye göstermiyorsun, niye kapatıyorsun?.."

"--Güzel olduğu için kapatıyorum! Ayet-i kerime 'Zinetlerinizi saklayın!' dediği için, dinimiz böyle emrettiği için kapatıyorum!" diyeceğiz ve kapatacağız.

Cennete girecekleri sayıyor Kur'an-ı Kerim'de Allah-u Teâlâ Hazretleri:

(Vellezînehüm li fürûcühüm hâfizûn) "Namuslarını koruyanlar, tenâsül aletlerini günahlardan koruyanlar." diyor. (İllâ alâ ezvâcihim ev mâ meleket eymânühüm fe innehüm gayru melûmîn) "Eşleri müstesnâ, çünkü onun bir mahzuru yok..." diyor Allah-u Teâlâ Hazretleri...

O halde çocuklarınızı erken evlendirin!.. Nişanlayın, evlendirin; bu dert bitsin!.. Gençleri evlendirmiyorlar, yirmi yaşına geliyor, otuz yaşına geliyor, otuzbeş yaşına geliyor; sanıyor ki evlilik çok büyük bir mesele... Değil, işte bu kadar bir mesele... Evlen de gör!.. Bitiyor, tamam... Ondan sonra, asıl yapılacak mühim işlere yöneliyor.

Bizim dinimizin ana mantığı, akıntıya kürek gitmek değildir, hilkate uygun hareket etmektir. Evlilik sevap... Dinimizde evlilik sevaptır. Hattâ "Bir insanın eşiyle evlilik münâsebetlerine Allah mükâfat veriyor." diyor Peygamber Efendimiz...

Sahabe şaşırıyorlar, diyorlar ki:

"--Yâ Rasûlallah! Hem şehvetinin icabını yapıyor, hem şehvetini kaza ediyor, hem de nasıl sevap alıyor?"

"--Harama gitseydi, günah olacaktı ya!.." diyor Peygamber Efendimiz...

Harama gitseydi günah olacaktı. Onun için, bu tarafa gelince, bu tarzda halledince sevap oluyor.

Onun için, bir insan evlendi mi dini tamam olur. "Sizin en kötüleriniz bekârlarınızdır." diyor. Çünkü, bekâr olunduğu zaman, günaha sapar. Kimse de bir şey demiyor, kimse de ayıplamıyor. Yaşlı, sakallı yetmiş küsur yaşında adam... Torunları kızlarla geziyormuş. O bahçeye getiriyormuş kızları, orda eğleniyorlarmış. "Ne yapalım, gençtir." diyor, hoş görüyor. Hoş görülmez; ama, millet hoş görüyor.

En iyi çaresi erkence evlendirip baş-göz etmektir. O olmadığı takdirde, oruç tutmayı tavsiye ediyor Peygamber Efendimiz... Oruç tuttu mu insanın arzuları azalır. Bu arzular yemekten artıyor. Yiyor köfteleri, kebapları, yiyecekleri; o zaman, "Var mı bana yan bakan?" diye pehlivan gibi çatacak yer arıyor. Neden?.. Karnını doyurdu, ondan sonra nefis kabardı tabii... Ona da dikkat etmek lâzım!..


NİKÂH

1. Soru:

--Evlenmek istediğim kızla rahat görüşebilmek için, evlilik hayatına başlamadan önce dinî nikâh yapabilir miyim; böyle bir şey olur mu?..

--Nikâh nikâhtır. Bunun birkaç çeşidi yoktur. Nikâhlandı mı, bunlar evli olurlar, mehir tahakkuk eder. O zaman istedikleri gibi rahat konuşabilirler birbirleriyle; nikâhlı insanlar olurlar.

Ama nikâlanmadan da bu işler olur. Asırlar boyu böyle devam etmiştir, bir mahzuru yoktur. Hiç görmeden de birbirleriyle evlenenler olmuştur. Anneler, akrabalar gelirler, giderler hallederler.

Buna bir cevap olarak başka bir soru var; bu da diyor ki:

2. Soru:

--Biz bir oğlan ve kız arasında şer'î nikâhı yaptık. Arada ihtilâf oldu, büyüdü, bozuşma durumuna geldi. Kız tarafı biz boşuyoruz diyor, oğlan tarafı boşamam diyor. Hüküm nedir?

--Boşanamazlar!.. İşte böyle ihtilâflar çıkar. Millet bu nikâhın önemini bilmiyor. Hadi bir şer'î nikâh yapıyorlar, karı-koca oluyorlar. Düğün yapılmamış bir karı-kocalık hâli oluyor. Ondan sonra bozuşuyorlar; o başkasıyla evleniyor, öbürü başkasıyla evleniyor. Halbuki başkasının hanımı...

Bu nikâh oyuncak değildir. Ya bunu ciddî olarak tatbik etsinler, nikâhlılarsa ona göre hareket etsinler, ayrıldıkları zaman mehrini vermek şartıyla... Ya da yapamayacaklarsa; o zaman nikâhlanmadan, nişanlılık durumuyla, resmî bir tarzda, bu işleri evleninceye kadar yürütsünler.

