07. 04. 1998

KURBAN BAYRAMI KONUŞMASI, AKRA

Prof. Dr. Mahmud Es'ad COŞAN

BAYRAMINIZ MÜBAREK OLSUN!

Esselâmü aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtühü!..

Allah'ın selâmı, rahmeti, bereketi, ihsânı, ikrâmı, lütfu üzerinize olsun aziz ve sevgili Akra dinleyicileri!..

Size bu konuşmamı bayramdan önce geldiğimiz Mina'dan; yâni koçun kurban edildiği, İbrahim AS'ın şeytan taşladığı, Mekke-i Mükerreme ile Arafat arasında Peygamber Efendimiz'in gelip de konakladığı Mina'dan yapıyorum.

Peygamber SAS Efendimiz Arafe gününden önceki günde, yâni terviye gününde Mina'ya gelirdi. Mescidül-Hayf'ta öğlen, ikindi, akşam, yatsı ve sabah namazlarını kılardı, arafe gününün sabah namazını kıldıktan sonra ordan Arafat'a doğru hareket ederdi. Öğleye yakın Arafat'a varılırdı. Biz şimdi Mina'dayız, yarın Arafat'a gideceğiz. Arafat'tan da ertesi gün bayramın birinci günü Müzdelife'ye geçmiş olacağız.

O günleri heyecanı ve telâşı, meşguliyetleri arasında konuşma yapamayız diye buradan, Mina'dan sesleniyoruz. Hepinizin bayramlarını tebrik ederiz. Kurban Bayramı'nız, İyd-i Edhâ'nız said olsun. Bizim tanıdığımız Osmanlı çelebisi büyük amcalarımız, biz bayramlarını tebrik ettiğimiz zaman: "Her rûzunuz bir iyd olsun, yâni her gününüz bayram olsun" diye böyle güzel temennilerde bulunurlardı. "İydiniz said olsun, bayramınız saadetli olsun; her rûzunuz bir iyd olsun" derlerdi.

Ben de Osmanlı ifadelerini tarihî, nostaljik havası olduğu için seviyorum. Hepinize aynı temenniyi naklediyorum. Bu ıydiniz said olsun, bundan sonra her rûzunuz da bir ıyd gibi olsun. Allah hem dünyada hem ahirette aziz ve mutlu eylesin. Lütfuna erdirsin; kahrından, gazabından, bizi üzecek şeylerden korusun...

Allah-u Teàlâ Hazretleri önümüzdeki yıllarda, ömrünüz boyu nice nice mutlu bayramlara ermenizi, sıhhat afiyetle, saadetle, devletle, dostlarınızla, evlâtlarınızla, çoluk çocuğunuzla niye bayramlar görmenizi nasib eylesin... Hepinize en güzel dileklerle, dualarla, dünya ve ahiretin hayırlarını Cenâb-ı Mevlâ'dan dilerim, temenni ederim... Allah-u Teàlâ Hazretleri gelmeyen kardeşlerimize de bu mübarek beldelere gelmeyi, hac ve umre vazifelerini yapmayı nasib eylesin...

Aziz ve muhterem kardeşlerim! Peygamber SAS Efendimiz bildiriyor ki: "Müslümanların iki tane bayramı vardır, dinî bayramı iki tanedir." Birisi Ramazan sonunda Ramazan Bayramı... Bir ay oruç tutuluyor, ibadetler yapılıyor, teravihler kılınıyor, Kur'an-ı Kerimler okunuyor. Muhteşem, mübarek bir ibadet ayı geçtikten sonra, mükâfatların artık tahakkuk ettiği zamanda, Ramazan bitince bir bayram oluyor. Ramazan Bayramı, Iydül-Fıtır deniliyor. Bakın iftar kelimesiyle ilgili. Yâni artık oruç tutulmuyor, iftarlı gibi oluyor insan. Oruç tutmayıp, yemek yeme durumuna geçmiş olduğundan Iydül-Fıtır denmiş o Ramazan Bayramı'na.

