01. 12. 2000 AKRA CUMA SOHBETİ

Prof. Dr. M. Es'ad COŞAN

Yayına Hazırlayan: ERKAYALAR

-----------------------

RAMAZANIN GÜZELLİKLERİ

Esselâmü aleyküm ve rahmetullàhi ve berekâtühû!..

Aziz ve sevgili izleyiciler ve dinleyiciler! Ramazanınız hoş geçsin... Cenâb-ı Hak bu mübarek ayda ikram ettiği, ihsân ettiği hayırların cümlesinden en çok şekilde istifade etmeyi cümlenize, hepimize, kardeşlerimize nasîb eylesin... Allah hepinizden razı olsun... İki cihanda aziz ve bahtiyar olun...

a. Amellerin Karşılığı

Sohbetimdeki ilk hadis-i şerif, Abdullah ibn-i Ömer RA'dan. Taberânî Evsat'ında kaydetmiş, Beyhakî kaydetmiş, İbn-i Hibban da Sahîh'inde kaydetmiş bu hadis-i şerifi. Peygamber Efendimiz'in mübarek sözlerini teberrüken okuyalım; çünkü esas olan odur. Onun açıklamaları ve sâireleri bizim sözlerimizdir. Aslını ilkönce bir dinleyelim:

(El-a'mâlü indallàhi azze ve celle seb'un: Amelâni mûcibân, ve amelâni biemsâlihimâ, ve amelün biaşri emsâlihî, ve amelün biseb'imieh, ve amelün lâ ya'lemü sevâbe àmilihî illallàhu teàlâ azze ve celle.

Feemmel-mûcibân: Femen lekıyallàhu ya'büdühû muhlisan lâ yüşrikü bihî şey'en, vecebet lehül-cenneh. Ve men lekıyallàhu kad eşreke bihî, vecebet lehün-nâr.

Ve men amile seyyieten cüziye bihâ, ve men erâde en ya'mele haseneten felem ya'melhâ cüziye mislehâ. Ve men amile haseneten cüziye aşran. Ve men enfaka mâlehû fî sebîlillâhi du'ifet lehû nafakatühû: Ed-dirhemü biseb'imieh, ved-dînâri biseb'imieh.

Ves-sıyâmü lillâhi azze ve celle, lâ ya'lemü sevâbe àmilihî illallàhu azze ve celle.) Sadaka rasûlüllàh, fî mâ kàl, ev kemâ kàl. (Et-Tergîb, Oruç: 8)

Hazret-i Ömer Efendimiz'in oğlu mübarek Abdullah RA'ın rivayet ettiği bu hadis-i şerifte Peygamber Efendimiz buyuruyor ki:

(El-a'mâlü indallàhi azze ve celle seb'un) "Allah-u Teàlâ Hazretleri'nin nazarında, Allah katında, Allah'ın yanında kulların işlenen amelleri, icraatları yedi tabakadır, yedi çeşittir. (Amelâni mûcibân) Bunun iki tanesi, kulun yaptığı iki amel gerektiricidir." Neyi gerektirdiğini sonra açıklamada söyleyeceğim.

(Ve amelâni biemsâlihimâ) "Kulların amellerinden iki amel daha vardır, bunlar da misliyle, aynen, bire bir mukabele, karşılık kazandırır insana. (Ve amelün biaşri emsâlihî) Bir tanesi de kul bir şey yapar, on misli mükâfât verir Allah-u Teàlâ Hazretleri. (Ve amelün biseb'imieh) Bir de kulun bir ameli, icraatı, ibadeti vardır ki, onun mükâfâtı bire yediyüzdür. (Ve amelün lâ ya'lemü sevâbe àmilihî illallàhu teàlâ azze ve celle) Kulun bir ameli, ibadeti de vardır ki, onun sevabının ne kadar olduğunu Aziz ve Celil olan Allah'tan başkası bilmez." diyor.

Efendimiz önce böyle kapalı olarak söylüyor. Tabii, kapalı olarak söylenen söz merak uyandırır. "Acaba şu ne imiş?.. Acaba bu ne imiş?" diye dinleyenler, daha büyük bir aşkla, şevkle, merakla dinlerler. Siz de herhalde, mükâfatlandırılışına göre yedi tabakaya ayrılan, bu yedi tür amel, ibadet, icraat, faaliyet nelerdir diye merak ediyorsunuzdur. Şimdi SAS Efendimiz'in açıklamasından biz de size anlatalım:

(Feemmel-mûcibân) "İki tanesi gerektirici, icab ettirici ameldi."Bunları söylüyor Efendimiz. (Femen lekıyallàhu ya'büdühû muhlisan lâ yüşrikü bihî şey'en) "Her kim ki, Allah-u Teàlâ Hazretleri'ni ihlâsla ibadet ediyorken, hiç bir şeyi ona şerik koşmamışken, şirke düşmemişken Allah'a kavuşursa; (vecebet lehül-cenneh) onun böyle yaşamı, böyle ibadet edişi, ona cenneti gerekli kılar. Yâni böyle bir kul cennete girer."