3. Soru:

--Nişanlı iken dînî nikâh kıyılmış, düğünden önce ayrılmışlarsa, nikâhın fesholması için ne yapmak lâzım?..

--Nikâhın feshi erkeğin elindedir. Erkek "Boşadım!" dediği zaman, nikâh biter. Zifaf olmadığı için, mehrin yarısını kıza vermesi gerekir.

4. Soru:

--Mehir verilmeden olan evlilik zinâ mı?

--Hayır!.. Mehir verilmeden, normal nikâh kıyılmış da evlenilmişse zinâ değildir. Yalnız erkeğin kadına mehr-i misil verme mecburiyeti olur, o kadar...

Konuşulmamış, tayin edilmemiş, şimdi burda kadının ne kadar mehir hakkı var?.. Emsali kadınların mehri ne kadar oluyorsa, o kadar mehir verilir.

Nikâh sahihtir, zinâ değildir; erkek üzerinde mehir borcu vardır.

5. Soru:

--Ben bir yıl evvel sözlendim ve ardından nikâhımız yapıldı. Sözlüm dindar birisi olduğu için, yöremizdeki adetlere karşı... Ailem ona muhalefet etti. Babam her içeri girip çıktığında nişanlımın ayağa kalkmasını istedi. O da, "Ben bunu yapamam! Hocalarımız bile bizden bunu istemiyor." diye karşılık verdi. Babam nikâhlımdan tamâmen ayrılmamı istiyor. Ben nikâhlı olduğum için ayrılmak istemiyorum. Nikâhlım da ayrılmak istemiyor, "Ailen ne derse desin, beni tercih etmelisin!" diyor. Beyimi tercih edince ailemden kopacağımı düşünüyorum. Ne yapmamızı tavsiye edersiniz?

--Yapılacak şey gayet net, bilinmeyen bir durum değil... Nikâhlı olduğu için, kocasını tercih edecek!

Kocasının o ayağa kalkma konusundaki ısrarı, inadı doğru değil... Çünkü, Peygamber SAS Efendimiz, Sa'd Hazretleri gelirken, (Kmû liseyyidiküm!) "Efendiniz için ayağa kalkın!" buyurmuş. Yâni, kavminizin ulusu, hürmete şâyan şahsı geliyor diye kalkmalarını istemiş. Baba için kalkılabilir, örfümüzde vardır. Örfe önem veriyor İslâmiyet... O bakımdan kalkmam demesi doğru olmamış nişanlısının...

Tavsiyem, kocasına uyacak; annesine babasına durumun ciddiyetini anlatacak, "Ben mecburum, nikâhlanmış bulundum." diyecek, onları yumuşatmağa çalışacak. Kocasına da, "Bak, kakmakta, hürmet etmekte bir beis yokmuş. Sen de nobranlığı bırak, biraz geçimli ol!" filân diyecek.

6 . Soru:

--Beyim tartışırken bana çok kızdı, "Seni bırakacağım!" dedi. Fakat sonra kızgınlığı geçince, söylediğine pişman oldu. Acaba bu sözle nikâhımıza bir zarar geldi mi?

--Nikâhınıza bir zarar gelmez! Bırakacağım deyince, ileriye doğru, gelecek zaman kasdedildiği için, bir şey olmaz.


AİLE HAYATI

1. Soru:

--Bir adamın kendisi Şafiî, hanımı Hanefî olsa, evinde hangi mezheb üzere ibadet etmeli? Bu karı-kocanın çocukları hangi mezheb üzere ibadet etmeli?

--Herkes kendi mezhebi üzere ibadet eder. Beraber oldukları zaman, hanım beyine uygun olarak hareket edebilir. Ama, fırsat olduğu zaman herkes kendi mezhebinin şartlarını yerine getirir.

Şafiî imamın arkasında Hanefî namaz kılabilir. Hanefî imamın arkasında Şafiî namaz kılabilir. Bu câizdir, bunda hiç tereddüt etmesinler.

Bu karı-kocanın çocukları, o çevrede cârî olan hak mezhebe ittibâ ederlerse, rahat ederler. Meselâ etrafta hep Hanefîler varsa, ona uyabilirler; hep Şafiîler varsa, ona uyabilirler.

2. Soru:

--Dokuz yıllık evliyim. Beyimle anlaşamıyoruz, dokuz yıldır yatağıma gelmiyor. Ne tavsiye edersiniz?

--Bu gibi şeyler olabiliyor. Müslümanlar evlilik hayatının vecibelerini bilimiyorlar. Kocanın karısına böyle bir ilgisizliği doğru değildir İslâm'da... Yoktur böyle bir şey!.. Kadının kocası üzerinde hakkı vardır, kocanın da kadın üzerinde hakkı vardır. Kadın da kocasını men etse, razı olmasa; onun da günahı vardır. Bunların izâle olması lâzım!..

Allah rızası için evleniliyor. Evlilikten maksat, hayırlı evlât sahibi olmaktır. Hayırlı evlât sahibi olmanın yolu da izdivac olduğundan, nikâh olduğundan, karı koca arasındaki ilişkiler olduğundan, bunların yapılmasına sevap verilmiştir İslâm'da... Sevap olduğu bildirilmiştir hadis-i şeriflerde... Böyle olması lâzım!.. Aksi de vebaldir, günahtır.