Bu bayrama da İydül-Edhâ deniliyor. Edhâ - udhiyye, yâni kurbanlık kelimesiyle ilgili bir söz. Yâni bu bayramda kurban kesildiği için bunun adı Kurban Bayramı olmuş oluyor. Hacılar bu bayramda ne yapıyorlar? Arafat'tan Müzdelife'ye gelmiş oldukları gün, sabahleyin Kurban Bayramı'nın birinci günü olmuş oluyor. Müzdelife'de vakfelerini yaptıktan sonra Mina'ya geçiyorlar. "Büyük şeytan" dediğimiz Cemretül-Akabe'yi yedi taş atarak taşlıyorlar. Ondan sonra İbrahim AS'ın, Allah koç gönderip de kurban etmesini emrettiği şekilde, bu Mina'da kurbanları kesmesi gerekenler kurbanlarını kesiyor.

Biliyorsunuz, hacc-ı temettû ve hacc-ı kıran yapanlar kurban keser. Hacc-ı ifrad yapanların kurban kesmesi, zengin olsa bile mecbur değildir; kesmeyebilir. Çünkü kurban kesmenin kendine göre zorlukları var. Bu kalabalıkta, kurban kesme yerlerine, mezbahanelere gidip gelmek, o işleri yapmak kolay olmuyor.

Kafile hâlinde gittiğimiz zaman kardeşlerimiz gibip, bizim namımıza kurbanları seçip, kesip bize de bazı etinden, budundan tadımlık getiriyorlar ama, kan-ter içinde kalıyorlar. İhramları filân kanlanıyor. Tabii kolay bir şey değil.

Kıran ve temettû haccı yapanlar, hem hac hem umreyi yaptıkları için şükran olarak kurban kesiyorlar. Kurban Bayramı oluyor.

Bu Kurban Bayramı'nda hatırlatılması gereken önemli şeyler nelerdir?

1. Kurban Bayramı arafe günü sabah namazından, dördüncü günü ikindi namazının sonuna kadar her vakit namazının arkasından tekbir getirilecek. Yâni namaz kıldığımız zaman ne yapıyorduk? Selâm verdikten sonra, "Allàhümme entes-selâm, ve minkes-selâm..." duasını okuyorduk. Hayır öyle yapılmayacak, tekbir getirilecek:

"--Allàhu ekber, Allahu ekber... Lâ ilâhe illallàhu vallàhu ekber... Allàhu ekber, ve lillâhil-hamd." denilecek.

Teşrık tekbirleri Kurban Bayramı'ndan bir gün önce, yâni Arafe günü sabahtan başlıyor. Kurban Bayramı günlerinin sonuncu gününü ikindinin kılınmasına kadar, vacib olan tekbirleri unutmayın! Bu önemli...

2. Kurban Bayramı ve Ramazan Bayramı müslümanların iki önemli bayramı. Bu bayramların sevaplarından istifade etmek lâzım. Sevapları kaçırmamak lâzım, aziz ve sevgili Akra dinleyicileri!..

Peygamber SAS Efendimiz Hadis-i şeriflerinde buyurmuş ki: "Bir müslümanın bir müslümana üç günden fazla müddet dargın kalması helâl olmaz."

--Niye üç güne kadar müsade ediyor?

Eh işte biraz vaziyeti düşünsün, durumu muhakeme etsin, kim haklı kim haksız tefekkür etsin, kendisi haklıysa bile, "Affedersem sevabım çok olur." diye affı düşünsün. Haksızsa, suçunu anlayıp özür dilemeye karar versin. Üç günlük böyle bir düşünme, taşınma zamanı. Ama üç günden sonra, bu dargınlığı uzatmak doğru olmuyor.

