FÜZENİN ARIZASI

Vehbi VAKKASOĞLU

Muhterem Hocam, değerli büyüklerim, kıymetli arkadaşlarım!..

Böyle mübarek ve feyizli bir gecede konuşmak, benim için bir şeref... Fakat gecenin ilerleyen bu saatinde ve mevzuya bu kadar vakıf bu insanların huzurunda konuşmak da herhalde, eski bir deyimimizde ifade edildiği gibi, çeşme yanında kuyu kazmaya benzeyecek; kusura bakmayınız. Ben sadece bir hatıra anlatacağım:

1986 Yılıydı. Hâlâ hasretini hep birlikte çektiğimize inandığımız, cemaatler arası irtibatı sağlamak, aleyhte konuşmaları ortadan kaldırmak, bir muhabbet havası estirmek için düşüncesi ve hasreti içindeydik. Böyle bir çalışma içinde de, sonradan kitaplaştırdığımız, "Mâneviyat Dünyamızda İz Bırakanlar" isimli kitabın özünü hazırlamaya karar vermiştim.

Çeşitli arkadaşlarla meşveret ettim. Bu arada bir asker arkadaşımız; yazmaya çizmeye meraklı, pedagoji tahsili yapmış, edebiyat zevki olan bir arkadaşımız:

"--Eğer böyle bir çalışma gerçekleşirse, ben her türlü yardıma hazırım. Bu çorbada benim de tuzum olsun isterim." demişti.

Ben çalışmaya başlayınca, bu arkadaşımı hatırladım. Telefon ettim ve kendisine sevenlerinden, yakınlarından topladığım dökümanlarla kitaplarla birlikte, rahmetli Hocaefendi'nin eserlerini vereceğimi söyledim. O gelip almak için söz verdi. Fakat birkaç gün sonra, acil bir teftiş geçireceklerini ve çok üzülerek bu yardımda bulunamayacağını söyledi.

"--Sağlık olsun, başka bir zaman inşaallah çalışırız!" dedim.

Fakat bir gün sonra, tekrar büyük bir sevinçle ve heyecanla telefon etti: "Yardım edeceğim, istediğiniz şeyleri yapacağım." dedi. O çalışmanın sonuna kadar o arkadaşın çok yardımını gördüm. Benim yazdığım müsveddelerin bütün düzeltmelerini ve daktilosunu da kendisi büyük bir şevkle yaptı.

Yapabilmesinin sebebi şuydu: Acil teftiş dolayısıyla izinler kaldırılmış, izinde olanlar bile çağrılmış, herkes meşgul... Fakat, birliklerinde son model bir füze var... Bu füze son anda tutukluk yapıyor ve çalışmıyor. Amerikalı uzman dahi, Amerika'dan parça getirilmesi, hattâ bir uzman getirilmesi gerektiği kanaatini söylüyor. Komutan da çok sinirli bir vaziyette:

"--Bu iş yapılmazsa, gerisini siz düşünün!" diyor.

Teftişe kadar füzenin çalışır hale getirilmesini istiyor. Dolayısıyla arkadaşımız, bu mazereti ile bize yardım edemeyeceğini söylüyor.

O gece rüyasında iri yarı, heybetli, güleryüzlü, nûrânî yüzlü, bembeyaz sakallı bir zat, füzenin başında kendisine füzenin arızasını gösteriyor:

"--Evlâdım, işte şurayı tamir edeceksin, arıza buradadır!" diyor.

"Hayretler içinde kaldım." diyor. Kendisi amerikada füze kursları görmüş bir asker arkadaşımız. "Büyük bir sevinçle gittim. Baktım hakîkaten arıza orda... Ve komutana dedim ki:

'--Komutanım, ben bu füzeyi yapacağım; fakat bir hafta izin istiyorum.'

'--Yap, sana onbeş gün izin!..' dedi.

Hakîkaten füzeyi çalıştırdım, herkes hayret içinde kaldı. Hattâ, Amerikalı uzmandan da bir yemek yedim ödül olarak..." diyor.

