MÜSLÜMANLARIN İŞİYLE İLGİLENMEK

Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..

Aziz ve sevgili Akra dinleyicileri!..

Konuşmama başlamadan önce nereden konuştuğumu bildirmek âdet gibi oldu. Dün akşam namazını ve yatsı namazını Medine-i Münevvere'de, Peygamber-i Zîşan'ımızın mescid-i saadetinde edâ etmek nasib olmuştu. Akşam saat onu geçerek, otelimizden hareket ettik. Sonuç itibariyle de bugün sabahleyin dokuz civarında --Almanya Türkiye'den bir saat geride oluyor-- Frankfurt havaalanına indik, ordan beş yüz kilometre yolculuk yaparak Hamburg'a geldik.

Yâni Hicaz'ın kırk küsür derece sıcaklığı altında pırıl pırıl gökyüzü, yakıcı güneşi ile yaşarken, böyle yağmurlar altında, bulutlar altında, kâh yağarak, kâh bulutların arasından güneş çıkarak Hamburg'a ulaşmış olduk. İnsanoğlu, artık kuş misali demek de az geliyor. Çünkü kuş bu kadar mesafeyi bu kadar zamanda alamaz. Size Hamburg'dan hitab ediyorum.

a. Müslümanların Dertleriyle Dertlenmek

Aziz ve sevgili Akra dinleyicileri, bugünkü birinci hadis-i şerifi tesâdüfen, dua ile, besmele ile ev sahibimizin açtığı sayfadan birinci hadis-i şerifi okuyarak başlıyorum. Huzeyfe RA'den Tayâlisî rivâyet etmiş, kitabına almış. Peygamber SAS Efendimiz buyuruyor ki:

447/1 (Men lâ yehtemmü biemril-müslimîne feleyse minhüm, ve men lem yusbih ve yumsî nasıhan lillâhi ve lirasûlihî ve likitâbihî ve liimâmihî ve liâmmetil-müslimîn, feleyse minhüm) Sadaka rasûlullah.

Yâni kur'a ile çekildiğini özellikle belirtiyorum. Herhangi bir art niyet olmadan seçilmiş, mâsum bir konu... Kur'aya kalmış, masum bir şekilde tesbit edilmiş bir hadisi okumuş oldum. Peygamber SAS Efendimiz buyuruyor ki:

"Müslümanların işiyle dertlenmeyen, uğraşmayan onlardan değildir. Sabahleyin sabahladığında, akşamleyin akşamladığında Allah'a karşı samîmî duygularla kulluk bağlarıyla bağlı olmayan, Rasûlüne karşı çok içten duygularla, ümmetlik duygusuyla, saygılı, irtibatlı olmayan; Kur'an-ı Kerim'i, Allah'ın mukaddes kitabı karşısında ona sevgi duyup, ona içten, içindeki ahkâma candan bağlı olmayan; müslümanların imâmına, önderine ve bütün müslümanların topluluğuna, toplumuna, âmmesine karşı samîmî olmayan onlardan değildir."

Bu hadis-i şerif uzun bir izâh gerektirir. İzâhına biz de besmele ile, Allah'ın adını anarak, Allah'dan yardım isteyerek, başlayalım. Peygamber Efndimiz bazı insanların, bazı sıfatlara sahip olmayınca müslüman olamayacağını, iyi müslüman olamayacağını önemle belirtiyor. Bu çok önemli... Çünkü elhamdü lillâh Türkiye'de hepimiz, ahâlinin başka dinlere bağlı olanlar hariç, ki onlar %1 galiba... Türkiye'nin %99'u "Ben müslümanım!" der. Yâni namaz kılmasa da, ibadetlerini muntazam yapamasa da yine müslüman olduğunu, müslümanlığı sevdiğini, müslümanlığa candan, gönülden, yürekten, samîmî olarak bağlı olduğunu söyler. "Ben müslümanım, ama ibadetimi yapamıyorum, Allah kusurumu affetsin!" der.

Benim üniversiteden çok sevdiğim öğretim üyesi kardeşlerim de vardı, böyle bu ifadeleri kullanırlardı. Hakikaten ben de altına imza atarım, samîmî olarak söylüyorlar. "Evet ibadetleri yapamıyoruz ama, namazı ve sâireyi muntazaman yürütemiyoruz ama, İslâm'a sevgimiz, saygımız, bağlılığımız tamdır." diyorlardı.

Peygamber Efendimiz bu hadis-i şerifte buyuruyor ki: "Bir kişi şu sıfatlara sahip olmazsa müslüman olamaz, müslümanlardan sayılmaz, onlardan değildir. Allah onlardan olduğuna kabul etmez. Onlardan oldum iddiası fayda vermez." diyor. Onun için bu çok önemli.

Bu kısa açıklamadan sonra hadis-i şerifi bir daha okuyayım:

(Men lâ yehtemmü biemril-müslimîne feleyse minhüm) "Müslümanların işiyle ihtimam etmeyen, himmetlenmeyen, gamlanmayan, kederlenmeyen, meşgul olmayan, onlardan değildir."

Bu çok önemli... Bakın, İslâm'ın her zaman ictimaî yönü çok önemli, çok kuvvetli... İctimaî yöne çok değer veren bir din olduğunu her zaman söylerim. Bunu niçin söylerim? Bazı kimseler diyorlar ki: "Din kişisel bir iştir, şahsî bir iştir, kulla Allah'ı arasındadır, başkası bu işe karşmasın, başkasını ilgilendirmez, kişiseldir. Din bir duygu ona kimse karışmaz." diye bizim ilkokul zamanında okuduğumuz şiirlerde böyle satırlar, mısralar hatırlıyorum ben. Böyle değil. İslâm kişisel din olduğu kadar da ictimaî, toplumsal bir din. Bunun altını çizmek istiyorum. Bu çok önemli bir husus.

Bir insan tek başına bir kenarda oturup "Ben müslümanım!" dediği zaman, müslümanlığı onun sandığı gibi tamam olmuyor. İslâm'da ictimaî hizmetler var, toplumsal hizmetler var. Topluma karşı insanların görevleri var. Bu çok önemli bir husus... Toplum insanların beraberce yaşamak için kurdukları bir düzen, bu düzenin korunması İslâm'da çok önemli. Herkesin bu topluma karşı boynunun borcu olan görevleri, ödevleri var ve bunları yerine getirmesi lâzım. Getirmediği taktirde Allah sevmiyor. Kusurlu oluyor, vazifesini yapmamış oluyor, ihmalkâr oluyor. Allah belki ondan dolayı, ihmalinden dolayı ona cezâ vercek.