3. Soru:

--Hanımıma ders aldırmıştım, şimdi devam etmiyor. "Bana önceden söylemeden aldırdın." diyor, dersini yapmıyor. Müzik çalıyor. "İlâhi çal!" diyorum, çalmıyor. Sakalıma karışıyor. Ne yapmamı tavsiye edersiniz?

--Anlaşılan, İslâmî bakımdan zayıf bir kadın... Onu doğru yola getirmek için devamlı bir çalışma lâzım!.. Otoriter, ciddî bir çalışma gerekir. "Bak bu yaptığın yanlıştır, günahtır! Şu ayet-i kerimeye göre şöyle, bu ayet-i kerimeye göre böyle..." diye müşterek hayatlarındaki tecrübelerden, müşterek inandıkları bildikleri yerlerden deliller getirerek irşed etmeğe çalışmak lâzım!..

İyi insanlar arkadaşlık ederek, iyi komşularla gidip gelmek sûretiyle iyileşebilir. Onlardan görüp yavaş yavaş düzelebilir. Bu da bir çaredir.

4. Soru:

--Çeyizimde kristal cam, sırça mutfak eşyaları var, takımlar var... Lüks olduğu kullanmıyorum. Hepsini Allah yolunda değerlendirmek istiyorum. Fakat, annem çok kızacak. Ne yapmamı emir buyurursunuz? Annemi kırmak vebal olur mu?

--Çeyizinde gelmiş evde duruyormuş; dursun! Yeri geldiği zaman kullanarak değerlendirebilirsiniz. Kullanılan eşya olsun, fuzûli duran eşya durumunda olmasın!..

Annenizi kırmak vebal olur. Tabii, kırmamağa çalışmanız lâzım!..

5. Soru:

--Evli hanımın zînet eşyasından dolayı kurban kesmesi gerekir mi?

--Kurban kesmek için insanın nisab miktarından fazla malı olması lâzım. O anda altın kimin elindeyse, kim zengin durumundaysa, onun kurban kesmesi lâzım!.. Eğer altın hanıma aitse, hanım namına kurban kesilmesi lâzım!.. Beye aitse, beyi keser. İkisi de zenginse, ikisinin de kurban kesmesi lâzım!..

6. Soru:

--Mehrimi ve epey bir miktar altını, zor bir günde muhtaç olmamak için, evimizde saklıyoruz. Acaba bu düşüncemiz doğru mu?.. Allah yolunda tasadduk etmediğimiz için vebalde miyiz?

--Altın ve saire tasarrufların boş durmasından, atıl durmasından, değerlendirilmesi daha uygun olur. Ben bizim şirketlerin koordinatörlerine emir verdim. Dedim ki: "Bakın, kardeşlerimizden gelip bana müracaat edenler var, paralarını değerlendirmek isteyenler var... Paralarını değerlendirecek bir çalışma yapın!" dedim. İnşaallah o da yapılır.

Ama, şu anda da helâl yollarla işletme imkânları olduğu için, tutmak yerine onları değerlendirmek daha uygun olur.

İnsan zekâtını verince, cimrilikten kurtulmuş oluyor. Ondan sonrası fazilet oluyor. Verirse verir; vermezse sorumluluk kalkmış oluyor, zekâtı verdiği için...

7. Soru:

--Beş senedir evli olduğum hanımımı ve iki çocuğumu, kızın annesi dün ben işte iken evimden almış, götürmüş. Öne sürdükleri hiç bir konuda hakları da yok... Kızın babası ile görüştüm, "Meseleleri görüşerek halledelim!" dedim. O da kabul etti. Ancak, hanımımı ve çocuklarımı göstermediler. Herhalde uzaktaki bir akrabalarına götürmüşler. Emirlerinizi ve dualarınızı beklerim.

--Maalesef ahali müslüman ama, hareketleri İslâmî değil... Kızını, bir beye vermiş; artık o, damâdın emrindedir. Ordan onu çekip almağa hakkı yoktur kendisinin... Dâmadın hükmündedir, dâmâdın sorumluluğundadır. Onun emrindedir. Onu alıp götürmek, yanlış bir şey oluyor. Hem de meşrû bir sebep yokken, ufak tefek kırgınlıklar, kızgınlıklar, geçimsizlikler böyle şeylere sebep oluyor. Bu doğru değildir. Allah ıslah etsin...

Alıp götürenler yanlış bir iş yapmışlar. Bir yuva yıkmakta adım atmış oluyorlar, şeytana uymuş oluyorlar. Mümkünse, onlara haber iletin, dönsünler! Çünkü, yaptıkarı şey şeytanın sevdiği, Allah'ın sevmediği bir şeydir. Yanlış bir şeydir.

Eğer, herhangi bir şekilde dâmâdın onların hoşuna gitmeyen bir durumu varsa, onu da kendileri kararlaştırmasınlar. Çünkü, ölçüyü tam güzel yapamadıkları, kızı alıp götürmelerinden anlaşılıyor. Bir bilen müftüye, hocaya, alim kimseye sorsunlar; o ne derse, öyle yapsınlar!.. Aksi takdirde, çok büyük veballer yüklenirler.

