YİNE GAYRET BİZE DÜŞTÜ!

Dâimâ Allah'ın en sevgili kulu ve resûl-i ekremi Muhammed-i Mustafâ'sının yolunca gitmeye çalışan; hayatta tek gàyesi rızâ-yı Bârî'yi kazanmak olan bir ümmetiz, elhamdü lillâh! Herkesin iyiliğini istiyoruz, kimseye kasdımız yok, karınca bile ezmemeğe çalışıyoruz.

Hazret-i Peygamberimiz çok merhametli, çok yumuşak kalbli, çok cömert, çok lütufkâr, çok afvedici idi; ama yine de müşrikler ona çok ezâ-cefâ yaptılar, öldürmeğe kalktılar; onu kendini savunmağa mecbur bıraktılar, savaşa çektiler. O da çok cesur, çok mert, çok kahraman olduğu için savaştan kaçmadı, kâfirlere hak ettikleri, müstehak oldukları hezimeti tattırdı, onları yendi. Yine de hayatı boyunca yaptığı pek çok sefer ve savaşta öldürülen kâfir ve müşrik sayısı hayret edilecek kadar az olmuştu. (150 - 200 kişi kadar!)

Bizim ecdadımız da kimseye zulmetmedi; gayrimüslimlerle yapılan savaşların çoğu düşmanın hücumuna karşı savunma ve cevap mahiyetindedir. Buna mukàbil hristiyanların çeşitli iç ve dış savaşlarda, sayısız haçlı seferlerinde müslüman, yahudi, hattâ hristiyan halklara karşı yaptıkları gaddarlık ve katliamlar korkunç rakamlara ulaşır. Yâni hristiyanlığın, bâtıl ve yanlış inancına rağmen birtakım ülkelere yayılması yahut da hâlâ tutunması zulme, engizisyona, teröre, baskıya, teşkilâtlılığa, müstemlekeciliğe, emperyalizme dayanır; tıpkı bugün Yugoslavya'da, Kafkasya'da, Afrika'da, Güneydoğu Asya'da olduğu gibi... Buna rağmen onlar, "Usta hırsız ev sahibini bastırır." misali, suçu sömür-düklerine, mazlum ve müstad'aflara, mâsum ve geri kalmış milletlere, mü'min ve müslümanlara atar; İslâm'ı, tasavvufu, takvâyı, ihlâsı karalamağa, yeryüzünden silmeğe, ortadan kaldırmağa çalışıp dururlar.

Bu yüzden sulh ve sükûn, huzur ve kardeşlik, insanlık ve centilmenlik, birlik ve beraberlik istediğimiz; bize yapılmış daha nice nice zulüm ve saldırıları, hasar ve zararları affetmeğe razı ve hazır olduğumuz halde, hâlâ bize kin güder, düşmanlıklar icad eder, iyiliklerimize karşı nankörlüğe sapar, fitne ve fesat çıkarır dururlar. Ne diyelim cibilletleri, tînetleri, sîretleri, sıfatları böyle!.. Eh, biz de artık gafletten, rehavetten uyanalım, gereksiz ve aptalca iyi niyeti terkedelim, aklımızı başımıza devşirelim, tedbirimizi alalım!

Biz ne kadar iyi niyetli olsak onlar anlamıyor; bize dinimiz ve imanımızdan, tarihimiz ve mâzîmiziden dolayı, veya jeopolitik önemi çok yüksek olan güzel ve bereketli topraklarımızı paylaşmak istediklerinden, ya da genç ve dinamik nüfusumuzdan korktukları, sanayileşme ve kalkınmamızdan endişelendikleri için, veya sömürülerini engelleriz, mazlum halkları uyandırırız diye böyle düşmanca davranıyorlar.

Bizi yenmek ve zarara uğratmak için her çare ve yola başvurabiliyorlar; gerilla savaşları, sabotajlar, orman yangınları, iktisâdî çelmelemeler, turizm baltalamaları, denizlerimizi pisletmek, mahsullerimizi, hayvanlarımızı hastalıklara bulaştırmak, ihracaatı engellemek, içteki ihtilâf, husûmet ve rekàbetleri körüklemek, ülkemizde ırk kavgaları, mezheb çatışmaları çıkartmak, yönetimi dejenere etmek, adlî mekanizmayı bozmak, rüşvet, adam kayırma, yağmalama, devlet imkânlarını suistimal, hırsızlık, seks azgınlığı ve sapıklıklarını yaymak, ahlâkı dejenere etmek, zührevî hastalıkları halka bulaştırmak, gençliği ifsad etmek, aileyi yıkmak, millî örf ve adetleri bozmak, kültür emperyalizmi yapmak, misyonerlikle halkımızı yüce dinimizden döndürmek; bize güç ve kuvvet veren her şeyi zayıflatmak, ülkeyi parçalamak, varlığımıı yıkmak, yok etmek gibi...