Biliyorsunuz suçlar iki grupta toplanabilir, cins halinde iki sınıfa ayrılabilir:

1. Yapılmış olan bazı şeylerin aykırı şeyler olması dolayısıyla, kötü şeyler olması dolayısıyla suç. Yâni adam cam kırmış, birisinin canına, malına zarar vermiş. Adam şu kadar ziyana sebep olmuş. Ne olur o zaman?.. Yaptığı işten dolayı, kötü bir iş yaptığından dolayı cezâya müstehak olur. Muhakeme olunur, cezâsı neyse verilir. Yaptıklarından dolayı insanlar, yaptığı şeyler kötüyse cezâ alabilirler.

2. İkinci bir tür var, ikinci bir sınıf suçlar var, o da bazı şeyleri yapmamak... Meselâ adamın görevi bir yeri beklemek. Ama o iyi beklememiş, o beklediği mal, bina veya eşya zarar görmüş. Bu sefer o görevini yapmadığı için cezâ alır. Askerin görevi nöbet zamanında uyanık olmak, uyumamak, meselâ cephaneliği korumak. Uyumuş veya nöbet yerinde olmamış... Tabii komutanları hemen onun yakasına yapışır, "Sen niye nöbet yerinde değildin, niye uyudun, niye vazifeni ihmal ettin, vazifeni yapmadın, niye yapman gereken işi yapmadın?" derler.

Demek ki, yapılması gereken güzel şeyler yapılmazsa, o da suç oluyor. Yapılan şeyler kötüyse, suç oluyor; iyi şeyler yapılmazsa, o da suç oluyor. "Ben müslümanım!" diyen bir insan için de Peygamber Efendimiz diyor ki: "Şöyle yapmayan insan onlardan, müslümanlardan değildir. Görevi var, o görevi yapması lâzım, yapmadığı zaman suçludur." demek istiyor. Neymiş?.. (Men lâ yehtemmü biemril-müslimîn) "Müslümanların işiyle ihtimam etmeyen, ilgilenmeyen onlardan değildir".

İhtemme-yehtemmü-ihtimâm; Türkçe'de bir şeye özen göstermek demek. Arapça'da hemme kökünden geliyor, himmet mânâsı da o kökten çıkıyor. Hümûm; gam, keder mânâsı da ordan çıkıyor. Bu fiilde, bir işi kendine dert edinmek, kendisine ondan dertlenmek, onu aklına koyma, onu kendisine dert edinmek, o işi yapmak için himmet ve gayret sarfetmek mânâsı var. "Müslümanların işlerini kafasına koymayan, onlara hizmeti kafasına koymayan, onların işiyle ilgilenmeyen, müslümanlara iyilik yapma duygusu taşımayan. İslâm'ın bütününe karşı, müslümanların toplumuna karşı, toplumsal görevlerini ihmal eden onlardan değidir."

Acaba bu toplumsal görevler neler olabilir?.. Müslümanların işiyle ilgilenmeyen tasalanmayan, onlara ihtimam etmeyen, himmet sarfetmeyen, onlarla uğraşmayan müslüman olamıyor. Müslümanların işleri nelerdir?.. Bir milletin bir toplumun işleri sayılamayacak kadar çoktur. Şöyle bir kaç çarpıcı misalle söylemek gerekirse, bir kere toplumun korunması çok önemli. Yâni toplumun içte ve dışta uğrayabileceği hücumlara karşı, zararlara karşı korunması, bu çok önemli... Bir müslüman, müslüman ama müslümanların korunmasıyla ilgilenmiyor. O zaman o müslüman değil. Yâni kusurlu bir müslüman. Yâni Allah onu suçlu görüyor. Yâni Peygamber SAS Efendimiz, onun bu ilgilenmemesini ayıplıyor. Doğru bulmuyor ve ondan dolayı cezâya çarptırılacağını ifâde etmiş oluyor, onu göreve çağırmış oluyor. Yâni:

"--Ey müslüman, sen bir köşede durmakla iyi müslüman olamazsın! Müslümanlığın gereği müslümanlara âit, İslâm'a âit meselelerle ilgilenmektir, onları candan tâkib etmektir. Yakından tâkib etmediğin takdirde, görevini ihmal ettiğin için suçlu olursun!" demiş oluyor.

Bu sözümüzü Türkiye'deki ve dünyadaki müslümanların davranışlarına getirecek olursak, bugün dünyadaki müslümanların davranışları ne, dünyada İslâm ile kim ilgileniyor, İslâm'ı kim koruyacak, İslâm'ın dertleriyle kim dertlenecek?..

Çin'de, Uyguristan'da, Uygurlu kardeşlerimiz, müslüman ve ırkdaşımız, kardeşlerimiz. Kurşuna diziliyor. Cezayir'de Fransız destekli hükümet ile halk arasında gerginlik ve çatışma var. Kurulmuş özel birlikler, iki yüz tane müslümanı öldürmüş. Ne olacak? Bütün İslâm âlemi kavga gürültü içinde...

Afganistan'da Şah Mes'ud'un kuvvetleri Kàbil'e yaklaştılar, Tâlibân kuvvetleri geriye çekildi. Şurayı topa tuttular, şu kadar insan yaralandı, bu kadar insan öldü. Peki bunları kim barıştıracak? Yâni bu müslümanların işleriyle kim ilgilenecek?

Somali müslüman, %100 müslüman bir ülke. Biz %99 müslümanız, onlar %100 müslüman ülke ama, suyu yok, sanayii yok, eğitimi yok veya çok az, yardıma çok muhtaç; kim ilgilenecek?.. Dünyanın neresinde çatışma, çekişme varsa müslümanlar mağdur.

Yâni Ziya Paşa'dan beri böyle, edebiyata da intikal etmiş, aks etmiş. Ziya Paşa da o zaman ki batıyı dolaşmış. "Gezdim oraları, beldeler kâşaneler gördüm ama, İslâm ülkelerini de dolaştığım zaman Osmalı diyarında, her tarafı viranelik gördüm." diye şiirine geçirmiş. Demek ki o zamandan beri müslümanların sıkıntıları var. Toplumları zayıf, toplumları yardıma muhtaç.