Allah hepimizi ihlâs ile, hàlis muhlis, yalnız ve yalnız, sadece ve sadece Allah'a kulluk etmeyi; kula kul olmamayı, veya gayrullaha kulluk etmemeyi nasib etsin Rabbimiz... Sırf kendisine, şirk koşmadan kulluk etmeyi nasib etsin... Çok önemli bu, her şeyin temeli. Çünkü şirk koştu mu, Allah müşrikleri cehenneme atacak, kesin; cennetine sokmayacak, kesin; affetmeyecek, kesin... Bunlar Kur'an-ı Kerim'de kesin olarak belirtilmiştir. Çok tehlikeli... Cümle cihan halkının, hiç şirke düşmemeye son derece dikkat etmesi lâzım!..

Elhamdü lillâh, biz müslümanlar, "Lâ ilâhe illallah, Muhammedür-rasûlüllah" diye, Allah'ın varlığını birliğini söylüyoruz, inanıyoruz ve şirk koşmuyoruz. Puta tapmıyoruz, haça tapmıyoruz, heykele tapmıyoruz... Maddî, fânî varlıklara tapmıyoruz.

Kimisi yıldıza tapar, güneşe, aya tapar; kimisi dağa, tepeye, pınara tapar, kutsal bir şeyler edinir; kimisi bazı hayvanlara tapıyor... vs. Elhamdü lillâh biz hàlis, muhlis ehl-i tevhidiz. İnşaallah bu yüzyıl Tevhid Asrı olacak ve şirk tamâmen yeryüzünden zamanla kalkacak...

Bir gerektirici amel bu; insan şirk koşmadan, ihlâsla yaşar Allah'a kavuşursa, ölürse, cennet ona gerekli olur, vacib olur. Demek gerektirici şeyin birisi bu...

(Ve men lekıyallàhu kad eşreke bihî) "Buna mukabil, bir kimse de müşrik olarak, şirk koşmuş olarak Allah'a kavuşursa; yâni müşrik olarak, kâfir olarak ölürse; (vecebet lehün-nâr) ona da cehennem vacib olur, gerekli olur."

Burada hadis-i şerifin ifadelerini açıklamamız lâzım ki, iyice bilinsin:

Dikkat ederseniz, bazı kimseler bizim dindarlığımızı görünce, veyahut bizim onlara teklifimizi duyunca;

"--Benim de bir inancım var, ben de Tanrı'ya inanıyorum!" diyor.

"--İnancın var ama, neye inanıyorsun? Her inanç makbul değil!"

"--Ben Allah'a inanıyorum..."

"--Allah'a inanıyorsun ama, o da yeterli değil. Allah'ın istediği tarzda, eksiksiz, tam inanmak lâzım ve imanın gereğini yapmak lâzım!"

Onun için, inandığın şeyin ne olduğu çok önemli. Soruyorsun:

"--Ben tanrıya inanıyorum." diyor.

"--Senin tanrı dediğin nedir?" diye kurcaladığın zaman, altından yine şirk çıkıyor, yine putperestlik çıkıyor, yine maddeperestlik çıkıyor; olmaz.

Kim Allah'a şirk koşmuş olarak yaşar ve vefat ederse... İnancı var, dini var, ama şirk koşmuş olarak yaşamış. Tamamen Allah'ı inkâr eden, tamâmen dinsiz, kap kara, kıp kızıl değil. Öyle de olsa, şirk koşarak ibadet etmiş bile olsa; (vecebet lehün-nâr) bu yaşam tarzı da ona cehennemi gerekli kılar.

Gerekli kılan iki amelin iki amelin ikincisi bu. Bu da mutlaka cehenneme girer, cehennem buna vacib olur.

İşte vâcib kılıcı iki amel bu: İmanla göçerse cennet vacib olur; küfürle, şirkle göçerse, cehennem vacib olur. Yâni mutlaka, gerekli, mutlaka öyle olur.