Bayramlar barışma vesilesidir. Barış, sevişme, dostluk, anlaşma ve birbirlerini tebrik etmek vesilesi olduğu için, bu bayramda dargınlar lütfen birbirlerini ziyaret etsinler! Küçükler büyükleri ziyaret etsin, eller öpülsün!.. Uzak diyarlardaysa telefon açılsın, tebrik gönderilsin! Tatlı sözlerle insanların arasının düzeltilmesine, bu bayram bir vesile kılınsın!

Biliyorsunuz, Peygamber SAS Efendimiz diyor ki:

(Feinne fesâdel-beyni hiyel-hâlika) "Kişilerin arasının bozulması, birbirlerine düşman olmaları, kızmaları, ayırları kökünden kazıyıp götüren bir felâkettir. Tıraş edip götüren, hayır bırakmayan bir felâkettir."

İnsanların sevmesi lâzım, birbirleriyle dostluk kurması lâzım!

(İnnemel-mü'minûne ihvetün) "Bütün müslümanlar, mü'minler birbirinin kardeşdir."

Zengini, fakiri, Arab'ı, Acem'i, esmeri, beyazı, zencisi, esiri, hürü, uzak doğulusu, yakın doğulusu, Amerika'daki, Kanada'daki her müslüman bir birbirinin dostudur. İlerlemiş veya geri kalmış, her ne olursa olsun, müslümanlar birbirinin kardeşleridir. Allah kardeş yapmıştır, ilâhî bir kardeşliktir. Ahirette de devam edecek. Kadeşliğin korunması çok önemli oluyor.

Allah-u Teàlâ Hazretleri Kur'an-ı Kerim'de cennetlerin müttakî kullarına hazırlandığını belirtirken:

(Uiddet lil-müttekìn) "Cennetler müttekì kulları için hazırlanmıştır, mükâfat olarak." (Ellezîne...) "O mü'min kullar ki..." diye o mü'minlerin vasıflarını sayarken şöyle buyuruyor:

(Ellezîne yünfikne fis-serrâi ved-darrâ') "Sevinçli anlarında da, zararlı zamanlarında da, yâni zenginken de, fakirken de, her türlü hâl ü kârda yardım edilecek insanlara yardım ederler; infak ederler, sadaka verirler, hayır hasenât yaparlar."

Müttakî kulların vasfı budur. Yâni elması varsa, yarısını verir bir fakire, gönlünü alır.

Dürüş kazan, ye yedir
Bir gönül ele getir
Bin Kâ'be'den yeğrektir
Bir gönül imâreti

dediği gibi Yunus Emre'nin; gönül almaya, insan sevindirmeye, duasını kazanmaya çalışır.

(Yunfikne) "İnfak ederler (fis-sarrâi ved-darrâ) darlık ve genişlik zamanında, zenginlikte, fakirlikte, sevinçliyken, dardayken infak ederler."

Mü'min kullar cömerttir. Müttakî kullar cömerttir, iyilikseverdir. Elindeki zenginliği, imkânları başkalarına ikram eder, Allah'ın rızasını kazanır.

Biliyorsunuz, hadis-i kudsîlerde geçiyor. Benim de çok hoşuma gider o rivâyetleri okudukça neşelenirim. Peygamber Efendimiz bildiriyor:

Yarın rûz-ı mahşerde Allah-u Teàlâ Hazretleri bir kuluna diyecekmiş ki:

"--Ben hastalandım, beni ziyaret etmedin!"

"--Tövbe yâ Rabbi! Sen âlemlerin Rabbisin, hastalanmazsın. Bu sözün mânâsı ne acaba?" diye soracakmış kul.

"--Benim sevdiğim bir kul hastalandı, sen onu ziyarete gitmedin. Eğer ziyarete gitseydin, sanki beni ziyaret etmiş gibi sevap kazanacaktın."

Bunun gibi:

"--Acıktım doyurmadın. Yâni bir fakir geldi, aç; onu doyursaydın beni doyurmuş gibi büyük mükâfat alacaktın." diye bildirmiş.