Ben Cidde havaalanından uçağa bindim, Frankfurt havaalanına indim. Cidde havaalanında elimi yıkamak için lavaboya gitmiştim, Frankfurt havaalanında elimi yıkamak için lavaboya gittim. İkisi arasındaki farka baktım. İslâm temizlik dini, Peygamber Efendimiz:

(Ettuhûru şatrul-îmân) "Temizlik îmanın yarısıdır." buyuruyor. Her şeyimizin tertemiz olması lâzım. Kafamızın, akîdemizin, inancımızın, imanımızın, kalbimizin, bedenimizin, saçımızın, dişimizin, koltuk altımızın, tırnağımızın, her şeyimizin tertemiz olması lâzım.

--Tertemiz olması lâzım ama, bu temizlik acaba parayla mı ilgili?..

Hayır, parayla da ilgili değil. Bu bir eğitim meselesi, eğitimle ilgili. İslâm temizlik dini ama, temizlik eğitimi yapmazsanız kişiler temiz olmuyorlar. Çevrelerine dikkat etmiyorlar.

Ben uçakta kaç sefer lavaboya girdiysem, oraları temizledim sildim, kuruladım, harabe gibi olan şeyi, benden sonra gelen insana çiçek gibi bıraktım. Çok kötü kullanıyorlar, kullanan insanlar bizim kardeşlerimiz, Cidde'den uçağa binmiş olan Arap kardeşlerimiz. Çok kötü kullanmışlar. Kaç sefer girdiysem, benden sonra gelene temiz bir lavabo bırakmak için, tertemiz sildim, kuruladım öyle bıraktım.

Bu bir görgü meselesi. Rahmetli annem bana bu temizlik görgüsünü aşılamış. Onlara aşılanmamış, her şeyi sağa, sola atıyorlar. Her şey perişan, doğru düzgün kullanmamışlar. "Elinizdeki kağıtları, jilet makinesini, bardakları klozete atmayın!" diye yazı var orada; atmışlar. Naylon atmışlar, muşamba atmışlar... vs.

Meselâ Cidde havaalanında yüznumaraya gittim. Bir bakıcı var, ortalığı sildiği halde yerler fevkalâde ıslak. Ben böyle ıslanmasın diye paçalarımı kaldırarak, ihtimam ede ede yürüdüm. Yüz numaraya girdim, yüz numaranın teşkilatı bozuk. Halbuki zengin havaalanın yüz numarası. Suyu kaçıyordu, devamlı akıyordu, ben düzelttim, akmasını engelledim. Temizlik için, kurulanma için kağıt aradım, yok; cebimden çıkarttım. Zengin bir ülke olan Suudî Arabistan'ın havaalanında o manzara...

Şimdi geldim Frankfurt'a, Frakfurt'ta da havaalanında yüz numaraya girdim. Kaç tane rulo kağıt orada duruyor. Yerler gayet kuru, son derece temiz. Demek ki bakılınca, yapılınca olabiliyor. Eğitimin güzel olması lâzım! İslâm temizlik dini ama, temizliği bazıları riayet etmeyebiliyor. O zaman müslümanların ülkesi temiz olmayabiliyor.

Burada beş yüz kilometre yol esnasında sağıma soluma baktığımda, her tarafta bir emek çalışma temizlik, intizam gördüm. Bunları kendi ülkemizde de olsun istiyorum. Müslüman ülkelerinde de olsun. Her şey gönlümüzce olsun, her şey temiz olsun, her şey pırıl pırıl olsun, her şey güzel olsun. Sadece doğru olması da benim gönlüme göre, benim düşünceme göre yeterli değil; bir şey hem doğru düzgün, gerçek ölçülerine uygun olması lâzım, hem de güzel olması lâzım, ayrıca güzellik boyutu olması lâzım!

Müslümanların işleri perişan, üstleri perişan, ülkeleri perişan, halleri perişan, terbiyeleri perişan...

Bir ayıbı daha ifade edeyim: Allah-u Teàlâ Hazretleri her yerde hâzır ve nâzır, hepimizi görüyor. Cidde havaalanında uçağa bindiğiniz zaman bütün kadınlar örtülü, mantolu, uzun kıyafetli, saçları, başları örtülü, hattâ yüzleri örtülü, hattâ burunlarına kadar örtülü; sadece yüzleri görülüyor, her tarafı kapalı... Yâni bu karşınızdaki kadın sizin yakınınız mı, tanıdığınız mı anlayamazsınız. O kadar güzel kapalı, tamam. İslâm kapanmayı emrettiği için güzelce örtünmüşler, Allah râzı olsun.

Pekiyi Frakfurt havaalanında uçaktan inerken, "Nerede bu örtülü hanımlar?" diye etrafa bakıyorsunuz, o hanımlardan hiç bir iz yok!.. Yerine blue-jean pantolonlu, kısa kollu blüzlü, başları açık, yüzleri boyalı, omuzundan askılı çantasıyla, yüksek topuklu ayakkabılarıyla, bir Avrupalı gibi, yâni hiç İslâm'la ilgisi olmayan, tesettür, örtünme, giyim, bazı yerlerini göstermeme gibi Allah'ın emirlerine uyma kaygısı taşımayan insanlar... Bunlar Cidde'de örtülüydü, aynı uçaktan Frakfurt havaalanında inerken açık... Bu bir rezalettir, bu bir ayıptır. Bu insanlar müslümansa; ki müslüman, Cidde'den bindiler, belli, bazılarının kocaları da uçakta namaz kıldılar ama, çoğu Frakfurt'ta uçaktan açık olarak indiler.

Frakfurt havaalanından Suud'a giderken de aynı şeyi görmüştük. Açık açık hanımlar hepsi uçağa girmişlerdi. Cidde Havaalanı'na geldiğimiz zaman baktık, herkes paketlerle yüz numaraya gidiyor, yüz numaradan dışarıya örtülü hanımlar çıkıyor. Yâni içeride kıyafetler değişiyor. Olmaz.

İslâm'ın meseleleri çok, müslümanların meseleleri çok. Büyük meseleleri eğitimle ilgili. Bazı meseleleri yaşamla ilgili, bazı meseleleri hayatî ihtiyaçlarıyla ilgili... Açlıktan ölüyor, susuzluktan kavruluyor, veyahut ahlâken bozuluyor. Müslüman çocuğu müslüman yetişmiyor.