Gelelim ikinci sınıfa, misli misline, birebir karşılığı verilen amele;

(Ve men amile seyyieten cüziye bihâ) "Kim bir kötülük işlerse, misline bir ceza alır, bir günah kazanır." Günahın, seyyienin karşılığı bir ilâhî ceza tahakkuk eder. Bire bir, kötülüğün karşılığı bir ceza...

(Ve men erâde en ya'mele haseneten) Bir de iyi bir şeyi yapmağa niyet etti ama, (felem ya'melhâ) yapamadı, yapmadı, fırsat olmadı, ömrü yetmedi, gücü yetmedi, ulaşamadı, olamadı. (Cüziye mislehâ) Yapamayana da, o niyet ettiği işi sevabı yapmış gibi, bire bir, misli misline sevabı verilir."

Meselâ, ben can ü gönülden istiyorum ki, kendi başıma, hiç kimsenin parasını almadan, sırf kendi hayrıma bir cami yaptırayım!" Bunu can ü gönülden istiyorum, ama yapamadım... Yapamadan ölürse insan, niyet ettiği için misli misline mükâfâtlandırılır.

Meselâ, "Falanca kimseye gideyim, şu kadar hayır yapayım!" dedi, yapamadı. Niyet ettiği için misli misline sevap alır. Bunun gibi sayısız misaller bulunabilir.

Gelelim beşinci amele: (Ve men amile haseneten) "Kim bir iyilik işlerse, ibadet, tâat, Allah'ın sevdiği hayırlı, güzel bir icraatı yaparsa, hasene işlerse; (cüziye aşran) on misli mükâfat verir Allah..." Bire bir vermez, bire on verir. Yüzde yüz kâr etmez, yüzde bin kâr eder iyiliği yapan kimse...

Altıncı çeşidi... Kendimiz söylüyoruz rakamları, hatırda iyi kalsın diye. Hadis-i şerifte "Bu altıncı..." diye ifade etmiyor Peygamber Efendimiz ama, biz takip edilsin diye rakamları söylüyoruz.

(Ve men enfaka mâlehû fî sebîlillâh) "Kim malını Allah yolunda infak ederse..." Ne demek? Allah yoluna parasını hayır olarak verirse demek. Bir insan parasını Allah yoluna verirse... Tabii Allah yolu nedir, onu açıklayacağım. (Du'ifet lehû nafakatühû) "Nafakası, o verdiği hayrı, hasenâtı kat kat, kat kat artırılır bu kişiye... (Ed-dirhemu biseb'imieh) Dirhemi yediyüz dirhem mukabili, yâni yedi yüz dirhem vermiş gibi, yedi yüz misli mükâfatlandırılır; (ved-dînâru biseb'imieh) dinarı yediyüz misli..."

Yâni lira harcamışsa yediyüz lira, kuruş harcamışsa yediyüz kuruş, altın harcamışsa yediyüz altın, dolar harcamışsa yediyüz dolar, mark harcamışsa yediyüz mark geliyor.

Şimdi bu fî sebîlillâh harcamak ne olur? Hadis-i şeriflerden öğrendiğimiz fî sebîlillâh'ları sayalım:

En başta cihada para verirse, Allah yolunda cihada masraf yaparsa; bu fî sebîlillâh cihaddır. Bunun sevabı bire yedi yüzdür.

Başka fî sebîlillâh nedir?.. Hac ve umreye harcanan paralar. Orası da hac yolu, umre yolu da, o da fî sebîlillâh'tır. Oraya harcanan paralar da bire yediyüz olur.

Başka?.. İlme harcanan para da bire yediyüzdür. Çocuğunu okutsun diye, öğrensin, alim olsun diye falanca yere gönderdi, filânca alimin dersine kattı, onun masrafına da katlanıyor. İlim yolu da bire yedi yüzdür. Böyle bire yediyüz olma şekli, çeşitli şekillerde olabilir. Etti altı...

b. Orucun Mükâfâtı

Yedincisi de bizim bu Ramazanımızla, orucumuzla ilgili:

(Ves-sıyâmu lillâhi azze ve celle) "Oruç ise, Aziz ve Celil olan Allah-u Teàlâ Hazretleri'nindir, onun içindir." diyor Peygamber Efendimiz. Li gelirse bir kelimenin başına, için mânâsına da gelir.

"Oruç Allah içindir." Tabii bütün ibadetler Allah için yapılıyor ama, bir de li harfi gelirse, o onun malıdır; mülkiyet ifade eder. "Oruç Allah'ındır. (Lâ ya'lemu sevâbe àmilihî illallàhu azze ve celle) Oruç tutanın sevabının ne miktar olduğunu, Aziz ve Celil olan Allah'tan gayrisi bilmez."