8. Soru:

--Beyinden kardeşimin huzuru yok; dua eder misiniz?

--Aziz kardeşlerim! Kimse kimseye zulüm ve haksızlık yapmasın!.. Kardeş kardeşe yapmasın, karı kocaya yapmasın, baba evlâdına yapmasın!.. Çünkü ahirette bu münâsebetler hesaba katılmayacak, kişi olarak herkes birbirinden dâvacı olacak!.. Evlât babasından dâvâcı olabilir, karı kocasından dâvâcı olabilir... Binâen aleyh kimsenin hakkını geçirmemek, hiç kimseye zulüm ve haksızlık yapmamak prensibiniz olsun!..

Kocaysanız, karınıza zulmetmeyin!.. Babaysanız, evlâdınıza zulmetmeyin!.. Kuvvetliyseniz, âcize zulmetmeyin!.. Komşunuza zulmetmeyin!.. Gözünüzde küçümsediğiniz insana zulmetmeyin!.. Çünkü, Allah hesabını sorar. Adaletli olun, Allah adaleti sever.

Hadis-i Kudsîde buyuruyor ki Mevlâmız: "Ben kendime zulmü haram ettim, kendim zulmetmiyorum. Ey kullarım, siz de zulmetmeyin birbirinize!.." diyor.

Zulüm Allah'ın en sevmediği şeydir ve şiddetle cezâlandırır. Kocanın karısına zulmetmemesi lâzım, babanın evlâdına zulmetmemesi lâzım, komşunun komşuya zulmetmemesi lâzım!..

9. Soru:

--Küçük kardeşlerim benimle dargın... İllâ benim onların ayağına gitmem şart mıdır?

--Giden sevap kazanır. Dargın olandan elini ilk uzatan, selâmı ilk veren, dargınlığı izâle etmek için ilk davranan en çok sevap kazanır. Küçüklük büyüklük önemli değil, sevap kazanmak bakımından yapılabilir. Nefsi yenmek bakımından da, gitmek iyidir.

10. Soru:

--Bir erkeğe eşinin kızkardeşi nâmahrem midir; tokalaşmaları ve aynı odada oturmaları doğru mudur?

--Hayır, tokalaşamazlar! İki kız kardeşi nikâhta tutmak yoktur ama, aynı odada tek başına kalmaları mahzurludur. Efendimiz tarafından yasaklanmıştır. Gerek gelinin kocanın erkek kardeşiyle kalması, gerekse kocanın karısının kız kardeşiyle kalması tehlike doğurabileceğinden uygun değildir. Bir erkeğin mahremi olmayan bir kadınla bir odada yalnız kalması yasaklanmıştır İslâm'da...

11. Soru:

--Beyimin amcasını ziyaret edeceğiz. Yalnız amcası ve diğer akrabalarında haremlik-selâmlık yok... Beyim bulunduğu halde, onların yanında oturmamızın hükmü nedir?

--İlkönce, haremlik-selâmlığın olması gerektiğini fıkhen anlatmak lâzım!.. demek lâzım ki: Peygamber SAS Efendimiz, Fâtımatüz Zehrâ Validemiz'in yanına, sahabesinden bir kaç kişi ile gidiyormuş. Kapıya gelince:

"--Yâ Fâtıma kızım, yanımda birileri var; perdenin arkasına çekil!" buyurmuş.

O sahabe-i kirâm ki, ümmetin en yüksek mertebeli insanları... Yanında Peygamber Efendimiz var... Fâtımatüz Zehrâ Vâlidemiz de örtülüdür. Niye perdenin arkasına çekil dedi?.. Bu işin haremlik-selâmlık şeklinde olması gerektiğini gösteren bir misaldir.

"Bunun böyle olması lâzım, sevabı budur." diye söylenir. Ama, bu mümkün olmadığı zaman... Çünkü herkesi değiştiremiyorsunuz, bir takım mecburiyetler de oluyor. O zaman, nasıl trene biniyorsunuz, istasyona gidiyorsunuz, çarşıda pazarda geziyorsunuz; öyle örtülü olarak, yabancıların yanında durduğunuz gibi durabilirsiniz. Ama söylemek mümkün olur da söylerseniz, onlar da bilmiş olurlar. "Allah'ın hükmü buymuş amca, dayı..." filân diye söylemek lâzım!..

12. Soru:

--Enişte, amca, amca ve kardeş çocuklarıyla ailece, tesettüre riayet ederek beraber oturabilir miyiz?..

--Herkes haremliği selâmlığı anlamadığı için, örtülü olmak şartıyla, tesettüre riayet etmek şartıyla, böyle yakın akrabalarla bir arada bulunmak mecburiyeti olabiliyor. Bunu ben şöyle düşünüyorum: Kişi çarşıya çıkıyor, otobüse biniyor, sokakta yürüyor; onun gibi...

Tesettüre riayet edecek, mümkün olduğu kadar dikkat ederek, onlara da bunları anlatmağa çalışacak. mümkün olduğu kadar ayrı yerde oturmağa çalışacak ama, bazan da tam yapılamıyor. O zaman, örtülü olarak oturulabilir.