Ama ben meselâ New York'da, Buruklin'de --New York'un bir mahallesi, yahudilerin çok olduğu bir mahalle-- son derece dindar yahudiler gördüm. Son derece kapalı giyinmişler, erkeklerin belli zülüfleri, sakalları, takkeleri vs. özel kıyafetleriyle yahudi oldukları hemen belli, son derece dindar. Bir yahudinin, yahudiliğinin dindarlığını yapması, onu yaşaması sevilecek bir şey; bir hristiyanın hirstiyanlığının icabını yapması, Allah'ın emirlerini tutması güzel... Müslümanın da müslümanlığını yapması güzel... Yapmıyor. Demek ki zaaf var, yâni zaafiyet var, yâni zayıflık var, yâni gevşeklik var, yâni şuursuzluk var. Bu da bir kusur. Bunun da düzelmesi lâzım, ahlâkının düzelmesi lâzım, ülkesinin düzelmesi lâzım!

Yönetim bozuk... İslâm ülkelerinde yönetimlerin çoğu mutlakiyet rejimi. Yâni birileri emrediyor, ötekiler ona uyuyor. Sıra yok, adalet yok, kanun vs. kişilere göre, keyiflere göre değişiyor. İşte bir tek --nazar değmesin-- demokrasi ve cumhuriyetle idâre edilen, halka seçme seçilme ve yönetime katılma hürriyeti verilen İslâm ülkesi olarak Türkiye parmakla gösteriliyor idi. Ona da gölge düşecek şeyler yapmamak lâzım!

Müslümanların çeşitli sıkıntıları var. Bunlarla bir müslüman ilgilenmiyor. Tamam, hacca gitmiş, umreye gitmiş; camide namaz kılarken aman safın hizası muntazam olsun diye özen gösteriyor, "Aman efendim ayaklar birbirine değsin!" diye, ayaklarını köprü gibi açıyorlar. Ama öbür tarafta çok mühim işlere dikkat etmiyorlar. Müslümanlarda hastalık var, müslümanlarda kusur var, hiç olmazsa bir kısmında... Bunların eğitilmesi lâzım!

Müslümanların savunmaya ihtiyacı var. Batı bloku, NATO, Amerika ve bunların ilgili kuruluşları... Şimdi Almanca dergiler, kitaplar önümde, ev sahibi kardeşimiz bazı kitaplardan bahsetti, onları benim önüme getirdi, resmen Avrupa, Amerika kuruluşlarında İslâm'ı bir tehlike olarak karşılarına alıyorlar.

Bu bir yanlışlık! Bir din karşıya alınmaz ki. Bu hak din, hristiyanlığın kardeşi olan bir din... Hazret-i İsâ'nın râzı olmayacağı bir şey bu... Hazret-i İsâ sağ olsaydı, "Olmaz, böyle şey yapmayın!" derdi. Hristiyan müslümana düşman ve onun için, İslam'ı düşman alarak entrikalar, askerî usuller, birlikler, NATO, Avrupa birliği vs. kuruluşlarını harekete geçirerek, İslâm'la uğraşıyor. Bu yanlış, müslümanların aleyhine bir şey... Bunun düzeltilmesi lâzım, hakkından gelinmesi lazım! "Bu yanlıştır!" denmesi lâzım.

Suriye teröristmiş de, Irak Saddam tarafından yönetiliyormuş da, Libya Kazzafi'nin hareketleri dolayısıyla şöyleymiş de... Tamam, onlar düşman olabilir ama, Türkiye senin müttefikin, Türkiye'nin içindeki müslüman senin niye düşmanın oluyor?.. Bu bir yanlışlıktır.

Irak'ta veyahut falanca ülkede, yönetimin mutlakî idaresinin, yâni despotluğunun, zalimliğinin zararını çeken halk niye düşman olsun?.. İslâm'ın kendisi niye düşman olsun?.. Olsa olsa yöneticiler düşman olur, bu yönetimin değiştirilmesi lâzım. Ama onu yapmıyor, yönetimle iş birliği yapıyor, müslümanla uğraşıyor. Müslümanı, İslâm'ı yok etmeğe çalışıyor. Burda bir tezat var, haksızlık var, şeytanlık var, düşmanlık var, çifte standart var, ikili oynama var, ikiyüzlülük var... Çok büyük haksızlık ve zulüm var. Bu da bir mesele, bunun da düzeltilmesi lâzım!..

Demek ki, müslümanlar için kalbi çarpmağa başladı mı bir insanın, Allah'ın rızâsını kazanmak istediği zaman, bir sürü derdi var müslümanın... Öteki müslümanların bu dertlerle dertlenmesi lâzım, yanlışlıkları düzeltmeğe çalışması lâzım. Halkımızdan da "Ben müslümanım!" diyen herkes İslâm'ı savunmalı, İslâm'ın menfaatine olan şeyleri etrafına anlatmalı!..

Bir görüşme kopukluğu var. Diyalog diyorlar ya, karşılıklı görüşme, konuşa konuşa anlaşma... Ülkemizde diyalog kopuklğu var, ikili konuşma, karşılıklı iki tarafın konuşup, konuşa konuşa anlaşması usulü yok; düşmanlık var. Gazeteler iki cins: İlerici, gerici, laiklik taraftarı, İslâm taraftarı. Partiler öyle, millet vekilleri öyle, aydınların bir kısmı öyle... Olmaz!

Muhterem, çok sevdiğimiz Denktaş ile Klerides el ele tutuşup ihtilafı düzeltmeye çalışıyorsa; bize İstiklâl Harbi'nde saldırmış olan, daima varlığının ilk yıllarından itibaren bizden toprak alarak büyümüş olan, inatçı, uzlaşmaz Yunanistan'la birleşmemiz, bağdaşmamız için adımlar atılırken, uluslararası güçler tarafından attırtılırken, yönlendirilirken ve istenirken, biz de "Komşularımızla iyi geçinelim!" diye bunu yapmağa çalışırken; bir kısım komşularla ezelî düşmanken dostluk yapıp, öteki komşularla ezelî dost iken düşmanlık yapmak olmaz!.. Bunlar birer kusurdur, bunların düzeltilmesi lâzım. Politikada, iç siyasette, dış siyasette, devlet işlerinde, halka hizmette bir çok yapılacak şeyler var...

Bunlarla müslümanların ilgilenmesi lâzım! İlgilenmiyor, kendi başına kendi hayatını yaşıyor veyahut ters ilgileniyor, ters tarafı tutuyor, ters cepheyi tutuyor, yanlış tarafı destekliyor. Bu da olmaz. Yanlış tarafı destekleyince Allah gazap eder, kahreder, mahveder. Öyle şey olur mu? Bir tek kişi kalsa bile insan daima doğruyu, hakkı destekleyecek. Hazret-i İbrâhim AS gibi olacak, Nemrut'a karşı olacak. Hazret-i Mûsâ AS gibi olacak, Firavun'a karşı olacak. Hakkı söyleyecek, hak neyse onu söyleyecek. Yasin Sûresi'nin ikinci sayfasında medhedilen mübarek Habîbün-Neccâr gibi olacak;

(Kàle yâ kavmittebiul-mürselîn) "Ey kavmim yapmayın, yanlış yapıyorsunuz!" diyecek.