Bu ne demek? Bigayri hisâb demek, hesaba sığmaz demek. Çünkü oruç sabırdır. Sabırın bigayri hisab olduğunu da Kur'an-ı Kerim'den biliyoruz. Yâni yedi yüzden de fazladır.

Onun için, aziz muhterem kardeşlerim, Allah'ın çok çok sevdiği, çok sevap kazandırıcı, çok güzel bir ibadet olan orucumuzu, güzel bir oruç olarak tutmaya çok dikkat edelim! Güzel bir oruç...

Güzel bir oruç nasıl olur? İlk konuşmamda, cuma konuşmamda da anlatmıştım, tekrar da etmek istemiyorum ama, tekrar etmeden de olmaz: Güzel bir oruç sadece aç ve susuz kalmak değil, bütün azasına, gözüne, kulağına, eline, midesine, ayağına günah yaptırtmamak, hepsini günahtan korumak, hepsinde perhiz yapmak... Midesine haramı sokmamak, gözüyle harama bakmamak, kulağıyla haramı duymamak, elini harama uzatmamak, ayağıyla günaha varmamak.

Şimdi Ramazan ayı oluyor, bakıyorum ben yayınlara; yâni eğlence, keyif, şarkı, türkü, alkış, oynama... Allah Allah! Subhânallah! Ramazan oruç, ibadet ayı, sevap kazanacak işler yapmak lâzım. Haramlardan, günahlardan, içkiden, yasaklardan kaçınmak lâzım. Nâmahreme bakmamak lâzım, gözünü korumak lâzım, kulağını korumak lâzım... Millet Ramazanı eğlence ayı gibi telâkki etmiş, veya öyle yaptırılmaya çalışılıyor, veya böyle gelmiş, böyle gidiyor. Ramazan deyince milletin aklı, fikri haramlı, günahlı eğlencelerde ve bize de o anlatılıyor.

Bir de şey, Ramazan geldi mi dinî program yapmıyor yayıncıların bazıları, müslümanı çileden çıkartacak, canını yakacak, üzecek en kötü, sapık konularla uğraşıyor. Yâni meselâ hatalı hareket eden, kanun nazarında, din nazarında suçlu, Allah'ın sevmediği, şer'in sevmediği bir konuyu anlatıyor.

Yâhu, çirkin konuyu anlatacağına, olumsuz konuyu anlatacağına, Allah rızası için gel de bir olumlu konu anlat... "Şu adam çok güzel dindar, tam, işte böyle olmaya çalışın!.." diye güzelini anlat. En çirkini anlatmaya çıkartıyorlar, Ramazanı müslümana zehir ediyorlar. Kan kıstırıyorlar, bütün gecesini, gündüzünü üzüntüye gark ediyorlar.

Artık tabii bunu çaresi nedir?.. Rağbet etmemektir galiba. Yâni sevmemek, rağbet etmemek en büyük cezadır. Bir gazete müstehcen neşriyat yapıyorsa, bir yayın sesli veya görüntülü yayın vasıtası böyle dine, imana, ahlâka, milli duygulara, dinî duygulara, halkın zararına neşriyat yapıyorsa; artık dinlememek sûretiyle ondan korunmalı, bir de öyle cezalandırılmalı! Yâni rağbet etmemek sûretiyle... Eh kimse kalmayınca hatasını anlar.

Ben şöyle bir şey hatırlıyorum: Amerika'da gazetenin birisi, çirkin bir karikatür yayınlamış, yâni halkın umûmî ahlâk anlayışına çirkin gelen bir şey. Millet gazeteyi almamaya başlamış.

Gazete artık bakmış ki, satışı düştü vs. Özürler dilemiş, yayınlar yapmış, telâfi etmeye çalışmış ama; halk teveccühünü kestiği için ondan sonra bir daha toparlayamamış. Bu da medenî bir, aydın bir halkın rağbet etmemek sûretiyle cezalandırmasıdır.