13. Soru:

--İslâmî konularda ailemde benden başka tavsiyede bulunacak kimse yok... Küçük kardeş ve ağabeylerime, kız kardeş ve yengelerime de emr-i ma'ruf nehy-i münkeri maalesef sadece ben yapmak durumundayım. Bu konularda daha faydalı söz söylemek, hem de mahremiyete riayet edip nefret ettirmeden sevdirerek, zorlaştırmadan kolaylaştırarak nasıl bir usül izleyeyim?

--Usûlü kendin söyledin aziz kardeşim!.. Sevdirerek, zorlaştırmadan, kolaylaştırarak, sıkmadan yapacaksın. Kendinden hiç taviz vermeyeceksin. Yumuşak yumuşak, güleç yüzle, "Allah'ın emri budur." diye anlatacıksın.

(Üd'u ilâ sebîli rabbike bil hikmeti vel mev'izatil haseneti ve câdilhüm billetî hiye ahsen) ayet-i kerimesi gereğince, mevizâ-i hasene ile, hikmetle, onlara yavaş yavaş, kızmadan, sinirlenmeden anlatmak lâzım!..

14. Soru:

--Ailemde çok değişik fikirlere sahib kişiler var... Bunlarla bir araya geldiğimde, aşırı tartışmalara giriyorum.. Gerçekleri anlattıkça aramızdaki bağ kopuyor, üzülüyorum. Nasıl bir yol izlememi tavsiye edersiniz?

--Bu işe devam edecek ama, üslûbuna dikkat edecek! Hakkı söylemeğe devam edecek, yumuşak yumuşak söyleyecek! Karşı tarafın kalbini kazanarak söyleyecek.

Münakaşadan sonuç hasıl olmaz. "Sen haklısın, ben haklıyım!.." filân gibi sözler iyi sonuç vermiyor. İnsanla önce dost olmak; edeble, sevgi ile, güzel ahlâkla kendisini kabul ettirmesi gerekiyor. Ondan sonra gerçekleri olgun bir tarzda, karşı tarafı da dinleyerek söylersen, delilleri yumuşak yumuşak gösterirsen, kabul edebiliyor. Uslûbunu emr-i maruf, nehy-i münker uslübuna getirecek, vazifeye devam edecek.

Üzülebilir. Üzülmesinin sevabı çoktur. Harbe katılmış da yara almış, gazi olmuş gibi sevap alır üzüldükçe... Onun için işe devam edecek ama, emr-i ma'rufu nehy-i münkeri büyük evliyâullah nasıl yapmışsa, şekli şemâili neyse ona dikkat edecek. Onların hayatlarını okusun, ona göre yapmaya çalışsın!

15. Soru:

--Bölgemizde erkekler hanımlarına çok kaba davranıyorlar ve bildikleri halde çoğu hakkını vermek istemiyorlar. Bu konuda ne tavsiye edersiniz?

--Böyle bir durum varsa, düzeltin! Olabilir. Bölgesel töreler olabilir. Meselâ kazaklık deniliyor. "Kazak erkek eve girdi mi, tabakları kırmalı, masayı devirmeli, perdeyi yırtmalı... Adam eve girdi mi, kadın tir tir titremeli, kaçacak delik aramalı!.. O zaman işte tam erkek olduğu anlaşılır." filân... Böyle şeyler oluyor.

Bunların aslı esası yoktur. Peygamber Efendimiz yapmamıştır. Peygamber SAS Efendimiz hanımlarıyla ne tür konuşmuşsa, nasıl muamele etmişse; nümûne odur.

Peygamber Efendimiz hanımlarını döğmemiştir. "Hanımlarınızı döğmeyiniz!" diye emri vardır. "İyi muamele edin, hakkını koruyun!" diye nasihati vardır. Hele hele birisinin hakkı ise, o hakkı vermemek zulümdür. Haklara riayet etmek esastır. Aman bu kanaati bertaraf edecek şekilde hakkaniyetli davranın!..

16. Soru:

--Yetim hakkı yemek kötü bir şey... Yetim yakının ise, evine gidip yemek yemek de buna girer mi? Onlar da darılıyorlar.

--Davet ederse, gidersin. Darılıyorsa, çok aşikâr bir şekilde gelmenizi istiyor. Yetim malı yemek demek, çocuğun aklı ermiyorken, mirastan kendisine kalmış olan malı, onun çocukluğundan yararlanıp yemektir. Yoksa, adam yetim olmuş ama malı var, davet ediyor. Kendisinin gönül huzuru içindeki bir ikramı haram değildir.


ANA-BABA HAKKI

1. Soru:

--Anne baba, "Ya hanımını bırak, ya bizi!" derse ne yapmak lâzım?

--Anne baba böyle demekte haksızdır, yuva yıkmağa hakları yoktur. Anne babaya nasihat etmek lâzım!.. Çünkü, boşanan kadın mağdur olacaktır. Annenin babanın kaprisiyle müslümana böyle bir şey yapılmaz. Diyecek ki: "Ben bu yuvayı bozamam!" Çünkü:

(Ebğazül halâlü ilallàh, ettalâk) "Allah'ın en sevmediği iş boşanmadır." Evet bir yoldur, bir çaredir ama, boşanmak Allah'ın en sevmediği şeydir. Ancak çok mecbur olunca, belli şartlarda olabilir. Böyle durup duruken karı boşanmaz!..

