ESKİ RAMAZANLAR

Abdüllatîf Duygulu

Eski ramazanlar deyince çok eskilerden değil, bundan 10 sene-15 sene öncesinden, öğrencilik yıllarında İskenderpaşa Camii'nde geçirdiğimiz ramazanlardan bahsetmek istiyorum.

Caminin arka tarafındaki yurtta kalıyorduk. Otuz arkadaştık. Efendi Hazretleri (Rh. A.) imamlık yapıyorlardı. Çok zaman namazları kendileri kıldırırlardı. Namazlardan sonra cemaatle yakından ilgilenirler, camiden evin kapısına kadan sıralanmış olan muhtelif kimselerin dertlerini dinler, yardımcı olmağa çalışırlardı. Kapıları her zaman açıktı. Her fırsatta hakkı tavsiye ederler, büyük küçük herkese şefkatle muamele ederlerdi.

Ramazan ayı gelince, ilk teravih kılındıktan sonra ramazan hakkında kısa bir konuşma yaparlar ve cemaatin ramazanını tebrik ederlerdi. Bir seferinde şöyle dediklerini hatırlıyorum: "Bu ramazanda beş şeye dikkat edelim, dostlarımıza ve ahbaplarımıza da söyleyelim: Gözümüze hakim olalım, günahlara bakmayalım!.. Kulaklarımıza hakim olalım; kötü, günah şeyleri duymayalım!.. Ağzımıza hakim olalım, ağzımızdan kötü söz çıkartmayalım!.. Ellerimize de hakim olalım, kimseyi incitmeyelim.. Ramazan-ı şerifin kabulü bunlara bağlı... Bunlara hakim olamazsak, açlık yanımıza kâr kalır!"

Teravihler hatimle kılınırdı. Değişik iki imam kıldırırdı; on rekatini birisi, on rekatini birisi kıldırırdı. Efendi Hazretleri de cemaat olarak katılırlardı. İstanbul'un her yerinden gelenler olur, cami dolar taşardı. İmamlardan ince sesli ve hızlı okuyanlar daha çok sevilirdi. Teravihten sonra Hatm-i Hacegân yapılırdı. Efendi Hazretleri bulunmadığı zamanlar, Necati Amca yaptırırdı. Onun kendine mahsus Kuran okuyuşunu ve Hatm-i Hacegân duasını, "Fetekabbelehâ rabbüha bikabûlin hasenin sırrına mazhar eyle..." deyişini hep hatırlarım.

O zamanlar, Hatm-i Hacegan'dan sonra bir salevat okunurdu. O salevat artık "İskenderpaşa Salevatı" denilecek kadar cami ile özdeşleşmişti. Cemaatle bir ağızdan söylenirdi: "Allaaahümme salli alaaa seyyidinaaa muhammedin ve alaaa...aaali seyyidinaaa muhammed. Bi adedi külli daaain ve devaaain ve baaarik ve sellim. Aleyhi ve aleyhim kesiiiraaa..."

Sabah namazlarından evvel genç hafızlar bir cüz mukabele okurlardı. Sabah namazından sonra --diğer günlerde olduğu gibi-- İşrak vaktine kadar camide beklenir, evrad okunur, hatm-i hacegân yapılırdı. Cemaat ancak işrak namazını kıldıktan sonra dağılırdı.

Efendi Hazretleri, ramazanda çok şevkli ve gayretli olurlardı. Normalde her zaman yaptıkları, cuma günleri cumadan evvel ve pazar günleri ikindiden sonraki hadis derslerine ilave olarak yeni dersler yaparlardı. Bir seferinde (1974) ilk onbeş günde, öğle ve ikindi namazlarından sonra yarım saat Et-Tergîb vet-Terhib'den oruç bahsini anlattılar; ikinci onbeş günde ise, aynı saatlerde Münebbihat'dan ders yaptılar. Daha sonraki yıllar, yatsı namazından önce de ders yaptıkları olurdu.

Akşamları camide iftarlık bir şeyler dağıtılır, daha sonra cemaatle akşam namazı kılınırdı. Efendi Hazretleri, evvabin namazını normal günlerde altı rekât kıldıkları halde, ramazanda iki rekât kılarlardı. Bir seferinde yine iki rekat kılıp çıkmak istediler. Arkada namaz kılanlar vardı, çıkamadılar. İki rekat daha kıldılar. Çıkarken, kenarda dikilenlere gülerek: "Şimdi yemek zamanı, sofuluk zamanı değil!.." dediler.

Akşam namazından sonra caminin yemekhanesinde iftar yemeği verilirdi. Yemeklere daha çok öğrenciler katılırlardı. Bazan davet sahibinin yakınları da gelirdi. Cami cemaati, fazla kalabalık etmeyelim diye evlerine gitmeyi tercih ederlerdi.

Yemekte servisi yurtta kalan arkadaşlar yapardı. Efendi Hazretleri'nin sofrasına genelikle misafirler, uzaktan gelen kimseler oturtulurdu. Oranın servisini tecrübeli arkadaşlar yaparlardı. Herkes teberrüken, Efendi Hazretleri'nin tabağından bir şeyler almayı, ondan yemeyi çok arzu ederdi. Tanıdıklarımıza, sevdiklerimize o tabaklardan iletirdik.

