DÜNYAYI DA ÇOK İYİ BİLİYORDU

Cevat AYHAN

Hocaefendi Rahmetullàhi Aleyh'i 1958-1963 üniversite talebeliğim döneminde tanımıştım. Zaman zaman camiye gider, sohbetlerini dinlerdik. 1968 sonrası, Ankara'da görev aldığım zamanlarda da ilgimi devam ettirdim. Özel sohbetlerine ve ziyaretlerine giderdik.

İslâm'ın özellikle okumuş kesim üzerinde sevilmesine, benimsenmesine, yayılmasına vesile olan çok engin alimlerden biriydi. Kendilerinden evvel de o makamda bulunan zatlar bu özelliği taşımışlar, üniversiteliler üzerine hassasiyetle eğilerek İslam'ın bu eğitim yuvalarında da sevilmesine, yaşanmasına ve yayılmasına vesîle olmuşlardır.

Bilhassa bu ocak, münevver müslümanlar tarihinde Türkiye'nin İslâmlaşmasında, İslâmî kültürün her seviyede yaşanmasında ve temsil edilmesinde büyük katkıları olmuştur.

Rahmetli Nurettin Topçu Hoca, Sarbonne'den bir Felsefe doktoru olarak döndüğünde yanında bulunan Abdül'aziz Efendi Hazretleri'nin fotoğrafını göstererek: "İşte asıl dünyamı bu zatta buldum." dediğini hatırlarım.

İkiyüz seneden beri çöken İslâm dünyasında, insanları gönül yolu, sevgi yolu ile İslâm'a götüren ve onları çöküntüden kurtaran zatlar Hocaefendi gibi zatlar olmuşlardır. Büyüyen Türkiye'de bu hizmetin hâlâ yapılmış olması çok büyük nimettir. Bu yüzden Hocaefendi'yi ve hizmetlerini hep gözlerim yaşararak hatırlarım.

Şüphesiz Mehmed Zahid Efendi'nin kitleleri etkilemesinde başka faktörler de vardır. Hocaefendi dünyayı da çok iyi bilen bir zattı. Müslümanların ve İslâm dünyasının nelerin yokluğunu çektiğini gayet iyi bildiğinden, onların var olması için sohbetleriyle ve ameliyle örnek olurlardı.

Hatırladığım kadarıyla şimdi Pancar Motor diye bilinen Gümüş Motor'un 1960 Nisanı'nda açılışı yapılırken bizler Teknik Üniversite'de talebe idik. Gümüşmotor'un genel müdürü Necmettin Erbakan idi. Kendisi Teknik Üniversite'de bizim doçentimiz olduğu için, sınıfı toptan Gümüş Motor'un açılışına götürmüştü. Orada bu teşebbüse en çok katkısı bulunan zatın, Mehmed Zahid Efendi olduğunu öğrenmiştik.

Hattâ geçen ay, Milliyet'teki pazar sohbetinde Mehmet Şevket Eygi Bey de, 1960'lı yıllarda Müslümanların iyi bir gazeteye sahip olması için yapılan teşebbüslerin temelinde Hocaefendi'yi göstermiştir. Hocaefendi o günün parasıyla gazete çıkarılması için bin lira vermiş. Bunlar Hocaefendi'nin nasıl bir alim ve yol gösterici olduğunu çok güzel yansıtır sanırım.

Tasavvufu, Rasûlüllah Efendimiz'e kadar uzanan, müslümanların eğitimini, terbiyesini kollayan, onları geliştiren; mühendis tabiriyle diyecek olursak müslümanı daha rafine müslüman haline getiren mektep olarak görüyorum. Tasavvuf anlayışının sınırları şüphesiz, Kur'an ve sünnetin sınırlarıdır.

Bizim memlekette bir Sakaldaş Amca vardı. Ben de talebeliğim zamanında, ona tasavvufu sormuştum. Bana:

"--Şeriat bir yoldur, tarikat da o yolun içerisinde ince bir yoldur. Tarikat yolunda araban devrilirse, bir şey olmayabilir. Ama şeriat yolunda devrilirse, Allah muhafaza, küfre gider." diyerek espride bulunmuştu.

Bu yüzden tasavvufu İslâm'ın özü görüyorum. İyi, kaliteli müslüman olabilmenin eğitim odağı olarak görüyorum. Rafine müslüman bu mekteplerden yetişir.

İslâm, Kasım 1987