Her zaman söylüyorum: Allah-u Teàlâ Hazretleri günahkâr bir insana saygı gösterilmesine kızar. Ne yapması lâzım?.. Nasihat etmesi lâzım, yaptırmamaya çalışması lâzım. Alkışlamak, teşvik etmek, desteklemek, yüzüne gülmek olmaz. Yâni bunlara dikkat etmiyor insanlar.

c. Oruç ve Kur'an'ın Şefaat Etmesi

Gelelim ikinci hadis-i şerife; bu birinci hadis-i şerifin çok faydalar sağladığını düşünüyorum. İkinci hadis-i şerif de yine Abdullah ibn-i Ömer RA'dan, yâni Hazret-i Ömer'in oğlundan. Ahmed ibn-i Hanbel ve Taberânî ve İbn-i Ebid-Dünyâ ve Hâkim rivayet etmişler. Sahih bir hadis-i şerif. Sahihlerini seçmeye dikkat ediyorum. Şöyle buyurmuş Peygamber Efendimiz:

(Es-sıyâmu vel-kur'ânu yeşfeàni lil-abdi yevmel-kıyâmeh. Yekùlüs-sıyâmu: Ey rabbi mena'tühüt-taàme veş-şehvete feşeffi'nî fîhi. Ve yekùlül-kur'ân: Mena'tühün-nevme bil-leyli feşeffi'nî fîh. Kàle: Feyeşfeàn.) Sadaka rasûlullah, fî mâ kàl, ev kemâ kàl. (Et-Tergîb, Oruç: 15)

Buyurmuş ki Peygamber Efendimiz:

(Es-sıyâmu vel-kur'ânu yeşfaàni lil-abdi yevmel-kıyâmeh.) "Oruç tutmak da, oruç da, Kur'an okumak da, Kur'an da kıyamet gününde kula şefaat ederler." Yâni yarın rûz-u mahşerde, kıyamet gününde, sevapların günahların mahkeme-i kübrâda hesaba alınacağı zamanda, oruç ve Kur'an-ı Kerim şefaatçi olurlar. Oruç tutan kula, Kur'an okuyan kula oruç ve Kur'an şefaatçi olur.

(Yekùlus-sıyâm) "Oruç der ki..." Cenâb-ı Hak manevî ibadetlere de, bizim anlayabileceğimiz şekilde böyle şahsiyet veriyor, hal ve durum veriyor. Biz de görüp anlayabiliyoruz. Tabii o, öyle yapmadan da rubûbiyetiyle, âlemlerin Rabbi olduğu için her şeyi biliyor. Ama biz anlayalım diye, işte oruç insan gibi konuşuyor. Belki bir insan şekline geliyor, Cenâb-ı Hak getirtiyor. Mahkemede bir şahidin konuştuğu gibi konuşuyor:

(Ey rab) Ey, Arapça'da yâ manasına, Türkçe'de de kulanıyoruz ya: "Ey filânca!" dediğimiz gibi, "Ey mavi göklerin kızıl ve beyaz süsü!" dediğimiz gibi meselâ.

"Ey benim Rabbim! (Mena'tühüt-taàme) Ben oruç olarak, şu kulunu yemekten alıkoydum, men ettim, yemek yemedi. Yeme içme yapmadı, (veş-şehvete) şehvetini de tuttu." Meşru, hakkı, tabii olan bir şey, evli ama, kendisini alıkoydu, arzularını gemledi, dizginledi, tuttu kendisini. (Feşeffi'nî fîhi) "Bu kul hakkında bana şefaat hakkı ver, ben buna şefaat edeyim! Benim şefaatimi kabul eyle, bunu affeyle." der.

(Ve yekùlül-kur'ânu) "Kur'an da der ki..." Yâ Rabbi..." "Ya Rabbi" burada yok ama, Cenâb-ı Hakk'a gene o da sesleniyor, nidâ ediyor, niyaz ediyor: (Mena'tühün-nevme bil-leyli) "Yâ Rabbi, geceleyin ben bunu uyumaktan alıkoydum, men ettim, uyutturmadım. Yâni Kur'an okuyacağım diye uyumadı. (Feşeffi'nî fîhi) Buna şefaat etmek istiyorum, benim şefaatimi kabul buyur, bu kulunu affet!"

(Kàle: Feyeşfeàn) Peygamber Efendimiz buyurdu ki: "Bu ikisi de şefaat ederler." Veyahut, (feyüşeffeàn) olursa, "Şefaat etme hakkı kendilerine bahşolunur, Allah tarafından şefaatleri kabul olunur." mânâsına.

Şimdi bir şeyi açıklamamız lâzım: Diyor ki Kur'an-ı Kerim: (Mena'tühün-nevme bil-leyli) "Geceleyin onu uykudan alıkoydum." Haa, o zaman sezinliyoruz ki, geceleyin kalkıyor, Kur'an-ı Kerim okuyarak namaz kılıyor. Yâni namazın içinde Kur'an-ı Kerim okuyor. O mânâ anlaşılıyor.