Demek ki Allah, kul sevindirmeyi çok sevdiğinden böyle anlatıyor. Böyle anlatıyor, böyle taltif ediyor iyilik yapanları. İyilik yapmaya vesileler arayalım ve ayetin burasından dersimizi alalım; bayram gününde tanıdıklarımıza, dostlarımıza ziyarete gittiğiniz zaman böyle güzel paketlerle, hediyelerle ikramlar, infaklar, hayırlar, sadakalar, bağışlar, hediyeler verelim! Çünkü: (Tehâdev tehabbû) "Hediyeleşin, hediyeden dolayı arada muhabbetler kuvvetlenir." buyruluyor.

Hediyeleşmek müslümanın şiârıdır. Cömertliğin de bir sonucudur. İnsan parasından biraz böyle hediye faslı ayırmalı, bütçesinden bir bölüm, hediyelik eşya fonu ayırmalı, güzel hediyeleri seçmeli, insanlara, dostlarına hediye etmeli; yadigâr olmalı!

Ben Medine-i Münevvere'de bir arkadaşımızın evinde kaldığımız zaman duvarda çok büyük, böyle birbuçuk veya iki metre boyunda güzel bir levha üzerinde, siyah zeminde madenî âyetel-kürsî gördüm. Güzel çerçeve...

"--Aman ne kadar güzel bir levha, ne kadar muhteşem... Odayı da çok güzel süslemiş. Duvara çok da yakışmış." dedim.

Güldü:

"--Bunu Hocamız hediye etti bana..." dedi.

Yâni Mehmed Zâhid Kotku Hocamız (Rh.A) misafir gittiği zaman, ona hediye olarak o muazzam levhayı vermiş. Kocaman bir hediye, çok para... Ama Hocamız verdi mi doyuracak şekilde verirdi. Hediyesi de çok güzel, ben de çok beğendim.

Demek ki, hediyeleşeceğiz.

Müttakì kulların bir vasfı:

(Ellezîne yunfikne fis-serrâi ved-darrâ') Fakir de olsa, zengin de olsa verecek. Dedelerimiz bunu şöyle ifade etmişler:

"Çam sakızı, çoban armağanı."

Yâni çoban ne yapsın? Parası yoktur. Dağda hayvanları gözetliyor, bekliyor; koyunları, sığırları güdüyor. Parası yok, ne yapsın? Dağdan gelirken çamlardan sızan reçineleri toplar, getirir, geldiği insana hediye verir. "Çam sakızı çoban armağanı" derler. Her ağaçta bulunduğu için ucuz bir şey, pahalı değil ama, o da bir hediyedir netice itibariyle.

İnsan uzak bir yere gittiğinde, evine dönerken hediyeyle dönmesini Peygamber Efendimiz tavsiye ediyor.

Müttakîlerin bir vasfı böyle hediye, infak, hayır, sadaka, cömertlik... İkincisi:

(Vel-kâzımînel-gayz) "Gayzını, kinini, kızgınlığını yutar müttakî kullar."

Yâni kızmış birisine, üfff, eline bir geçse parçalayacak. Ne kadar kızmış, sinirinden tir tir titriyor, çok fena kızmış. Neden? Öteki adam da çok kızdırmış, olmayacak şeyler yapmış, gel de kızma... Sen olsan sen de kızarsın, ben olsam ben de kızarım...

Ama müttakî kullar ne yaparlar?.. (Vel-kâzımînel-gayz) Gayzını, kinini, kızgınlığını, haklı da olsa yutar. Kini yok. Yâni adam hak etti ama, kızılacak gibi bir şeyler yaptı ama, kızdı, üzdü, kırdı, döktü vs. ne yaptıysa yaptı ama, o affediyor. Çünkü affetmeyi Allah çok seviyor. Kızgınlığını devam ettirmemek, nefsine hakim olmak, kızmamak çok önemli.

