ERBÂB-I KEŞFİL KULóB

Yahya OĞUZ

Ben sizlere İmam-Hatip okullarının kurucusu olarak bilinen Celâl Hoca'nın (Celâleddin Ökten), Hocaefendimiz'le ilgili iki hatırasını nakletmek istiyorum:

Bir gün yatsı namazından sonra Hocaefendimiz'i ziyarete girmiştik. Gece saat onbiri geçerken, içerde bulunan Celâl Hoca'yı götürmek için Osman Ağabey'e işaret edildi. Osman Ağabey yanına beni de aldı. Arabayla Celâl Hoca'yı evine götürmek üzere kalktık. Evinin bulunduğu sokağın başına geldiğimizde, Celâl Hoca:

"--Çocuklar, size bir sır tevdi edeceğim ki, siz bu sırrı benim vefatıma kadar kimseye söylemeyin!.. Türkiye'de ve dışarıda biri kalksa dese ki: "Ben ulûm-u arabiyye'yi iyi biliyorum!" İşte o kimse ile imtihana hazır olacak kadar kendime güvenim var... Zira 46 yıldır, bu ilim üzerine yüzlerce talebe yetiştirdim. Senelerce İhya'yı okuttum, fıkhı da iyi bilirim. Bir şeyh efendiden de senelerce önce ders almıştım, kendimi ehl-i tarik sanıyordum.

Bütün bunlara rağmen, siz kardeşlerime çekinmeden söylüyorum, işte şu evinden geldiğimiz zât-ı kirâm bana öyle bir iyilik yaptı ki, bu sizin ölçülerinize sığmaz!.. Siz takdirden âciz olduğunuz için, istifadeniz de sınırlı oluyor.

Bundan yirmi gün evveline kadar vefat etseydim, beni ehl-i İslâm rahmetle yad ederek el üstünde taşıya taşıya defnedeceklerdi. Fakat ben ise, belki de imansız olarak bu dünyadan göçmüş olacaktım... Öyle batıl inanışlar vardır ki, onları ancak, bu zat gibi "erbâb-ı keşfil kulûb" olanlar bilebiliyor. Şükürler olsun ki böyle bir zâttan ders alarak ve tavsiyelerine uyarak batıl inanışlardan sıyrıldım." dediler.

İkinci hatırası: Yedi yıllık İmam-Hatip Okulları'nın kurucusu olan Celâl Hoca hacca gitmek istiyormuş. Aylarca uğraşmış, çalmadık kapı bırakmamış, fakat bir türlü pasaport alamamış. Üzüntüsü pembe yanaklarından süzülen gözyaşları ile bütün sevenlerinin gönüllerine yayıldığı günlerde, yine bir gün yatsı namazını müteakip Hocaefendimiz'in ziyaretine gitmiş.

"--Efendim, şu kadar zaman geçti pasaportu vermiyorlar!" demiş.

O da:

"--Verirler, meraklanma inşallah verirler!" demiş.

Celâl Hoca, Hocaefendimiz'in sedirinin yanıda otururken kendinden geçmiş, uyuklamış, rüya görmüş. Rüyada, Ankara'da pasaport dairesinde oluyor kendisi... Memurlar pasaportunu hazırlayıp kendisine veriyorlar. Sevinerek uyanmış. "Böyle bir mübarek zatın huzurunda uyudum; ihtiyarlık ne kötü, uyumamam lâzımdı." filân diye biraz da mahcub olmuş.

Şöyle bakmış Hocamız, mütebessim... Celâl Hoca'ya eğilerek ve gülümseyerek:

"--Nasıl, pasaportu aldın mı?" demiş.

Celâl Hoca da:

"--Aldım efendim!" demiş.

Ertesi gün Celâl Hoca'nın pasaportu Ankara'dan gelmiş.

Celâl Hoca, bunu anlattıktan sonra bize şunları söyledi:

"--Bakın çocuklar, ben binlerce büyük zat gördüm, fakat böylesine rastlamadım. Bu zat öyle bir makamda oturuyor ki, bu makamın birinci basamağındakiler erbâb-ı keşfil kubûr'durlar. Son basamağındakiler ise erbâb-ı keşfil kulûb'dürler. İşte bu mübarek kimseye öyle bir tasarruf tevdî edilmiş ki, bizim idrak edip, izah etmemiz mümkün değildir." dedi.

İslam, Kasım 1988