Umûmiyetle Kur'an okumak ama, burada bir de;

(İnne kur'ânel-fecri kâne meş'hûdâ) [Çünkü sabah namazına melekler şahidlik eder.] diye ayet-i kerimede geçtiği gibi, bir gece ibadeti, namazın içinde bol bol, uzun uzun Kur'an okumak mânâsı var.

Tabii, elbette geceleyin Kur'an-ı Kerim'i açsa, benim gibi gözlüğünü alsa, ışığı yaksa, Kur'an-ı Kerim'i okusa oturduğu yerden; olabilir. Ama sahabe-i kiram, ellerinde böyle Kur'an nüshaları yoktu ki, mushafları yoktu ki, ezberlerindeydi Kur'an-ı Kerim. Ezberliyorlardı, ondan sonra namaza duruyorlardı. Saatlerce gece ibadeti ediyorlar ve Kur'an-ı Kerim okuyorlardı namaz içinde.

Burada biraz da namaz mânâsı var. Yâni namaz kılarak Kur'an okumak, sadece Kur'an okumak değil de...

Tabii, sadece Kur'an okumak da sevap, onu da ayrıca belirteyim. Hatta Kur'an-ı Kerim'i açıp da okumasını bilmese, yüzüne baksa bile sevap. Yüzüne bakmak, Kur'an-ı Kerim'in sayfasını seyretmek bile sevap.

Demek ki Kur'an okuması ve oruç tutması, yarın Kur'an okuyan, oruç tutan kula şefaatçi olacaklar, Allah'tan affını dileyecekler; oruç tutan, Kur'an okuyan, namaz kılan kimseye Allah'ın afv ü mağfiret etmesini sağlayacaklar. Allah müsaade edecek:

"--Pekiyi, şefaatinizi kabul ettim." diyecek, Kur'an okuyana, oruç tutana afv ü mağfiret edecek.

Buradan çıkartacağımız derslerden birisi nedir aziz ve sevgili kardeşlerim: "Geceleri uzun uzun namaz kılmak iyidir."

Tabii biz bunu nasıl yapıyoruz? Yâni fiilen bizim hayatımızda bunun uygulaması nasıl oluyor?.. Teravih namazı kılıyoruz, teravihin içinde uzun uzun Kur'an-ı Kerimler, uzun uzun rekatlarda okunuyor. Böylece Kur'an-ı Kerim okumuş oluyoruz. Namazın içinde veya dışında Kur'an-ı çok okuyalım!..

Bir de tabii, iki türlü teravih kılınır bizim ülkemizde camilerde: Bir küçük ayetler ve sûreler okunarak, teravih çabuk çabuk kılınır. Hatta biraz da olmaması gerektiği kadar hızlı kılınır. Çünkü, Kur'an-ı Kerim'in okunması ve namazın kılınmasında bir ağırbaşlılık vardır, vakar vardır, ta'dili erkan vardır. Ta'dil-i erkan çok önemli bir şeydir. Aceleye getirmemek, ağırbaşlı ağırbaşlı kılmak çok önemlidir. Böyle aceleye getirildi mi, hızlı kılınınca sevabı kaçıyor.

Ama bazıları, hızlı kıldıran hocayı ararlar. Hocalar da ta'dil-i erkana riayet etmeden hızlı hızlı kıldırırlarsa rükûsu, kavmesi, secdesi, ka'desi birbirlerine karışırsa, hızlı kılmaktan rükunlar birbirlerine girişirse; o zaman sevabı olmaz.

Çünkü öyle birisi namaz kıldı da Peygamber Efendimiz onu yanına çağırdı: "Bak filanca, sen namazı kılmadın, yeniden kıl!" dedi. Yâni hızlı kılınınca namaz kılmamış gibi oluyor.

Onun için sevgili kardeşlerim hızlı kıldıran hocayı değil de güzel okuyan, ağırbaşlı ağırbaşlı kıldıran hocayı arayın ve hocaları ona teşvik edin! O da cemaat böyle istiyor diye hızlı hızlı kıldırıp, ona yüz bulmasın. Her şey böyle gayet güzel, ciddi olsun.

Bir de eğer imkânınız varsa --hatimle kıldırıyorlar bazı camilerde-- hatimle kıldırılan camilere gidin! Kur'an-ı Kerim'i gündüzden çalışın, o akşam okunacak olan cüzü okuyun okuyun, biraz âşinâ olun! Ondan sonra da gidin, teravihi o imamın arkasında kılın! Tatlı tatlı, çok güzel oluyor.