Şimdi millet onu yapmıyor, siyasî hesaplarla, iktisadî hesaplarla, seçim hesaplarıyla, istikbâl hesaplarıyla, menfaat hesaplarıyla yanlışı tutuyor. Olmaz! Demek ki o zaman müslüman olmaz. Müslüman olmayınca ne olur?.. Allah sevmedi mi, insanın dünyası, ahireti mahvolur.

(Men lâ yehtemmü biemril-müslimîn) "Müslümanların işleriyle ihtimam etmeyen, uğraşmayan, dertlenmeyen kimse (feleyse minhüm) onlardan değidir." Bitti.

Demek ki, her müslümanın canlı müslüman olması lâzım, ölü müslüman olmaması lâzım! Dertli müslüman olması lâzım; gamsız, vurdum duymaz müslüman olmaması lâzım! Kendi şahsî işleriyle ilgilenip, toplum işlerini ihmal etmemesi lâzım! Toplumla, müslümanlarla, hattâ uluslararası sahada İslâm ülkelerinin dertleriyle ilgilenmesi lâzım!..

Bütün müslümanlar birbirleriyle kardeşçe işbirliği yapsalar, birbuçuk milyarlık bir güç oluştururlar. Hem bir ticarî güç, hem bir iktisadî güç, hem bir siyasî güç, hem bir askerî güç, hem bir ilim, irfan, medeniyet gücü olacak. Gerçeklerin kabulüne yardımcı olacak. Böyle olması gerekiyor. Müslümanın "Ben müslümanım elhamdü lillâh, lâ ilahe illallah muhammedün rasûlüllah, tamam." diye işi bitirdiğini sanıp, yan gelip yatmaması lâzım! Toplumsal olaylarla ilgilenmesi lâzım!

Ben bunu dergilerimde, dergilerdeki yazılarımda, neşredilen kitaplarımda, elimden geldiğince, dilim döndüğünce, kalemim yazdığınca ihtar ettim. Burada hadis-i şerifte de Peygamber SAS Efendimiz açıkça bildiriyor. Bu büyük bir tehdittir. (Feleyse minhüm) "Böyle yapmayan müslüman değildir, onlardan değildir, onlardan saymam, onlar gibi görmem, müslüman gözüyle ona bakmam, ondan râzı olmam!" demek bu... Rasûlullah Efendimiz'in bu tehdidi çok büyük bir tehdit. Bu cümle çok önemli: "Müslümanların işiyle ilgilenmeyen, müslüman değildir, onlardan değildir." Ne kadar önemli! Bunu yazalım inşaallah, hüsn-ü hat ile hattat kardeşlerimiz yazsın, yazdırsınlar. Hediye olarak derginin arasında yayınlansın!

(Men lâ yehtemmü biemril-müslimîn, feleyse minhüm) Râmûz el-Ehâdis'in 447. sayfasının birinci hadis-i şerifi; bu cümleyi herkes bilsin! Yâni eğer müslüman olmak için bir tasası varsa, Allah'tan korkusu varsa, Allah sevgisi varsa, Peygamber Efendimiz'e bağlılığı varsa; o zaman müslümanların işleriyle ilgilensin! Toplumla ilgilenen kişi olsun! Toplumuna hayır götürmeye çalışan, hayırları yaymağa çalışan, şerleri engellemeğe çalışan, atılımcı, katılımcı, faal, cevval, canlı, uyanık, aydın bir müslüman olsun!..

Düşmanların hareketlerine bakıyoruz. Geçen gün telefonla konuşurken, bir kardeşimiz öyle buyurmuşsunuz dedi. Bir toplulukta böyle İslâm düşmanlarını yaptıkları çok zahmetli hücumları konuşuyormuşuz. Ben, "Bak bunlar küfür yolunda, yanlış yolda, Allah'ın sevmediği yolda nasıl zahmet çekiyorlar, masraf ediyorlar, nasıl topluca ter dökerek İslâm aleyhinde çalışıyorlar. Onlar batılda böyle çalışıyorlar, biz hakta çalışmıyoruz." demişim, bu sözüm hacı kardeşimize tesir etmiş. "Hocam o sözünüzü unutamıyorum." diyor.

Yâni batıl yolda yürüyenler, küfür ve şer cephesi, küfrü ve şerri yaymak için o kadar candan çalışırken, hak yolda yürüyenler, Allah'ın sevgili kulları müslümanlar, hakkı tutmak, desteklemek için çalışmazsa, gayret göstermezse olur mu?.. Hacı baba pelte gibi, lokum gibi oturursa; delikanlı futbol topunun peşinden koşup da İslâm'la ilgilenmezse; hanım çarşı, pazar, boya, giyim, kuşamdan başka bir şey düşümezse; bu İslâm'ın derdini kim dertlenecek, İslâm'ın hizmetlerini kim yapacak?.. Amerika mı yapacak, Amerika'dan yardım mı gelecek?.. Avrupa Topluluğu bu iş için para mı ayıracak?.. Ne yapmamız lâzım? Hepimizi İslâm için hizmet ehli olmamız lâzım, canla başla çalışmamız lâzım!..

b. Allah'a, Rasûlüne, Kitabına Samîmî Olmak

Hadis-i şerifin devamında bir ikinci husus var:

(Ve men lem yusbih ve yümsî nâsıhan lillâhi ve lirasûlihî ve likitâbihî ve liimâmihî ve liàmmetil-müslimîn, feleyse minhüm.) Yine, şöyle şöyle yapmayanlar müslüman değildir, müslümanlardan sayılmaz diyor. Bu da çok önemli bir husus. Peygamber Efendimiz diyor ki:

(Men lem yusbih ve yümsî) "Sabaha sabahladığı zaman, akşamladığı zaman, akşama eriştiği zaman, Allah'a karşı Rasûlüne karşı, Kur'an'a karşı, müslümanların önderlerine karşı, müslümanların toplumlarına karşı samîmî, muslihâne, muhlisâne duygusu olmayan, sabah akşam bu duygular içinde yatıp kalkmayan, sabahlamayan, akşamlamayan, bu kaygılarla yaşamayan, bu tasaları taşımayan insan da müslümanlardan değildir." diye bildiriyor.

