BİZ VE DİĞER İNSANLAR

İSLAM MAYIS 84

Biz, bütün insanlara en içten, en halis, en ilâhi duygular besliyoruz. Kimseye kasdımız, garazımız yok. İnsanlığıh iyiliğini istemekte, hayrını murad etmekteyiz.

Yunus Emre gibi, götürü Pazar eylemiş, 'yaradılanı Yaradan'dan ötürü' hoş görmüşüz.

Düşünce tarzımız ve kafa yapımız şöyle:

Cihan halkı iki ana bölüktür:

Mü'minler, müslümanlar; 2) İnanmayanlar, gayr-i müslimler...

Bunlardan mü'minler, kardeşlerimizdir. Onlara dostluk elimizi uzatmış, kucak açmışız. Bazıları henüz bizi tanımasalar, hatta yanlış yorumlasalar, aleyhimizde bulunsalar, husumet besleseler bile biz onları sevmekteyiz. Birgün gelip birbirlerimizi daha iyi anlayacağımızı temenni ederek ve ümitle bekleyerek.. diyoruz ki:

Yıkanlar hâtır-ı nâ-şâdımı yâ Rabbi şâd olsun
Benim-çün nâ-murâd olsun diyenler ber-murâd olsun.

Biz, ilâhi bir kardeşliğe sahip müslümanların, birbirlerine zulm etmemesi, kardeşini düşmanın pençesine teslim eylememesi, terk etmemesi, yardımsız, yardımcısız bırakmaması, hor-hakir görmemesi; bilakis her vesileyle, her zaman, her yerde, malıyla, canıyla, gönülden desteklemesi gerektiğinin idraki içindeyiz. Bir müslümanın, diğer müslümana canı, kanı, malı, ınzı, şerefi.. haramdır; yani onlara el uzatamaz, su-i kasd edemez; tam aksine, koruyup kollaması gerekir.

Başkaları gibi, soy-sop, ırk, milliyet, bölge, h(kimiyet, üstünlük, maddi menfaat, dil, tarih ve mazi daiyesi ve taassubuyla hareket etmiyoruz. O merhaleyi aşmışız, bu konulardaki kısır çekişmeleri yanlış, ters, zararlı ve hüsranlı görüyoruz.

Eğer zaman zaman ülkemizi, insanımızı, milletimizi, tarihimizi, kültür ve medeniyetimizi sevgiyle anıyorsak, bu şöcenliğimizden değildir; vefa duygumuzdandır, aslımızı-neslimizi ink(r etmediğimizdendir, ecdadın -çoğunlukla- gerçekten has, halis, temiz, pak, asil kimseler olduğunu mukayese ederek görüp anlamış olduğumuzdandır; başka insanlara karşı ayrılık, gayrılık, üstünlük, büyüklük iddiası güttüğümüzden değil. Hele Osmanlı'yı -hatası, savabıyla- sevmiş, savunmuşsak bu, onların İsl(m'a bağlılıklarından ve dinimize hizmetlerinden dolayıdır.

Gayr-i müslimlere ve inanmayanlara gelince; biz onları da Hz. Adem aleyhissel(mdan kardeş biliyoruz:

Beni Adem a'zâ-yı yek-digerend
Ki der âferîniş zi yek gevherend

(Mânâsı: Adem oğulları bir vücudun parçaları gibi, birbirlerinin uzuvlarıdır: Çünkü yaradılışta aynı cevherden oluşmuşlardır.)

Ayrıca onları, sevgili Peygamberimiz Hz. Muhammed'in bir başka tür ümmeti "Ümmet-i Da'vet"i olarak görüyoruz. Çünkü hakikatte Efendimiz (s.a.s.)'ın davetine ve risalet hitabına onlar da muhatapdır. İman, içlerinde, -imkân olarak- bil-kuvve mevcuttur, belki ilerde fi'len zuhura gelecektir. Bazıları din kardeşlerimiz olacaklardır ve olmaktadırlar.

Bize düşen görev, onların da Hakk'ı bulmasına ve gerçekleri görmesine yardımcı olmaktadır. Onlara şimdi acıyor, şefkat besliyoruz. İki cihanın saadetine ermeleri için onlara İsl(m'ı iyi anlatmalı, ilâhî sorumluluklarını tebliğ etmeli, iman telkin eyleyerek, ebedi hüsrana uğramaktan kurtarmaya çalışmalıyız.

Şu kadar var ki bu asil duygularımızı ve müsümühümızı istismar ettirmeyiz. Zulmü, kaba kuvveti, barbarlığı, tecavüzü hoş görmez; zalime yardakçı, yardımcı ve alkışçı olamayız, masumların hakkını çiğnetmeyiz.

Zulmü alkışlayamam, zâlimi asla sevemem,
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem.

Zâlimin hasmıyım amma, severim mazlumu,
İrticâın şu sizin lihçede mânâsı bu mu?!

Çünkü Allah (c.c.) bizi, emr-i mâruf, nehy-i münker yapmak ve fi sebilillah cihad ederek cihanda sulh u sükûnu sağlamak üzere vazifeli en hayırlı ümmet kılmıştır.

Çeşitli haksızlıklara, âdi tecavüzlere ve kışkırtmalara, ümmet ve millet olarak hemen sert karşılık vermiyorsak bu, derya-dil (deniz gibi engin gönüllü) olduğumuzdan ve karşımızdakine, hatasından dönme fırsatı vermek istediğimizdendir. Kalktığımız zaman sillemiz sert olur, karşıdaki kurunun yanında yaş da yanar diye titizlenir, vebalden kaçarız o kadar..

Tarih boyunca kazandığımız başarı ve zaferleri, ülke ve gönül fetihlerini işte bu iman, idrak ve iz'anımıza borçluyuz.