Sonradan, benim yanıma geldiği zaman resmini görünce, rüyasına giren zâtın Mehmed Zâhid Kotku Hocaefendi olduğunu anladı. Daha önceden tanımıyordu.

Onun üzerine benim kitaplarda işaretlediğim, bulduğum dökümanları tekrar okudu, müsveddeleri tekrar yazdı. Ama bu harika olaylar yaşanmaya devam etti. Bizim eve geliyordu. Kendisi askerî lojmanlarda, şehrin bize göre biraz dış mahallesinde kalıyordu. O kadar alışmıştık ki, her gün harika bir olay anlatacak diye bekliyorduk artık...

Bir akşam geç kalmıştı, saat birlere ikilere kadar çalıştık, konuştuk, sohbet ettik. Cebinde taksi bedeli kadar ancak para varmış. İktisat edeyim diye Bahçelievlerden, Haznedar semtine kadar yürümeyi düşünmüş. Oradan minübüs bulursa bulacak, yoksa, biraz daha yürüyüp cebindeki parayı hesaplı kullanıp bir taksiye binecek.

"Kapının önüne çıktım; tenha bir yer köşe bir yer... Bir taksi yanaştı. Ben kaldırıma çıkıyorum, nerdeyse kaldırıma çıkacak şekilde iyice yanaştı:

'--Atla!' dedi.

Ben büyük bir korku ve ürküntü içinde:

'--Devam et hemşerim, taksiye binmeyeceğim!" dedim.

'--Kardeşim, bin!" dedi.

Bütün ısrarlarıma rağmen vazgeçiremedim ve bindim. Baktım, dikkat ettim taksimetre kapalı, çalışmıyor. 'Herhalde son seferidir, bundan sonra çalışmayacaktır.' diye düşündüm.

Biz başladık muhabbete... Hiç münasebeti yokken dinî konular açıldı, muhabbet ettik, sohbet ettik. Neden sonra farkettim; ne ben gideceğim yeri söyledim, ne o bana böyle bir soru sordu. Fakat Yeşilyurt'taki lojmanların önüne gelince:

'--İn hemşerim, hadi bir daha görüşürüz inşaallah... Allaha ısmarladık!' dedi, beni indirdi gitti.

Adam gittikten sonra ben şoktan uyandım. Ben hiç bir şey söylemedim, o da bana sormadı; para da almadı. Kapının önüne kadar beni getirdi.

İkinci bir gün, bir sıkışıklık oldu, ben biraz rahatsız oldum. Gazeteye yazının bir bölümünün yetişmesi lâzım!.. O da daktilo edip getirecek. Öyle bir sıkışık anda, tren istasyonuna geliyor.

"--Trenden insanlar salkım saçak asılmışlar, hiç binecek hal yok... Bir sonraki trenle de geç kalacağım, zâten geç kaldım telâşı içindeyken; vagondan yine beyaz sakallı, nûrânî yüzlü bir zât iki kişiyi indirdi ve bana adımla: 'Komutan gel!' dedi. Ama sivil vaziyette ve üzerimde asker olduğunu gösteren hiç bir işaret yok...

Trene bindim, biraz kalabalık içinde kendime yer bulduktan sonra, etrafıma baktım. 'O zâtı bulup bir teşekkür edeyim.' dedim. Yolun sonuna kadar öyle bir zatı göremedim." diyor.

Bu arkadaşımızın anlattığı bu harika olaylar, bize o zaman, o kadar büyük zevk ve şevk vermişti ki, "İnşaallah Cenâb-ı Hak niyetlerimize göre verir; cemaatler arasında bir sevgi atmosferi kurulur." demiştik. Elhamdü lillâh böyle toplantılara şahid oldukça, o çok yerden kaynaklanan kavlî ve fi'lî duaların gerçekleştiğini görüyoruz.

Cenâb-ı Hak daha ziyâde etsin, aramızdaki muhabbeti ebediyyete kadar devam ettirsin inşaallah...

14. 11. 1993 - Hâcegân / İSTANBUL