Yemekten sonra Efendi Hazretleri, yemek yiyenler için ve davet sahibi için uzun dualar ederlerdi. O yıllarda caminin yaşlı, heyecanlı, sinirli bir müezzini vardı; Efendi Hazretleri'ni de çok severdi. Millet ayağa kalkarken o da bir dua ederdi:

"--Ya Rabbi! Davet sahibinin sa'yini meşkur, amelini makbul, zenbini mağfur eyle... Hoca Efendimiz'i başımızdan eksik etme! O olmasaydı, bu davetler olmazdı." derdi.

Ramazanın son on günü gelince, Efendi Hazretleri i'tikâfa girerlerdi. Kendileriyle beraber 10-15 kişi de i'tikâfa girerdi. Kendileri caminin alt katında, müezzin mahfelinin sağ tarafında bir oda vardı orda kalırlardı. Diğer kimseler caminin üst katında kalırlardı. İ'tikafa girenlerin çoğu yaşlı kimselerdi; İçlerinde bir-iki de genç olurdu.

Efendi Hazretleri i'tikâfa çok önem verirler ve çok tavsiye ederlerdi. Bir seferinde şöyle dediklerini hatırlıyorum: "İ'tikâfın faydaları saymakla bitmez. En evvelâ, insanın misafir olduğu zata bakılır. Şimdi, bir bakana misafir olsanız, bir reis-i cumhura misafir olsanız; onu anlatmakla bitiremezsiniz. Siz, varlıkların sahibi Allah-u Teala'nın evinde, Allah celle ve alaya misafir oluyorsunuz.

Kadir gecesi bu on günün içerisinde... Bu sünneti ihya etmekle hem kadir gecesini kaçırmıyoruz, hem de memleketimize gelecek belâları önlemiş oluyoruz.

Şimdi, herkes bir bahane bulur, işim çok diye... Peygamber SAS'deki işler kadar kimde iş vardı? On sene zarfında 27 tane muharebeye girmiş. Milletin işi var, devletin işi var... Fakirlik var, zaruretler var. Öyleyken yine de Cenab-ı Peygamber i'tikâfı bırakmamıştır."

Kadir gecesi olunca çok şevkli olurlardı. Teravihten sonra, mihrabda oturdukları yerde dualar ve nasihatlar ederlerdi. Hatm-i hâcegân ve sesli zikir yapılırdı. Sonunda musafahalaşma olurdu. Bazan sakal-ı şerif ziyareti yapılırdı. En sonunda tesbih namazı kılınırdı.

Son yıllarında (1980) rahatsızlıkları dolayısıyla teravihe kısmen gelebildiler. --Hadis derslerini ve i'tikâfı M. Es'ad Coşan Hoca Efendimiz yaptırdı.-- Ancak cuma namazlarından sonra15-20 dakika sohbet edebiliyorlardı. Fakat o yıl çok değişik bir uygulamaları oldu; ramazan boyunca her gün ikindiden sonra evlerinde Hatm-i hâcegân ve zikir yaptırdılar. Sesli sessiz değişik zikirler, ileri düzeyde zikirler öğretiyorlar ve tatbik ettiriyorlardı. Birkaç saat sürüyordu ama, içinde bulunulan mânevî hazdan dolayı bitmesini hiç istemiyorduk.

Aradan on yıl geçtikten sonra 1990 ramazanında, bir sabah vakti İskenderpaşa Camii'ne gitmek nasib oldu. İçeriye girerken ruhâni bir havayla karşılaştım, içimi bir huzur kapladı. Bir yere oturdum ama, sanki kâmil bir zât ile dizdize oturuyordum.

Mukàbele okundu. Namaz kılındı. Evrad okundu, Hatm-i hâcegân yapıldı. İşrak namazı kılındı. Cemaatin bir kısmı çıktı, bir kısmı içerde kaldı. İçerde kalanlar i'tikâfdaydılar. Çoğu genç kimselerdi, sayıları yetmiş kadar vardı. Halsiz görünüyorlardı ama yüzleri pırıl pırıldı. M. Es'ad Coşan Hoca Efendimiz de üst katta, perde ile ayrılmış küçük bir bölmede i'tikâfa girmişlerdi. Bir vesile ile yanına çıktık; orada ruhâniyet ve huzur daha da fazla idi. Yanından ayrılmayı canımız hiç istemedi.

O akşam kadir gecesiydi. Terâvih yine hatimle kılındı, yine iki imam kıldırdı. Hatm-i hâcegân ve dualardan sonra sakal-ı şerif ziyaret edildi. Önce yüksek sakal-ı şerif rahlesi mihrabın önüne kondu. Cemaat ayağa kalktı, salevat getirilmeye başlandı. Hoca Efendimiz salevatlarla kırk bohçayı açtılar; sakal-ı şerifi öpüp gözlerine sürdüler. Sonra iki eliyle rahlenin üzerinde tuttular. Herkes öpüp gözüne sürüyordu. Sevinç ve heyecan içindeydik; sanki Rasûlüllah SAS'in elini öpüyorduk.

Cemaat çok kalabalıktı. On yıl önceki yaşlı amcalardan 4-5 kişi kalmıştı. O zamanki arkadaşlardan bazılarını gördüm; çocuklarıyla beraber gelmişlerdi. Tanımadığım genç kimseler çoğunluktaydı. Çok şey eskisi gibiydi. Değişen bir kaç şey vardı: Efendi Hazretleri gençleşmiş, cami büyümüş, cemaat çoğalmış; biz de yaşlanmıştık...

Ramazanda kâmil insanların civarında olmak ne güzel!..

İslâm, Mayıs 1991