Peygamber SAS Efendimiz'e, ashabdan birisi (Rıdvânullahi aleyhim ecmaìn) gelmiş:

"--Yâ Rasûlallah, bana bir nasihatte bulun, tasiyede bulun!" diye nasihat istemiş.

Peygamber Efendimiz'e bazen gelirlerdi, böyle söylerledi: (Evsînî)

"-- Bana bir nasihat et, yâ Rasûllallah!"

Peygamber Efendimiz buyurmuş ki: (Lâ tağdab)

"--Kızma."

Üç defa sormuş. Yâni ikinci, üçüncü soruşlarının sebebi ne?.. Daha başka bir nasihat etsin filân diye. Her seferinde Peygamber Efendimiz:

"--(Lâ tağdab) Gazablanma, kızma! Yâni kızgınlığını yut, sakin bir insan ol!" buyurmuş.

Tabii bu biraz zor. Ben biraz asabîyim. Kendi kendime bakıyorum, asabiyim. İnsanın kızgınlığını, asabiyetini filân yutması kolay değil ama, mü'min mü'mine karşı şefkatli olacak. Akrabasına, dostuna, yakınına karşı, kendisine karşı hata işlemiş bile olsa, kızgınlığını yutacak. Müttakîlerin ikinci vasfı bu... İnfak eder, kızgınlığını yutar:

3. (Vel-âfîne anin-nâs) "İnsanların kendisine karşı hata, kusur işlemiş, suç işlemiş olanları da affeder bunlar." diye bildiriyor.

Demek ki affetmek de büyük bir sıfattır. Mütakkîlerin, cennetliklerin sıfatıdır. Onun için affedici olalım ve bu dargınlıkları bayramda izâle etmeye, bitirmeye başlayalım. Bir insan öteki insanla dargınken benim bu sözümü duydu, hadis-i şerifi okudu, dargınlıktan vazgeçmeye karar verdi. Öteki adamın yanına gitti, elini uzattı... Ötekisi de elini itti, yüzünü döndürdü, ağır sözler söyledi, barışmayı kabul etmedi. Ne olur?.. Barışma teşebbüsünü yapan bütün sevapları kazanır; reddeden bütün günahları, vebâli yüklenir, haramı işlemiş olur. Çünkü dargın kalmak haram. Haramda ısrarı yapan, cezasını çeker, belâsını bulur. Demek ki biz teşebbüsü yapalım, isterse karşı taraf reddetsin. Yâni:

"--O bizi reddeder, barışmaz, affetmez!"

Olsun, sen bir teşebbüsünü yap! Hediye götür, yumuşak konuş, yaparsa yapar. Yapmazsa sen vebalden kurtulmuş olursun.

Tabii dostları ziyaret edeceğiz, hediyeler vereceğiz. Dargın isek, dargın olduğumuz kimselerle barışacağız. Bildiğimiz dargınlar varsa, aralarını düzeltmeye aracı olacağız.

--Başka?..

4. Büyüklerimizin kabirlerini ziyaret edeceğiz, geçmişlerimizin kabirlerini ziyaret edeceğiz. Yâsin Sûresi okuyacağız. Diğer, Elhâkümüt-tekâsür'ü, onbir Kul huvallahu ehad'ı, Tebâreke Sûresi'ni ve sâireyi okuyacağız. Onların da ruhlarını şâd etmeye çalışacağız.

5. Aziz ve muhterem kardeşlerim! Müslümanların hepsinin iyiliğini isteyeceğiz. "Müslümanların dertleriyle, işleriyle, sıkıntılarıyla, sorunlarıyla ilgilenmeyen bizden değildir." diye Peygamber Efendimiz defterden siliyor, reddediyor. Müslümanların dertleriyle dertleneceğiz.