--Anam babam istemiyor...

--Almasaydın!..

Sonra almış, olmuş bitmiş. Karısı olmuş, çoluk çocuğu olmuş. Olmasa bile mağdur etmeğe hakkı yok!.. Boşanmayı gerektirecek ciddî bir sebep yoksa, annem babam istemiyor diye karı boşanmaz.

Onlara diyecek ki: "Bu yaptığınız şey doğru değildir. Ben sizi çok seviyorum. Ben size hürmet etmek istiyorum ama, benden bunu istemeyin! Çünkü, Allah'ın rızâsına aykırı... Ben Allah'ın gazabına uğramak istemem, kimsenin hakkını üzerime almak istemem!" diyecek, annesini babasını iknâ edecek.

Kendisi iknâ edemiyorsa, müftüye, hocaya söyler. Onlar gider, nasihat ederler; olur.

2. Soru:

--Babam din görevlisi... Nafile namaz kılmama, ders ve zikir yapmama okulu ileri sürerek izin vermiyor. Kontrolü dışında vaktim de yok; ne yapabilirim?

--Din görevlisi değil, dinî vazifeleri yaptırmama görevlisi!..

Zikr ü tesbihatını yolda giderken yapsın!.. Öteki namazları da; zâten evvâbini akşam namazının arkasından kılacak, iki rekât, bir şey değil... İşrak namazı da sabah namazından biraz sonra olacak; o da bir şey değil... Kalıyor duha namazı, gece yatarken abdest alıp namaz kılmak, teheccüd namazı... Onları da yapmağa gayret etsin!..

3. Soru:

--Ben bekârım ve sakal bıraktım. Bekâr olduğum için annem buna karşı geliyor. Bu durumda onlara âsî mi olmuş oluyorum?

--Sakalı kesmek haramdır. Sakalı bırakmak, hadis-i şeriflerde tavsiye edilmiş bir sünnettir. Şimdi bizim Türkiye'nin şartları dolayısıyla memurlar bırakamıyor, askerler bırakamıyor vs. mâzeretler oluyor. Bırakmaya durumu müsâit olanların bırakması lâzımdır, kesmesi günahtır. Mâzereti olanlar, mâzeretlerini Allah'ın huzurunda kabul ettirebilirlerse, mâzur olurlar; kabul ettiremezlerse, vebal altında kalırlar.

Eğer annesi babası râzı gelmiyorsa, "Bu bir vazifedir anneciğim!" diye yumuşak yumuşak söylemeli, gönüllerini almağa çalışmalı... Politika ile, gönüllerini okşayarak, onları kırmamağa gayret etmeli!..

4. Soru:

--Annem önceleri açıkmış, namazlarını kılmamış. Şimdi kapandı, geçmiş namazları vakit namazlarının arkasından kaza ediyor. Dedem, "Sen hep uzun namaz kılıp ev işlerini yapmıyorsun!" diye anneme kızıyor, beddua ediyor. Bu beddualar kabul olur mu, yoksa dedeme mi geçer?

--Bu beddualar kabul olmaz; çünkü, namaz kılıyor diye beddua ediyor. Haksız bir beddua... Dede yaşlı olduğu için, yetmiş yaşından sonra ihtiyarlık alâmetleri belirdiği için, böyle acaib şeyler yapabiliyorlar. Onların da affolunacağına dair hadis-i şerifte işaretler var... Seyyiatı siliniyor, hasenatı yazılmaya devam ediyor. Yâni, namaz kılarsa sevap kazanıyor; ihtiyarlıktan, bunamaktan dolayı günah işlerse, onların kusuruna bakmıyor Allah... Böyle bir mazeret durumu oluyor.

Bedduası geçmez, ondan korkmayın!..

5. Soru:

--Evli ve iki çocuk babasıyım. Seksener yaşında olan ana babamın yanında kalıyorduk. İslâmî yaşantıma müsaade vermeyen, akla gelmedik aşağılayıcı zulümler yapmaları nedeniyle, beş yıl önce kendi istekleriyle evimizi ayırdık. Bir ay sonra yalvardılar, ağladılar, tekrar geri getirdiler. Aradan beş yıl geçmesine rağmen zulüm daha da arttı. En son, evlatlarımın terbiyesiyle ilgili ailevî münazarama karışıp benimle kavga ettiler ve evden attılar.

Bunun üzerine ayrı ev tuttum. Üç ay sonra anne ve babam hüngür hüngür ağlayarak tekrar eve dönmemizi istiyorlar. Ben de, "Bakılmaya ihtiyacınız varsa, buyurun, bizim eve gelin!" dedim; kabul etmediler. Hanımım da zâten gitmek istemiyor. Eğer gidersem, ailem dağılacak. Annem babam da, "Gelmezsen hakkımızı helâl etmeyiz!" diyorlar. Ne yapayım?