Biliyorsunuz Mekke-i Mükerreme'de ve Medine-i Münevvere'de, bu günlerde teravih namazları hatimle kılınıyor. Yâni hatim sürülüyor, her akşam bir cüz okunuyor, her rekatta bir sayfa okunuyor. Böylece Ramazanın içinde Kur'an-ı Kerim baştan sona tamamlanmış oluyor. Öylesi daha sevap.

Biraz uzun... Ne kadar uzun?.. Yarım saat farkediyor, yarım saatten az farkediyor. Tabii birisi bir saat sürerse, ötekisi bir saat yirmibeş dakika, bir buçuk saat sürüyor. Ama çok güzel oluyor. Bunu tavsiye ederim.

d. Ramazanda Bize Verilen Beş Şey

Üçüncü hadis-i şerif. Bu Ramazanın güzelliklerini gösteren hadis-i şeriflerden bir tanesi. Ebû Hüreyre RA'den rivayet olunmuş. Ahmed ibn-i Hanbel (Rh.A), Hanbelî Mezhebi'nin imamı, büyük hadis âlimi, büyük âlim, çok mübarek zât. O rivayet etmiş. Bezzâz ve Beyhakî rivayet etmişler, İbn-i Hibban da rivayet etmiş. Bu hadis-i şerifin mübarek metnini okuyalım:

(Kàle rasûlüllàh SAS: U'tıyet ümmetî hamse hısàlin fî ramadàn Lem tu'tahünne ümmetün kablehüm: Halûfü femis-sàimi atyebu indallàhi min rîhil-misk, ve testağfirû lehümül-hîtânü hattâ yuftırû, ve yüzeyyinullàhu azze ve celle külle yevmin cenneteh.

Sümme yekùlü: Yûşikü ibâdis-sàlihûne en yülkù anhümül-meûnete ve yasîrû ileyki, ve tusaffedü fîhi meredetüş-şeyâtîn, felâ yahlüsù fîhi ilâ mâ kânû yahlusùne ileyhi fî gayrihî, ve yuğferu lehüm fî âhiri leyletin.

Kìle: Yâ rasûlallah, e hiye leyletül-kadr? Kàle: Lâ, ve lâkinnel-àmile innemâ yüveffâ ecrahû izâ kadà ameleh.) (Et-Tergîb, Oruç T. Önemi: 6)

Peygamber Efendimiz buyurmuş ki: (U'tiyet ümmetî hamse hısàlin fi ramadàn) "Benim ümmetime Ramazanda beş mükâfat verilmiştir, beş özel mükâfat ihsan olunmuştur, haslet verilmiştir. (Lem tü'tahünne ümmetin kablehüm) Daha önceki ümmetlerden hiç bir ümmete bu mükâfatlar verilmiş değil. Sırf ümmet-i Muhammede Allah'ın özel ihsânı ve ikramıdır bunlar."

Birincisi, birinci mükâfat nedir?.. Burada bir yok ama, ben yine hatırda kalsın diye bunları numaralandırarak anlatayım:

1. (Halûfü femis-sàimi atyebu indallàhi min rîhil-misk) "Oruçlunun ağzının açlıktan dolayı, açlık kokusu Allah yanında, Allah katında, Allah indinde misk kokusundan daha hoştur. Allah o kokuyu çok sever."

Tabii biliyorsunuz, insanın aç olduğu zaman, gıda olmadığı zaman ağzı kuruyor, dili kuruyor, beyazlaşıyor, dudakları kuruyor, yutkunuyor, nefesi de kokuyor. Ne derler: "Açlıktan nefesi kokuyor." İşte o kokuyu Allah sevmesi; bu bir mükâfât.

2. (Ve testağfirû lehümül-hîtânü hattâ yuftırû) "İftar etme vaktine kadar, iftar edinceye kadar balıklar ona istiğfar eder. Yâni oruç tutana denizdeki balıklar bile dua eder." Burada tabii Ceâb-ı Hakk'ın sevgili kullarına, Cenâb-ı Hakk'ın öteki mahlûkları dua ediyor.

Bir başka rivayette de: "Melekler ona gece gündüz tevbe istiğfar eder, bağışlanmasını dilerler." diye geçmiş. Burada da balıklar bahsedilmiş. Tabii, melekler de tabii oruçluya dua ederler, tevbe ve istiğfar ederler. Ama sadece melekler değil, sudaki balıklar, hatta karadaki, havadaki diğer mahlûklar istiğfar ederler.