Meselâ bana telefon açtılar, Hollanda'dan buraya Mekke-i Mükerreme'ye. Otuzbeşbin Somalili mültecî varmış. Otuzbeşbin Somalili mültecî orda sığıntı durumdaymış. Ailelerin üçü-beşi bir evde kalıyormuş, dört-beş çocuklu her birisi... Çok zor şartlar altında yaşıyorlarmış. Bir camileri bile yokmuş. Bir cami almaları lâzım. Eh tabii yardımcı olmamız gerekiyor. Müslüman kardeşimiz.

Somali'ye biz asker gönderdik. Amerika, Birleşmiş Milletler gitti, geldi filân... Somali'nin durumu ne oldu? Yâni orası %99, %100 müslüman olan bir ülke, perişan bir ülke... Somali'yle ilgilenmemek olur mu? Bosna'yla ilgilenmemek olur mu? Çeçenistan'la ilgilenmemek olur mu? Makedonya'yla, Kosova'yla, Sancak'la ilgilenmemek olur mu?..

Bunlarla ilgilenmemiz lâzım. Ben, özellikle oralardan Türkiye'ye göç etmiş, kökeni orası olan kardeşlerime bu bayramda rica ediyorum lütfen kökenlerinin, dedelerinin yaşadığı yerlerde bulunan kardeşlerini unutmasınlar. Onlara yardımcı olsunlar, yardım elini uzatsınlar, yardım çarelerini düşünsünler.

Biz, Bosnalılar için bir dernek kurduk. Sonra Kuzey Irak'taki mazlumlar, mağdurlar için arkadaşlar bir dernek kursun dedik. Daha başka dernek kurma çalışmalarını teşvik ediyoruz. Uzak Doğu'daki İslâm ülkeleriyle ilişkiler güzelleşsin diye çalışıyoruz...

Demek ki müslümanlar, yâni burda vaazımı dinleyen siz kıymetli Akra dinleyicileri, şöyle bir soru soracaksınız kendinize:

"--Elimde bulunan imkânlarla, zenginliklerle, müktesebatla, şimdiye kadar öğrendiklerimle, sahip olduğum mevkii ve makam ile, bilgi ve görgü ile acaba yurt içindeki ve yurt dışındaki müslüman kardeşlerime neler yapabilirim? Ben burda bayram yapıyorum, mutluyum, saadet içindeyim. Elhamdü lillâh, Allah bana huzur içinde bayram yapmayı nasib etmiş ama; acaba aç, susuz, mazlum, mağdur, esir ne kadar müslüman var? Dünyanın neresinde, onların halleri nedir, ne olacak?.."

Lütfen öteki müslümanları da düşünün! Öteki müslümanların hallerini anlamaya çalışın! Onlara da yarım elini uzatmaya gayret edin! Gönlünüz onlarla olsun, aklınız onlarla olsun!

Lütfen yurtiçinden yurtdışına doğru genişleyelim! Lütfen ilgimizi yayalım. Çünkü İslâm cihan şumûl bir dindir. Tüm cihandaki bütün müslümanlar kardeşimizdir. Dar bir kafeste sıkıştırılmış bir aslan gibi olmamalıyız. Bütün müslümanlarla ilgilenmemeliyiz; ziyaret yapmalıyız, ticaret yapmalıyız, ilişkiler kurmalıyız. Dostluk dernekleri kurmalıyız... Bu İslâm kardeşliğini, müslümanların birbiriyle kardeş olduğunu lâfta bırakmamalıyız. Fiiliyatta yardım olmalı...

Ben şimdi uluslararası örgütlere bakıyorum: Çocukları yetiştirme örgütü, bilmem şu örgüt, bu örgüt... diye bizim de üye olduğumuz örgütlere bakıyorum. Ya Avrupalılar kurmuşlar, Amerikalılar takip ediyor. Kilise işin içinde, ön sırada koşturuyor filân... Bir bakıma üzülüyorum. Hayırları yapmak müslümana yakışır. Yâni bütün dünyaya hayrı, güzelliği, yardımı, mutluluğu yerleştirmeye çalışmak müslümanın görevi olmalı ve böyle yaptığımız zaman da görgümüz, bilgimiz artacak.