--Anne ve babaya hürmet etmek, itibar etmek, hizmet etmek evlâdın vazifesidir. Onlara hizmette kusur etmeyecek, gönüllerini alacak, zulüm de etmesine fırsat vermeyecek; basiretli bir yönetim gösterecek.

Hayatta işler kolay değildir muhterem kardeşlerim! Her işin bir çatal tarafı, çetrefil tarafı, pürüzlü tarafı vardır. Hiç bir iş kolay değildir. Ticarethanede de böyledir.

Burda bir problem var... Ana baba biraz ihtiyar... Yetmiş seksen yaşına gelen bir insanın beyin damarları kireçleniyor, ahlâkı değişiyor. halim selim olan bir insan, cadaloz oluyor, kavgacı oluyor. Bu bir çeşit hastalıktan... Onları hoş göreceksiniz, "Ha... ha..." diyeceksiniz, "Ağasın, paşasın..." diyeceksiniz, idare edeceksiniz. Yolda yolunuzu bir sarhoş kesse, nasıl idâre-i maslahat ediyorsanız, anneyi babayı da idare edip gönlünü alacaksınız.

Beraber oturmanız uygun olmuyorsa, arada sırada giderek, hediye alarak gönüllerini hoş edeceksiniz. İhtiyarlayınca hastalıklar olabiliyor. Bunu üstüne bastırarak söyleyeyim, çok yakından biliyorum, yetmiş seksen yaşına gelince bunama halleri gibi, bir takım ahlâk değişiklikleri olabiliyor.

7. Soru:

--Bir kişinin anne ve babasına öf bile demesi doğru değilken, annesi veya babası kötü yolda ise ona karşı nasıl bir tavır takınması gerekmektedir?

--Anne ve baya öf bile dememeyi Kur'an bize tavsiye ediyor:

(Velâ tekul lehümâ üffin) "Üf bile deme onlara!" Yâni, "Saygıda son derece dikkat et!" demek...

Annesi babası doğru yolda değilse, doğru yola girmesi için çalışacak. Çünkü, annesi babasıdır. Bu tarzda giderse cehenneme gidecek. Ona râzı gelmediği için, yumuşak yumuşak, tatlı tatlı yola gelmesi için uğraşacak. Kızdırmadan, iyice köpürtürmeden, şaşırttırmadan doğru yola getirmeğe çalışacak. Dua edecek, yalvaracak, yakaracak, bir politika güdecek...

Muhterem kardeşlerim! İslâm büyük ölçüde politikadır. Şimdi diyeceksiniz ki: Nasıl bir şey bu?.. Yâni, aklını basîretini kullanmak... Usta bir tezgâhtarın, malını satmak için uğraştığı gibi, vitrini süslediği gibi, malı silip câzib hale getirdiği gibi; Müslüman da müslümanlığı yaymak için, karşıdaki insanı hak yola çekmek için fırsat arayacak!.. Zekâ işi yâni...

Çareler aralacak, uygun zamanlar kollayacak, doğru yola getirmeğe çalışacak!.. Annemiz babamız için de öyle, konu komşu için de öyle, herkes için öyle...

8. Soru:

--Bir arkadaşımızın babası kötü yolda ama, işi iyi... O çocuğun babasının yanında çalışması mı iyi, yoksa el yanında çalışıp da kendi yolunu kendi çizmesi mi lâzım?..

--İşi iyi ise, babasının yanında çalışır, babasına da göz kulak olur; babasının yanında çalışması uygun olur. İşi haramsa, o zaman başka yerde çalışması lâzım!..

9. Soru:

--Ölmüşlerimiz için yemek vermek ne derece doğrudur?

--Peygamber Efendimiz'e birisi geldi. Dedi ki: "Yâ Rasûlallah! Annem öldü. Bana hiç vasiyette bulunmadı. Ben şimdi onun nâmına bir çeşme yapsam, sevabı ona gider mi?" dedi. Peygamber Efendimiz, "Gider." dedi. Onun üzerine o çeşme yaptı ve üstüne de yazdı: "Bu, Sa'dın annesinin çeşmesidir." diye.

Bu gibi hadislerden biliyoruz ki, yaşayan bir evlât veya bir yakın, ölen bir kimse için bir hayır yaparsa, onun sevabı ölüye gider. Bir Kur'an okursa bağışlarsa, sevabı gider. Bir sadaka verirse bağışlarsa, sevabı gider.

Yemek de onun için doğrudur. Fukarayı doyuruyorsun veyahut dostlara ziyafet çekiyorsun; her ne şekilde olursa olsun, sevabını bağışladığın zaman, ona gider.


İSİMLER

1. Soru:

--Oğlumuza Muhammed ismi koyabilir miyiz?

--Koyabilir. Ama Muhammed ismini koyunca, konuşmasına dikkat edecek, çocuğa ağır sözler söylemeyecek.

2. Soru:

--Erkek çocuğuna Oğuzhan ismi uygun mudur?

--Uygun değildir. Çünkü, Oğuz Han İslâm'dan önceki devrede yaşamış gayrimüslim bir kimseydi. İslâmî isimler koymak daha iyi...

3. Soru:

--Kız çocuğum dünyaya geldi. Sizden iki isimden oluşan bir ad vermenizi arzu ediyoruz.