3. (Ve yüzeyyinullàhu azze ve celle külle yevmin cennetehû) "Ve her gün Allah-u Teàlâ Hazretleri cennetini, bu oruç tutan kullar için bir başka türlü zînetlendirir." Zînet üzerine zînet, süsleme üzerine süsleme... Artık, Cenâb-ı Hakk'ın ikramı olarak, cennetteki güzellikler üzerine güzellikler ilave edilir.

(Sümme yekùlu) "Buyurur ki: (Yûşikü ibâdis-sàlihûne en yülkù anhümül-meûneh) 'Umulur ki, olacak olan şu ki, sàlih kullarımın dünya sıkıntıları biter de, üzerlerinden alınır da, (ve yasîrû ileyki) ey cennet, onlar sana gelirler; onun için seni süslüyorum. O sàlih kullarımın gelişi için, o dünya meşekkatlerinden kurtulup da sana gelmeleri yaklaştığı için, seni süslüyorum!' der." Demek ki oruç tutan kullar için, cennet de süsleniyor, bezeniyor.

4. (Ve tusaffedü fîhi meredetüş-şeyâtîn) Tusaffedü; demirlenir, demirlerle, halkalarla bukağılanır. "Esirlerin zincirlere vurulduğu gibi, demir halkalarla, zincirlerle şeytanların azılıları bağlanır.

(Felâ yahlüsù fîhi ilâ mâ kânû yahlusùne ileyhi fî gayrihî) Bağlandıkları için, Ramazanın dışındaki başka zamanlarda yapabildikleri kötülükleri, Ramazanda yapmaya imkân bulamazlar." Allah onları bağlattığı için, Ramazan dışında yaptıkları kötülükleri Ramazan ayında yapmağa imkânları olmaz; zincirlere bağlı dururlar.

5. (Ve yuğferu lehüm fî âhiri leyleh) "Sonuncu gecede de, oruç tutanlara mağfiret olunur. Allah oruç tutanları afv ü mağfiret eyler."

Burada sahabe-i kiram sordular. Sorulu cevaplı olunca, insanın gözünün önüne sahne daha tatlı geliyor. (Kìle) "Denildi ki Peygamber Efendimiz'e:

(Yâ Rasûlallah, e hiye leyletül-kadr?) "Yâ Rasûlallah, 'En sonunda afv u mağfiret olunurlar' buyurdunuz. Bu afv u mağfiret olunacakları sonuncu gece, Kadir gecesi midir?" diye sordular Peygamber Efendimiz' e.

Peygamber Efendimiz buyurdu ki: (Kale lâ) "Hayır, Kadir gecesi değil. (Ve lâkinnel-àmil) Çünkü amele, çalışan işçi, (innemâ yüveffâ ecrahû izâ kadâ amelehû) işini bitirdiği zaman ücretini alır." İşçi ücretini işini bitirdiği zaman aldığı gibi, oruçlu da Ramazanın sonunda ücretini alır. Öyleyse Kadir gecesi değil, sonuncu gece demek istiyor.

Oruçlunun ücreti ne?.. Yâni afv u mağfiret olunmak.

Onun için, aziz ve muhterem kardeşlerim, şu Ramazanı büyük bir fırsat ve ganimet olarak dikkatli bir şekilde geçirelim! Orucumuzu çok güzel tutalım, ibadetlerimizi çok güzel yapalım! Allah'ın sevdiği şekilde güzel yapalım. "İnsanlar görsün de, beğensin!" diye güzel yaptı mıydı, riyakârlık olur. Aman sakın ha öyle değil, Allah beğensin diye... Allah insanın gönlünü, niyetini, içini biliyor. Allah'ın beğeneceği gibi güzel yapmaya çalışalım kulluğumuzu Ramazanda...

Kur'an okuyuşumuz, namaz kılışımız, sadaka verişimiz, davranışımız, konuşmamız, işimiz, ticaretimiz, ikrâmımız, ziyafetlerimiz, davetlerimiz... hepsi halis muhlis, Allah rızası için ve güzel şekilde olsun da, Cenâb-ı Hakk'ın lütfuna erelim!..

Rabbimiz cennetiyle cemâliyle cümlemizi müşerref eylesin... Allah hayırlara hepinizi muvaffak eylesin...

Hepinizden, ben kardeşiniz için de, ibadetlerinizde dua etmenizi ricâ ediyorum... Biz de size dua edelim. Birbirimize dua edelim! Siz de bize dua edin!..

Esselâmü aleyküm ve rahmetullâhi ve berekâtühü!..

01. 12. 2000 - AKRA