Ben bütün dünyayı dolaşarak çok değişik izlenimler aldım. İnsan Türkiye'de yaşadığımız zamandan çok daha güzel duygulara bürünüyor, hem de dünyayı gezdikçe insanın önüne büyük imkânlar açılıyor. Yâni biz Türkiye'de başımızı kuma sokan devekuşları gibi yaşıyoruz. Halbuki dünyanın nerelerinde nice imkânlar var, nice kazançlar var. Yapacağımız nice çalışmalar var, nice hizmetler var. Elde edeceğimiz nice menfaatler ve kârlar var. Millî menfaat, dinî menfaat, şahsî menfaat; her bakımdan, bilgi görgü bakımında çok istifade edeceğiz.

Onun için bu bayramda hepinizin tüm dünya müslümanlarıyla ilgilenmenizi, ilginizi genişletmenizi, himmetinizi yüksek tutmanızı, gayretinizi çoğaltmanızı, İslâm için daha çok çalışmanızı, müslümanların aziz olması için, mağduriyetten, mazlumiyetten, esaretten kurtulması için, insanca yaşama hallerine, şartlarına sahip olması için elinizden geleni yapmanızı rica edeceğim. Çünkü çepeçevre her yanımızdaki müslümanlar çeşit çeşit sıkıntılar içinde.

Biz de elhamdü lillâh mutlu bir ülkeyiz. Millî gelirimiz yüksek. İnsanımız daha görgülü. Yetişmiş insanımız çok. Çok canlı bir milletiz. Genç insan sayısı fazla... Başka milletlerin yaş ortalaması çok yüksek olduğu hâlde, biz genç nesillerin çok olduğu dipdiri bir milletiz. İnşaallah önümüzdeki yıllarda daha güzel hizmetler yapacağız, daha ön plâna çıkacağız. Dünya üzerinde hayırların yapılması, şerlerin engellenmesi için daha güzel hizmetler yapma imkânımız olacak ama, bunun için kendimizi yetiştirmemiz lâzım, hazırlamamız lâzım! Çoluk çocuğumuzu buna göre yetiştirmemiz lâzım.

Bir dileğim de lütfen çocuklarınızın istikbâliyle ilgilenin. Onları uluslararası kıymetli birer insan olması, uluslararası hizmetler yapabilecek vasıflara sahip yüksek insan olması için; onları yabancı dil bilen, Arapça bilen, yabancı dil bilen, bilgisayar kullanmasını bilen görgülü, ileri, çağdaş, çağa hükmeden, çağı sürükleyen, insanlara önderlik yapabilecek vasıfta yetişmesine gayret edin. Peygamber Efendimiz SAS'in tavsiyesi bu. Çocuklarımız bizim çağımızın insan değildir. Kendi çağlarının, yâni önümüzdeki çağın insandır. Kendi çağımıza, kendi görgümüze değil, ilerdeki ihtiyaçlara göre onları yetiştirmeye gayret edelim.

Hepinize tekrar tebriklerimi sunuyorum. Çocuklarınız çok iyi yetişsin. Allah onların güzel günlerini görmeyi, o yönden de mutlu olmanızı, bayram etmenizi, çocuklarımıza nice bayramlar hazırlamamızı nasib eylesin...

Hepinize en iyi dileklerimi sunarım, dualarınız beklerim. Bayramlarınız mübarek olsun. Her şey gönlünüzce olsun. Allah dualarınızı kabul etsin. Dünya ve ahirette bahtiyar eylesin. Cennetiyle, cemâliyle cümlenizi müşerref eylesin...

Aziz ve sevgili Akra dinleyicileri!..

Esselâmü aleyküm ve rahmetullahi ve berekâtühü!..

07. 04. 1998 - MEKKE

Hazırlayan: Dr. Metin ERKAYA