GÜL KOKUSU

Osman ÇATAKLI

Hoca Efendi daha Zeyrek'teki camideyken, bir arkadaşla birlikte ziyaretine gitmiştik. Sohbet odasında Hocaefendi, ben ve arkadaştan başka kimse yok... Hocaefendi odadan çıktılar. Baktım ki arkadışın parmağında altın yüzük var... Arkadaşa:

"--Altın yüzük kullanmak haram... Sen o yüzüğü kullanmasan iyi olur, başkaları suizanda bulunur." dedim.

O da:

"--Aslında bunun hepsi altın değil, yüzde şu kadarı altın, şu kadarı bakır; o yüzden kullanmakta bir sakınca yoktur." diye yaptığının doğru olduğunu anlatmaya çalıştı.

Bu sırada Hoca Efendi içeriye girip çıkıyor... O gelince biz konuşmayı kesiyoruz, gidince devam ediyoruz. Böyle birkaç seferden sonra, Hocaefendi yanımıza oturdu. "Size bir hikaye anlatayım!" dedi ve şöyle anlattı:

"Kastamonu'da bir Derviş Mehmed ile Bir alim kimse varmış. Bu hoca sigara içer ve 'Mahzuru yoktur.' dermiş. Hattâ bunun hakkında bir de risâle yazmış. Derviş Mehmed de sigaranın aleyhinde bir risale yazmış. Aralarında böylesine bir mücadele varmış.

Bir yıl hac mevsimi o hoca hacca niyetlenmiş. Beraber gidebilmek için başkaları da müracaat etmiş. Derviş Mehmed de kafileye katılmak istemiş ve kabul edilmiş. Kendisine hocaefendinin sigara takımları emanet edilmiş; hocanın sigarasını hazırlayacakmış.

Derviş Mehmed, Medine'ye gelinceye, Ravza-i Mutahhara görününceye kadar bu işle meşgul olur, hizmeti aksatmaz. Ravza-ı Mutahhara görününce hocaya:

'--Bizim görevimiz buraya kadar... Ben Peygamber'in beldesinde bu hizmeti yürütemem, bu takımları alın!' der.

Bunun üzerine hoca duraklar:

'--Yoksa sen o risâleyi yazan Derviş Mehmed olmayasın?' der.

O da:

'--Evet, o benim!' deyince, hoca:

'--Şimdi ocağıma incir diktin...' der ve sigara takımlarını kırar."

Hocaefendi bu hikayeyi anlattıktan sonra:

"--İşte insanlar ancak bu şekilde ikaz edilir. Lafla, münakaşayla irşad olmaz." dedi ve odadan çıktı.

Hocaefendi bir gün İskenderpaşa Camii'nde ikindi dersinde, Peygamber Efendimiz'in kendisine has bir kokusu olduğunu, bir çocuğun başını okşasa günlerce o kokunun gitmediğini anlatan hadis-i şerifi okudular. Hadis-i şerifi okuduktan sonra dirseklerini kürsüye koydular, ellerini açtılar, avuç içleri karşı karşıya gelecek şekilde tuttular ve:

"--İşte Rasûlüllah SAS ile böyle rabıtalı olanlarda da aynı koku vardır." dediler.

Ben kürsünün hemen yanında oturuyor ve dersi kitaptan takip ediyordum. "Rasûlüllah ile anlattığınız gibi rabıtalı olduğunuz muhakkak; fakat, ben şimdiye kadar sizin kokunuzu alamadım!" dedim.

Ertesi gün sabah namazına İskenderpaşa Camii'ne geldim. Güneşin doğmasına 22-23 dakika kalmasına rağmen Hocamız namazı kıldırmaya hâlâ gelmemişlerdi. Ben müezzin mahfelinde, müezzin Mustafa Efendi ile oturuyordum. O, Hocaefendi gelmediğinden telaşlı, namazı kendi kıldırmayı düşünürken, bir ayak sesi ile irkildik. İkimiz birden başımızı kapıya doğru uzattık, "Gelen Hocamız mı?" diye... Gelen bir başkasıydı.

Çok az bir zaman geçmişti ki, içeriye gül kokusunu andırır, biraz farklı bir koku doldu. Hemen arkasından da Hocamız girdiler. Ben namazdan sonra eve gittim. Geri döndüğümde hatm-i hacegân başlamıştı ve o koku hâlâ caminin içindeydi.

Kadın ve Aile, 15 Kasım 1991
İslâm, Kasım 1986