Aziz ve sevgili kardeşlerim, bu kelimeleri biraz açıklayalım. Sabahlamak, akşamlamak bunu açıkladık, âşikâr... Burdan şu anlaşılıyor ki, sabah akşam düşünecek, sabah işine giderken düşünecek, akşam evine geldiği zaman düşünecek... Gece uykusu kaçacak, gece yarısı düşünecek, yatakta bir o tarafa, bir o tarafa dönerek düşünecek. Kendi ticarî işi sıkıntıya uğradığı zaman, nasıl uykusu kaçıp da yatakta bir o tarafa, bir o tarafa dönüp de "Ah, vah!" ediyorsa, müslümanların işi için de öyle olacak. Hem sabahleyin gündüz iş hayatında, hem akşam eve gelip de sabaha kadar evdeki zamanda...

Sabah akşam nasıl olacakmış? (Nâsıhan lillâh) Allah'a karşı nâsıh olacakmış. Nâsıh ne demek? Samîmî demek... Allah'a karşı içten duygularla bağlı olacak.

Tabii bazıları, (Eddînü ennasîhatü) hadis-i şerifinden de nasihatı öğüt sanıyorlar. Halbuki kul Allah'a öğüt veremez. Burdan anlaşılıyor ki o kelime onların anladığı mânâya değil. (Nâsıhan lillâh) demek Allah'a karşı, hâlisâne muhlisâne duygularla, iyi kulluk bağlarıyla bağlı olmak demek. Allah'a öyle bağlı olacak.

Aziz ve sevgili kardeşlerim, kendinizi bu cümlelere göre yoklayın. Yâni ben sabah, akşam Allah'a karşı bağlılık yönünden nasılım, tam mânâsıyla bağlı mıyım, Allah'a bağlılık nasıl olur?

--Ben Allah'a bağlıyım!

Senin Allah'a bağlı olduğun nerden belli?.. Ne yapınca sen Allah'a bağlı oluyorsun da, ne yaparsan Allah'dan kopmuş oluyorsun?.. Bunun üzerinde derin derin düşünmeli. Tabii Allah'a bağlılık demek, Allah'ın emirlerini tutmak, Allah'ın rızâsını kazamak istemek, onun için çalışmak demek... Aksi de Allah'ın emirlerini, yasaklarını hiçe saymak, bilmemek, onları uygulamamak ve onlara karşı gelmek... Demek ki, birisi Allah'a mutî kul olmak, ötekisi Allah'a âsi kul olmak. İki ihtimal var.

Müslüman nasıl olacak? Sabah, akşam Allah'a karşı itaatli olacak. Emirlerini tutmak, yasaklarından kaçınmak, emirlerini ve yasaklarını mer'î hale getirmek, uyulur hale getirmek için, ailesinde, toplumunda günahların yapılmasını engellemek, sevapların işlenmesini sağlamak hususunda çalışan olacak. Allah'a karşı bağlılığı bu...

(Ve lirasûlihî) "Rasûlüne karşı da nâsih olacak." Yâni Rasûlüne karşı hâlis, muhlis, olacak. Sen Rasûlullah Muhammed-i Mustafa aleyhis-salatü ves-selâm'a karşı nasılsın?

-- Nasılım, iyiyim işte, Rasûllah'ı seviyorum. Allahümme salli alâ seyyidinâ muhammed. Muhammed aleyhis-selâm.

Yetmez! Rasûlullah'a samîmî olarak bağlı olmak ne demektir? Sünnet-i seniyyesini okumak, öğrenmek, Peygamber Efendimiz'in tavsiyelerini tutmak demektir. Peygamber Efendimiz'in hayatı ortada... Yirmi üç yıllık peygamberlik hayatı var. Söylediği sözler yazılmış, râviler tarafından rivâyet edilmiş. Bunlara hadis-i şerif diyoruz.

Peygamber SAS Efendimizin hadis kitapları kütüphânelerimizin baş tacıdır. Pırıl pırıl ciltleriyle, dizi dizi, kalın kalın cilltlerle karşımızda durur, kütüphanemizde durur. Rasûlullah'ın sözleri... Ama müslümanlar okumuyor.

Halbuki o kitapların ailece okunması lâzım! Grup halinde akşamleyin, namazdan sonra, yemekten sonra, her akşam bir miktar okuma âdeti olsun. Saat beş çayı âdeti oluyor, akşam namazından sonra gezmeye gitme âdeti oluyor. Cumartesi, pazarları tatil yapmak, kıra sefâya gitme âdeti oluyor. Yaz aylarında deniz kenarlarında, yazlıkta yazlıklama âdeti oluyor. Niye keyfimize uygun âdetleri koymakta yıldırım gibi atik davranıyoruz da güzel âdetler de koymuyoruz?.. Bir de her akşam âyetlerden, hadislerden bir miktar okuma âdeti koysak. Cumartesi, pazarları vaaza gitmek, kitapları dinlemek âdeti koysak kendimize... "Yazın Kur'an için, dinimiz için şu kadar çalışacağım!" diye bir çalışma âdeti koysak.

Bağlılık öyle olur işte. Rasûlüne karşı samîmî bağlılığı böylece izah ettik.

(Ve likitâbihî) "Allah'ın kitabına karşı bağlılık"

--Allah'ın kitabına bağlıyım. Kur'an-ı Kerim'i öpüyorum başıma koyuyorum, önce ağzıma dudaklarıma, ondan sonra alnıma değdiriyorum; tamam... Bir de kalbimin üstüne koyuyorum, bir de iki elimle sarılıyorum, Kur'an-ı Kerim'i çok seviyorum.

Olmaz! Kur'an-ı Kerim'in cildini mi seviyorsun, yaldızını mı seviyorsun, meşinini mi seviyorsun, nakışını mı seviyorsun, yâni sen nesini seviyorsun? İçindeki anlamları anlayacaksın. Kur'an-ı Kerim bu şekilde baskılı olmadığı zaman, hattâ yazıya bile geçirilmediği zaman, hafızların, sahabe-i kiramın ezberinde olduğu zamanı düşün. Develerin kürek kemikleri üzerine, tahtaların üzerine yazdıkları zamanı düşün. Yâni mühim olan cildin güzelliği değil. İçindeki ahkâmın, Allah'ın emirlerinin güzelliği, onu öğreneceksin.

Kur'an ne demiş?..