--Hatice Semîha olsun...

4. Soru:

--İsmim Fırat... Değiştirmek istiyorum, ne tavsiye edersiniz?

--Ferîdüddin olsun; dînin yegânesi mânâsına...

5. Soru:

--Oğlumun adı İlker'dir. Bu İslâmî bir isim midir; baba olarak ben bu adı koyduğumdan bir sorumluluk olur mu?

--İslâmî değil ama, zararlı bir şey de değil... Nötr bir şey; olabilir. Size bir sorumluluk yok... Er olmasını istiyor; inşallah Allah yolunda mücâhid er olur.

6. Soru:

--İlknur ismini değiştirmeye gerek var mı?

--Gerek yoktur. Nur ismi, verilebilen bir isimdir. İlknur da, "Evlâtlar bir kaç tane, bu ilki..." mânâsına geliyor. Olabilir.

7. Soru:

--Bir kızımız oldu, ismini koyar mısınız?

--Sâliha olsun, çok sevdiğim bir isimdir. Salih bir kimse olsun...

8. Soru:

--İsmim Aydın... Değiştirmek istiyorum, ne tavsiye edersiniz?

--Aydın ismi olabilir. Yanına bir isim daha koymak istiyorsa, koysun; Ahmed koysun, Mahmud koysun... Aydın ismi de zararlı bir isim değil... Bazı isimler müşriklerin ismi oluyor veyahut mânâsı kötü oluyor; o zararlı oluyor, onu değiştirmek gerekiyor.

9. Soru:

--Suzan ismi nasıldır?

--Suzan, Farsçada yakan demek... Kızlara veriliyor bu isim, yakıyor ortalığı mânâsına... Pek güzel bir isim değil...

Bizim bir hocamız vardı, profesör; derdi ki: "Bu Suzan'ların hepsi Susen'dir aslında... Susen de, bizim susam dediğimiz çiçektir. Güzel bir çiçektir. Hani kızlara Lâle, Çiğdem gibi çiçek isimleri veriliyor ya, onun gibi Susen ismi de verilebiliyor. Susen'e galat olarak Suzan demişler.

Susen olursa bir mahzuru yok... Suzan olursa, yakıcı demek; hafif bir isim oluyor.

10. Soru:

--Eşimin doğumuna iki hafta kadar bir zaman kaldı; çocuğum olursa ismini ne koyalım?

--Erkek olursa, Ebûbekir olsun; kız olursa Müslime olsun.

11. Soru:

--Kız ismi olarak Saadet konulabilir mi; mânâsını açıklar mısınız?

--Saadet ismi konulabilir. Saadet, mutluluk demektir ama, hem dünyada hem ahirette mutluluk demektir. Allah'ın sevdiği kul olup, ahirette de Allah'ın lütfuna eren bir kimsenin mutluluğudur. Sadece dünyada iyi bir koca bulmuş, iyi bir karı bulmuş, iyi bir yuva kurmuş, parası pulu yerinde, keyfi tıkırında bir kimsenin mutluluğu değildir. Öldükten sonra da ahirette cennete girmeğe sebep olan, ahirette de mutlu olmasına sebep olan şeye saadet derler.

Bu isim masdardır aslında; mutlu olmak demektir. Fakat Arapçada masdarlar, mübalağa ifade etsin diye isim olarak konulurlar. Yâni masdarı, şöyle yapmak böyle yapmak mânâsına gelen kelimeyi, isim olarak verdin mi mübalağa ifade eder. Meselâ, diyelim ki: Cihad (savaşmak) adını koydunuz çocuğa... Bunun mânâsı artık savaşmak olmaz, çok savaşan, tepeden tırnağa savaş kesilmiş mânâsına gelir.

Saadet de dünyada ahirette çok mutlu mânâsına geliyor. Bir hanım için güzel bir isim...

Bunun erkeklere verilen şekli Es'ad'dır; o da çok mutlu mânâsına gelir.

12. Soru:

--Şeymâ ve Şeydâ isimleri hakkında bilgi verir misiniz?

--Şeymâ, Peygamber Efendimiz'in sütkardeşinin adıdır. Güzel ve sevimli bir isimdir.

Şeydâ Farsçadır; deli, divâne demektir. Şeydâ oldum, aklım başımdan gitti demektir. Güzel bir isim değildir. Çocuğa deli ismini koymuş oluyor.

13. Soru:

--Bir kızımız oldu, isim lütfeder misiniz?

--Hasîbe olsun! Hasib Efendi Hocamız'ın isminden... Hasebli, nesebli, saygıdeğer bir kimse olsun.

14. Soru:

--Bir kızımız oldu. Büyükannemizin ismi Afîfe Amine idi. Hangisini koymamızı tavsiye edersiniz?

--Afîfe olsun! Güzel bir isim, iffetli demek...

15. Soru:

--İsmimi değiştirmek istiyorum; bir isim söyler misiniz?

--Abdüllatif olsun!

16. Soru:

--Oğlumun ismi Nihat; mahzuru var mı?

--Nihat, yaratılış demektir. İyi yaratılmış kimse mânâsına geliyor. Mahzurlu bir isim değildir.