Çok cânî, çok insafsız, çok gaddar, çok hunhar, çok barbar düşmanlar bunlar! Ne ahiret hesabından, Allah'tan, azabdan korkuyor; ne de diğer milletlerden utanıp çekiniyorlar. Medenî duygulardan, insaf ve vicdandan yoksun, tabiat sevgisinden, merhamet hissinden mahrum, acaib ve ilkel varlıklar! Yakıyor, yıkıyor, öldürüyor, her şeyi mahvediyorlar da vicdanları sızlamıyor.

O halde bizler de çok uyanık, çok atik, çok gayretli, çok dikkatli olmalıyız; çok âcil, çok sert, çok etkili, çok caydırıcı, çok pişman edici tedbirler almak, çareler bulmak; onların yaptıklarını fitil fitil burunlarından getirecek, çok münasib, çok ağır cezalar koymalı ve ihmalsiz uygulamalıyız. Yapana yapmak ar değildir; merhametten maraz doğar; suçluya acımak, merhamet ve müsamaha göstermek, cezaları uygulamada gevşek davranmak olmaz! Yazık değil mi, 100-150 senede çalışarak telâfi edemeyeceğimiz muazzam kayıplar, trilyonlarla ölçülecek müthiş zararlar, hızla eritilen ve yok edilen millî servetler, menfaatlere ve doğal güzelliklere!..

Bir orman yangını sabotajcısı, Yunanistan'da eğitildiğini itiraf etmiş, bir dergi filânca anarşist ve teröristin bu konudaki talimatını yayınlamış, bir papazın kitabında İslâm ülkelerinde böyle yangınlar çıkarmak teşvik ve tavsiye edilmiş...

Bunların üzerine çok büyük hiddet ve şiddetle gitmeliyiz, bu canilere öyle cezalar hazırlamalıyız ki ibret-i alem olsun, tarihe geçsin, başka heveslileri caydırsın, korkutsun, sindirsin. Bunların pis emelleri, kara ve katı kalblleri konusunda halkımızı uyandırmalı ve şuurlandırmalıyız. Bu fesatları planlayan merkezleri sür'atle bulmalı ve tahrib etmeliyiz; gerekirse mukàbele bil-misil hakkımızı şiddetle kullanmalıyız. Hele hele bu düşmanların, ülkemizle ilgili başka büyük kazanç, çıkar ve menfaatlerini derhal baltalamalı, kâr ve istifade yollarını hemen tıkamalı, muazzam mahrumiyet ve zararlara uğramalarını behemahal sağlamalıyız.

Bir yandan da zararları telâfi etmek ve meselâ şu son günlerin müthiş orman yangınlarının tahribatlarını izâle eylemek için derhal seferber olmak gerekiyor.

Bizim birkaç yıldan beri başlattığımız çok güzel çevre ve kültür çalışmalarımız vardı. Bunları hızlandırmalı ve genişletmeliyiz. Her il, ilçi, belde ve köylerdeki değerli kardeşlerime rica ediyorum:

Muhitinizde bir çevre ve kültür derneğiniz yoksa, hemen kurun! İmkân var ise devletin ormanlarını kiralayın, koruyun, işletin!

Bölgenizdeki değerlendirilmemiş alanları, ucuz arazileri satın alarak şahsî mülkünüz olarak ağaçlandırın!

Bir kısım tasarruflarınızı arazi alımına kaydırarak, şahsen veya aile, grup, dernek, vakıf olarak o araziyi ihyâya çalışın; mer'a, mezrâ, kavaklık, fidanlık, spor sahası, meyvalık, koruluk, sosyal alan, park, bahçe yapın! Bataklık, çoraklık, taşlık, çöl, bayır dağ demeyin, sondaj vurun su çıkarın, yoksa tankerle, traktörle, kovayla su taşıyın, küfeyle toprak getirin, yüzlerce, binlerce ağaç dikin! (Özellikle fıstık çamı teşviklidir, ceviz güzel ve kıymetlidir.) 10 sene, 20 sene, 100 sene sonrasını, çocuklarınızı, torunlarınızı düşünün! Var gücünüzle ve tam aile olarak çalışın, tatili, bayramı, emekliliği, mesâi haricini hep bu yolda değerlendirin!

Düşmanlar yurdumuzu harabeye çevirmek peşinde; siz mâmurelik, bağlık, bahçelik, çayır, çimen, koru, orman ve gülistan yapmaya çalışın! Dinimizin ağaç dikmeye verdiği önemi, kazanacağınız muntazam sevapları, öldükten sonra bile almaya devam edeceğiniz mükâfatları hiç unutmayın!

Bir şu kâfircikleri müslüman etmeğe yönelik her türlü gayret ve çalışmalarımızı canla başla destekleyin! Görüyorsunuz ki insan İslâm'sız olunca, insanlıktan da çıkıyor, canavarlaşıyor, cümle cihanı fesada uğratıyor.

Allah tevfikini cümlenize refik eylesin; gayret, himmet ve kuvvetinizi arttırsın!.. Âmîn, bi-hürmeti Seyyidil-Mürselîne ve âlihî ecmaîn...

İslâm, Eylül 1994