--Bilmiyorum.

E niye okumuyorsun? Kur'an-ı Kerim'i oku, okuduktan sonra da uygula!.. Kur'an-ı Kerim "İçki içmeyin!" diyor, "Faiz yemeyin!" diyor, "Harama bakmayın!" diyor, "Gıybet etmeyin!" diyor, "Zekât verin!" diyor, "Namaz kılın!" diyor... Yâni ağır mı geliyor, "Okuduğum zaman sorumluluk altına gireceğim." diye mi korkuyorsun?

-- Yoo, korkmam hocam. Kur'an-ı Kerim'i severim, Allah'ı da severim, Rasûlullah'ı da severim. Ne emri varsa tutmağa da hazırım.

Tamam, zaten hakîkî müslümanlığın vazgeçilmez şekli, şartı bu. O halde Allah'ın kitabını okuyacaksın.

Muhterem kardeşlerim! Amerikalılar'dan, Avrupalılar'dan okuyanlar var. Kur'an-ı Kerim'i okuyor, müslüman oluyor. Sen de oku!.. Türkiye'de bir sürü aydın insan var, kolejlerden mezun, Avusturya Lisesi'ni bitirmiş, Almanca eğitim yapan İstanbul Erkek Lisesi'ni bitirmiş, Robert Koleji'ni bitirmiş, falanca Galatasaray Lisesi'ni bitirmiş... Frasızca eğitimi, Almanca eğitimi, İngilizce eğitimi... Amerikan kolejleri, Tarsus'ta, Kayseri'de... vs. Bir çok tahsiller yapmışlar. Amma Kur'an-ı Kerim okumasını bilmez ve Kur'an-ı Kerim'i hiç okumamış. İslâm ülkesinde yetişmiş, babası, dedesi müslüman; Kur'an'ı hiç bilmiyor.

Bak Amerikalı zenci okuyor, müslüman oluyor; Amerikalı senatör okuyor, müslüman oluyor; Amerikalı gazeteci okuyor, müslüman oluyor; Amerikalı siyasetçi, elçi, konsolos okuyor, müslüman oluyor. Sen de oku! Bu Allah'ın kitabı... Papaz okuyor, tir tir titriyor, müslüman oluyor; piskopos okuyor, müslüman oluyor. Tarih boyunca olmuş, halen de oluyor. Hayat için, dünya ve ahiret için bu kadar önemli bir kitabı okumuyorsun. Senin Kur'an-ı Kerim'e samîmî bağlılığın, Allah'ın kitabına karşı hâlis muhlis durumda olman nasıl olacak?.. Ahkâmını okuyacaksın ve uygulayacaksın. Aziz ve sevgili kardeşim, başka çaresi yok!..

(Ve liimâmihî) İmam sözü bugün Türkiye'de artık saygınlığını kaybetmiş. İmam deyince, dudak büker, ayağa kalkmaz, saygı duymaz. Ama farzedelim, profesör derse veyahut gazeteci derse, bazı meslekler böyle saygın, saygı topluyor veya konsolos derse veyahut doktor, mühendis filân derse, veyahut müsteşar, bir yerin genel müdürü derse herkes ayağa kalkıyor. Ama,"İmam mı? haa..." dudak kıvırıyor, önemsemiyor, Arapça'da imam önder demek. Mesela müslüman devletinin başkanının sıfatı nedir? İmâmül-müslimîn, müslümanların imamı, yâni önderi demek. Emîrül-mü'minîn, mü'minlerin komutanı, yâni emir ve komuta kendisinde olan yüksek kişisi demek. İmam bu.

Allah'ın imamı... (Nâsıhan lillâhi) Allah'a karşı hâlis, muhlis olacak. (Ve lirasûlihî) Rasûlihî'nin sonundaki hî zamiri lafza-i celâle gidiyor. Yâni Rasûlullah demek, Allah'ın Rasûlüne karşı... (Ve likitâbihî) Kitap kelimesinin sonundaki Allah'a gidiyor, (ve likitabillâh) demek. Allah'ın kitabına karşı samîmî olacak. (Ve liimâmihî) Allah'ın imamına, selâhiyetli kıldığı müslümanların önderine karşı samîmîyetli olacak. Tabii Allah'ın imamı, imâmullah, yani imâmül-müslimin, müslümanların önderi. Bu oyuncak değildir, bu çok önemli bir mevkidir, çok önemli bir sıfattır.

Eskiden Osmalı Devleti padişahları hilâfeti almışlar, müslümanların halifesi olduğu için İstiklâl Harbi'de Hindistan'daki, Pakistan'daki müslümanlar imama yardım olsun diye, imâmül-müslimîne yardım olsun, halife-i müslimîne yardım olsun diye, Rusya üzerinden tenekelerle altın göndermişler. O paralar İş Bankası'na sermâye yapılmış. O cihada yardım olarak gönderilen paralarla Türk Tarih Kurumu kurulmuş, Türk Dil Kurumu kurulmuş, İş Bankası kurulmuş. Onlar aslında o kardeşlerimizin Türkiye'deki cihada yardım için gönderdiği paralar... Bu paraların bir partiye gitmemesi lâzım, Diyanet İşleri Başkanlığına verilmesi lâzım; çünkü dinî amaçlarla gönderilmiş.

Tabii siyasîler bunu takip etsinler, bunu, açıklasınlar. Diyanet İşleri Başkanlığı'na verilmesi lâzım. Bir siyasî partiye verilmesi haksızlık olur, çünkü siyasî partilerin hepsi eşittir. Eskiden de olsa, eski Halk Partisi'nin de hakkı değildi, o bir partidir. Aslında doğrudan doğruya devletin malı, devlete dinî amaçla verildiği için devlette kalması lâzım!.. Tabii ilgililer bu meseleyi ayrıca tâkib etsin.

Ama burda mühim olan, müslümanların imamı diye Hindistan'daki müslümanların, gelip bize yardım etmeleri... Meselâ, şimdi biz Libya deyince pek hoşlanmayız. Libya'daki bir çok kimse İstiklâl Harbi'de gelmiş bizimle aynı cephede düşmanlara karşı çarpışmış. Bunları bilse saygı duyacak. "Haa, bu Libya'lı kardeşlerim, benim kara günümde yardımıma gelmiş." diyecek. Amerika istemiyor, Avrupa istemiyor diye Libya'ya kötü bakmayacak. Evet yönetimi bizim için üzücü şeyler söylemiş olabilir, ama halkı İstiklâl Harbi'nde bize yardım etmiş. Bizim bir eyaletimiz, vilayetimiz olarak bize bağlı bulunmuş. Demek ki kardeşlik duygularıyla hareket etmiş.

İşte müslümanların önderi, imâmül-müslimin, yâni Allah'ın müslümanların başına tâyin ettiği kişi...

Tabi bu kalkmış. Mesela "Hilâfeti ne yapalım?" diye düşünmüşler, "Büyük Millet Meclisinin şahsiyet-i mâneviyyesine verelim!" demişler. Hukukçuların hukuk tarihinde söylediği şeyler...

Ama bir de müslümanların fiilen sözünü dinlediği, mürşid-i kâmiller var, evliyaullah var. Onlar Allah'ın emirlerini kullarına bildiriyorlar. "Şöyle yapın sevaptır, böyle yapmayın günahtır." diye Allah'ın emirlerini söylüyorlar. Asıl önderler de onlar sayıldığı için, tarih boyunca evliyaullaha sultan demişler. Hacı Bayram Sultan demişler, Emir Sultan demişler, Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî Hüdâvendigâr demişler. Hüdâvendigâr sultan demek... Hünkâr Hacı Bektaşî Velî demişler. Hünkâr, hükümdar demek... Yâni bütün bunlar maneviyât âleminin sultanları diye, onlara önem vermişler. Padişahlar da gelmiş onların elini öpmüş, sözünü dinlemiş. Büyükler:

"--Evlâdım zulmetme, hizmet et, halka hizmet çok sevaptır." demişler.

Padişahlar da:

"--Baş üstüne efendim, hay hay efendim, olur efendim, hizmet edelim efendim!" demişler.

Bir keresinde Mevlâna Celâleddin-i Rûmî KS Efendimiz'in huzuruna bir komutan gelmiş. Ama adam çok zâlimmiş. Mevlâna Hazretleri ne "Hoş geldin" demiş, ne yüzüne bakmış, ne hal hatır sormuş, kaşlarını çatmış durmuş. Karşısındaki adam sıkılmış, terlemiş, utanmış vs. vs. Tabi Mevlâna Hazretleri'nin de heybeti var, kimseden korkusu yok... Allah adamı çünkü... Allah'ın imamı sıfatına layık insan, müslümanların maneviyât sultanı, önderi... Susmuş.

Komutan en sonunda ıkına sıkına demiş ki:

"--Efendim, bu kadar oturdum, bana bir nasihat etseniz."

"--Evlâdım ben sana ne diyeyim? Seni Rahman yarattı, sen şeytana hizmet ediyorsun. Seni halka hizmetle görevlendirdi, sen halka eziyet ediyorsun." demiş.

Ona ağır sözler söylemiş, epeyce nasihat etmiş. Adam hüngür, hüngür ağlamış. İşte bak, manevî sultanlar böyle olur.

Demek ki o manevî âlemin sultanlarına da sevgili, saygılı, hürmetkâr olmak lâzım. Bizim bu geçtiğimiz Ramazan ayında yaptıkları gibi, ver yansın tasavvufa, tasavvuf büyüklerine, evliyaullaha çatmamak lâzım, aziz ve muhterem kardeşlerim!..

Sonuncu kelimesi: (Ve liàmmetil-müslimîn) "Müslümanların âmmesine, yâni tümüne hepsine karşı, hâlis, muhlis niyetlerle bağımlı olacak, müslümanlara iyilik etmek niyetinde olacak." Bu çok önemli...

Ben bizim yöneticilere bakıyorum, halka bakışlarına bakıyorum; onların nazarında halk sinek gibi, sinek kadar değer vermiyorlar. Halbuki halkın içinde ârifler var, âlimler var, profesörler var, bilginler var, tepeden bakandan kat kat kıymetli kimseler var... Olmaz ki, müslümanların topunu sevmek lâzım. Genciyle, yaşlısıyla, kadınıyla, erkeğiyle, fakiriyle, zenginiyle, büyüğüyle, küçüğüyle, zayıfıyla, güçlüsüyle, akıllısıyla, aklı az saf olanıyla, hepsiyle ilgilenmek lâzım, hepsine karşı iyi duygular beslemek lâzım!

Tepeden bakmakla, kibirle olmaz! Hizmet duygusu olmadan olmaz, aziz ve sevgili kardeşlerim. Nitekim olmadığını da Peygamber Efendimiz ifade buyuruyor: (Feleyse minhüm) "Onlardan, müslümanlardan sayılmaz." diyor.

Aziz ve sevgili kardeşlerim! Onun için hadis-i şerifin başına dönerek, bir kere daha özetlemiş olmak için söyleyelim: "Müslümanların işleriyle dertlenmeyen, işleriyle ilgilenmeyen, müslümanlardan değildir. Allah'a karşı, Allah'ın Rasûlüne karşı, Allah'ın kitabına karşı, Allah'ın kulları arasında vazifelendirdiği önderlere karşı ve bütün müslümanlara karşı hâlis, muhlis niyetli olmayan bir kimse; onlara candan hizmet etmek, güzel hizmetler yapmak düşüncesinde olmayan kimse müslümanlardan değildir." buyuruyor.

Allah-u Teàlâ Hazretleri hepimizi kabul ettiği güzel müslümanlığı anlayıp, uygulayan güzel müslümanlardan eylesin... Yoksa kendi kendimize, kendimizi müslüman sayıp da, aslında Allah tarfından, Rasûlullah tarafından müslüman sayılmama durumuna düşmek çok acı olur.

Alah-u Teàlâ Hazretleri hiçbirimizi o duruma düşürmesin... Kur'an-ı Kerim'i seven, Allah'ın emirlerini, yasaklarını seven, müslümanları seven, müslümanların manevî yöneticilerini seven, Kur'an-ı Kerim'i seven, Kur'an-ı Kerim'e hizmet etmek isteyen, Kur'an-ı Kerim'in okunmasını, tanınmasını, anlaşılmasını sağlamağa çalışan has müslümanlardan eylesin...

Hem dünyada hem ahirette, çok hayırlar yapmamızı, öldükten sonra da böylece çok sevapları kazanmaya devam etmemizi Allah cümlemize nâsib eylesin... Cümlemizi cennetiyle, cemâliyle müşerref eylesin... Peygamber Efendimiz'e Firdevs-i A'lâ'da komşu eylesin... İki cihanda saadete erdirsin, aziz ve sevgili Akra dinleyicileri!..

Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..

01. 08. 1997 - Hamburg / ALMANYA